Salyangoz


                
Dün akşam biraz kardeşimin gazı biraz da Ergin hocamın “taraftar gelsin” sözü sayesinde biletleri alıp maça gitme kararı aldık. Aslında kararımı etkileyen faktörlerden biri de Eskişehirspor taraftarının üstlerinde formalarla Efes’i desteklemeleriydi, o ortamı bir kez de kendi gözlerimle görmek istedim.

                Maçla ilgili teknik taktik konulardan en sonda bahsetmek istiyorum, zira gerek twitter’da gerekse de başka bloglarda benden daha iyi gözlemci olan arkadaşlarımız pek çok güzel değerlendirmelerde bulundular. Benim değinmek istediğim konu Eskişehirspor ve Anadolu takımlarının taraftarlık olgusu.
                
Ben geçmişte de bu konu hakkında blog yazısı yazdım, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız!!!” taraftarlığından nefret ettiğimi belirttim ama yine yazmasam olmayacak zira bu sefer konu bambaşka. Eskişehirspor taraftarı özelinde konuşuyorum cidden aidiyat olarak olsun, tribün baskısı olarak olsun güzel taraftarlardır. Şehrin yarısı da –bilenler bilir- şehrin takımını tutar ama sıkıntılı konu İstanbul takımlarına kafayı o derece takmışlardır ki yolda forma-atkı taktığın anda kim olduğuna ne olduğuna bakmadan sana karışma hatta daha da ileri gitme konusunda kendilerini haklı görürler.
               
  Şöyle bir anım var hatta 2008 senesiyle ilgili. Son Gençlerbirliği Oftaş maçını arkadaşlarımla dışarıda bir kafede izlemiştik ve maçın bitimiyle kafenin içinde Galatasaray marşları çalmaya başladı. Kafe de öyle dışarıda sandalyeler olan dışarıya ses giden bir ortam da değil, tamamen kapalı dışarı ses gitmesi imkansız özellikle kulak verip dinlemediğin sürece. Tam o anda ne olduğu belli olmayan insanlar kafeyi basarak müzik sesini durdurdular ve taşlamakla tehdit ettiler bizleri, garsonlar daha önce de bu tip olaylar yaşandığı için mika korumalıklarla kapladılar camın dışını. Dışarı zor attık kendimizi kısacası, yolda yürürken de korna çalan birkaç arabaya kaldırımdan arabalara uçarak tekme atmak suretiyle saldırdılar. Bu da böyle bir bağlılık işte.
            
    Tüm bu bağlılığa, kendi şehirlerinde başka takım tutturmamaya yemin etmiş bu insanlar önce iki gün önce, sonra da dün üstlerinde kırmızı siyah formalar ellerinde Banvit bayraklarıyla Banvit adına 40 dakika aralıksız destek verdiler. Şunu anlamıyorum, ben sarı kırmızı formayı giymişim dolaşıyorum; sen gelip formayı istiyorsun çıkarttırıyorsun ama kendin gidip banvit forması giyerek 40 dakika susmuyorsun. Nasıl bir egodur, nasıl bir İstanbul düşmanlığıdır anlamıyorum. Sivas’ı hatırlıyorum televizyondan görüldüğü kadarıyla 2008’de o 5-3 lük maç öncesi –Sivas’ın da şampiyonluk şansı vardı o hafta- iki takım taraftarları beraber yürüyor vs. Yani illa öyle olsun demiyoruz da bir tutarlılık olsun, sen eğer bize forma giydirmezsen kendin de efendi gibi oturur basketbol maçını izlersin. Elinde Eskişehirspor atkısı, üstünde Banvit forması ile sesin kısılana kadar bağırmazsın. O düşmanı olduğunuz takımları yenmenin, onların üstüne geçmenizin yolu kesinlikle kaba kuvvet ya da aşırı bağnazlıkla karşılarındaki takımı tutmak değildir. 
            
    Maça geçecek olursak da bu sene bence Galatasaray olarak özellikle Hawkins olayı- Domercant sakatlığından sonra savunmamızı birazcık yukarda tutmamız gerekiyor. Jamont ve Arroyo bugün takımı birebir oyunlarıyla sürükleseler de hala hücumda düzgün bir set hücumu yapamıyoruz, kişisel refleks sayıları ve hücum ribauntlarına kalıyoruz. Savunmayı üst düzey tuttuğumuz 3. çeyrekte gelen fark da bunu gösteriyor. Hocam da su kaynattı o rezalet son çeyrekte, fark erirken mola almadı ve maçın 3 adamından biri olan Furkan’ı da kenarda unuttu. Elimde veri yok ama Furkan’ın oyunda olduğu- olmadığı dakikalardaki +/- durumunu merak ediyorum. Sonuç olarak bu maçtaki ribaunt performansımız ve finaldeki rakip Fenerbahçe’nin bu konudaki defoları düşünülünce asıl darbeyi oradan vurmamız gerekiyor. Ha bir de N’Dong o bacaklarla nasıl spor yapıyor o.O

0 yorum: