Kiracı

(Salı günü bazılarımız daha şanslıydı. Can gibi. O, maçı yerinde izledi. Seyahat ve maç notlarını yayınlamak da bize düştü. Buyrun efem.)

-Deplasman tarafından ekmek çıkmayacağı belli olunca (Ünal Başgan’a selamlar) Ebay Almanya aracılığıyla karaborsaya daldım ve gördüm ki Almanyadaki Türklerden  bayağı kapmış bu işi Almanlar, onlarca ilan vardı. İhale heyecanı, makul rakama bulabilecek miyiz derken bir bileti aldım ve 2 gün içerisinde Almanya’da yaşayan arkadaşlara teslim edilmesiyle rahatladım. Gerçi  bileti satan Schalke taraftarının bilete yapıştırdığı "Auf Schalke'de iyi eğlenceler, kıps" manasındaki notuyla bir gerilmedim değil (Carsten selamlar, şahane eğlendim).

- Bileti teslim almak ve arkadaşlarla görüşmek için gittiğim Aachen’da kar fırtınasıyla ve “Bileti aldık ama Gelsenkirchen’e varabilecek miyiz? Hadi vardık, bilet sahte mahte çıkar mı? ” şüphesiyle karşılaşınca alkole vurdum ben de kendimi tabii. Bira içmek kolay, Almanya’da garson tarafından “bu saatte kim bira içiyor ya?” sorusuna muhatap olmak olay.

- Düsseldorf’a kadar sakin geçen yolculuk Düsseldorf – Gelsenkirchen treninin Galatasaraylı nüfusundaki artışla TT Arena metrosuna dönüşmesiyle hareketlendi. Vagondaki  50 civarındaki Galatasaraylı’nın arasındaki 5-6 Schalke’li bayağı zor durumda kaldı. Gerginlik yoktu ama “koyalım Schalke’ye” gibi tezahüratlardaki tedirginlikleri ve “ne diyolar ya ” tepkilerini izlemek komikti. Zirvesi ise bizimkiler yarım saatlik kesintisiz tezahüratın ardından Nevizade söylerken gelen ilk “şşş”te “susacaklar galiba” diye umutlanıp sonra yaşadıkları hayal kırıklığı oldu.

- Gelsenkirchen garı ile stat arasındaki tramvayda ise intikamı aldı Almanlar. Sayıca yine az ve sessizdiler ama burada da özellike Türkiye’den gelen taraftarlar “ayyaş Alman delisi” gerçeğiyle tanıştılar. Tüm tezahüratlara durmadan “2-0, 2-0 leleylelöy 2-0” şeklinde karşılık veren Schalke’li delinin bir anda kesintisiz ve ani geçişlerle İspanyolca ve Fransızca konuşarak bizimkileri susturması handikaplı Schalke galibiyetini getirdi.

- Trenden stada doğru yürürken sürekli bilet alışverişlerine şahit oldum haliyle. Fiyatlar 200 ile 300€ arası değişiyordu ama “abi 300€ ama 200’e bırakırız” şeklindeki “pazarlık” eğlendirdi.



- Stada ilk ulaşım VIP girişinin önündeki meydanımsı bir alandan. Burası tam olarak TT Arena – metro arasındaki “aslanlı yol”un olmasını istediğim şekilde düzenlenmiş. Küçük küçük 5-6 tane büfe, atkı-bere vs satılan küçük bir “store” ve ormanlardaki piknik alanlarında gördüğümüz tarzda tahta masa-tabureler. Ve bu büfeler bizdeki gibi soğuk köfte servis eden ama isimden dolayı kazıklayan cinsten değil, gayet kaliteli ve makul. Sosisli 1.5€, bira 2€, sıcak şarap 2.5€ gibi. Hissedilen sıcaklığın -12 civarı olduğu bir havada stadın hemen önünde sıcak şarap satılması büyük keyif. Birini orada bizim taraftarların meşale şovlarını izlerken içip birini de stadın öbür tarafındaki giriş kapısına yürürken yolluk yaptım.

- Stat çok güzel. TT Arena yapım sürecinde çok konuşulan, kıyaslanan statlardan biriydi malum. O gözle baktığımda benzerlikler oldukça fazla, ancak dış görünüş olarak Veltins Arena çok daha estetik bana göre. TT Arena’nın mimarı Mete Arat’ın “çıplak beton görüntüsü” ısrarının illa ki benim bilmediğim bir mimari isabeti vardır ama çepeçevre camla kaplı görüntü sıradan bir taraftar olarak daha sıcak, daha bir “ev gibi” geliyor bana. Başka bir avantajı da statın içine girince fark ediliyor. Bizim stadın üst katlarına gitmiş olanlar dışarıdan daha soğuk olduğunu ve baharda bile ciddi üşündüğünü bilirler, burada ise dışarıya göre çok daha sıcak bir hava var.


- İçeride önce televizyonlardan geldiğini sandığım, sonra ise stat hoparlörlerinden geldiğini fark ettiğim Harlem Shake ile karşılaştım. Harlem Schalke.

- Deplasman tribünü dışındaki “Truvacı” Galatasaraylı yüzdesi geçmiş Almanya maçlarına oranla oldukça düşüktü. Sanırsam uA Avrupa’nın protestosunun da payı var bunda. Tek başlarına bir kaç bin kişi gelebilirlerdi.

- Bulunduğum tribün Kapalı/Maraton/Doğu’ya denk gelen tribünün alt katıydı. Biletler bizimkilerden daha ucuz olsa da yaş ortalaması yüksek. Tribünde formayla oturan, gollerde bağırıp çağıran bir çok Galatasaraylı vardı ve ufak tefek sataşmalar ve küfürler dışında pek bir tepki görmediler. Küfür dediğim de –Almanca’da pek küfür olmadığından- kendince en ağır küfürleri olan “Wichser”, ki bizde genelde kahvehanelerde velet sevmek için kullanılan “osbirci” anlamına gelir. Onu da Servet yazan bir milli takım formalıya ettiler ki o forma sebebiyle benden bile yiyebilirdi küfrü. Bir de ikinci gol sonrası deplasman tribününden gelen “Türkiye” tezahüratına kızıp “Türkiye’ye dönün o zaman” diye bağıranlar oldu, o tatsızdı bir miktar.

- Maç öncesi seramonisinde bize benzer şekilde anonsçu ismi, tribünler soyadını bağırıyor. Yalnız bizden farklı olarak yedekler için de yapıyorlar aynısını. Altyapı oyuncularına sevgileri oldukça kuvvetli. Draxler’den sonra en çok alkış alan oyuncu yedekteki Max Meyer’di. 

- Tribün performansı hayalimdeki Arena tribünü. Kale arkası 90 dakika ve oldukça tempolu şekilde bağırıyor. Diğer tribünlerde önemli anlarda ayakta ve yine tempolu bir şekilde dahil oluyor. Şu maçın tam tersi TT Arena’da oynansa tribünler en geç 85. dakikada havlu atardı, adamlar 93. dakikada bile bizdeki “Tam Zamanı Şimdi”ye denk gelen tezahüratlarına devam ettiler.

- Drogba’ya maç boyu sövdüler, kendini atıyor, yatıyor, sportmenlik dışı diye. En ağır küfürleri Arschloch’u bile kullandılar onun için. Hatta maç sonrası dönüş yolunda bile sövmeye devam ediyorlardı. Semih de sakatlandığı pozisyonda küfürlerden nasibini aldı ama utanıp alkışladılar sonrasında.

- Sonuçta gittik, gördük, yendik. Buradan teğmene bana kalbi kadar temiz bu sayfayı ayırdığı için teşek...öhm...Nice zaferlere efendim (Jose selamlar).

*Gelsenkirşen’den oğlum gelecek, evi boşaltın.

Sicim


LeBron t-shirtünün ardından Heat capi... Ne diyeyim Filip sana ben?

Köprü

Person of Interest ile Lost'un arasındaki köprüyü biliyorsunuz. Lost'un yaratıcılarından (creator) olan J.J. Abrams, Christopher Nolan'ın kardeşi Jonathan Nolan'ın yarattığı Person of Interest dizisinin yapımcı (executive producer) yönetmenlerinden biri. Dolayısıyla iki dizi arasında bir sürü gönderme, aynı konuk oyuncular, hatta aynı başrol oyuncular kullanıldığını da biliyoruz. En başta Lost'un Benjamin Linus'ı Michael Emerson, bu dizide karşımıza Harold Finch olarak çıkıyor. Diğer yakalayabildiklerimden bazıları da Lost'un Charles Widmore'u Alan Dale, Miles'ı Ken Leung, ve en son izlediğim bölüm olan 02x08'de karşımıza çıkan Jacob, Mark Pellegrino. Daha bir sürü ara detay, birkaç kullanılan aynı oyuncu vs. vardır ama dediğim gibi ben en son 2. sezonun 8. bölümünü izledim ve hatırlayabildiklerim bunlarla sınırlı.

Ben size diğer köprüden bahsedeceğim. FOX'un piyasaya sunduğu yeni bir dizi var, The Following. Başrollerini Kevin Bacon ile James Purefoy oynuyor ve dizinin yaratıcısı ve yapımcısı aynı isim, Kevin Williamson. Artık Williamson ile Abrams'ın aralarındaki bağı bilmiyorum, ya da POI'nin aşırı derecede fanı mıdır emin değilim. Ama dizisinin, Person of Interest ile arasında yakaladığımız ince göndermeler ve benzer oyuncular kafayı sıyırtacak derecede fazla. Bakalım;



Öncelikle bütün ikili karelerden yukarıdakinin Person of Interest'e, aşağıdakinin The Following'e ait olduğunu söyleyelim. Spoiler vermemek için de elimden geleni yapacağım ama küçük, çok minik bilgiler kaçabilir. Önemli değil. Annie Parisse. Onu POI'de birkaç bölümde gördük. Kara Stanton rolünde Finch'in CIA'deyken eski silah arkadaşı. The Following'de ise POI'deki konuk oyunculuğundan daha üstün bir rolde oynuyor. FBI'dan Debra Parker.



Susan Misner. İki dizide de konuk oyuncu ama POI'de rolü biraz daha fazlaydı. Orada John Reese'in eski sevgilisini oynuyordu. Birkaç bölümde gözüktü. The Following'de ise sadece bir bölümde Ryan Hardy'nin kız kardeşi olarak gördük. İleride yine karşımıza çıkması olası.



POI'nin 2. sezon, 2. bölümünde Emily Robinson karşımıza kütüphanede bir bilgisayar oyunu oynayan ama oyunun zorlayıcı bir bölümünü asla geçemeyen küçük Hanna Frey olarak çıkmıştı. The Following'de ise bir bölümde Ajan Debra Parker'ın küçüklüğünü oynadı.



Yine pek önemi olmayan konuk oyunculardan Jacinto Taras Riddick. POI'de 02x08'de gördüğümüz kiralık katillerden biriydi. The Following'de de Joe Carroll'ın yandaşlarına yardım eden bir adam olarak gördük kendisini. İki dizide de bir daha karşımıza çıkma ihtimali çok düşük ama iki dizide de oynayan konuk oyunculardan.


İki ayrıntı daha var yakaladığım. Person of Interest, bölüm sonlarındaki şarkılarıyla meşhurdur. The Following de POI kadar olmasa da standart üstü bölüm sonu şarkıları koyar. Fever Ray'in If I Had a Heart'ı POI'nin ilk sezon, 15. bölümünün sonunda ve The Following'in ilk sezon, 6. bölümünün sonunda çalındı. Şarkı aynı zamanda Breaking Bad'in bir bölümüne de konuk olmuş ve piyasadaki yeni dizilerden Vikings'in de açılış müziğiymiş. Hala duymayan varsa diye yukarıya koydum.


Gelelim en can alıcı göndermelerden bir tanesine. The Following'de genç FBI ajanlarından Mike Weston'ı oynuyor Shawn Ashmore. Dizide kendisine yapılan bir işkence sırasında tam adı söyleniyor, Michael Emerson Weston. POI'nin başrolündeki Harold Finch'i kim oynuyor? Michael Emerson. Vaov.



Artık iki diziyi de öyle dikkatli izlemeye başladım ki, olmadık benzerlikler yakalamaya çalışıyorum. Mesela bu iki adamı aynı sandım, ufak bir araştırma yaptım ama değillermiş eheh. Biri Bryce Pinkham, diğeri de Arian Moayed. Ama benziyorlar harbiden de amk.

Benim yakalayabildiklerim veya hatırladıklarım bu kadar. Dediğim gibi en son 18. bölümü yayınlanan Person of Interest'in 8. bölümünü yeni bitirdim. Başka benzerlikler çıkarsa belki buraya eklerim. Kaçırdıklarım varsa siz de yorum kısmına eklemekten çekinmeyin.

Retro 264


Konsekütif

Miami Heat, üst üste 20. maçını kazanarak "tarihin en iyi üst üste maç kazanma performansı" listesinde '71 sezonu Bucks takımını yakaladı. Şimdi burada ilginç bir nokta var. Bu dalda birinci Lakers'ın 33 maç üst üstesi var ve oldukça uzak an itibarıyla. Biz en iyi ikinci rekora bakalım.

Houston, 2008 senesinde 22 maç üst üste kazandı. 23. maçlarında Boston'a yenildiler. Şimdi takvimi açıp sayıyoruz. 20 maç kazandı Miami, sırada Bucks ve Toronto var. Bu ikisini kazandılar diyelim, 23. maç?



Tam boyut için görsele tık.

ps: Bu sabah Miami, 76ers'ı da yendi. Sayfaya yansımamış. Onu da diyelim.



Rekorla iligi sayfa burada. (NBA.com)

Yanılgı

NBA.com'un mükemmel bir stats bölümü var. Benim gibi istatistik meraklıları için sağlam kaynak. Oyuncuları teker teker incelemek adına güzel. He, orayı keşfetmeden önce isteklerim daha sınırlıydı. Şimdi daha da fazlasını istiyor insan. Geçenlerde ligde en çok birbirine asist yapanlar kimdi diye konuşuyorduk. Ben kaynak bulamadım, gösteren de olmadı.

En kestirme yöntem, en skorer uzunlar üzerinden yola çıkmak gibi geldi. Şöyle bir tablo çıktı ortaya.



Oldukça olası zaten şu durum. "Sezon başında sorsalar" muhabbetine girsek Howard'ın yanına Kobe değil, Nash koyardık. Tamam, sakatlıklar falan var da. 30 küsür var yanılmıyorsam. Çok az o da. Lakers'ın komple Kobe'nin üstüne yıkılmasını da düşününce olağan oluyor tabii.

İkinci sıradaki Deron - Brook Lopez uyumu gözlerden kaçmasın. Onların da diğerleri gibi kaçırdığı maçlar oldu. Açıkcası sezon sonuna doğru o fark kapanabilir derim. Deron da, Brook da "yanma" döneminde. Bakalım (evet, takımdan torpil geçtim).




Aynı oyuncuların asist üzerinden sayı bulmaları da bu şekilde. DeMarcus ekmeğini taştan çıkartmış. O takımda doğal tabii desek olur ya gerçi. Mo Williams'ın sakatlığında, Al Jefferson Tinsley'den 61 asist almış, Cousins kimseden bir şey alamadan. :(



Bir de bu mevzu var. Jump Shot'lardan isabet oranları. Lee'nin oranını daha yüksek, Bosh'un bu seneki oranını daha düşük bekliyordum açıkcası. Burada görünmeyen bir detay: Howard dışındaki oyuncuların hemen hepsinin jump shot denemesi sayısı, dunk veya layup sayılarından fazla yanlış hatırlamıyorsam. O da ufak bir detay aradan.



Geçenlerde Blake Griffin'in "şutunu geliştirmesi" mevzusu döndü. Hani gözümüzle gördüğümüz, herkesin söylediği, okuduğumuz falan... Bariz geliştirdi diyorduk. Son iki sezonun yaklaşık 60 maçlık serilerinden çıkan tablo bu. Soldaki tablo geçen sene, sağdaki bu sene. Öyle "çok" gözle görülür bir gelişme yazmıyor. Hatta acı gerçek, jump shot isabet yüzdesi geçen sene 28, bu sene 27. Eah. Post Fadeaway veya Hook'lar iyiyse demek :s (görsele tık, tam boyut).

EK: Sıralamaya girmeyen ancak "ulan olmazsa olmaz şimdi" dediğim Tim Duncan var. Toplamda 105 asist almış Parker'dan. Jump Shot isabet oranı 37%. Sayılarının 68%'ini asist üzerinden yapıyor. Bu arada Spurs de ligin en çok asist yapan takımı. İsabetli şutlarının %63'ü asist üzerinden üretiliyor.

NWF




- Bizde zencinin imanlısı makbuldür.

Martin Luther King, 1963, Washington

Nerden Nereye 109






Dime #17


-Noche Latina... İlk kez 2006-2007 sezonunda uygulamaya giren, NBA'in belki de uluslararası en çok reklamı yapılan, en kapsamlı ve düzenli uygulamaya konan gecesi. Daha doğrusu artık geceleri, haftaları, ayı. Ligdeki bazı şehirlerde sıklıkla bulunan hispanik vatandaşları ve bazı takımların hispanik oyuncularını anma adına düzenlenen geceler. Belirli takımlara (Bulls, Lakers, Suns, Spurs, Heat, Knicks, Magic), belirli yeni hispanik takma adlar (Los Bulls, Los Lakers, Los Suns, Los Spurs, El Heat, Nueva York, El Magic) veriliyor. Bazısı şehirdeki vatandaşların büyük kısmının latin kökenli olmasından (Miami, Orlando, Los Angeles), bazısı da takımlarında latin oyuncuların bulunmasından (San Antonio - Splitter, Ginobili veya Phoenix - Scola gibi) bu takma adları alıyorlar. Ligdeki bütün hispanik oyuncular şurada, Ligin düzenlediği Noche Latina 2013 programı da burada.

-Kobe Bryant neler yapıyor? Yani gerçekten, kariyerinin son bölümünde belki de daha önce hiç görmediğimiz bir Kobe izletiyor bizlere. Geçen seneyi çok savruk geçirmişti. Bu seneye de öyle başladı. Sene başında belki de takımda bir tarafını yırtan tek kişi o gözüküyordu ama ben hiç memnun değildim o performansından. Sonra başka bir role büründü, Magic Mamba. Daha az şut kullanmaya, topa daha çok hükmetmeye ve asistleriyle takımı oynatmaya başladı. Sezona tüm maçları 10'ar 10'ar bölerek baktığımızda ilk 10 maçta (1-10) 26.4 sayı, 5.4 asist, sonraki 10 maçta (11-20) 30.3 sayı, 4.6 asist, sonraki 10 maçta (21-30) 33.6 sayı (burada delirip maç başına 25.7 şut kullanmış), 4.7 asist, sonraki 10 maçta (31-40) 28.0 sayı, 4.3 asist, sonraki 10 maçta (41-50) ise 19.4 sayı (16.8 şut denemesi), 7.3 asist. Şimdilerde kendisine yeni bir lakap buldu ve bence çok klas: Vino. İtalyanca'da şarap anlamına geliyor ve bu kelimeyi duyunca artık aklımıza sadece Alexandre Vinokourov gelmeyecek. Lakers resmi twitter hesabı da şöyle bir fotoğraf paylaştı geçtiğimiz günlerde. Nerede kalmıştık, 51-60. maçlar arası 18.6 şut denemesinde 26.2 sayı, 7.3 asist ve son 4 maçta da 19.5 şut denemesinde 33.0 sayı, 8.8 asist. Oklahoma City karşısındaki 2 asistlik performansını görmezden gelirsek, son 3 maçında 11 asist ortalamasıyla oynadığını söyleyelim. New Orleans'a 42, Toronto'ya da 41 attı. Ayrıca şunu, şunu, şunları, bir de bunları yaptı ve Lakers an itibariyle 33-31'le Batı'da 8. sıraya yükseldi. VINO!

-Derrick Rose'un ACL sakatlığını yaşamasının üzerinden 10 ay geçmiş. Daha dün gibi geliyor di mi? Gözümüzün önünden asla gitmeyen o pozisyon. Halbuki insanlar işine gelmeyen şeyleri çok çabuk unutuyorlar ve bazen çok acımasız olabiliyorlar. Mesela an itibariyle 100 kişiye ligin en iyi 5 oyuncusunu sorsanız, Bulls taraftarı olmayanların tamamının saydıkları oyuncular arasında Derrick Rose olmayacaktır. Derrick Rose, iki sene önceki normal sezon MVP'si. Birkaç gün önce doktorlar oynamaya hazır olduğunu açıklamış ancak kendisi hala dizine tam olarak güvenmiyor ve sol bacağından güç alarak zıplayıp smaç basamadığını belirtmiş. Bunu gerçekleştirene kadar da dönmeyi düşünmediğini. Daha önce de %110 olmadan dönmeyeceğini söylemişti. NBA'de şampiyonluk kazanmak kolay değil. İmkan olan her senede sonuna kadar zorlamak her süperstarın yapması gereken. Bu sene de Chicago Bulls'un Rose'la birlikte az da olsa bir şampiyonluk şansı var ve millet, Rose'dan bahsediyoruz — yapmayın yahu gerçekten Rose'dan bahsediyoruz, eğer bir ihtimal varsa bunu ligde en çok kovalayacak adamdan. Oyunu patlayıcılığa, ani yön değiştirmelere ve duraksayıp hızlanmalara dayalı bir süperstar ve ACL sakatlığı. Lütfen onu anlamaya çalışın ve biraz daha sabredin. Zamanı gelince dönecektir.


-Inbound violation NBA'in bana göre en komik top kaybetme biçimi. Ryan Anderson'la Eric Gordon'ın yukarıdaki elden ele topu verme şeklinde yaptıkları inbound violation iseee... hiç komik değil.

-Oklahoma City Thunder geride bıraktığımız haftada çok zor maçlar oynadı. Nuggets deplasmanı, Clippers deplasmanı, Lakers, Knicks, Celtics — arada bir de Bobcats var ve bu gece de San Antonio'ya gidecekler. Çok zor ve gergin maçlar. Bu maçlardan sadece Nuggets deplasmanını kaybettiler ve çok önemli bu sınavdan A-'yle geçmeyi başardılar. Aynı zamanda çok da gergin geçti maçları, özellikle Clippers, Lakers ve Knicks. Tabii ki Ibaka-Griffin olayına zemin hazırlıyorum. Pozisyonu hala görmediyseniz veya tekrar izlemek istiyorsanız buyrun. Öncelikle Perkins "I didn't see it to where it was like that flagrant. Griffin took Ibaka's arm and knocked him down. The dude is known for flopping anyway, so that's what it is." derken Ibaka da kendisini "If you can see the replay, you can see he grabbed my jersey first so I wanted to try to defend myself. But not to hurt him." şeklinde savundu. Benim yorumum muhtemelen hafta boyunca söylenenlerden farklı olacak. Ibaka'nın cezayı kendisinin kesmesinden son derece memnunum. Pozisyonun içinde Blake Griffin varsa kimin haklı olduğunu kestirmek güç oluyor ve Serge Ibaka'nın bu hareketi durduk yere yaptığına inanmıyorum. Dolayısıyla bu hareketi zalimlik olarak değil de adaletin yerini bulması olarak yorumluyorum. Griffin'in ribaunt pozisyonunda elinin Ibaka'nın formasında olması legal mi? Değil. Kim bilir maç içinde bizim görmediğimiz anlarda neler neler yaşandı da Ibaka en sonunda böylesine absürt bir hareketle patlamak zorunda kaldı. Zaten bu olaydan sonra Ibaka, Griffin'le karşılaştığı ilk pozisyonda ona basket faulü yaptırdı ve 6. faulünü alan Griffin'in oyundan çıkmasını sağladı. Sonraki Clippers hücumunda da çok kritik bir blok koyarak takımının maçı almasına büyük katkıda bulundu. Rahatsız olduğum tek konu, NBA'in bu harekete maç cezası vermemesi. Ne olursa olsun en az bir maç cezası hak ediyordu. Daha önce aynı hareketi yapan isimler (Demarcus Cousins, Will Bynum vs.) ceza almışlardı çünkü.

-Ben gerçekten periyot bitimine 1 veya 2 saniye kala, ve hatta saniyenin altında bir süre kalsa bile, kullanılmayan anlamsız şutları anlamıyorum. Anlatamıyorum da... Şöyle ki Alonzo Gee 0.8 saniye kala kendi sahasından topu fırlatıyor ve hem tüm salonun ayağa kalkıp maça girmesini sağlıyor, hem de takımının ikinci periyoda beş sayı yerine iki sayı geride girmesini ama bazı oyuncular, atıyorum 1.8 saniye veya 2.4 saniye veya hatta ben 5 nokta bilmemkaç saniyeye bile tanık oldum ve bahsedeceğim oyuncu Josh Smith, topu kenardan alıp rakip potaya bakmaya bile tenezzül etmiyorlar. Çok yazık.

-Bill Simmons, Grantland'de NBA'in en iyi anlaşmalarını masaya yatırmış. Tamamen ligdeki kontratlarla alakalı bir yazı, meraklısı kaçırmasın. Zach Lowe'un röportajları devam ediyor, sıradaki isim bu sene sakatlıklar nedeniyle pek sık parkede göremediğimiz Kevin Love. Scott Howard-Cooper, NBA'in resmi sitesine Iguodala'nın oyunundaki değişimden bahsetmiş. Çok sevdiğimiz Holly Mackenzie de bu seneki ve geçmişteki Toronto Raptors üzerinden kazanmanın kolay olmadığını SN'e yazmış. Son olarak Kevin Arnovitz, Jim Cavan, Curtis Harris, Matt McHale ve Jared Wade, ESPN'de beş soru üzerinden Doğu'daki playoff yarışını tartışmışlar.


-Yaratıcı Orlando taraftarı...

-Bu bölümü özlediğinizi düşünüyorum;

Who's HOT?

-JJ Redick'in gelişinden sonra Monta Ellis'in clutch oyunlarıyla ön plana çıktığı Milwaukee Bucks'ta Brandon Jennings lige girdiğinden beri bize hiç göstermediği bir yönünü gösterdi: Asistler. Kariyer ortalaması 5.7, bu sezonki ortalaması 6.7, ve sıkı durun, son 5 maçtaki ortalaması 13.2! Sırasıyla 19, 17, 12, 10, 8. / Deron Williams sene başından beri bir türlü beklenen performansı gösteremedi ve sonunda tüm hıncını Washington Wizards'tan çıkardı: tek devrede NBA rekoru olan 9 üçlük! Performansı buradan izleyebilirsiniz. İlk çeyreği de 7/7 üçlükle kapadı, ki bu da bir rekor. Maçı da toplam 11 üçlük ve 42 sayıyla bitirdi. Geçen hafta da Steph Curry 11 üçlük atmıştı. O alanda NBA rekoru 12 üçlükle Kobe Bryant ve Donyell Marshall'a ait. / Miami Heat en son Şubat'ın ilk gününde Pacers'a yenilmişti. Dün Pacers'ı sahalarında yenerek üst üste 18. galibiyetlerini aldılar. Boston Celtics 2008'de üst üste 19 maç kazanmıştı. NBA rekoru 33'le Los Angeles Lakers'a ait. / Larry Drew'ın Josh Smith-Al Horford pick'n roll'ü, özellikle de crunch time'da durdurulamıyor. Ya da zor durduruluyor diyelim çünkü Celtics'le deplasmanda oynanan maçta Kevin Garnett bunu başardı. O maçın normal süresinin sonunda, Lakers maçının sonunda ve Bucks maçının sonunda bu oyunu oynadılar. / Jamal Crawford ve Blake Griffin'in alley-oop'ı, sanırım sezonun en iyi hareketi.

Who's NOT?

-Demarcus Cousins Nuggets karşısında 1/12 ile 8 sayıda ve Warriors karşısında 2/10 ile 5 sayıda kaldıktan sonra Suns maçında 9/13 ile 22, Bucks maçında da 10/12 ile 24 atıp toparladı derken bilin bakalım ne oldu? Doğru tahmin, EJECTED! / Brandon Knightkimse, KİMSE sevmiyor. / Javale McGee ile Shaq arasında sene başından beri ilginç bir ilişki var. Daha doğrusu sadece Shaq odaklı bir ilişki. Shaqtin' a Fool'dan bahsediyorum. Nihayet ikisi telefonla da olsa buluşturulmuş ve McGee biraz şakayla karışık da olsa durumdan pek haz etmediğini açıkça belirtmiş. / Eski Nuggets ve Knicks oyuncusu Renaldo Balkman, bu sene oynadığı Filipinler Ligi'nde terör estirmiş ve ligden ömür boyu men cezası yemiş. / Andy Greenwald'den sonra Grantland'deki The Walking Dead recapler'i hiç çekilmiyor. En son 3. sezon, 12. bölüm recap'ini Rembert Browne yazdı ve sayesinde Rembert Browne'dan soğuduk. Bay Greenwald, diziden nefret etseniz de lütfen geri dönün ve TWD recapler'ini yeniden devralın. Lütfen.

-"Let me or @mettaworldpeace do that & I guarantee its a 5 game suspension.. I luv *how* there are different rules, for different people!" Matt Barnes. Ibaka'nın Griffin'e yaptığı hareket sonrası maçtan sonra twitter'dan bu tweet'i gönderdi. Sonra da bunu ve şunu. Yukarıda da bahsettiğim gibi, Ibaka'nın yaptığı hareketi anlayışla karşıladım ve beğendim. Ama burada da Matt Barnes'a sonuna kadar katılıyorum ve hayatım boyunca böyle bir cümle kuracağımı düşünmezdim.

Kekik


Eskişehir yine katalogda olmayan sarıyı giydi. Kayıt düşelim. Ali Baba'nın ligi ya resmen. Ama karşılıklı güzel olmuş, onu söylemeden edemem. Karabük'ün şu kombinasyon çok hoş zaten.