Kiracı

(Salı günü bazılarımız daha şanslıydı. Can gibi. O, maçı yerinde izledi. Seyahat ve maç notlarını yayınlamak da bize düştü. Buyrun efem.)

-Deplasman tarafından ekmek çıkmayacağı belli olunca (Ünal Başgan’a selamlar) Ebay Almanya aracılığıyla karaborsaya daldım ve gördüm ki Almanyadaki Türklerden  bayağı kapmış bu işi Almanlar, onlarca ilan vardı. İhale heyecanı, makul rakama bulabilecek miyiz derken bir bileti aldım ve 2 gün içerisinde Almanya’da yaşayan arkadaşlara teslim edilmesiyle rahatladım. Gerçi  bileti satan Schalke taraftarının bilete yapıştırdığı "Auf Schalke'de iyi eğlenceler, kıps" manasındaki notuyla bir gerilmedim değil (Carsten selamlar, şahane eğlendim).

- Bileti teslim almak ve arkadaşlarla görüşmek için gittiğim Aachen’da kar fırtınasıyla ve “Bileti aldık ama Gelsenkirchen’e varabilecek miyiz? Hadi vardık, bilet sahte mahte çıkar mı? ” şüphesiyle karşılaşınca alkole vurdum ben de kendimi tabii. Bira içmek kolay, Almanya’da garson tarafından “bu saatte kim bira içiyor ya?” sorusuna muhatap olmak olay.

- Düsseldorf’a kadar sakin geçen yolculuk Düsseldorf – Gelsenkirchen treninin Galatasaraylı nüfusundaki artışla TT Arena metrosuna dönüşmesiyle hareketlendi. Vagondaki  50 civarındaki Galatasaraylı’nın arasındaki 5-6 Schalke’li bayağı zor durumda kaldı. Gerginlik yoktu ama “koyalım Schalke’ye” gibi tezahüratlardaki tedirginlikleri ve “ne diyolar ya ” tepkilerini izlemek komikti. Zirvesi ise bizimkiler yarım saatlik kesintisiz tezahüratın ardından Nevizade söylerken gelen ilk “şşş”te “susacaklar galiba” diye umutlanıp sonra yaşadıkları hayal kırıklığı oldu.

- Gelsenkirchen garı ile stat arasındaki tramvayda ise intikamı aldı Almanlar. Sayıca yine az ve sessizdiler ama burada da özellike Türkiye’den gelen taraftarlar “ayyaş Alman delisi” gerçeğiyle tanıştılar. Tüm tezahüratlara durmadan “2-0, 2-0 leleylelöy 2-0” şeklinde karşılık veren Schalke’li delinin bir anda kesintisiz ve ani geçişlerle İspanyolca ve Fransızca konuşarak bizimkileri susturması handikaplı Schalke galibiyetini getirdi.

- Trenden stada doğru yürürken sürekli bilet alışverişlerine şahit oldum haliyle. Fiyatlar 200 ile 300€ arası değişiyordu ama “abi 300€ ama 200’e bırakırız” şeklindeki “pazarlık” eğlendirdi.



- Stada ilk ulaşım VIP girişinin önündeki meydanımsı bir alandan. Burası tam olarak TT Arena – metro arasındaki “aslanlı yol”un olmasını istediğim şekilde düzenlenmiş. Küçük küçük 5-6 tane büfe, atkı-bere vs satılan küçük bir “store” ve ormanlardaki piknik alanlarında gördüğümüz tarzda tahta masa-tabureler. Ve bu büfeler bizdeki gibi soğuk köfte servis eden ama isimden dolayı kazıklayan cinsten değil, gayet kaliteli ve makul. Sosisli 1.5€, bira 2€, sıcak şarap 2.5€ gibi. Hissedilen sıcaklığın -12 civarı olduğu bir havada stadın hemen önünde sıcak şarap satılması büyük keyif. Birini orada bizim taraftarların meşale şovlarını izlerken içip birini de stadın öbür tarafındaki giriş kapısına yürürken yolluk yaptım.

