Performans Geliştiricileri Sorgulama Cesareti

Birazdan okuyacağınız yazı, yaklaşık beş ay önce yazılmıştır. Aklınıza gelebilecek ilk soru neden bu kadar eskimiş gibi bir yazıyı çevirip buraya koyduğumuz olabilir... Maalesef, yazı pek eskimiş sayılmaz. Okumaya devam etmeniz halinde hakkında daha da etraflıca fikir sahibi olacağınız medyanın, izleyicinin ve sporcuların yakalanmış ya da yakalanmamış dopinge karşı gösterdiği tavırda, yaşanan önemli olaylara ve skandallara rağmen, belirgin bir değişiklik olduğu söylenemez. Doping skandalları, bisikletten futbola, atletizmden beysbola pek çok spor için zikredilmeye ve yaşanmaya başlamışken Bill Simmons'ın konu hakkındaki fikirlerinin ve Amerika'ya özgü sporlarda yaşanan olayların öne çıkarılması adına çevirinin konu hakkında yararlı olacağını düşündük. Keyifli okumalar!

Kendimle uzun süre önce bir anlaşma yapmıştım: Köşemde yazdıklarım, arkadaşlarımla tartıştığım şeylere yer verecekti. Geçen hafta, bunun artık pek böyle olmadığını fark ettim. Kişisel sohbetlerimle Grantland ya da ESPN için yazdığım şeyler arasında bir ayrım oluşmuştu. Temelde iki farklı kimliğe bölünmüştüm: Sporsever Ben ve ESPN Ben.

Sporsever Ben, dürüsttü ve içinde bulunduğu durumdan bıkmıştı. Herkese şüpheyle bakıyordu. Sporsever Ben, "sence doping yapıyor mudur," sorusu etrafında şekillenen tartışmalara giriyor, bu soruyla ilgili e-posta zincirleri içinde kalıyordu. Sporsever Ben, sporcuların yüz ve çene yapılarını Google'lıyor, vücut ölçülerini araştırıyor, sonra bulduğu öncesi/sonrası konulu fotoğrafları "ŞUNA BAKSANA" başlığı atarak arkadaşlarına gönderiyordu. Sporsever Ben, "içgüdüsel pislik detektörüne" güvenmeyi öğrenmişti. Bu sayede, insanüstü ya da sıra dışı gözüken her türlü başarıyı sorguluyordu. Sporsever Ben, böyle hissetmekten nefret ediyordu ama böyle hissediyordu ve bunun başka bir yolu yoktu.

ESPN Ben, kafasını kuma gömüp bu konuda hiçbir şey söylemiyordu.

ESPN Ben, kendisinin de inanmadığı hikâyelerin peşine düşüyordu.

ESPN Ben'in birazdan okuyacağınız iki e-postayı yayınlayacak cesareti yoktu. İkisi de posta kutumu kontrol ettiğim son dört seferde de gözüme çarpmıştı. Her seferinde, e-postaları (ve onlara verdiğim cevapları) köşeme koymaktan son dakikada vazgeçmiştim.

1 numaralı e-posta (Concord, North Carolina'lı David B.'den): Neden hiç kimse Ray Lewis'in triseps kasındaki sakatlıktan mucizevi bir şekilde iyileşmesini sorgulamıyor? 37 yaşında olmasına rağmen, en az 6 ayda dönülen bir sakatlığı 10 haftada atlatmakla kalmadı, iyileştiğinden beri sakatlık öncesinden daha iyi oynuyor. Spor 'gazetecileri' (daha yeni beysbol Hall of Fame oylaması meselesi olmuşken ve Lance steroid kullandığını açıklamışken) hatalarından ders çıkarmayı hâlâ öğrenemedi mi? Yoksa sporun kendisi gerçeğin kendisinden daha mı önemli?

2 numaralı e-posta (Forth Worth, Texas'lı Ben Miller'dan): Super Bowl devre arası şovunda, Beyonce yerine orta sahada, doping numunesi kabına işeyen Adrian Peterson olması gerekmiyor mu? Daha şimdi insanüstü beysbol yıldızlarının çok eski rekorları paramparça ederken, hepimizi aptal yerine koyduğunu yeni fark ettiğini söyledin. Peterson, spor içindeki fiziksel olarak en zorlayıcı pozisyonlardan birinde oynamasına karşın, ön ve orta bağları parçalandıktan 12 ay sonra, 28 yıllık bir rekoru kırmanın eşiğinden döndü. Adamın inanılmaz çalışma ahlakına saygı ve sevgi duyuyorum ama McGwire'ın rekorunu bir düşün. Şimdi, bir de onun göğüs kaslarından biri 12 ay önce parçalanmış bir oyuncu tarafından tekrar edildiğini düşün. Bu şekilde bile olmuş olsa gerçek dışı olduğunu düşünürdük. Belki de soğuk bir duş almalı ve bu konuda köşende bahsetmelisin.

Bu ufak hikayenin "çirkini," Ray Lewis.

Sporsever Ben, Kasım ve Aralık aylarının çoğunu Lewis/Peterson meselelerini arkadaşlarıyla ve meslektaşlarıyla tartışarak geçirdi. Doğal olarak, bu e-postaları yayınlamak istiyordu. ESPN Ben, bunları reddetti. Net bir kanıt olmadan bu konuda spekülasyon yapmanın adil olmayacağını düşünüyordu. Sürekli devam eden doping spekülasyonları, bilet veya çakma forma almak kadar sporseverlerin hayatının büyük bir parçası haline gelmiş olsa bile… İşte, bahsettiğim ayrım burada başlıyordu.

Miami New Times ve Sports Illustrated'ın, Amerikan futbolu ve beysbolundaki doping düzeni hakkında yaptıkları bomba haberlerden ve Anti Doping Ajansı'nın yasaklı maddeler listesine aldığı geyik boynuzu spreyiyle ilgili şakalar yapılmadan önce bile, Ray Lewis'in parçalanmış trisepsinin ilahi bir mucizeyle iyileşmediğine emindim. Ama bunun hakkında hiç yazmadım. İmalarda bulundum, etrafında dolaştım, şakalar yaptım, ama hiç açık bir şekilde yazmadım.  Peterson'la ilgili esprilerden uzak durmamın ise bir sebebi vardı: Efsanevi geri dönüşünü (ve tarihe geçen harika sezonunu) akla yatkın buluyordum. Peterson, doğası gereği biraz ilginç biriydi ve Dr. James Andrews'un söylediklerine bakılırsa, altı NFL sezonu geçirmiş bileğinin iç kısmı iyileşme sürecinde yeni doğmuş bir bebeğinki kadar sağlam hale gelmişti. Peterson'ın eski formunu kazanması, Peyton Manning'in dört boyun ameliyatından sonra, 36 yaşında eski günlerine dönmesi kadar "aydınlatıcıydı" aslında.

Yazarımızın kahramanı Adrian "All Day" Peterson'dan sinematik bir an...

Ama yine de, Adrian Peterson'ı seviyordum. Futbol topunu taşıması, benim için geçen yılki en heyecan verici şey sayılırdı. Kahramanın sakatlanıp bütün tahminleri boşa çıkartarak eskisinden daha iyi (ve beklenenden daha çabuk) döndüğü spor filmi temalı hayal dünyamda yaşamayı seviyordum. Birisinin oynadığı pozisyondaki diğer herkesten belirgin biçimde daha iyi olabileceği düşüncesine inanmak istiyordum. Bir gün, torunlarıma "evet, ben Adrian Peterson oynarken oradaydım" diyebileceğim düşüncesi hoşuma gidiyordu.

Bunun yerine, bir gün Peterson'ın etkileyici sezonuna bakıp "Tanrım, nasıl FARK EDEMEDİK? Ne kadar aptalmışız böyle" diyecek miyim? Bence, demeyeceğim.

Ama bundan da emin değilim. Ve asıl sorun bu. Artık şüphe altında olmayan bir zafer yok. En azından sporda yok. Çok fazla insan bundan çıkar sağladı. Geriye hiçbir zafer kalmadı.

*

Birkaç hafta önce,  Beysbol Hall of Fame oylama süreci geride kaldı ve bu seçkin kulübe yeni bir isim eklemeyi başaramadık. Seçebileceğimiz bir kişi bile bulamadık. Hatırlatayım, tarihin en iyi dış saha oyuncularından biri, tarihin en iyi baş atıcılardan biri,  tarihin en görkemli vurucularından ikisi,  tarihin en iyi ofansif birinci kale oyuncularından biri, tarihin gelmiş geçmiş en iyi ofansif tutucusu, 500 sayı vuruşu yapmış büyük oyunculardan biri ve kaleye tarihteki 17 oyuncu hariç herkesten daha çok ulaşmış bir oyuncu seçilebilir durumdaydı. Hiçbiri, Hall of Fame'in evi Cooperstown'a gidemedi. Bunlardan beş oyuncuya, geçmişte yaptıklarının bedelini ödetiyorduk – bizi aldatmışlardı, hayal kırıklığına uğratmışlardı, acı çektirmişlerdi. İkisi, dolaylı kanıt sebebiyle elenmişti – doping yaptıklarından neredeyse emindik, ve kendilerini inandırıcı bir şekilde savunamadıklarından dışarıda kalmışlardı. Kalan son adam da diğer yedisine olan öfkemizden ve birkaç düzine kendini beğenmiş beysbol yazarı, artık var olmayan bir hayal dünyasını inatla korumaya çalıştığından seçilememişti.


Yankees'in kahramanıyken dopingli çıkan Alex Rodriguez

Gerçekten de, o kendini beğenmişleri yönlendiren şey, beysbolda yaşanan steroid patlaması sırasında yapmadıklarımızdan doğan suçluluk duygusunun kalıntılarıydı. Oyuncuların şişmiş kafalarını ve kırışan bisepslerini görmezden gelmiştik. Sayı yapmalarındaki açıklanamaz(!) artış bile bizi uyandıramamıştı ya da 37 yaşındaki bir vurucunun birden bire 50'den fazla sayı atışı yapmaya başlaması bile kafamızı karıştırmamıştı. Görmemek için başka tarafa bakmakla kalmadık, kafamıza koca çuvallar geçirip göz kapaklarımızı koli bandıyla çevirdik. Ve biz, hiç ileri adım atmadığımızdan, bu açıkgöz sik kafalılar beysbolu kirletti ve en kutsal özelliklerinden birini mahvetti: Beysbol sekiz nesil oyuncunun istatistikler ve rekorlarla birbirine bağlandığı tek spordu. Buyurun, bakın.

Bu liste, artık öldü. Hiçbir anlamı yok. McGwire'ın nesli, sayıları basit bir oyun içeriğinde anlamlandırmayı sonsuza kadar imkânsız hale getirdi. Ve yol açtıkları zarar bundan ibaret de değil. Geçtiğimiz Noel arifesinde, oğlum ve kızım Noel Baba kurabiyeleri yaptılar, ona bir mektup yazdılar, ren geyikleri için dışarıya dört tane havuç bile bıraktılar. Onları yatırırken şöyle düşünüyordum: Keşke hep böyle kalabilseler. "Böyle" ile kastettiğim şuydu: Keşke bazı şeylerin gerçek olmadığına dair bariz kanıtlar varken, gerçek olduklarına körce inanabilseler. Her nedense, bu düşünce aklıma Lance Armstrong'u getirdi. Hiç fark var mıydı ki? Çocuklarımızın Noel Baba'sı vardı, bizim Lance'imiz, Barry'miz, A-Rod'umuz ve diğerleri vardı.

*

Lance, birkaç hafta önce Oprah'nın şovunda "En Kendini Beğenmiş ve Pişmanlık Duymayan Puşt" dalında Yılın Sporcusu ödülünü kazanırken, herkes onu parçalara ayırmakla meşguldü. Çünkü böylesine alışmıştık. "Aksi kanıtlanana kadar masumdur" ezberine programlı zihinlerimiz, canımız yanana kadar çalışıyordu. Peki, canımız yanınca? İşte o zaman, sadece o zaman, fikrimiz değişiyordu. Nixon, Watergate hakkında yalan söyledi, asla affetmedik. Clinton, Lewinsky hakkında yalan söyledi, yıllar boyu affetmedik. Sayısız beysbol yıldızı doping yapmalarıyla ilgili yalan söyledi, Hall of Fame'e girmelerini engelledik. Lance, mümkün olan her şey hakkında yalan söyledi, onu iyilikten başka bir şey bilmeyen bir kahramandan devrik bir firavuna dönüştürdük. Biz, yüzümüze karşı yalan söyleyen insanlardan nefret ediyoruz.

"Puşt." Ehm... Simmons'ın deyimiyle.

Peki ya, kafanı indirip doping yapmaya devam edersen? Bu birazcık daha karmaşık. Bu açıdan biz de kabahatliyiz. Müthiş maçlar ve müthiş anlar gelmeye devam ettiği sürece görmezden gelmeye yatkınlığımız var. Ve durum sadece performans yükselticilerle ilgili değil.

Kolej takımı koçlarının, oyuncuların eğitimi umurlarındaymış gibi konuşup sonra "olmuş" oyuncularla şampiyonluk kovalamasını görmezden geliyoruz. "Çocuklarla aralarındaki bağ" hakkında atıp tuttuktan sonra biraz daha para için o "çocukları" sepetlemelerini görmezden geliyoruz.

NCAA'in tıpkı yönettiği koçlar gibi yalancı ve kirli olduğuna dair inandırıcı delilleri görmezden geliyoruz.

FIFA'nın Dünya Kupası ev sahipliği için rüşvet kabul ettiği gerçeğini veya  NFL'in sarsıcı bir tazminat davası ufukta gözükmeden, oyuncuların güvenliğiyle gerçekten ilgilenmediğini görmezden geliyoruz.

Steroidlerin müthiş yardımı olmasa büyük olasılıkla play-off'a giremeyecek beysbol takımlarının World Series'i kazanmasını görmezden geliyoruz.

NFL oyuncularının dört maçlık doping cezalarından yırtması için her türlü bahaneyi üretmekte özgür olmasını ya da David Stern'ün, performans artırıcı ilaçların NBA oyuncularına nasıl bir yardımı olacağını anlayamadığını söyleyen açıklamasını görmezden geliyoruz (tabi canım, ne yardımı olacak ki?).

NBA'in kendine özgü Noel Baba serisini sürdürmesini görmezden geliyoruz: Dünyanın en iyi atletlerinin en yüksek seviyede rekabetine sahne olan atlamalı zıplamalı sporlar içerisinde, bir tek NBA, tek bir yıldızını bile performans yükseltici ilaçlar almaktan cezalandırmadı. Tabi canım, çünkü yüzlerce rekabet manyağı, dev egolu yıldızın yüz milyonlarca dolarlık pastadan pay almak için cirit attığı bu ligde, hiçbirinin kazanmak için hile yapmış olması mümkün değildi.

Doktorlar, "eğer düzenli sürelerde kan örnekleri alırsak sahtekârları yakalamamız 100 kat daha kolay olur," dese de MLB, NFL, NBA ve NHL oyuncu birliklerinin saygın sporlarında kan testi uygulanmasına izin vermemesini görmezden geliyoruz.

Yakın zamanlardaki en sevdiğim "görmezden gelme" örneği ise şu: Juan Manuel Marquez, Manny Pacquiao'yu üç maçta dövüştükleri 36 round'un ardından bir kere bile yere serememişti.  Son dövüşlerinden önce, 39 yaşındaki Marquez, adı kötüye çıkmış bir güç ve kondisyon koçu olan Angel Heredia'yla işbirliği yaptı (isminin yanına "PED" (performans yükselticiler) yazıp Google'layın, çok eğlenceli bir 10 dakika olacak).  Marquez, Vegas'a öyle formda geldi ki sıkletinin ağırlık sınırının iki kilo altında kaldı. Maçın başında attığı acımasız bir yumrukla Pacquaiıo'yu yere serdikten sonra, birkaç round ardından aniden yaptığı atakla görülmüş en müthiş galibiyet yumruklarından birini atarak rakibinin işini bitirdi. Biz ne yaptık? Bu dövüşü yuttuk, oturma odalarımızda toplandık. Şaşkınlıktan çığlıklar ve tweet'ler attık, birbirimize mevzunun YouTube kliplerini gönderdik. Marquez maç sonrasında yapılan doping testini geçtiğinde –ki, beyni dumanlanmaktan jöleye dönmüş bir Keith Richards bile o testi geçebilirdi- herkes olanı biteni unutmuştu.

Şuna emin olabilirsiniz: Tanıdığım her boks izleyicisi, Marquez'in şansını artırmak için performansını geliştirdiğinden emin. Ama sorun şu: kendi aramızda konuştuklarımızla herkesin içinde konuştuklarımız arasında hiçbir ortak nokta yok ve bu sadece sporla değil, her şeyle ilgili bir durum. Eğer bir halk figürü olarak kırıcı bir şey söylerseniz, size özür diletene kadar emdiğiniz sütü burnunuzdan getiririz. Yok, Youtube'da, Reddit'de, herhangi bir forumda isimsizliğin koruması altında konuşuyorsanız hiçbir sorun olmaz. Neyiz biz? Neredeyiz? Bu sorulara bir cevabımız var mı?  Chuck Klosterman'ın bu hafta Royce White hakkında Grantland'e yazdığı harika yazıda, sosyal medyayla ilgili etkileyici bir tespit bulunuyor:

Sosyal medyadaki insanların sadece bilgisayar başındaki birileri olduğunu düşünmek istiyoruz ama bu, yan komşumuz olabilecekleri gerçeğini değiştirmiyor. Bilgisayar ekranı karşısındaki bu insanlar okullardalar, hastanelerdeler, Washington'da çalışıyorlar. Bunlar gerçek insanlar. Rahatsız edici bir şeyler olduğunu itiraf etmemiz için daha kaç tane olay yaşanması gerekiyor? Bence bir tek kişinin bile "Siktir git, kendini öldür" diye tweet atması rahatsız edici. Peki bu tip tweet'in binlercesi, yüz binlercesi geliyorsa? Ben ciddi ruhsal bozuklukları olan ve bu konuda yardım almayan birçok insan olduğunu düşünüyorum. Çünkü Twitter sayfalarına giriyorum ve görüyorum ki o mesajlar sadece bana gönderilmiyor. Pek çok insana benzer şeyler yazıyorlar.

Ve buradan itibaren işler biraz karışıyor. Bir blog'unuz, köşeniz, podcast'iniz, radyo programınız ya da devamlı bir televizyon programınız varsa çoğunluğun iyiliğini dikkate almanız gerekiyor. İnsanların son zamanlarda ESPN'den şikâyet etme sebeplerinden bir kısmı abartılı ve maksatlı, bir kısmı bazı açılardan haklı, bir kısmıysa reddedilemeyecek biçimde haklı. Kanalın çalışanı Rob Parker'ın siyahi oyuncu Robert Griffin III hakkında Afro-Amerikan toplumunun bir bölümünü temsil ettiğini iddia ederek yaptığı yorumlar buna güzel bir örnek (Parker, Griffin'in siyah olmasına rağmen siyahi toplumun bir parçası olmadığını iddia etmiş ve onu bir "sahte kardeş" olarak nitelemişti). Yorumcu, düşüncelerini isabetli ya da duyarlı bir biçimde ifade edemediğinden, hak ettiği tepkiyi çok çabuk bir biçimde aldı. Önce programı First Take yayından alındı. Daha sonra işinden olması kimseyi şaşırtmadı. Peki ya aynı programda şöyle bir sohbet gerçekleşseydi?

Konuşan Kafa No. 1: "Son yirmi yılda o kadar çok sporcu bizi hayal kırıklığına uğrattı ki şu an Peterson'ın veya Lewis'in geri dönüşlerine bakıp kuralları deşip deşmediklerini merak etmemem mümkün değil."

Konuşan Kafa No. 2: "Yani, senin için doping testini geçmiş sayılmazlar?"

Konuşan Kafa No. 1: "Aynen öyle. Atletlerin kullandığı performans geliştiricilerin belli olup olmaması, bir sporu takip etmenin doğal bir parçası oldu. Ve artık bu programda da konuşulması normal karşılanmalı."

Konuşan Kafa No. 2 [aniden ürker]: "Ne demek istiyorsun?"

Konuşan Kafa No. 1: "Diyorum ki, nasıl bir oyuncunun takas edilmesi gerekip gerekmediği, iyi oynayıp oynamadığı gibi şeyleri tartışabiliyorsak, doping yapıp yapmadıklarını da tartışmalıyız. Daha demin yeşil odada Lewis'in doping yapıp yapmadığını tartışıyorduk, unuttun mu?"

Konuşan Kafa No. 2 [sıçmış durumdadır]: "O sırada kayıt dışındaydık ama…"

Konuşan Kafa No. 1: "Boş ver kaydı kuydu. Bunu konuşmamız gerekiyor. Peterson gibi bir sporcu hakkında bu konuyu konuşmamız doğru mu? Bence doğru. Bence, o bir profesyonel atlet olarak, düzinelerce meslektaşının doping yapıp ya yakalandığı ya da yakalanmadığı bir dünyada yaşıyor, doping testlerinin dikkatsizce yapıldığı bir spor yapıyor.  BU DURUM ARTIK SPORUN BİR PARÇASI HALİNE GELDİ! Öyle değilmiş gibi davranıyoruz ama öyle. Kimden saklanıyoruz? Kimi koruyoruz? Peterson'ın doping yapıp yapmadığını ya da Dickerson'ın rekorunu kırıp kıramayacağını merak etmenin farkı nedir ki? İki durumda da bir şekilde spekülasyon yapmıyor muyuz? Evet, yapıyoruz! Bu programın amacı bu! OLAYLAR HAKKINDA SPEKÜLASYON YAPMAK!!!!

Böyle bir sohbetin televizyonda yayınlandığında şahitlik etseniz nasıl hissederdiniz?
İlk düşünceniz, "işte televizyon diye ben buna derim" olurdu.

İkinci düşünceniz, "bu arkadaş kovulacak, hem de hemen" olurdu.

Üçüncü düşünceniz, "bu YouTube'da üç gün içinde 100 milyon kere izlenir" olurdu.

Ve yaklaşık 10 dakika sonra, dördüncü düşünceniz, "aslında adam bazı konularda haksız sayılmazdı" olurdu.


Rob Parker'ın "sahte kardeş" iddialarına Griffin'in muhtemel yanıtı
*

Performans geliştirici ayrımı.

Bu ifade hakkında bir kez daha düşünün. Artık spor takip etmenin temel parçalarından biri değil mi? Neden itiraf etmiyoruz? Eğer "kesin hile yaptı" ve "neredeyse kesin hile yaptı" diye düşündüğünüz atletleri alt alta yazarsanız, elinizde bir spora en çok etki etmiş sporcuların listesi kalacak. Kendi içlerinde bir Hall of Fame bile oluşturabilirsiniz. Bu yüzden verdikleri zararlar kolay geçmiyor. Bu yüzden performans geliştirici ayrımı ya da yukarıda bahsettiğim kopukluk gibi durumlar var.  Ne zaman bir sporcu herhangi bir sakatlığı beklenenden kısa sürede atlatsa, içten içe meraklanıyoruz. Ne zaman bir sporcu yaşlanma sürecini doğaüstü bir biçimde yenmeyi başarsa, içten içe şüphe ediyoruz. Ne zaman bir süper yıldız atletik olarak gerçek gözükmeyen seviyelere çıksa, içten içe bu seviyeye gelmek için hile yapmamış olmasını diliyoruz.

Peterson hakkında gelen e-postalara, performans geliştirici ayrımı çerçevesinde cevap vermeyi planlamıştım, Marquez ve A-Rod gibiler Peterson'ın gerçekten inanılmaz geri dönüşünü şüphe duymadan karşılamamızı imkânsız hale getirmişti. "Gerçekten inanılmaz" lafı geçmişte çok fazla canımızı yaktı. Şimdi ise bu durumdayız. Merak ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Kasım ve Aralık'ta Peterson'ın yaptıklarının "kurallara uygun" olup olmadığını sorgulayan 700'e yakın e-posta aldım. Bazıları komikti, bazıları endişeliydi, bazıları deliceydi. Hepsi beni düşündürdü.

Peterson'ın Oklahoma'daki kafa fotoğraflarıyla Minnesota'dakileri karşılaştırdım mı? Evet. Bunu yaparken de çok ezik hissettim. Bundan başka bir arkadaşıma bahsedene kadar…

"Aaa, evet, ben de yaptım," dedi. "Herkes bunu yaptı. Bunun için bir site olmalı. Sporcuların kafalarını öncesi/sonrası diye fotoğraflarla göstermeli. Hepsini tek bir yerde toplamalılar.

Ben de kendimi kafa sallarken buldum. Gerçekten bu site fikri harikaymış. Adam haklı.

Bu beni kötü bir insan mı yapar? Mahvolmuş durumda mıyım? Grantland ofisinde kendi aramızda sürdürdüğümüz bir şaka var: Adını "Kaba İşeyecekler Listesi" koydum. Bu liste hakkında hiç yazmadım çünkü ESPN Ben (bu kez akıllıca bir hareketle) Sporsever Ben'i engelledi. Listeye girmek için çok bir şey yapmanıza gerek yok. En sevdiğim bazı sebepler şöyle…

- En iyi formundayken anlamsız bir bahaneyle (çok daha sıkı doping testlerinin yapıldığı) Olimpiyatlar'a katılmazsan, listedesin.

- Bir önceki en iyi sezonundan dört beş yıl geçip 30'larının sonuna gelmişken yeni en iyi sezonunu geçiriyorsan, listedesin.

- Korkuluktan hallice cüssene mucizevi bir biçimde 20 kilo kas ekleyivermiş zayıf bir arkadaşsan, listedesin.

- Çok ciddi bir sakatlığı bundan bir yıl önce imkânsız gibi gözükebilecek bir sürede atlatmışsan, listedesin.

- Genç yaşlarında formda ve kaslı bir vücudun varken yaşlandıkça olması gerekenden çok daha hızlı formdan düşüyorsan, listedesin.

- Rakiplerine oranla insanüstü bir dayanıklılık seviyesindeysen, listedesin.

Bazı durumlarda bu listede olman, senin suçun olmayabilir bile. Aslında, bu listede olma sebebin yaşıt meslektaşlarının yaptığı hatalar, medyanın kendini görmezden gelmeye programlaması ya da "gerçekten inanılmaz" şeyler izlemenin bazı bedelleri olduğunu öğrenmemiz. Bu listede olma sebebin, oyuncu birliğinin görünüşte oyuncu haklarını korumak ama gerçekte yargılanmadan hile yapmak için anlamsız doping kontrol kuralları koydurması. Bu listede olma sebebin, Amerikan Başkanı'nın kendini büyük bir sporsever olarak tanıtıp sorumluluk almaması veya oy tabanını riske etmek yerine bu sporların mahvolmasını tercih etmesi. Bu listede olma sebebin, yaptığın sporda kan örneklerine doping testi yapılamaması, biyolojik pasaport tutulmaması ya da adil yarışıp yarışmadığını öğrenmemizi sağlayacak hiçbir uygulamanın söz konusu olmaması. Bu listede olma sebebin, 2013 yılına geldiğimiz halde kafamızı kumdan çıkarmamış olmamız.

*

Birazdan okuyacağınız anekdot tamamen gerçektir.

NBA oyuncuları sezon içinde dört kere doping testine girer. Dördüncü test, Ekim'le Haziran arasında herhangi bir zamanda yapılır ama sonuncu test olduğu kesindir. Yani eğer 71nci maçtan önce test yapılırsa, sezonun geri kalanında önün açıktır. NBA çevreleri içinde bu durumun "dokunulmazlık kartı" olmasıyla ilgili yaygın bir espri de vardır hatta: Dördüncü kaba işediğin gün, her şeyi yapmakta özgürsündür. Vücuduna her ne istiyorsan sokabilirsin. Ot içip dumanlanmak mı istiyorsun? Yak bir cigara. Play-off'ta dayanıklılığını artırmak için damarlarındaki kanı daha temiziyle değiştirmek mi istiyorsun? Bas şırıngayı. Sonraki 10 hafta içinde oynayacağın 25 sert play-off maçı için testosteron döngüsüne girmek mi istiyorsun? Seni durduran bir sebep yok. Bu adamların ne kadar çok kazanmak istediğini unutmayın. Avantaj sağlamak için ne yapabilirler? Ne kadarını göze alabilirler? Ve neden onlara bu şansı veriyoruz?

Birazdan okuyacağınız anekdot tamamen gerçektir.

Bütün sporcular yükseltilmiş testosteron için teste sokulmaz. Bunu yapan liglerde ya da sporlarda da doğuştan yüksek testosteron seviyesine sahip olanların hesaba katılması gerekir. Tabii, bu eşik sandığınızdan daha yüksek tutulur çünkü biyolojik olarak aykırı değerler temel alınır: Bazı atletler, ortalama bir insanın iki katı testosteron seviyesinde olabilirler. Pekâlâ, diyelim ki testosteron değeri, ortalama eşiğin üç katı çıksa bile dopingli kabul edilmeyen bir NHL oyuncususunuz. Bu da demektir ki seviyenizi yukarı çekmesi için makul miktarda büyüme hormonu kullanabilirsiniz, yeter ki ÇOK yukarı çıkmasın. Belki testosteron seviyenizi üç katın hemen aşağısına çekebilirsiniz de. Sonuçta, bu da suç kabul edilmiyor! Uzun süreli izler bırakmadan hormon seviyenizi küçük küçük artırabilen patch'ler söz konusu. NFL oyuncusu olmayan ünlü bir sporcu, değerlerini kendi "doğal eşiğine" yaklaştırmak için bir keresinde bunlardan birini kullandığı sırada uyuyakalmış. Doğal olarak, değerleri olması gerekenden çok daha yüksek çıktı ve yakalandı. Bu tip şeylerin daha sık olmaması sadece inanılmaz.

Birazdan okuyacağınız anekdot tamamen gerçektir.

Bertrand Berry ve Ty Warren'ın trisepsleri parçalandığında iyileşmeleri altı ay sürdü. Arizonalı savunmacı Levi Brown'un, Ağustos 2012'de aynı kası parçalandığında takımı Cardinals hemen sezonu kapattığını açıkladı. Ray Lewis'in Ekim ortasında trisepsi parçalandığında sezonun kalanında oynayamayacağını düşünüyorduk ama iki ay sonra sahalara döndü. "İyileşmesinin" üçüncü ayı sırasında, Denver'a karşı oynadıkları iki uzatmaya giden maçta 17 müdahale yaptı. Hava o gün -13 dereceydi. Lewis, 37 yaşındaydı.

Sonuç olarak, Lewis'in adının bu hafta ortaya çıkan doping skandalına karışmasına kimse şaşırmadı. Super Bowl haftasını onun hakkında konuşarak, hile yapıp yapmadığını merak ederek, yalan söylediğini gösteren delilleri reddetmesini izleyerek, "rengeyiği spreyini" Google'layıp sporun kendisinden başka her şeyi konuşarak heba ettik. O anlar her zamanki gibi geçip gitti. Hiçbir şey değişmedi. "Sahte kardeşlik sendromu" adını verdiğim; bazı spor medyası üyelerinin sorumsuzluğu, ulusal medyaya mensup herhangi bir gazetecinin söz konusu ortamı sorgulaması fırsatını heba etti. Böyle önemli bir konuyu ele almamız konusunda bize güvenmiyorsunuz, güvenmemelisiniz de. Bize olan güveninizi pek çok kez boşa çıkarttık zaten.

Sporcuların temiz kalmak ya da kirli olmayı seçmek gibi iki seçeneği olmamalı. Oyuncu birliğinin arkasına saklanmayı bırakmalılar ve oyuncu temsilcilerinin daha iyi doping kontrolüne karşı mücadele etmesine izin vermemeliler.  Hal böyleyken, Jalen Rose'la beraber doğaçlama şekilde yapacağımız "Bu Yıl "Çişini Kapta Görmek İstediklerim Takımınızda" Kimler Var?" podcast'inde isimlerinin geçmemesi mümkün değil. Tekrarlıyorum, artık gereken teknolojiye sahibiz. Temiz oyuncuların, kirli oyunculara karşı rekabet etmesini engelleyebiliriz. Neden bu teknolojiyi kullanmıyoruz? Henry Abbott'ın NBA ve performans geliştiricilerle ilgili yazısında dediği gibi, FIFA sahtekârları yakalamanın tek başına en iyi yöntemi olan biyolojik pasaportu 2014 Dünya Kupası için uygulamaya koymuşken, NBA yönetimi oyuncularını neden kan örnekleri üzerinde test yapmaya bile ikna edemiyor


Bill Simmons'ın Noel Baba Timi...

NBA oyuncuları, kanlarınızda bulabileceklerimizden bu kadar mı korkuyorsunuz? Böyle bir korkunuz yoksa neden temsilcilerinizin böyle ürkek bir imaj vermesine müsaade ediyorsunuz? Dünya çapında pek çok atletin doping yaptığı ortaya çıkıyorken, benden nasıl sahtekârlık yapıp yapmadığınızı, merak ETMEMEMİ bekleyebiliyorsunuz? Don MacLean, Matt Geiger, Soumaila Samake, Lindsey Hunter, Darius Miles, Rashard Lewis ve O.J. Mayo: All-Star'a katılma sayıları toplam iki olan yedi isim. NBA'de performans yükseltici ilaçlar kullanan oyuncu grubunun bu isimlerden ibaret olduğuna inanmamı mı bekliyorsunuz?

Herkesin vücudunda ne var ne yok görelim, olsun bitsin. Bence sizin için çok şaşırtıcı olurdu. Efsanelerinizin bir bölümünün abartılmış eski madde bağımlıları olup olmadığını merak ederdiniz. Beyin sarsıntıları gibi sakatlıklara bu kadar önem verirken büyüme hormonu, steroidler ve ağrı kesiciler konusunda nasıl böyle cahil kalabildiğimizi görünce kafanız karışırdı. NFL'de oyunculara Toradol verilirken imzalatılan feragat neden daha çok dikkat çekmedi? Toradol'le büyüme hormonu arasında ne fark var mesela? "Performans yükseltici" tam olarak ne anlama geliyor? 95 mil hızındaki bir topu yakalamak için ölü birinin bağ dokularını kendinize naklettirmenizde sorun yokken, aynı sonuçları almak için testosteron kullanmanız nasıl kural dışı olabiliyor? Daha hızlı iyileşmesini sağlamak için bileğinize kök hücre nakledilmesi amacıyla Almanya'ya gitmenizde sorun yokken, dayanıklılığınızı artırmak için kanınızı daha iyisiyle değiştirmeniz neden kural dışı sayılıyor?

Neyin doğru neyin yanlış olduğuna nasıl karar verdik? Birbiriyle alakası olmayan bir grup kural rastgele uydurup geçtik mi? En sevdiğimiz atletler neden sporlarının güvenilirliğini artırmak için çaba göstermiyor? Amaç basit olmalı: tam şeffaflık. Amerika'daki her profesyonel lig mümkün olan en iyi testlerle denetlenmeli. Nokta. Eğer sporcular bunun adil olmadığını düşünüyorsa, ben de onlardan bir bölümünün hile yapmasının adil olduğunu düşünmüyorum. Bu kadar.

Ben, Ray Lewis'in bir sahtekar olduğunu düşünüyorum. Dolaylı kanıtlara, oyuncunun yaşına, seviyesinin üstünde rekabet edebilmesine, yaşadığı sakatlığın geçmişine ve hızlı "iyileşme" sürecinin pislik detektörümü elektrikli testere gibi titretmesine dayanarak bu düşüncemin doğru olduğuna inanıyorum.

Sporcuların bizi getirdiği noktada bir önceki paragrafı yazmakta haklı olduğuma inanıyorum. Daha iyi doping testlerine ihtiyacımız var. Kan örneklerini test etmeye ihtiyacımız var. Biyolojik pasaportlara ihtiyacımız var. Bu şeylere şu an ihtiyacımız var. Üç yıl içinde değil. İki yıl içinde değil. Şimdi. Çünkü artık neyi izlediğimi bile bilmiyorum.

Özel sohbetlerimizle herkesin arasında konuştuklarımız arasındaki bu ayrımın yok olmasına ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Profesyonel sporlarda hile yapılması salgın hastalık gibi yayılıyor. Medya mensuplarının, çarpıcı biçimde yükselen bir performansın ya da dikkat çekici şekilde hızlanan bir iyileşme sürecinin ardındaki sebepleri merak etmesi doğal karşılanmalı. Bu konuları gündeme getirenler pislik muamelesi görmemeli.  Bunlar artık sporun bir parçası.

Eğer hayatımı kazanmak için spor yapsaydım, kaç milyon kazanacağımı, ne kadar ünlü olacağımı ya da kaç kere şampiyon olacağımı önemsemeden performans yükselticilerden uzak duracağıma inanıyorum. Buna inanmak hoşuma gidiyor. Gerçek şu ki gerçekte ne tercih yapacağımı bilmem mümkün değil. Sizin de bilmeniz mümkün değil.

Ben, Adrian Peterson'ın doğal bir şekilde iyileştiğine inanıyorum. Super Bowl'un devre arasında bir kaba işediğini görmeme gerek yok. Sporsever Ben ve ESPN Ben bir tek bu konuda anlaşabiliyor. Tabii, Beyonce'un konser vermesiyle Ray Lewis'in bir kaba işemesi arasında seçim yapmam gerekse kaba işemeyi görmeyi seçerim. 21nci yüzyılda spora hoş geldiniz.

0 yorum: