Yelken



14 Mayıs
 Uçakta


 Fisher'ın şutu. Herkes o şutu düşünüyor. Açıkçası ben de, ama o sihirli saniyeyi mümkün kılan gelişmeler gün içinde meydana gelmişti. Öğlene doğru, normal video seansımızı yapıyorduk. Aslında bize göre "normal" video seansı demeliyim. Çocuklara, Shrek isimli animasyon filminden sahneler gösterdim. Video seanslarının monotonluğunu engellemek için yıllardır görüntülerin arasına klipler yerleştiririm. On dakika boyunca kendilerini sahanın bir ucundan diğer ucuna koşarken izleyen oyuncuların dikakti dağılabilir. Genellikle The Three Stooges gibi komdi klipleri kullanırım. Chicago'da iken klipleri kendim hazırlardım, satlerimi alırdı, ama rakip takım hakkında her şeyi çözerdim. Ancak, yeni teknoloji beni aştı. Artık bir video uzmanı kullanıyorum.

Tabii ki, tek amacım ortamı yumuşatmak değil. Her klip, anlayacaklarını umduğum bir mesaj barındırıyor. Hatalı bir pas atan oyuncunun görüntüsünden sonra Mo'nun Curly'nin kafasına tava ile vurduğu bir görüntü gösterilebilir. Uygulamanın amacı, oyuncuların egolarına zarar vermeden onlara dersler vermek. Oyuncu güler ve yanlış anlaşılma yaşanmaz, ama mesaj yerine gider. Dün, Shrek'i göstererek, bir devin prensesin kalbini kazanması hakkındaki hikaye ile bizim playoff hikayemiz arasında karşılaştırma yapmak istedim. Bu takım, basketbol tanrılarının yardımıyla çirkin bir sezonu şampiyonluğa dönüştürebilir mi? Oyuncularım bu mesajı aldı mı? Şüpheliyim. Tıpkı Houston serisi öncesinde yaptığımız meditasyondan bir şey öğrendiklerinden şüpheli olduğum gibi. Ancak, onlara fayda sağlayacağına inandığım bir imkan mevcutsa, bunu onlara sunma sorumluluğuna sahip olduğumu düşünüyorum. Shrek ve dördüncü maçta yaptığımız doğru hareketlerin karıştırarak göstermeye devam ettim. Herkesin keyfi yerine geldi ve şut çalışması için mental olarak hazırlandılar.

Şut çalışmasına bakarak bir takım hakkında birçok şey anlayabilirsiniz. Eğer oyuncular yorgun, stresli ve duygusal açıdan dengesizseler, yedi veya sekiz saat sonra oynanacak bir maçta başarılı olmaları son derece zordur. Bu sefer böyle bir problem yaşamıyorduk. Herkes görevini doğru şekilde yerine getiriyordu. Screen roll savunması çalıştılar ve Gary'yi daha fazla oyun kurucu gibi oynatıp, Parker üzerindeki baskının arttırılmasını sağladılar. "Burada kazanmalıyız" dedim. "Bu maç bir yedinci maçın baskısıyla karşılaştırıldığında daha kolay olacaktır." Oyuncuların, incelikli ve antrenman ile sürekliliği sağlanmış kas hareketlerine sahip olmaları gereklidir. Şutlarını çekerken topu ellerinden kaçırmamalı, topu itmemeli veya topu ellerinden erken çıkarmamalıdırlar. Topu elden erken çıkarma eylemi için oyuncular, "Timsah kolu" deyimini kullanırlar. 2002 Batı Konferansı Final Serisinin yedinci maçında şutör bir takım olan Kings, oyunun en kolay atışı olan faul atışlarını bir anda sokamamaya başlamıştı. Eğer bunu yaşamasalardı, ilk şampiyonluklarına ulaşabilirlerdi. Deplasmanda olan takım, yedinci maçların yüzde 75-80'inde mağlup olur. Beşinci maçta büyük bir baskı olmadığını söylemek istemiyorum. Bu baskı var, ancak oyuncular hata yaparlarsa bunu düzeltmek için şansları olacağını biliyorlar. Sacramento serisinin beşinc maçını, maçın bitimine sekiz saniye kala Mike Bibby'nin attığı basketle kaybettik. Mağlubiyet çok yıkıcı olmuştu, ama tekrar birliğimizi sağladık ve altıncı maçı evimizde kazandık. Bu geceki maçın bir "fırsat" maçı olduğunu onlara söyledim.

Maçın başlarında bu fırsatı kullanmak üzere güzel bir oyun sergiledik. İlk yarı sonunda, üç faulü olan Shaq'ın çok sınırlı katkısına rağmen, yedi sayı öndeydik. Hücumda topu iyi dolaştırıyorduk. Savunmada ise Spurs'ün top kaybı yapmasını sağlıyorduk. Spurs, seride ilk defa, evinde rahatsız ve korkmuş görünüyordu. En çok dikkat çeken ise, Parker'ın 10'da 2 isabet bulabilmiş olmasıydı. Dünyanın en iyi oyuncuları da kendine güven sorunu yaşar. Birkaç yıl önce, Clippers'a karşı oynadığımız bir maçta, koç Alvin Gentry, oyun kurucularımızdan Lindsey Hunter'a faul yapılmasını istemişti. Hunter, arka arkaya altı atış kaçırdığında ekibimiz küçük dilini yutmuştu. Hunter ölümüne bir korku içindeydi.

Üçüncü çeyrekte, uzun mesafeden isabetler bulan Devean George'un onbir sayılık katkısıyla farkı onaltı sayıya çıkardık. George, zor bir sezon geçirdi; Atlanta maçının bitimine kısa bir süre kala yaptığı hatalı post-up tercihi yüzünden onu yedeklerde bekleterek ben de onun işini hiç kolaylaştırmadım. Sonuna kadar direndi. Tıpkı San Antonio Spurs ve beklenmedik kahramanları Devin Brown gibi. Dördüncü maçın üçüncü çeyreğinde Houston tarafından ortaya konan çabaya benzer şekilde, Brown'ın üçlüğü ile -dördüncü çeyreğe girmeden- fark dokuza indi. Dördüncü çeyreğe çift haneli bir fark ile önde giren takımlar, inanılmaz bir psikolojik avantaja sahip olurlar. Rakip arka arkaya üç üçlük atsa bile, eşitlik sağlanmayacaktır. 

Yine de, panik yapmak gereksizdi. Dördüncü çeyreğin başında Shaq'ı dinlendirdim. Ancak, bu kadar kritik ve her sayının önem taşıdığı bir maçta, bu riski alamazdım. Biz ivmemizi kaybetmiştik, Spurs ise ivme kazanmıştı. İki takımın da seksen sayıyı bulması zor olmayacaktı. Maçın bitmesine on dakika kala Kobe'yi kenara aldım. Yorgunluktan düzgün düşünemez hale gelmişti ve şutlarına eğim veremiyordu. Durumu, 1997 Finallerinde Michael'in grip olmasına rağmen oynadığı ve Utah'a karşı otuzsekiz sayı attığı maçı hatırlattı. Kobe kenarda bir dakikadan fazla beklemedi. Gary de fazla dinlenemedi. Shaq bana dönüp, "Gary'yi oyuna al, şimdi yeniyetmeleri kullanmanın zamanı değil. Tecrübeli oyuncuları kullan" diye yalvardı.

Yorgunluk yavaş yavaş iki takımı da etkilemeye başlamıştı. Kolay atışlar kaçıyordu. Maçın bitmesine onbir saniye kala,  Kobe'nin yedi metreden attığı şut ile 72-71 öne geçtik. Odaklandı, bacaklarında ne enerji kaldıysa kullandı ve şutu soktu. Spurs mola aldı. Son atışı Duncan'ın kullanacağı yönünde oyuncuları uyardım. Ya screen roll, ya da weave kullanacaklardı. Bu sezon başında, buna benzer bir durumda, Duncan faul çizgisi civarından rahat bir atış bulmuş, ama kaçırmıştı. Ona rahat bir atış şansı daha tanımamalıydık. Shaquille'e dönüp, "Hazırlıklı ol" dedim. Duncan'ı mükemmel savundu, ama işe yaramadı. Maçın bitmesine 4 salise kala, beş buçuk metreden yere düşerken yaptığı atışı soktu. Taraftarlar delirmişti. Spurs bir mucize sayesinde kazanmak üzereydi. Yardımcılarıma, "Ne inanılmaz bir atıştı" dedim. Ama oyunculara başka şeyler söylemek zorundaydım. Yanıma geldiklerinde suratları anlamsızdı. 

"Kafanızı dik tutun" dedim. "Bu maçı kazanmanın bir yolu var, ve bunu bulacağız." Benim durduğum yerden, şut girdiğinde maç saatinin 9 salisede olduğunu görmüştüm. Bu düşüncemiz konusunda hakemleri ikna edemedik. Ancak, en azından 4 salisemiz vardı. Kalan süre eğer bir salise daha az olsa, kurallara göre topu potaya doğru göndermekten başka bir şansımız kalmayacaktı. Tebeşiri aldım ve Kobe'ye başka bir şut şansı tanımak için perde uygulayacağımız bir set çizdim. B planı ise, topu Shaq'a doğru atmak olacaktı. Topu kenardan oyuna Payton sokacaktı. Horry'yi düşünerek, "Rob bu oyunu biliyor, değişiklik yapmamız gerek" dedim ve Gary'ye dönüp, "Unutma, hala bir tane yirmi saniyelik molamız var" diye ekledim. Çok iyimser bir insanımdır, ama yine de insanım. Çocuklar hep beraber yemin edip sahaya doğru yöneldiklerinde, bizim de bir mucize atışa ihtiyacımız olduğunu biliyordum.

Spurs sahadaki dizilişimizi görmek için mola aldı. Doğal olarak hemen planı değiştirdim. Perdeleri sahanın farklı alanlarına taşıdım. Ancak, Spurs nasıl oynayacağımızı biliyordu. Ne Shaq, ne de Kobe serbest kalabildi. Gary son molayı aldı. Dizilişi tekrar değiştirdim ve Kobe'nin grubun ortasından koşarak çıkmasını ve Karl'ın Fish için perdeleme yapmasını istedim. Shaq ise başka bir açıdan potaya yönelecekti. Savunan takımın koçu olsam, topu oyuna sokan oyuncuya baskı uygulardım, çünkü bu tarz durumlarda en önemli görev, onun üzerine düşer. Ancak, bu sefer oyun kurucunun pası geri almasına olanak yoktu. Payton'ı boş bıraktığı için Popovich daha sonra çok eleştirildi, ancak aynı şeyi ben de yapardım.

Ve mucize gerçekleşti. Payton, Fish'i buldu ve Fish sayıyı yaptı. Maç kazanıldı, yeni bir kahraman doğdu ve bu sezon kurtuldu. Takımım ve tüm Lakers oyuncuları gibi büyük fedakarlık yapan Fish için daha mutlu olamazdım. Kontratının son yılında aldığı süre çok azaldı, bu da serbest kaldığında daha fazla para kazanabilmesini sağlayacak bir performans ortaya koyabilmesini kısıtladı. Bazen sinirlendiği oldu. Oakland'da onu oyundan aldığım için bana patladığı da. Oyundan alındığı için kızan oyuncuyu anlarım. Çünkü o anda gururu ve rekabetçiliği ön plandadır. Fish, asıl hedefi, yani şampiyonluğu asla aklından çıkarmadı. Sezon boyunca önemli atışlar soktu ve kaçırdı, ama genellikle yardımcılarıma, "Derek kendine inanır. Son saniye atışını yapmak ister" demişimdir. 

Soyunma odası karman çormandı. Kobe, "Seni orospu çocuğu!" diye Fish'e bağırıyordu. Ben de ona sarıldım ve, "İşte bu" dedim. Kelimelere gerek yoktu. Tüm takım, onu tebrik etmek için sıraya girmişti. Birkaç dakika sonra, hepsini bir araya topladım. "Tebrikler" dedim. "Artık tüm ışıklar sizin üzerinizde." Bu maç, istediğimiz fırsatı bize vermişti, iki gün sonra işi bitirecektik. Basın toplantısına gittim. Bu arada Kobe, hipervantilasyon nedeniyle bayılmış ve antrenman odasında bir masaya, kolundan iki serum bağlanarak yatırılmıştı. Gözleri yukarı doğru kaymaya başlamıştı. Serumun etkisiyle iyileşeceğini düşündüm. Kobe inanılmaz bir çocuk. En mükemmel maçlarından biri değildi, ama savaştı ve sonradan yapılan iki son saniye atışının gölgesinde kalan olağanüstü bir şut sokmayı başardı. Herkes savaştı. Belki bu takımın hikayesi ile Shrek'in hikayesi o kadar da farklı değildir. Belki bu çirkin sezon da şampiyonlukla bitebilir.

Ruhunu Arayan Takım, Phil Jackson, sf 210-215








0 yorum: