I May Be Wrong but I Doubt It by Charles Barkley


Charles Barkley'den yorumcu kişiliği nedeniyle nefret ederdim, hala da sevmem zira. Ancak bu kitap nefretimi azalttı. Uzun dönem planlarımda kitap çevirisi olacaksa eğer, bu kitap birinci sırada olacak. Basketbol, deneyim ve dünya görüşü nasıl birleştirilip bu kadar güzel bir şey çıkar ortaya bizim milletimiz de görsün. Piyasadaki çevirmenlerden bilmem kaç kat daha iyi çeviri yapacağıma da eminim. Ancak önümüzde engeller var. Charles Barkley'e nasıl ulaşılacak, Mike Wilson'a nasıl ulaşılacak, o kitabı kim basacak, kim alacak?..

İsa'nın Askerleri (!)


Bizim ülkemiz futbolcu cuma namazına gitti diye alaşağı edilen bir ülke. Elalemin adamı dernek kurmuş hatta dernekten de öte bir şey kurmuş. Atletas de Cristo. İsa'nın Atletleri ya da İsa'nın askerleri anlamına geliyor. Az buz adam yok içinde, dünyaca ünlü oyuncular falan dahil. Taffarel, Kaka, Lucio, Fabio Luciano, Aurelio, Alex, Lincoln... Biz hala devam edelim Hakan Şükür Nur Cemaatinden, Arif namaz kılıyor, Emre mevlide gidiyor diye.

Not: Çocukken ne safmışız. Yani ben. Monte Cristo'yu görünce gelmezdi aklımıza İsa falan...

Bal'ın ötesi

Salih'in alttaki girdisine biraz da ben eklemek istiyorum.

06 şampiyonluğuyla ilgili. Efendim Beşiktaş maçı öncesi Demirören ve Polat yemeğe çıkmışlar. Neden çıkmışlar? Beşiktaş son dakikada öyle gol yer miymiş? Şike kokuyormuş, zaten 92-93'te de yapmış Galatasaray Ankaragücü maçınca bilmem ne. Ya kardeşim maçtan bi' gün önce de normal bir gün değil mi? Bu insanlar yemeğe çıkamaz mı? Gel gelelim madem şike varsa, neden bu maç son 10 saniyeye kalır? Bu durumun hiç mi ayağa oturmaması yoktur, hiç mi şanssızlığı yoktur. Şu mudur yani;
" Abi siz eğer son saniyede kaçırırsanız şanssızlık artık n'apalım. Parayı görelim?" Böyle şike olur mu? Az mantıklı konuşun, yazın, yorumlayın, ne yapıyorsanız artık. Yakında Galatasaray Leverkusen'i geçerse, "Zaten Almanya'da çok Türk var, ondan vermişlerdir maçı," falan olacak. Üstünüze alınmayın ama Allah kimseyi Fenerbahçe taraftarı yapmasın.

Bal

Neymiş efendim, Galatasaray Uefa Kupası'nda olduğu gibi Türkiye Kupası'nda da "balına" turu geçmiş.
Ben anlamıyorum nasıl bir mantık bu. 06'da şampiyon olduklarında da aynı şeyler söylendi. "Fener sayesinde şampiyon oldunuz", "Onlar yenildi de siz kazandınız" vs.
Sanki Galatasaray hiç puan falan almadı, son maça kadar öyle ilerledi tek-tük, son maçta da FB berabere kalınca şampiyon oldu. Galatasaray o sezon, tarihinin puan rekorunu kırdı. 83 puanla. Sonuna kadar takip etti, sondan ikinci hafta maçın bitimine 10 saniye kala attığı golle şampiyonluk umudunu sürdürdü. Ama görünenler insanı o kadar yanıltıyor ki...

Sanki ortada herhangi bir çaba yok, Galatasaray öylece dururken birileri gelip diyor, "alın tur sizin. Kazandınız." Anlayamıyorum, nasıl bu kadar basite indirgerler. Nasıl ortadaki çabayı, emeği bu kadar yok sayarlar. Galatasaray-bu hem Türkiye Kupası, hem de Uefa için geçerli- belli bir performans göstermiş ve, herhangi bir ihtimalde tur atlayacak kadar puan toplamış. Bu, az da olsa çok da olsa bir başarıdır. Hiç ihtimal olmasa ne olacak? Daha mı iyi? O zaman da "Avrupa Fatihi ne halde" diye başlık atar şerefsizler.
Kimseye yaranamıyorsun işte bu ülkede.
Galatasaray "yine" Denizli'nin sayesinde "kurtulmuş". Bak bak bak. Galatasaray grupta 7 puan almış. Hani 4 filan da değil. Gruptan çıkmak için yeterli puan. Ama son maçta yenilince, Denizli de berabere kalınca "onların sayesinde" çıkmış.
O 7 puanı zaten başka takım aldı.

Bu gidişle biz olur da sezon sonunda Uefa Kupası'nı alırsak, o da Bordeaux'nun sayesinde ha, bizim futbolcuların değil.

Bu mudur? Budur.

Hazır yeri gelmişken yazayım dedim. Ne en samimi arkadaşımla dalga geçmek amacım şu anda ne de subjektif olmak. San Antonio Spurs bu ligin en komple takımı kardeşim. İstemeleri yetiyor. Bu akşam bilmemkaç sayıdan gelerek yendiler Lakers'ı. Lakers ligin en sıcak takımı, Kobe'nin takımı. 3. çeyrek skoru 31-12 SAS. Maç Texas'ta falan hikaye. Tim Duncan fenomenal oyununu sürdürüyor, her gece de yanına birisini alıyor. Bir de garip istatistikler var, Ginobili 8 top çalma mesela. Adamlar Harlem Globetrotters değil belki ama basketbol oynuyorlar. En önemli kelime ise "istemek" onlar için. İstedikleri sürece tutulabileceklerini sanmıyorum.

Büyük Gün'den Notlar

21-22 Ocak günlerinde Ntv'nin bize yaşattığı basketbol ziyafetinden notlar:

Boston-New York:
-Maçla ilgili ilk izlenim, her Ny maçında yaşanan gariplikler. Saçma top kayıpları, başına buyrukl haller vs vs...
-Takımlar bu maçta nostaljik formalarla sahaya çıktılar. Gerçi Boston'ın forması şeklen pek değişikliğe uğramadı yıllar boyu. Anca kumaş farkı olmuştur, o derece. 1960 yılı formalarının şimdikinden farkı yok neredeyse.
-New York 2. yarı başında geleneksel maça çıkılan 5 ile 2. arıya başlama uygulamasının dışına çıktı ve ilk 5'ten 2 farklı oyuncuyla başladı 2. yarıya. Peki işe yaradı mı bu? Hayır tabii ki.
-Kendrick Perkins 22'si ilk yarıda olmak üzere 24 sayı attı ve kariyer rekoru kırdı.
-Bu maçta karşılaşan taraflardan Knikcks tüm zamanlarda en çok galibiyeti olan takımlar listesinde 4., Boston ise 2. sırada imiş.
-Sezon başından beri Boston'ın muhtemel başarılarında gençlerin ve yedeklerin katkısının ne kadar önemli olacağı vurgulanıyordu. Bu maçta da Rajon Rondo ve Kendrick Perkins'in yaptıkları, diğer parçaların büyük üçlü'ye yeteri kadar yardım ettiğinde neler yapabileceklerinin bir göstergesi oldu.
-Genellikle "kendine oynayan" bir oyuncu olan Zach Randolph öyle bir imaj yaratmış ki, maçta pas verdiği zaman spiker, seyirciler, pas verilen oyuncu herkes şaşırıyor, öylece kalıyor.
-Maçın 3. periyodunun sonlarına doğru tartışan Paul Pierce ve Quentin Richardson önce karşılıklı teknik faul aldılar, devam edince de yine karşılıklı teknik faul alarak atıldılar.
-Boston'ın benchten katkı yapmasını beklediği genç oyuncusu Tony Allen maçta sadec 4 top kaybıyla oynadı.
-Geçen yıl 38 maç sonunda Boston'ın derecesi:12-26. Bu sezon ise:32-6.
-Maç 109-93 Celtics üstünlüğüyle bitti. Normal sonuç.

