Simas


Galatasaray Cafe Crown hakkında uzun uzadıya bi'şeyler yazmak istiyordum, vazgeçtim. Sadece "kız olsam verirdim" demek istiyorum. Kafidir.

Ata - Dede


Geçen Lappapzade yazmıştı Kobe'nin ne şartlar altında oynayıp neler yaptığını. Bu sabah da takımını ikinci yarıda attığı 27 sayıyla 20 sayılık farktan getirerek son saniyedeki üçlüğüyle maçı aldı. Eğiliyoruz önünde.

73


1973 yılı Avrupa Şampiyonu Ajax takımı. Bizim dayılar sağ taraflarda.

"Senin Ağzını Burnunu Yırtarım"

17

Bir süre önce Idefix'te, üst kısımda bir hareketli reklam göze çarpıyordu. Bir velet tutmuş kitap yazmış sik kadar haliyle, dayılar da basmış reklamı:"Türkiye'nin en genç yazarı". Yaş 17, yazmış bi'şeyler, ne olduğu hakkında fikrim yoktu ama, daha önce bu "genç yaşta kitap yayımlamak" meselesi hakkında kafa yorduğumdan ve örnekleriyle karşılaştığımdan, bir ön-hazırlık vardı bünyede. Yani "aa ne güzel genç dimağ" filan demedik.

Daha önceden içinde bulunduğum bir sözlük vardı, orada da benden ufak bir dayı, çok faaldi böyle. Bi' tane çıkmış kitabı vardı, bir tanesinin üstünde çalışıyordu. Bilmemkaçtane de projesi vardı. Yani bu işlere erken yaşta girişmek güzel, tamam;ama o yaşa kadar işin "alma" kısmını, yani okuma kısmını az-çok halletmeden, "verme" aşamasına geçmek ne kadar doğru? İstediğin büyük yazara sor, iyi yazar (büyük değil, o sonraki mevzu) olmanın sırrı, önce yeterince okumaktan geçer, ve de okumayı sürekli kılmaktan geçer. Sen daha o işin belli bir kısmını halletmeden kitap yayımlatmaya girişirsen, ben seni ne kadar kaale alayım? İstediğin kadar yetenekli ol, becerikli ol, ne yazar. Bu konudaki fikirlerinizi de beklerim bilhassa, sevgili okur.

İşte o başta bahsettiğim genconun, yediği bazı haltlar varmış. Ben de yeni öğrendim, şurdan alayım. İşin şekilsel kısmı hakkında söyleyecek çok sözüm var esasen ama, neyse şimdik.

Ben Mi?


Hatırlarsınız, zamanında rapçi abilerimiz habire birbirlerine dava açıp duruyorlardı. Böylece mensup oldukları kültürü adam gibi temsil edip, efendi gibi diss atacaklarına, hem medyaya malzeme oluyorlardı, hem de bu işlerden haz etmeyen rapseveri kendilerinden uzaklaştırıyorlardı. O davalar ne oldu bilmiyoruz ama, şimdi ortada yeni bir dava var. Buyrun.

Ryan

Lappappa yazarları olarak, sevdiğimiz oyunculardan biridir Ryan Babel. Liverpool ellerinde ziyan olduğuna inanırız. Basın malum, son yıllarda birçok kez "Babel geliyor!!1" şeklinde haberler yayınladı. Tabii adam İngiltere'ye gittikten bir ay sonra çıkınca bu haberler, inanmıyorsun doğal olarak. Zaman içinde yine gördük birkaç kez. Raykard geldikten sonra da dirildi bu haberler bayağı. Yakın zamanda da Babel Rafa öküzüne gider yaptıktan sonra (ki haklı), iyice aldı başını gitti.

Şimdi, basının dönem dönem her takım için bu tip oyuncular seçtiğini biliyoruz. Babel de son dönemde zorla taraftarın kafasına sokulan oyunculardan biri. Yani böyle birçok kez adı çıkan bir oyuncuyu almak iyi değildir aslında. Çok duyulmaması güzel olur, sündürülmez haber, milletin ağzında sakız olmaz. Haldun Üstünel sağolsun, son zamanlarda bu konuda sıkıntı olmadı.
Az önce bir haber okudum Akşam'da. Diyor ki, Liverpool Arda'yı alacak. Karşılığında da, Dossena, Babel, Voronin'den birini verecek, artı para. Voronin'in döneceği yer belli, Dossena'yı da kim ne yapsın.
...
Olaya bak, hem gitme zamanı gelmiş olan yıldız oyuncun, senin öz çocuğun elden çıkıyor;hem de onunla aynı yaşta, yeteneği bilinen, umut vaad eden, hocanla aynı memleketten bir oyuncu geliyor. Artı onda da Keitavari bir durum var:Büyük kulübe gitmiş, çeşitli sebeplerden (sebep belli aslında ya, boşver) kendini gösterememiş. Yani hakikaten, eğer gerçekleşirse bir taşla iki kuş.
Yazının başında bahsettiğim kişisel sempatiden söz etmeye gerek bile yok. Belki de kolpa haberdir, bilemem. Ama ben bu ihtimale bile heyecanlandım. Ha şu var, Arda'nın gitmesi gerek ama, "bu Liverpool"a gitmesini ister miyiz? Cevap belli.

Ek:Ali Turan'la ilgili bir sürü şey dönüyor etrafta. Umarım bitmiştir. Yerli piyasada en çok işimize yarayabilecek adam.

Ek 2:Roko Ukic'in Fb'ye gelebileceği konuşuluyormuş. Onur abiye selam olsun.

Geniş-Dar




Şu formaların ne kadar bol olduğuna bakın. 7 yıl içinde gelinen noktayı, yine aynı kişiyle anlatalım. Yabancıya gitmesin.
Tabii bu işler dönem dönem. Yani bi' 10 sene sonra yine bollaşır, sonra yine daha üste oturur falan filan. Moda gibi.

Şebelek


Fotoğraf makinesi dediğin, her yerde bulunmayacak. Ya da ortamda o veya kamera varsa, sen dikkat edeceksin, böyle hani kayıt altına geçmemesi gereken bi'şey yapmayacaksın. "Noolur yeaa" da demeyeceksin. Bak güzelim Keyt'e, şebelek olmuş. Gel de bir daha ablayı izlerken aklına gelmesin bu foto...

Pires

Hayko'dan İcraatler


Bu Hayko çok acayip bir adam. Yerine yerleştikçe, kök saldıkça daha da çok yapacak böyle şeyler.

1. Serkan Çağrı diye bi' abi var. Klarnetçi kendisi. Bayağı da meşhur alanında. Genç olmasına rağmen, adına klarnet üretilecek kadar saygın. Sunduğu bir müzik programı var. Son dönemde de bir albüm çıkardı. Albümde kendisi, zamanın klarnet üstadlarından Şükrü Tunar'ın eserlerini ünlü sanatçılara söyletti, kendisi de çaldı. İşte bu albümde Hayko'nun da seslendirdiği bir şarkı var. Ne kadar iyi söylemiş, ne kadar kötü söylemiş, onu işin uzmanları belirler ama, klasik müziğimize bu şekilde katkıda bulunması, bu tip karma albümlerde yer alması, harika şeyler. Bu tip hamleler onu kendine has kılıyor işte.

2. Bunu çok zaman geçtiği için yarım yamalak anlatabilirim-böyle şeyleri hiç zamanında yazamıyorum. Şimdiden kusura bakmayın. Gece Gündüz'de izledim Ntv'de;Bir Amerikalı dayı geliyor buralara, akademisyen. Ortadoğu müziklerini inceliyor. Hani sentez işleri filan nasıl oluyor diye, geleneksel ile modern arasında. O arada Hayko'yu da buluyor, ve o araştırmalar sonucu sevdiği şarkılardan oluşan bir albüm yapıyor. O albüme Hayko'nun Bertaraf Et'ini de koyuyor, ve abi diyor ki, "geleceğin müziği budur". Yani hemen özetleyeyim, biz burda adama "Merilın Mensın çakması yeaa" diye sallarken, birileri de taa nerelerden gelip görüp kıymet biliyor, hatta övüyor da.

"Tasavvuf Meslek Yüksek Okulu"

Önce şurdan.

Zaten yok denecek kadar az ilgilenen eden, veya gerçekten vakıf olan kişi. Bir de ayağa düşürecekler. Siyasetçilerin Mevlana'yı kendilerine alet ettikleri yetmiyor sanki. Açınca memleket "manevi huzura" ulaşacak ya.

24


Ayın 11'inde Kobe Bryant'ın Staples Center'da oynanan Wolves maçında, sağ elinin yanılmıyorsam orta parmağında bir tendon yırtığı oluştu. Ama ona rağmen, maça devam etti, sol elle alley-oop pasları filan attı. Zaten önceden de sağ el işaret parmağında çatlak vardı-normal bakacak olursan sağ el iptal yani. Bir de üstüne mide rahatsızlığı yaşadı. Wolves maçının ardından deplasmanda Utah'a kaybettiler, o maçta çok iyi değildi takımı gibi, ama son dakikalarda neredeyse yine çevirecekti maçı. O maçtan bugüne 9 maç oynadılar. Bu 9 maçtaki sayı ortalaması, 36.5. 3 gün önceki 2 uzatmalı Kings maçında da dirseğini incitti, ondan bir önceki Thunder maçında da dizi dönmüştü. Sırada ne var, bilmiyorum. Bu seride ayrıca Bulls'a karşı ilk çeyrekte 20 atmalar mı dersiniz, Bucks'a karşı son 1 dakikada 6 farktan geri getirip buzzer-beater atıp maçı kazandırmak mı dersiniz, 2 uzatmaya giden maçı almak mı dersiniz, her şeyi yaptı. Cavs maçı hariç hiçbir maçta kötü isabet oranıyla atmadı.
Bu seride tek olumsuz işi, Cavs maçı oldu. Ona da, takımın maçtaki anlaması güç olumsuz performansı sebep oldu. Maçı almak için kastıkça kastı, ama olmadı. Muhtemelen Cleveland'daki maçta intikamı fena olacak.

Baba


Futbol'un babası Cruyff, 2 kız bir de oğlan babası aynı zamanda. Cruyff'un 1972 yılında kızı Susila ile çektirdiği güzel bir kare.

812718297

Ve Ertuğrul Özkök, Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği'nden ayrılmış. Yarınki Serdar Turgut yazısını 812718297 gözle bekliyorum. Yıllardır Özkök'ün bu kadar senedir nasıl o koltukta oturduğu hakkında yazılar yazan ve kendisi de o süre zarfında bir dönem Akşam'da aynı koltukta oturan Serdar dayı, eminim bunun üstüne sağlam bi' yazı patlatacaktır.

Babangida

Ntvspor'un 2008 başı gibi açılmasıyla, belki yüzde yüz olmasa da, sporseverin yerli spor kanalı ihtiyacını giderecek bir sığınak bulmuştuk. Hala maç yayınları ve programlarıyla çok seviyoruz kendisini. Çok da işimizi görecek daha. Ama böyle önemli bir misyona sahip olan bu kanal, klasik Türk yayıncılık anlayışıyla mı Mustafa Doğan-Hakan Ünsal-Sergen Yalçın gibi isimleri programlarda çıkartıyor, torpil müessesesi mi işliyor, yoksa Rıdvan Dilmen gibi bir adama sahip olan bu kanal, bu adamların yetersizliğini fark etmeyerek, büyük bir gaflet içinde mi?

Bir tanesi de şunu demesin ya:"Galatasaray'ın ön üçlüsü (bazen 4 olabiliyor) geri gelmiyor, daha fazla defansa yardım etmeliler. O zaman daha başarılı olurlar bla bla"

Canım abim, Dünyada 11 kişi defans yapan kim var? Yani deli gibi futbol oynayanlar, başarılı olan takımlar temelli defans mı yapıyor? Kariyeri boyunca en ufak futbol zekası pırıltısına rastlayamadığımız Mustafa Doğan, nasıl oluyor da Ersin Düzen'in karşısında kasıla kasıla konuşabiliyor? Aklıma art niyetli şeyler geliyor, kimse bize mantık çerçevesinde bu işleri anlatamaz abi. Bi' tane efendi gibi kanalımız var, onun da haline bak.
Belki bu konuda daha önce de yazmış olabilirim ama umrumda değil. Bu gerizekalı yorumları gördükçe her seferinde yazacağım.
Merak ettim şimdi, Yenilsen de Yensen de'deki blogger arkadaşlar hiç bu tip bir meseleden bahsetti mi. Eminim bahsetmişlerdir.

23


Ablamızın son icraati, Nil'in son klibi Kırık'ta oynamak olmuş. Dün sabah klibi izledim, ama kendisini görmemiştim, akşam bi' yerde okudum sonra. Dikkat etmedim sanırım, bi' sürü kişi daha var, Nihat Odabaşı, Sinan Engin filan. Zevci Serdar bey de vardı, keliyle.
Şimdii, Teoman'a söz verdik, dizi senaryosu yazdık, klipte oynadık. Eski kitaplardan bölümler alıp "seçmece" kitap yaptık-23 milyon da fiyat biçtik. Ne kaldı, ya da ne var sırada?

Allahım, çok sevdiğim insanlardan birinden nefret etme sürecine iyiden iyiye girmiş durumdayım, sevgilim beni terketse bu kadar koyar mıydı bilmiyorum.

Kiriş


Reha Muhtar'da bizim göremedeğimiz bir şeyler olmalı. Ya da bi gizli örgütün başı filan. Onun kadar kabiliyetsiz olup da medyaya demir atmış adam çok, mesele o değil. Nasıl olup da, bu kadınlarla ilişki yaşayabiliyor? Ne yapıyor, nedir yani? Para olduğunu sanmıyorum kritik noktanın. Konu oysa, daha iyisini bulurlar. Yani ortada, bizim tanıdığımız-bildiğimiz Reha Muhtar'dan farklı bir şeyler var. Nedir bilmem.
Hadi Nilüfer'i geç, Gülşen ve Deniz Uğur nedir ya. Hadi tamam, Gülşen'i de geç, ben bu kadını aklı başında bi'şey sanırdım lan, Reha Muhtar ne? İnsanın bunların Vatan'da karşılıklı, birbirlerine bakan sayfalarını gördükçe, 14 yaşındaki sevgilisinden ayrılan ve babasıyla habire kapışan ergen gibi, hayata-tanrıya-düzene isyan edesi geliyor. İsyan demişken, Zekai Kirişçi'ye selam olsun.

Rotasyon

1. Chelsea kadrosunda tam 4 sağ bek var. Ve hepsi de şans buluyor. Mesele "abi 4 tane kupada oynuyolar yea, şans bulucaklar tabi" değil. Yapamayan da var onu. Bi' düşünmek gerek.

2. Benim babam teoride 30 küsür yıldır futbol izliyor. Ama hala şöyle bi'şey yaşanabiliyor:

-Kadro nasılmış?
+Şunlar şunlar, bi' de şunlar
-X niye yok?

Özellikle bu sezon çok yaşandı bu. Genellikle de Gs hücum hattıyla ilgili oldu. Ve ben de bir yerden sonra, Gs'nin hücum hattının çok bereketli olduğunu, bu yüzden hepsinin bir arada oynayamayacağını ve bazı maçlarda bazılarının yedek kalabileceğini o kadar çok anlatmaya uğraştım ki, bir yerde sonra vazgeçtim.
Yani, bir futbolcunun oynamaması için, hocanın onu sevmemesi, ona takması, ya da son ihtimal, sakat olması gerekiyor. Öbür türlü, "rotasyon" diye bir şeyi bilmeyen bünye, "niye oynamadı" diye soruyor. Pique-Marquez var, Puyol niye yok? E bi' sebebi yok, hocanın kararı. Bunu anlamak o kadar zor olmamalı ama, memleketteki futbolla alakadar olanları çoğu bu durumda.

3. Gazeteler, sürekli şu kalıpta haberler kullanır:"Bilmemnespor'un başarılı oyuncusu X, hoca ona şans vermediği için, gitmek istiyor." Haber yanlış olabilir, mesele o değil.
Şimdi, bu habere bakınca, anlaşılan şu:Hiçbir oyuncu yedek kalmamalı, hepsi oynamalı. Kimsenin yedek kalmaya hakkı yok. Yedek kalan, gitmeli...
Yani oynayanlar adam, yedekler orospu çocuğu. Birileri 11'de olacakken, kimse "nöbette" olmayacak mı yani, nasıl bir mantık bu.
Bir takımın kadrosundaki bütün oyuncuların, bu meseleyi özümsemesi gerek ki, takımda sorun çıkmasın. Yani bu meselenin en uç kullanımı Barcelona'da yaşanıyor mesela. Messi'nin yedek kulübesine oturduğunu, geçen sezon da, bu sezon da gördük sıkça. Ya da Real'de, Kaka birkaç kez yedekti. Umarım insanların aklına hocanın da "bir bildiği" olduğu, bir planı olduğu geliyordur.

2 Gün

Az önce Tottenham-West Ham maçını açtım. Dedim ki "yahu bu hafta Tottenham başka takımla oynamamış mıydı ?" Sonra sağ üst köşede canlı yazısını okuyunca ekrana bakakaldım. "Ben mi yanlış hatırlıyorum, yoksa bu adamlar Cumartesi maç yapmamamış mıydı" diye bir soru daha sordum kendime. Baktım internetten, adamlar 26'sında maç yapmışlar, bugün 28'i ve bir Premier Lig maçı daha yapıyorlar. Yani 26'sında maça çıkmışlar 27'sinde ya dinlenmişler, ya da antrenman yapmışlar, bugün yine bir lig maçına çıkıyorlar. Ayrıca bu lig bizim liglere benzemiyor bildiğiniz üzere. Türkiye'de oynanan futboldan en az 2 kat daha fazla efor sarfediyor futbolcular. Ama hiç mızmızlanmadan, tatilimiz yok mu hacı demeden paşa paşa maça çıkıyorlar. Biz hala, "Perşembe maçımız vardı, pazar sabahı yerine akşama koysalardı maçı ne olurdu" diyelim.

E

Bilen bilir, Georges Perec'in, Kayboluş (La Disparition) isimli bir kitabı vardır. Bu kitapta hiç "e" harfi bulunmaz. Ve bu kitabın Türkçe çevirisi de bulunmaktadır ki, olay iyice kafa yedirtecek seviyeye gelir. Bu kitabı almıştım-ki ayrıca Ayrıntı'nın yayımladığı 400. kitaptır. Ve başlamıştım da. Ama sırf bu "e" harfinin yokluğu o kadar inanılmaz geliyor ki, yarıda bırakmıştım. Yeniden başlayıp bitirmek farzdır.

Kitap ve yazar hakkında biraz araştırma yapmışlığım vardı ki, bir ayrıntıdan haberim yokmuş. Az önce haberdar oldum, sabahın kör vaktinde dumurlardan dumur beğendim:Perec'in bir de, sesli harf olarak sadece "e" harfi kullanılan bir romanı varmış-Les Revenents. Kayboluş'u da çeviren Cemal Yardımcı'nın, o kitabı da çevirmeyi düşündüğü bilgisine ulaşmış durumdayım. Umarız kafayı kırmadan çevirebilir. Ben daha hiçbir şey diyemiyorum.

Fab Five

Jaelen




Boston'ın şampiyon olduğu sene hep dikkatimizi çekiyordu. Bençte bi' tane velet, şirince. Dolanıp duruyor, kenara gelenlere el ediyor. Herkes de sanki takımın bir parçasıymış gibi karşılık veriyor. İlk başlarda anlamadık. Sonradan öğrendik ki, kendisi Eddie House'un oğluymuş. İsmini ise daha da sonra öğrendik:Jaelen. Şu meşhur garip zenci isimlerinden biri. Tayshaun gibi.
Yaşı da 10 anca var.

Geçenlerde netten maç izliyorum, yine kastıra kastıra. Reklam girdi. Baktım tanıdık bir sima. İlerledi reklam. Tanıtılan programın ismi My Dad Is A Pro. Tam anlayamadım olayı ama, veledin yediği haltlar anlatılıyor sanırım gün içinde. O derece ünlenmiş oralarda herhal. Minnacık bi'şey, oradan oraya koşuşturuyor. Aşağıdaki resimler de o programın çekimlerinden sanırım.



Şu resim de, sanırım final serisinde Paul Pierce'ın efsanevi geri dönüşü. Eleman yine orda.


Dayısı da Mike Bibby'dir, ona göre.


J J


"Merak etmeyin, kafanızdaki tüm soru işaretlerini tek tek çözeceğiz ve dizi sona erdiğinde hiçbir detay boşlukta kalmayacak."

Bak kalsın sonra ne oluyor. Dininden girip ırkından çıkmıyor muyum.

Garip edit:Tam yukardaki cümleleri yazarken, sağımdaki televizyonda dinci dayılar İsrael bayrağı yakıyordu. İndi, bu ne demek?

Baron


NBA'in dayaklık adamları arasında belki de bir numara Baron Davis. Hatta spor dünyasında. Oynamak isterse, ne ala, gider yüzüğü bile alırsın belki. Ama istemezse de küme düşürür pezevenk.
Bak herif şimdi de gitti son 16 maçında tek mağlubiyeti olan Boston'ı yenmelerini sağladı. 24 sayı 13 asist, 3 ribaund ve 3 top çalma. İlaveten de buzzer-beater. Cıvıklıkları yüzünden olduğundan daha aşağıda görülüyor ama, efendi gibi oynamak isteyen halini düşünürsek, ligin en iyi 5 pg'sinden biri.

Baros


Abiyi daha bi' sevdik. Zorla veya arkadaş hatırına çekilmediyse tabii.