Obstage #1


Posta başlamadan önce ufak bir girizgah yapayım yazının başlığıyla alakalı. Sonra ''vay efenim bu ne'' denilmesin kemikleşmiş okur tayfamız tarafımızdan. Sonuçta bugüne bugün anlı şanlı (tuncay sana hindi girsin ak aklıma geldi bak yine) lappappa blog'uz. KAP'a açıklama göndermemiz gerekseydi, üşenip yazamazdım gene ama yine de belli bir şey söylemek gerek bu yeni seriyle alakalı olarak. Bundan sonra artık şu üstte gördüğünüz ''obstage'' başlığının altında benim günlük/haftalık/aylık saçmalamalarım olacak. Ne diye bu kadar gereksiz açıklama şeysine girdiysem artık, anlayamadım. Kendimi bile anlayamıyorum, düşünün artık şu anki halet-i ruhiyemi. Öeh bağlayamadım zaten.

Son derece vasat altı bir giriş paragrafının ardından geldik gelişme bölümümüze. ''Kompozisyon dersi mi bu dangalak'' diyenler anfarov. Öhöm, konu neydi? Hee doğru, konuya giriş yapmamıştık daha. Hoş zaten belli bir konu yok bu köşede, dağınık takılacağız Allah'ın izniyle inşeaallah. Birkaç post öncesinde Yücel, Boston Celtics-Fenerbahçe Ülker maçıyla alakalı bir şeyler çiziktirmişti. Okumayan varsa okusun hele bi' onu. Aslında hiç şimdi okumaya zahmet etmeyin. Önce bana verin dikkatinizi, benim yazacaklarım maç öncesi olduğu için sonra geçersiniz ona...


Geçen günlerde işte, her şey rutin giderken hayatın akışı son derece iğrençken ''acil'' koduyla bir posta aldım. Trump Towers'ın 82. katındaki odama getirilen postada ''Boston Celtics antrenmanı'' davetiyesi vardı. Hiç bozuntuya vermedim. Önce ''Boston Celtics ne lan, huzurevinden basketbol takımı mı olur?'' diye bir iç muhasebe yaptım. Sonra bir baktım eldeki whisky bardağı boşalmış, onu doldurup devam ettim içsel snopluğuma. Tüm dangalaklığımla seçenekleri gözden geçirdim ve antrenmana gitmeye karar verdim. Yılların emektarı Mustang'ime atladığım gibi Ayhan Şahenk'in yolunu aşındırdım... ''Kafamda deli sorular'' anlayamıyorum edemiyorum. Önce Garnett'i sonra Rondo'yu düşündüm. Kahvaltıda yediğim havyar ağzıma geliyor, çıkaramıyorum. Sonuç olarak içeri girdim heyecanlı heyacanlı. Akredite oldum yazdığım kurum TrendBasket sayesinde. Her ne haltsa bir baktım içeriye bizim Kaan(kural) ile Orkun(co) aynı masada muhabbet ediyorlar. Beni görür görmez Orkun kalktı ayağa ''gel abi otur şöyle, bir goralımı ye'' diye ısrar etti. Küçüklüğünü bilirim Orkun'un, eline 5 lira verdim dedim ''al bu parayı kendine gofret alırsın''. Sevindi kerata. Eee ona verince mecburen Kaan'a da vermem gerekti, tabii tahmin edersiniz ki ona verdiğim miktar biraz daha sıfırlı bir miktardı...

Kaan ile Orkun sek sek oynarken Amerikalı bir denyonun uyarmasıyla içeri girdik. İçeri girmemle şaşırmam bir oldu. ''Hepsini gözümüzde boşa büyütmüşüz bunca sene, ciddi anlamda hiçbirinin boy olarak bizden o kadar büyük farkları yok'' demeyi çok isterdim ama yok öyle bir dünya... Aslında var lan, kısalar çok kısaydı mehehe. Şaka bir yana cidden kısaydılar ya, ben daha uzun bekliyordum arkadaşları. ''Hocam enbiay'da hep ayakkabıyla ölçüm yapıyorlar, ondan oluyor bu hep'' diyen arkadaşı dışarı alalım güvenlikçi çocuklar. Bak hala konuşuyor, indir lan o eli it herif. Biz bilmiyoruz sanki ayakkabıyla ölçüm yapıldığını. Antrenman kısa sürdü desem yeridir ya da bana öyle geldi, bilemiyorum şimdi tam. Oyuncular serbest takılırken çoğuyla konuşma/röportaj yapma şansım oldu. Bunlara ulaşmak isteyenler şuraya tıklayabilirler. Her neyse izlenimler biraz flu aslında... Flu demeyelim de karmaşık. Çünkü o kadar sene beğeniyle izlediğin Garnett seni siklemeyince hafıza biraz bunalıma giriyor, silmeye çalışıyor o anları. Pierce, Green, Garnett ve Rondo. Hepinizi Şahan Gökbakar istismar eder inşallah, kenardan onun trash talkuna kurban gidesiniz e mi. Brendan Bass, Chris Wilcox, Darko Milicic, Jason Terry, Tyron Lue, Brian Scalabrine ve Doc Rivers'ın taşaklarına kurban olun siz. UTANMADINIZ MI LAN BUNLARI YAPARKEN? HELE HELE!

Her neyse Europe Live'ın benim açımdan ''olayı'' buydu. Gittik, gördük, eğlendik. Serbest kürsü'ye devam ediyorum... Bu köşenin veya serinin -artık ne haltsa- interaktif bir şekilde ilerlemesini çok isterim aslında. Ne bileyim yorum gelsin ''usta bugün şu kitaptan konuşalım'' veya ''usta bugün şu seks pozisyonunu irdeleyelim''. Bunlar mutlu eder beni, haa baktım pek siklenmiyorum ben de kendi yolumu çizerim arkadaş. Zaten zor şartlar altında çalışıyoruz. Ne mayış var ne ssk ne akbil, BLOG SENDİKASI NİYE YOK AK YA?!?!


Bu serideki kitap önerime geçeyim. Bu serilik önerim: Beyaz Zenciler olsun. Ingvar Ambjörnsen'e ait bir yeraltı romanı. İsminden de anlaşılacağı üzere örselenmiş, kenara atılmış tiplerin yaşam mücadelesini anlatan bir kitap. Yeraltı edebiyatı'na az da olsa merakı olan birinin mutlaka göz atması gereken türde bir eser. Şahsen sıkılmadan okudum ben, hoşuma da gitti. İnsanın okuma açlığını dindiren türden bir şey, size de gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

Artık ne zaman bu seriyi yazsam ''seriye özel'' bir porno yıldızı seçicem. Bunla problemi olan arkadaşlar direk ctrl+w yapsınlar... Ne oldu lan yemedi mi? Köftehorlar merak ettiniz tabii. Bacılarınızı ve analarınızı ekran başından uzaklaştırdıysanız o ismi açıklıyorum. O isim: Ashlyn Rae. Altta resmini paylaştığım hatun yani. İsteyen açsın videolarını falan izlesin, onun için de link vermemi beklemeyin artık yani. Benden ancak bu kadar amme hizmeti işler size. Hadi yine iyisiniz günü kurtardım sizin adınıza eheh


Gelelim bu serinin abur cuburuna. Fazla dallandırılıp budaklandırılacak bir konu değil bu. O yüzden kısa kesicem zaten. Twitter'da beni takip edenlerin malumudur, tam bir kinder süt dilimi hastasıyım. Bundan mütevellit bu serinin abur cuburu: kinder süt dilimi. NOT: Bu paragrafta sanal reklam uygulamasını uygulamak isterdik ama ne yazık ki bir sirkespor değiliz :(

Başka bir şey kaldı mı diye düşünüyorum... Sanırsam kalmadı ya. Benden bu seferlik bu kadar, zaten sıkıldım. Hadi iyi Ashlynler size!

0 yorum: