L

Bu arada bu Lost denen naneyi yapanların, başta Cey-Cey Abrams olmak üzere, senaristlerin, yaratıcı ekibin filan toptan ta amına koyym. Kafayı yedirttiniz ulan, nası' bi'şey bu, daha da bir sene bekleyeceğiz.

Visca


Ersun

Ne zamandı hatırlamıyorum, Demirkol söylemişti herhalde, takımdan ayrılan hocanın hemen medyada görev almaması lazım, onun bir süresi olması lazım filan diye. Haklı. Tersi de var;Denizli, Lig Tv'de "şu şöyle oynasın, bu böyle yapmalı" derken, pat diye Bjk'nin başına geçmişti. Nasıl olacak şimdi? Keza Ümit Kayıhan, Yılmaz Vural ve diğerleri. Dün "şu takım 1-1-8 oynayıp hata yapıyor" derken, yarın ligde iş buluyor.
Bak Ersun Yanal'a. Adamı bir kovdular, yeni sezonda 3 iş birden kaptı. Lig Tv'de yorumculuk, Fox'da yorumculuk, Vatan'da köşe. Ben bu ülkenin de, bu düzenin de ta amına koyym.

Katalog

Şu Federasyonun forma katalogu mevzuunu gördünüz mü? Hiç görmeyin derim. Salak salak işler. Antalya Monaco usulu giyecek; Diyarbakır'ın iç saha forması Barça'nın açık mavi away'in aynısı; Antep River şekli yapmış kendine, hem de 3 forma; Sivasspor'un mavi forması var...

Zaten her takım ana 2 renginden 4-5 forma yapmış, orda olay bitmiş. Ne zaman yerli yerine oturacak forma kültürü, bilemiyorum. Bizde yine saçma bir kırmızı var. Beşiktaş'ın beyaz var. Hadi Ankara'nın sarı yine olur, alternatif renk bulma çabası, ulan Bursa'nın 2 renkten 5 forması var. Yarabbim sen sabır ver.
Şaka maka bir sürü Puma olmuş ligde. Adidas da "3 büyük tek marka" diye reklamı basıyor. Basar tabii. Her şeyde rakip olan adamlar formaya gelince ortak. Zaten Boca-River, Barça-Real, Liverpool-Manutd, Inter-Milan da farklı firmalarla çalışıp hata yapıyor, ne işin var ulan, geçin işte kardeş kardeş aynı markada takılın, uğraştırmayın milleti.

Serendipity


Bilmiyorum, blogu uzun zamandan beri takip eden varsa biliyordur, ikamet ettiğim muhit vesilesiyle her yaz Zeytinli Rock Fest'i yakından takip etme imkanı buluyorum. Ki bu, büyük şehirlerde konser takip etme/izleme gibi bir fırsatı bulunmayan müziksever için bulunmaz nimet. Öyle böyle değil.

Ki geçen senelerle birlikte organizasyonun çapı büyüdü ve İstanbul dışı en büyük rock festivali haline geldi. Geçen sene 100.000'e yakın kişi katıldı festivale. Şehir tıklım-tıkıştı. Yabancı grup bile gelmeye başlamıştı, düşünün. Tiamat gelmişti geçen sene, biz de bunun devamının geleceğini bekliyorduk doğal olarak. Hatta cıvıyan arkadaş arası sohbetlerde olmayacak grup isimleri bile geçiyordu, o derece artık.

Ama muhtelif sebeplerden bu yaz Zeytinli Rock Fest'in Poem tarafından Foça'ya taşınacağı öğrenildi. Detaya girmeyeyim ama, onlar kendilerine göre haklı yani. Yerel yönetim bu konuda daha akıllı davranmalıydı, neyse. Poem işi festival gidince, tabii belediye de telafi için başka bir organizasyon şirketiyle anlaşıp, Zeytinli Rock Fest'i sürdürme yoluna girdi.

Ama demin dediğim şekilde, Foça'ya giden festival hem yerel hem de yabancı gruplar anlamında çapı yükseltirken, burası hem organizasyon, hem de grup isimleri açısından geriledi. Ha, sonradan açıklanan isimler bizim beklediğimizden çok çok iyiydi, o ayrı. Oraya Lordi ve Epica gelecek, burda grup paraları ödenmeyebiliyor.


İlk olarak evvelsi gün haberle gelmeye başladı:Çadır sayısı inanılmayacak kadar az olduğu söyleniyordu, ki bugün gidip görme imkanı buldum. Geçen sene ile kıyaslayınca içler acısı bir hal vardı. 5'te 1 mi diyeyim, 10'da 1 mi diyeyim, öyle oranlarda bir düşüş vardı gelen sayısında. Tabii yine buranın delikanlı/kıro/maço/hanzo/barzoları genel toplamın büyük kısmını oluşturuyordu, o ayrı. Geri kalanı da 15-17 yaş arası ergenler, bir kısmı da çıtır avcısı orospu çocukları. Yani ufak bir azınlık haricinde yine kimsenin müzikle alakası yoktu. Bir de fultaym dışarda olanlar var. Adam festivale geliyor, çadırı kurup sökmeye giriyor sadece içeri anasını satıyım, ordaki müzikle işi yok.


Sanırım değil milyar, trilyon zararı vardır organizasyon şirketinin. Belediye de seneye bu işe girişmez herhalde. Yani festival zamanı gelmiş, hala parası ödenmeyen gruplar vardı, ne rezilliktir bu. Bugün mesela son 2 grup Redd ve Demir Demirkan'dı. İkisi de çıkmadı. Son grup aslında sondan 3. olan 4x4'tü. Ondan önceki de esasen dün çıkması gereken, ama artık ne olduysa bugün sahneye çıkabilen Makine'ydi. Ve bu yazının ana konusu onlar zaten.


İlk olarak şunu söyleyeyim, ne kadar tutar albümleri, ne kadar duyulurlar, batarlar mı çıkarlar mı bilmiyorum ama, bu adamlar gibisi Türkiye'de yok şu anda. Ben de büyük bir utanç eseri olarak bugün tanıdım onları maalesef evet ama, biliyorsunuz, geç olması, hiç olmamasından daha iyidir. Müthişler. Canlı performansları harika. Vokalistleri çok karizmatik ve sahneye yakışıyor.

Grup 5 kişiden oluşuyor. Endüstriyel metal yapıyorlar. Myspace sayfalarında filan endüstriyel rock yazıyor ama, rock olarak nitelemek için fazla sertler. Olay hakkında bilgisi az olan için, müzikleri Static-X'e benziyor diyebilirim, ve de Rammstein'a evet. Kendilerine has bir tarzları var ve başarıya ulaşmaları için de ilk şart bu zaten. Gelelim albüm bilgilerine.


Eldeki verilere göre grup, Mart 2007'de ilk albümün yapımı için prodüktör olarak Kevin Moore ile anlaştığını açıklamış. Bir kere bu bile grubun gerçekten kaliteli işlere imza atmak istediğini ve kendilerinde yetenek olduğunu gösteren bir hamle. Türkiye'de henüz albümü olmayan, çok az kişi tarafından bilinen bir grubun prodüktörlüğünü Kevin Moore yapıyor. İnanılmaz. O sürede grubun genellikle İzmir olmak üzere muhtelif yerlerde sahne aldığını görüyoruz. Ama şöyle bir sorun var, bu adı geçen tarihlerden bu yana azımsanmayacak bir zaman geçmiş durumda. Acaba çalışmalar ne durumda tam olarak?

Ekşi'de taaa 2007 Eylül'ünde yazılan bir entry'de albümün en geç 08 Şubat'ında çıkacağı yazılı. O vakitten bu yana neler oldu, öğrenmek gerek. Umarım prodüktörle ilgili bir sorun değildir, çünkü Türkiye'de her 2 gruptan birinin albümünü dünyaca ünlü müzisyen yapmıyor. Festivalin sitesinde albümün master-production aşamasının sonlarında olduğu yazıyor, umarım doğrudur da bu grubu bir an önce dinleyebiliriz adam gibi. Bir başkasında da mart 2008 diyor.


Haklarında çok şey öğrenmek mümkün değil maalesef ama, ön-bilgi olarak Ekşi sözlük'te Makine başlığında yazılanlara bakabilirsiniz. Zaten ortalıkta şarkıları da yok pek. Ben bir tane bulabildim. Myspace sayfalarında da 2 şarkı ve bir de kaydedilen şarkılardan parçaların bulunduğu bir teaser var. Yine de haklarında en iyi izlenim, canlı izlemekle oluşabilir. Bu gece benim yaptığım gibi. Şanslıyım.


Grubun 2006 Roxy müzik günleri'nde 3.lüğü ve Yüxexes özel ödülü bulunuyor.


Ülkedeki müzik grupları arasında pek rastlanmayan bir tür endüstriyel metal. Ve tabii ki insan merak ediyor, nasıl olacak diye. Eğer sahne performansları yanıltıcı değilse -ki sanmıyorum, nasıl olur- müzik piyasamız harika bir gruba sahip olacak.


Coverları ayrı güzel. Bu gece sahnede oldukları süre içinde Faithless-Insomnia, Michael Jackson-Smooth Criminal ve Rammstein-Engel coverlarını çaldılar. Hepsi çok iyiydi. Özellikle Engel çalarken arkadaşlar "playback lan bu" çekti. Vokalistte sorun yok gibiydi de, alttan gelen kadın vokal neyin nesiydi, çözemedim. Ekşi sözlük'te haklarında yazılanları okurken rastgeldiğim bir entry, cevabı verdi. O kısımları Pin-Up'tan tanıyabileceğiniz Ayşe Ertuğrul seslendirmiş ve bunu dinleyen başkaları da "playback ya bu" tepkisi vermiş. Tek şüpheye düşen biz değilmişiz demek ki.


Efenim sonuç olarak, birtakım garip olaylar vesilesiyle (Redd'i dinlemeye gitmemiz ve onların çıkmayacak olması, bizim mütereddit bir halde festival alanına girmemiz, sahne önüne gittiğimizde bu adamların çıkması, benim şaşkınlıktan donakalmam, ve en fecisi, adamların aslında dün çıkacakken, bazı sebeplerden bugün sahne alması...) harika bir grup keşfetmiş durumdayım. Ziyadesiyle sevinçliyim. Şu andan itibaren bu adamların albümünün piyasaya çıkıp, ortalığın amına koymalarını bekliyorum. Ha bir de tabii, en yakın zamanda yine canlı dinlemeyi. O da İzmir'de olacak sanırım.


Belki de bu adamları sevmeme sebep olan en önemli etken, konser sonunda vokalistin söyledikleriydi. Son şarkı da bittikten sonra, "Arkadaşlar... şimdi sizden birilerine inat mosh yapmanızı istiyorum" dedi, ve ardından bütün eller havaya kalktı. Henüz albümü bile çıkmamış olan bir grubun bu konudaki hassasiyeti fazlasıyla etkileyiciydi açıkçası.

Oha Linderoth

Şöyle alalım.
Dizinin senin ben...

Perşembe'nin Gelişi: Çarşamba

Galatasaray top oynadı bu akşam. En son yüzde 72 gibi bir topla oynama yüzdesi vardı ki, bizim de Rijkaard yönetiminde beklediğimiz de buydu. Yüksek yüzdede hızlı top yapan, dikine oynayabilen, tempoyu istediği yöne çekebilecek bir takım.

Bu akşam as takım yoktu sahnede belki ama gelecek için çok ümit verdi Galatasaray. Karşısındaki kendi gücüyle boy ölçüşebilecek bir rakip olmamasına rağmen ilk maçın verdiği avantajla sermeyen, "büyük takımım ben" imajı veren bir takım vardı sahada. Mor forma da tuzu biberi oldu, tanıtımda durduğundan çok daha iyi durdu takımın üzerinde. Farkındayım endüstriyel futbol, satış stratejileri vesaire, ama ne diyoruz biz yıllardır, arkasında duralım. Sami Yen'de illa da parçalı.

Aydın ayrı bir yazı konusu. Literatürde bu performansın adı resurrection. Üç asistle tamamladı maçı Yılmaz, bundan daha önemlisi 90 dakika diri gözüktü, dikine oynadı. Buna ilk yarıda Keita'nın da diğer kanatta ilk maçına göre gösterdiği iyi performans, ikinci yarıda alışılagelmiş bir Kewell performansıyla kanatlarını çırptı bugün temelleri 2288 yıl önceye dayanan Aslanlar.

Rijkaard için ayrı bir paragraf açalım. Belli bu takıma yan top çalıştırıyor. Bir yan topta Arda sağ elini kaldırırken Barış'ın Emre Aşık'a- sana atacak abi arkaya- deyişi ve Aşık'ın şık bir pivot hareketiyle arka direğe doğru yönlendirmesi bunun kanıtı. Galatasaray havadan gol atabilen bir takıma dönüşecek böyle giderse. Ters topları iyi atıyor takım ayrıca.

Nonda da takımda kalacaktır. Frikikten attığı gol tuzu biberi oldu diğerlerinin üzerine. Arda kaptanlığa yakışıyor, yapıyor kaptanlığı. Uğur fizik olarak hazır olmasa da futbol zekası olarak Sabri'nin ikiyüz kilometre ilerisinde rejenarasyon koşusu yapıyor.

Son olarak Emre Aşık... Pardon Popescu. Neler yaptı bugün topla. Rijkaard Aşık'tan Pope yaratırsa ben de gider Florya'da yatarım. Haberiniz olsun.

Önümüzdeki sezon Galatasaray böyle top oynasın biz de şampiyonluk yazısında bir Çarşamba yazımız vardı diyelim. Yeni Açık Üst'e de Oğuz Ağabey gelmiş de Laz'dan kurtulmuşlar.

Amin.

Dava

Ülkede bu da var, o da var işte. Çok uzatmadan sizi şöyle alayım. Pff.

Bjk Kırmızı

İşte ne zamandır resmini arayıp da bulamadığım 94-95 Beşiktaş away forması. O dönem için muhteşem bir forma. 1-2 rötuşla şimdi bile giyilebilir, o kadar iyi. Resim için Galatasaray Formaları'ndan Selocan24'e teşekkürler.
Çok iyi hatırlamıyorum ama, o dönem fazla giyilmeyen bir formaydı sanırım. Dökümü de bulunmaz ki bir yerden o zamanki maçların, net filan da yok, zor. Ama şimdi bile alternatif formalara gösterilen tepkiyi düşünürsek, o zamanki vaziyeti öngörmek çok zor değil.
Giyseler ya şu tip güzel kırmızı ağırlıklı formalar. Millet kendine 3. renk uyduruyor away forma için, bunlarda fıstık gibi renk var, kullanmıyorlar. Bu sene işte çeşni olsun diye 1-2 attırdılar beyazın üstüne, 07-08'de olduğu gibi. Yıllardır kırmızı forma yok. Olacak iş değil. Beyaz-çubuklu-kırmızı. Reçete belli. Doktor yok ortada.
O zamanlar için inanılmaz bir forma. Gerçekten.

Udinese 09-10


Lotto'dan Udinese'ye yine güzel ve sıradışı bir forma tasarımı. O enine altın şerit olayı bambaşka yapıyor.

JT

Arkadaş 40 yıllık Nba severim, bunun kadar uyuz, gıcık, yavşak bir adam daha görmedim ya.

Eşeğin Ziki

İnsan evinde Digiturk olup da, haftada en az 3 vasat maç izlemeye alışınca, ilk başta yaz maçsızlığına seviniyor ama bir süre sonra tersine dönüyor iş. Şükür ufaktan hazırlık maçları, Audi Cup, Piis Kap filan derken hem futbolcu ahalisi, hem de biz sezona hazırlanıyoruz.

İnsan kendinde olmayana imrenir hani. Ama bu bodoslama bir imrenmedir, çünkü işin iç yüzünü tam bilmezsiniz. İş size dönünce anlarsınız anyayı konyayı. Kaç sene "Lan evde bi Lig tivi olsa, rahat rahat ooh, hem dayıların saçma-salak yorumlarını da duymayız amına koyym" deyip durduk. Peder bey sürpriz bir şekilde Lig Tv bağlatınca da o dayıları özledik, çünkü babam onların hepsinin toplamından daha beter bir izleyici. Hani 50 senedir futbolu izleyip de, hala 5 metre geri pas verilince söven dayılar vardır ya, öyle bir şey düşünün. Gs dışı herkese acayip subjektif. Öyle olunca da ev rahatlığı, yerini baba gerginliğine bırakıyor, kahve ortamı özleniyor, yaratıcı küfürler aranıyor. Hatta o 15 dakikalık arada arkadaşlarla maç analizi bile akla gelip "ah ulan" çektiriyor.

Bu sezon için de, Lig Tv'nin evde bulunmasıyla ilgili ne düşüneceğimi bilemiyorum. Babamın fikrini de bilmiyorum açıkçası, her an kafası atıp iptal edebilir mevzuyu. Zaten Spormax ve Nba Tv'siz Digi'nin ben ta...

Geçen seneki 4-4'lük Ars-Liv maçının ardından, eğer evde Digi kalacaksa, her türlü Spormax'in olmasını sağlarım. Öyle bir maçı canlı izlememiş olmayı, bir futbolsever olarak utanç sayıyorum.

Bir de şöyle bir zorunluluk var;açık söylemek gerek. Ben cumartesi gecesi herhangi bir Barça maçı izlediysem, yarın öğlen vakti oynanacak olan Sivas-Konya maçını izlemem. Ama evde Digi olunca, buna mecbur kalıyorsunuz. "Ne demek mecbur ulan" diyen çıkacaktır, ama öyle değil. Şimdi sen bu maçı kahvede gidip izlemezsin öyle değil mi, Sivas veya Konyalı değilsen? Evet. Ve bu maçın futbol düzeyi de belli. Fakat evde bu maçı bir şekilde izlemek zorunda kalıyorsun, çünkü senin Gs için aldığın o Lig Tv, evin televizyonunda açık duracak. Mecbursun. Diğerleri de öyle. Geçen sezonun 2 devresi boyunca efendi gibi zevk alarak izlediğim maç sayısı 5'i bulmaz.
Gerçi sık sık kafam bozulup "ulan Gs ve Barça maçları dışında hiçbirini izlemiycem" diye kendi kendime söyleniyorum ama, sıkar. Pratiğe geçemiyor işte.

Ulan amına koyym, kişisel yazı yazmak istemiyorum diyorum, sonra bir şekilde yine oluyor. Ama canım yazmak istiyordu ve bu meseleyi de ne zamadır bloga aktarmak istiyordum. Çıktı elden artık bir kere.

Pao

Adidas Fenerbahçe'ye yaptığı gibi Panathinaikos'a da aynı tasarımdan 3 formayı dayamış. Hadi Fb'de düzü var çubuklusu var, yine çok bariz değil de, bunlarda bayağı feci yani. Kimsenin mi umrunda değil böyle şeyler, anlamak güç.

10


Gel de bunu bul hadi şimdi.

Saykodelik Ep

Şahsen en ufak bir haberim bile yoktu, az önce öğrendim henüz. Dün 21'de dinleyiciye sunulmuş. Sago yine harıl harıl üretiyor ama bu kez bayağı farklı bir işle karşımızda gibi.
Toplam 6 şarkı var. Ayrıntılı bilgi isteyenler Ekşisözlük'ten aynı isimdeki başlığa bakabilir, maalesef şu anda çok şey yazamayacağım. Okuduklarım merakımı çok arttırdı. İlginç bir şeyler bekliyorum.
Geçen gün bloga koyduğum o vaaz resimlerinin üstüne iş daha da ilginçleşiyor tabii.

T-Bag

Ulysses Ve Ben

Okuyucu, bu post yüksek derecede spoiler içermektedir Lost ile ilgili. Sözlükte değiliz belki evet ama, ben daha önce bu konularda mağdur olan bir adam olarak, mümkün olduğunca hassas olmaya çalışacağım (3 kere olmak fiili geçti, hata bu aslında). Boku bokuna milletin zevkinin içine etmeyelim, tedbiri alalım. Bodoslama okuyana da yapacak bir şey yok. Sen kitaba ortadan mı okumaya başlarsın?
Başlığın da anlamını kaydırdık, tamamdır.

Dün gece Lost 5. sezon izlemekteyim bir arkadaşla. Bu pezevenkler uçakta gene, bir haltlar yiyorlar. Kamera Benjamin Linus'a bir döndü, ben "hassssiktir"i çektim. Elinde aşağıda da gördüğünüz gibi Ulysses vardı, Dünya edebiyat tarihinin en olaylı kitabı. Daha önce de 1-2 postta ufaktan kendisinden bahsetmiştim. Aslında daha çok bahsetmek gerek de neyse.
Linus gibi bir adamın dizide hangi kitabı okurken görüneceği hakkında bir tartışma olsa, eminim söyleyeceğim 3 kitaptan biri bu olurdu. Kesin bu. O sebepten bu kareye hem şaşırdım, hem de şaşırmadım ben. Şaşırmadım:çünkü demin de söylediğim gibi bir manada beklerdim bunu. Şaşırdım:çünkü aniden karşınıza çıkıyor ve kalakalıyorsunuz. Bir manada da beklenmedik. Adamlar habire aksiyon halinde, ellerinde kitapla görmeyi ummuyorsunuz.
Böyle kültürel anları daha çok görmek isteriz diyerek, ve de Lost'un yaratıcılarının da Allah belalarını versin diyerek bu postu sonlandırıyorum. Bitince kafayı kıracağız, o kesin.
Sabahı kılmadan yatmayın sevgili okuyucular.