Utah-Clippers:

-Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Yoğun maç trafiğinden midir nedir, maç Ntvspor'da 2. periyodun ortasında başladı yayınlanmaya. Yaklaşık 1 saatlik bir rötar oldu yani. Ama zaten pek bir şey kaçırdığımızı zannetmiyorum ben.
-Clippers adına en çok dikkat çeken oyuncu Corey Maggette'ydi.
-Yeni transfer Kyle Korver yavaştan takıma alışıyor gibi. Süreleri de artmaya başladı.
-Kirilenko az süre aldı maçta. Sebebi sakatlık mı, yoksa başka bir şey mi bilmiyorum.
-Clippers'ın sakat oyuncuları Brand ve Livingston beklenenin aksine Mart ayında dönebilirmiş sahalara. Güzel haber.
-Clippers'da şöyle bir şey var. Evet belki Brand ve Livingston yok filan ama, böyle de eldeki kadro iyi. Fakat nedendir bilmem, takım güven vermiyor. Zaten playoff şansı da zor.
-Gariptir bu maç da Boston-Ny maçı gibi 109-93 bitti.

Detroit-Orlando:

-Bu maçtan önceki son 9 Det-Orl maçı Detroit'in üstünlüğüyle bitmişti. Geçen sezon iki takımın normal sezon ve playoff'ta oynadıkları 8 maçı da Detroit kazanmıştı ve "süpürmek" den öte bir durum vardı ortada.
-Bu maçta sakat olan Jameer Nelson oynamadı.
-Dikkat çeken noktalardan biri Orlando'lu 2 oyuncu, Maurice Evans ve Carlos Arroyo'nun eski birer Detroit oyuncusu olmasıydı.
-Tayshaun Prince ilk çeyrekte üstüste bulduğu basketlerle 10 sayı buldu.
-Jason Maxiell yine patlayıcı smaçlarıyla potalaltında fırtına estirdi.
-Stan Van Gundy her zamanki gibi durumdan rahatsız tavırlarıyla dikkat çekti, hakemlerle dalaştı, yerinde duramadı.
-Bir tespit:Orlando Magic'in maskotu neden yeşil-pembe renklerde?
-Hido yine 4. periyotta oyuna ağırlığını koydu.
-Maçı sonlarında şu 3 an, gidişatı belirledi:1. bitime 37 saniye kala Sheed'in üçlüğünün pota içinden çıkması.
2. 15 saniye kala Howard'ın tip'inin yine pota içinden çıkması.
3. ki bu en önemlisi, 3.4 saniye kala Chauncey Billups'ın taaaa orta sahadan attığı üçlüğün girmesi.

-Ama bu kalan kısa süre Orlando'ya yetti ve Lewis'in attığı son saniye şutuyla Magic maçı 102-100 kazandı. Uzun süre sonra Detroit'i yenebildiler.
-Bu maç Detroit'in bu sezon 100 sayı atıp da kaybettiği ilk maç oldu.

Denver-Lakers:

-Derek Fisher ilk çeyrekte tam 16 sayı attı. Maç toplamında da 28 sayı atarak sezon rekoru kırdı.
-Kobe asiste yönelik oyunuyla skorda pay sahibiydi. Maç boyu da öyle gitti zaten.
-Lakers üçgen hücumu çok iyi oturtmuş durumda. Şu anda öyle bir durumdalar ki, rotasyondaki her oyuncu sistemi çok iyi uygulamakta. Ve bu sayede de takım iyi gitmekte.
-Ronny Turiaf bu kez her zamankinden daha verimli ve cesur oyunuyla etkili oldu.
-Son zamanlarda pek iyi oynamayan Lamar Odom da bu maçta çok iyiydi.
-İnanması güç ama Kobe ilk periyod dahilinde şut kullanmadı. İlk şutunu 16. dakikada kullandı. Yani ilk şutunu attığı vakitte maçın üçte birlik bölümü geçmişti.
-Lakers'da 2. çeyreğin ortasında, oyuna giren herkes sayı atmıştı. 8 oyuncu.
-Anthony Carter hiç sayı atamadı ama tam 14 asist yaptı.
-3. periyotta Kobe'nin 4 şut ve 11 asisti vardı.
-İlk yarının sonlarında attığı bir şuttan sonra aşağı inerken Melo'nun bileiğinin dönmesi maç adına olumsuz gelişmelerdendi. Zaten Lakers'ın önde götürdüğü maç, böylece biraz daha Lakers tarafına kaydı.
-Melo maça geri dönemeyince ipleri ele alan Iverson da çok iyi bir gününde olmayınca Denver maça tutunamadı.
-Denver koçu George Karl'ın oğlu Coby Karl'ın Lakers'da oynaması maçın ilginç detayları arasındaydı.
-Maçın son saniyelerinde bazı bölümlerde seyirci ayaklandı ve tezahürat yapmaya başladı. Ben açıkçası anlamadım ne olduğunu. Sonlarda Murat Kosova söyledi ki, bir kampanya kapsamında eğer Denver maçta 100 sayının altında atarsa salondaki herkese bedava Taco dağıtılacakmış. Tepkiler bunaymış. Ve Denver da 99 sayıda kalınca seyirciler isteğine ulaştı. Yazık valla, ne diyelim.

Mvp

Ntv'nin şu 5 maçlık Nba şöleninde en iyisi son maçtı. Yani Denver-Lakers. Zaten kağıt üstünde o olması bekleniyordu ve oldu da. Ama biraz farklı oldu.
Kobe maça damgasını vurdu. Fakat bu kez asistleriyle. 11 asist yaptı. İlk şutunu 16. dakikada kullandı. Maç zaten 48 dakika. 16 dakika ne demek? Maçın üçte biri demek. İşte bu adam, geçen gün 44 şut kullanan adamla aynı kişi. Bu maçta da sadece 7 şut kullandı. Takıma yönelik oynadı. Çok iyi top dolaştırdılar. Ve maçı aldılar.

Kobe bu maçla birlikte iyiden iyiye bu oyunu başka bir seviyede oynadığını gösterdi. İstediği an, istediği şeyi yapabiliyor. Asist lazımsa asist, sayı lazımsa sayı, ribaund lazımsa ribaund...
Nba.com da mvp yarışında önde gözüküyor Kobe. Tabii geçen 2 sezon da çok gördük Kobe'yi o listenin tepesinde. Ama sonuç farklı oldu.
Fakat herkes bu 2 sezon da o ödülü en çok Kobe'nin hak ettiğini biliyordu.
Umarım artık bu sezon Mvp ödülünü alabilir. Zaten Mvp'lik bir oyuncu olduğu aşikar ama, bu kadar iyiyken alsın bi zahmet, versinler...

Kings

Takımlarının en büyük 3 ismi, duruma göre "big three" bile denilebilecek 3 oyuncuları uzun zamandır sakattı-Bibby, Martin, Artest. Hatta Mike Bibby bu sezon hiç oynamamıştı.
Döndüler.
İlk 4 maçın üçünde Benchten geldiler. Son maçta ise, New Jersey'e 34 sayı fark attılar. 7 oyuncuları çift haneli sayılara ulaştı. Böyle devam ederlerse bence kesin playoff yaparlar.
Umarım o arada yıldızların yokluğunda sorumluluk alan ama, onların gelmesiyle süreleri azalacak olan oyuncular küs(türül)mez. En başta John Salmons.

Kenny George hazretleri

Kenny George, NCAA'in yeni yüzü belki de. Küçük bir üniversitede oynuyor, University of Carolina at Asheville. Adamın sıkıntısı büyük. Ayakabılarla 2.42 kendisi. NCAA'in en uzun oyuncusu. "Gigantism" yani "devlik" hastalığından müzdarip. NBA'e girmesine kesin gözüyle bakılıyor ancak tutunamaması da söz konusu zira bu arkadaşın sahanın bi ucundan diğer ucuna gitmesi 11 saniye. Uçakta ancak first class'ın en önüne oturabiliyor, takım otobüsünde ise önden iki koltuk çıkartılıyor Kenny paşa ayaklarını sığdırabilsin diye. 22 yaşında 2.38 ayakkabısız. Güzel. Zıplamadan smaç da basıyor ayrıca.

Süper Lig

Pek basında yansıtılmıyor filan ama resmen müthiş bir mücadele var bu sezon ligde. 19. haftaya geldik, halen daha 4 takım şampiyonluk yarışında. Normalde olsa bu aralar 2 takım kalırdı yarışta. Kayserispor da saçma beraberlikler almasa onlar bile ucundan katılacak yarışa ama uzaklar.

Sivas'ın çıkışını bu kez sanki medya fazla abarttı ki, bu 4 takımın birden mücadele halinde olması yeterince vurgulanmıyor basında. Gerçi elbet birileri yakında ele alır ama, neredeyse lig başından beri durum bu. Ve herkes sanki ligin başıymış da, "yakında kopar 1-2 si" havasındalar.
Şu anda tablo Sivas(43)-Galatasaray(42)-Fenerbahçe(41)-Beşiktaş(40) şeklinde. Bu vaziyetin olsa olsa en erken 5-6 hafta içinde dağılacağını, ancak bu sürede 1 veya 2 takımın yarıştan kopacağını düşünürsek, ligin bitimine 6-7 hafta kala 3 ya da 4 takımın şampiyonluk için yarıştığı bir lig ortaya çıkıyor. Ve bunlardan biri Trabzon değil...

Durum böyle olunca da Avrupa kupaları'na katılacak takımlar da belli oluyor az çok. Tabii Kayseri büyük bir çıkış yapmazsa-ki sanmıyorum.

Sanırım Turkcell'in evvelki sezon için çıkardığı "Turkcell Süper Lig hiç bitmesin" sloganı bu sezon için cuk oturacak.

Beşiktaş

Devre arası yana yakıla Holosko'yu aldılar. Kavuştular sonunda elemana. Ama abarttılar tabii. Gerek verdikleri önem, gerek karşılığında verdikleri para miktarı-oyuncu sayısı/değeri.
Yani Koray Avcı bu takımın jokeriydi, hem defansta hem de orta sahada. Hem o gitti hem de zaten Diarra'yı yolladılar. Ee?
Burak Yılmaz'ı boşverdik hadi. Onu siktir et. Zaten faydası yoktu. Ama Koray? Bence çok kötü oldu. Zaten Gökhan "Cam" dakika başı sakat.

Bir de bunların üstüne Kasımpaşa maçıyla gördük ki, 3-5-2 sistemine geçtiler. Günümüz futbolunda bu sistemin ne kadar sakat olduğunu anlatmaya gerek yok. Kullanan pek az takım var. Ve senin defans oyuncularının sayısı ve formu bu kadarken, tutup bu sistemi uyguluyorsun. Güzel. Bugün Kasımpaşa'yı 2-0'dan gelip 4-2 yenersin ama, 2 gün sonra başka bir tanesine fena yakalanırsın, şutlar da girmez 3 tane yer oturursun yerine.

Delgado-Holosko-Nobre-Bobo. Ya bunlar normal 4-4-2 de filan bile bir arada oynayamayacak oyuncular. Sen gel, 3-5-2 de koy hepsini. Beşiktaş kaşınıyor mu ne?

Cüneyt Koryürek


Genelde Ntv'de yorumlarıyla ve Sabah'ta yazılarıyla denk gelirdi. Atletizmle daha içli-dışlı olduğum dönemlerde izlediğim programlarda çoğu zaman Murat Kosova, rahmetli Kenan Onuk ve Hıncal Uluç ile beraber sohbet ederlerdi Türk sporu, olimpiyatlar ve atletizm hakkında. Dinlemesi zevk verirdi açıkçası ve çok bilgiliydi.

Allah rahmet eylesin. Ama en çok acıtan ve sinirlendiren böyle önemli kişilerin tabiri caizse "boku bokuna" ölmesi. İlla saçma bir şey olacak. Trafik kazası vs.
Zaten gereken değer verilmiyor doğru düzgün, bari yataklarında rahatça can verseler.

Gelecek...

...

Melissa Theriuau. Fransız spiker. Geçen aylarda bayağı bir adı duyulmuştu. En seksi spiker filan seçildi diye. Ya insan buna "seksi" demeye nasıl kıyar. Neden illa önümüzdeki o çıkıntıya yönelik düşünmek zorundayız. Bu kadın benim hayatımda gördüğüm ve belki görüp görebileceğim en güzel kadın. Ama işte medya "güzel" değil, "seksi" nin peşinde. Güzel'in önemi kalmadı ki artık anasını satayım. Güzel olursa "seksi fotoğrafları için tıklayınız" haberciliği nasıl ayakta kalacak?
Tabii abla da, üstsüz yakalanırsa "seksi" olur, denir ama, pek umrunda gibi değil gerçi.
Beraber olduğu adam da şebeleğin teki. Magrip asıllı bir şovmen-oyuncu.

Şovmen sendromu işte. Dünyanın her yerinde aynı herhalde. Komik adam "malı götürüyor".
Anasını sevdiğimin ülkesinde Okan Bayülgen'in sevgili olmadığı güzel kadın kalmadı abi. Bir ara Kübalı filan takılıyordu hatta, Türk kızları kesmedi mi neyse...

At Ve Eşek

"Git kafanı başka yerde salla dedik Fazıl Say’a. Canın istiyorsa git dedik. Ya sev ya terk et demedik."

Şimdi bakın, bu sözler bir blogdan. Ne çok çok meşhur, ne de hiç bilinmeyen bir blog. Bu sözleri eminim en ayarcı, en dominant köşe yazarı bile yazmaz, yazdırmazlar. Ama blog olayı böyle işte. "Nereden okuyacak adam amına koyym" şeklinde düşünülüyor. Kolayca ahkam kesilebiliyor. Kendi blogunda Dünya'nın Kralı olabiliyorsun! Oranın sahibi sensin. Her şeyi dersin. Herkes hakkında.

Ama hayır, tabii ki işin aslı öyle değil. Bu kadar kolay değil.
Bunu söyleyen adam ülkesini seven, sahiplenen biri. Ama işte Fazıl Say'ın dediklerini de anlamamış vaziyette. Yazık.
Bu hakkı nasıl kendilerinde görebiliyorlar ben anlamıyorum.
İnternet nasıl olsa, sınırsız özgürlük. Her şeyi söylerim. Asarım, keserim, yargılarım. Amına bile korum.
Koy.

Anri


Santander'i yendik 1-0.Henry attı. Ve böyle sevindi. Atletico'dan umudumuz vardı ama sağolsun Raul daha ilk dakikadan hevesimizi kursakta bıraktı. Fark 7.
Ama her zaman olumlu bir şeyler vardır. Ne mi? Mesela bu maçta sahaya çıkan kadrodaki forvet.
Bojan Krkic-Giovani Dos Santos-Thierry Henry. Biri henüz 17, diğeri ise 18 yaşında.
Hangi markanın reklamındaydı, "işte bunu seviyorum". Hatırlayamadım.

Messi bu maçta kadrodaydı. Sanırım yakında dönecek. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

Vade Retro

Daha henüz "tabii ki" yazamayan adamlar blog açmasın ya. Vallahi bak. Gidin kedi-köpek filan besleyin.
"tabiyki". Vaov.

Messi?

Tabii futbolla da ilgili bir blog olarak kısa süre önce açıklanan "2007 yılın takımı" hakkında yorum yapmazsak çükümüz düşer. Yapalım.
Kale ve defansla ilgili şahsen bir sorunum yok. Hepsi yerinde tercihler. Ama mesela kaleye Buffon seçilse pek yadırgamazdım o da var.
Abidal'ın yerine de sol bek yok açıkçası. Ashley Cole mü olacak?

Orta sahaya gelelim:Gerrard, Seedorf, Kaka ve CR7. Ntvspor'da yorum yapanlardan bir tanesi "ne arıyor Seedorf burda" demiş. Kendisine selamlarımı yolluyor ve maçları gözüyle izlemesini diliyorum. Burada da sorun yok pek.
Fakat...
Fakat forvette fazlasıyla büyük problem var. Bir kere herhangi bir şekilde 2007 yılının takımı seçiliyorsa ve bu takımda Lionel Messi yoksa, ortada garip bir şeyler var demektir.
Bu adam esas çıkışını 06-07'nin sonunda ve bu sezon, yani 07-08'in başında yaptı. Yani tam olarak 2007 yılı içinde. Kadroda olmaması son zamanlarda sakat olmasıyla alakalı ise bu oylamaya katılan futbolseverleri tebrik ediyorum.
Hangisi mi çıkardı? Bilmiyorum. Belki ikisi de. Hani Totti-Messi ikilisi bile olsa forvette, ben hiç şaşırmazdım açıkçası. Ama şu kesin, Messi bu kadroda olmalıydı. Neyse, biz gerçeği bildiğimize göre sorun yok.
Evet, Drogba ve Ibrahimovic çok iyi bir yıl geçirdiler. Hatta Ibra hala çok iyi. Daha dün son 5 dakikada 2 gol atıp galibiyeti getirdi Parma karşısında. Ama Messi kesinlikle onlardan daha iyi performans sergiledi 2007'de.

Tabii o meşhur resmi biz de koymazsak olmazdı. Her blogda ve sitede olduğu gibi bizde de bu resim. Heheh.

Spurs-Rockets maç notları

-T-Mac 11 maç sonra sahalara bu maçla döndü. Aslında bu maçta da oynamayacakmış ama son anda kendini iyi hissettiğini söyleyip kadroya girmiş. Benchten maça başladı.

-Biraz çirkef oyun stiliyle bildiğimiz Fabricio Oberto bu oyun stilini Yao üzerinde kullanınca, birkaç pozisyonda itiş-kakış oldu.

-Spurs ilk 20 maçta 17-3 lük dereceye sahipmiş. Şu anda ise 25-13 ler. Son 10 maçta da durum 5-5.

-Spurs'ün 3 yıl peşinden koşup kavuşamadığı Luis Scola bu sezon ikinci kez Spurs karşısına çıktı. İlk maçta müthiş oynamıştı. Bu kez o kadar etkili olmadı ve "seni nasıl kaçırdık biz" şeklindeki hayıflanmaları biraz olsun dindirdi.

-Houston'ın temel taşlarından olan Shane Battier maça yedek başladı. Sanırım bunun sebebi, maçta Kaan Kural'ın da söylediği gibi, Bonzi Wells'in genelde Spurs'e karşı iyi oynaması.

-Spurs önlerindeki 14 maçın 12 sini deplasmanda oynayacak. Bu seriyi her yıl olduğu gibi iyi geçirmek zorundalar. Bu sezon daha bir mecburlar buna sanki.

-Rockets'lı çaylaklar Colin Landry ve Aaron Brooks umut vaad ediyor. Özellikle de süre almalarından öte, süre alırken Mike James ve Dikembe Mutombo gibi veteranları geride bırakmaları önemli bir nokta.

-3. çeyrekte bir ara Houston farkı 12 ye çıkardı aniden. Sonra Manu olaya el attı ve yeniden maç dengeye geldi.

-Tracy McGrady zorlama şutlar kullandı ve açıkçası pek de etkili olamadı.

-Maçın sonunda Yao çok kritik 2 faul atışını kaçırdı. Ki o zamana kadar 7/8 ile faul atıyordu. Fakat Houton'lı oyuncular kaçan 2. atışın ardından topu çeldi ve maçın kazanılmasında önemli bir adım atmış oldular.

-2.4 saniye kala son hücumu kullanan Spurs, Matt Bonner ile başarılı olamadı ve maç 83-81 Rockets lehine bitti.

Navarro

Avrupa'nın keskin şutörü NBA'e adım attığında hepimiz merak ettik, acaba Jasikevicius veya Macijauskas gibi olur mu, geri döner mi diye. Gerçi uzun yıllar milli takım ve Barcelona'da birlikte oynadığı Pau Gasol'ün takımına geliyordu ama sonuçta NBA burası. Gerekenleri yapmazsan, ne kadar yetenekli olursan ol, veya istersen tüm yakın arkadaşlarınla aynı takımda ol, tutunamazsın burada.
Ama o başardı. En azından şimdilik. Hayal kırıklığıyla geçen bir yazdan sonra NBA'e gelmesi bile onu etkilememiş gibi gözüküyordu.
Şu anda çaylaklar arasında en yüksek sayı ortalamasına sahip 2. oyuncu. 10.4 ile. Birinci Kevin Durant malum. Ayrıca 2.2 ribaund ve 2.2 asist ortalamalarına sahip.
Yavaş yavaş 8/9 üçlük isabeti gibi performanslar göstermeye başladı. Sıklıkla da ilk 5 çıkıyor.
Belki bu yıl Memphis play-off yapamayacak ama Navarro için harika bir ilk sezon olacağı yüksek ihtimal.