- Stat çok güzel. TT Arena yapım sürecinde çok konuşulan, kıyaslanan statlardan biriydi malum. O gözle baktığımda benzerlikler oldukça fazla, ancak dış görünüş olarak Veltins Arena çok daha estetik bana göre. TT Arena’nın mimarı Mete Arat’ın “çıplak beton görüntüsü” ısrarının illa ki benim bilmediğim bir mimari isabeti vardır ama çepeçevre camla kaplı görüntü sıradan bir taraftar olarak daha sıcak, daha bir “ev gibi” geliyor bana. Başka bir avantajı da statın içine girince fark ediliyor. Bizim stadın üst katlarına gitmiş olanlar dışarıdan daha soğuk olduğunu ve baharda bile ciddi üşündüğünü bilirler, burada ise dışarıya göre çok daha sıcak bir hava var.


- İçeride önce televizyonlardan geldiğini sandığım, sonra ise stat hoparlörlerinden geldiğini fark ettiğim Harlem Shake ile karşılaştım. Harlem Schalke.

- Deplasman tribünü dışındaki “Truvacı” Galatasaraylı yüzdesi geçmiş Almanya maçlarına oranla oldukça düşüktü. Sanırsam uA Avrupa’nın protestosunun da payı var bunda. Tek başlarına bir kaç bin kişi gelebilirlerdi.

- Bulunduğum tribün Kapalı/Maraton/Doğu’ya denk gelen tribünün alt katıydı. Biletler bizimkilerden daha ucuz olsa da yaş ortalaması yüksek. Tribünde formayla oturan, gollerde bağırıp çağıran bir çok Galatasaraylı vardı ve ufak tefek sataşmalar ve küfürler dışında pek bir tepki görmediler. Küfür dediğim de –Almanca’da pek küfür olmadığından- kendince en ağır küfürleri olan “Wichser”, ki bizde genelde kahvehanelerde velet sevmek için kullanılan “osbirci” anlamına gelir. Onu da Servet yazan bir milli takım formalıya ettiler ki o forma sebebiyle benden bile yiyebilirdi küfrü. Bir de ikinci gol sonrası deplasman tribününden gelen “Türkiye” tezahüratına kızıp “Türkiye’ye dönün o zaman” diye bağıranlar oldu, o tatsızdı bir miktar.

- Maç öncesi seramonisinde bize benzer şekilde anonsçu ismi, tribünler soyadını bağırıyor. Yalnız bizden farklı olarak yedekler için de yapıyorlar aynısını. Altyapı oyuncularına sevgileri oldukça kuvvetli. Draxler’den sonra en çok alkış alan oyuncu yedekteki Max Meyer’di. 

- Tribün performansı hayalimdeki Arena tribünü. Kale arkası 90 dakika ve oldukça tempolu şekilde bağırıyor. Diğer tribünlerde önemli anlarda ayakta ve yine tempolu bir şekilde dahil oluyor. Şu maçın tam tersi TT Arena’da oynansa tribünler en geç 85. dakikada havlu atardı, adamlar 93. dakikada bile bizdeki “Tam Zamanı Şimdi”ye denk gelen tezahüratlarına devam ettiler.

- Drogba’ya maç boyu sövdüler, kendini atıyor, yatıyor, sportmenlik dışı diye. En ağır küfürleri Arschloch’u bile kullandılar onun için. Hatta maç sonrası dönüş yolunda bile sövmeye devam ediyorlardı. Semih de sakatlandığı pozisyonda küfürlerden nasibini aldı ama utanıp alkışladılar sonrasında.

- Sonuçta gittik, gördük, yendik. Buradan teğmene bana kalbi kadar temiz bu sayfayı ayırdığı için teşek...öhm...Nice zaferlere efendim (Jose selamlar).

*Gelsenkirşen’den oğlum gelecek, evi boşaltın.

0 yorum: