Kobe Bryant - Çocukluğun Sonu

(Bu kez bir Kobe hayranından yazı var. Aslında kendisini "transfer" ettik geçenlerde, ama bu kez postu ben yayınlamak zorunda kaldım. İyi okumalar.)



Kobe Bryant, 13 Nisan 2016’da 20 senelik görkemli kariyerine yakışır şekilde noktayı koydu, fakat bu emeklilik benim için NBA, Lakers gibi kavramlardan çok daha büyük bir şeyin simgesiymiş. Yeni yeni kafama dank ediyor.

NBA ile tanışmam 2001’de Iverson’ın tek başına aldığı Lakers – Sixers final serisinin ilk maçıyla oldu. O gün (o an tekrarı ya da özeti olduğundan bihaber) denk gelip izlediğim maçta mahalledeki Tufan abi'nin dilinden düşmeyen bir ismi duyunca heyecanlanmıştım, Shaq. İsmini duyduğun birini görmek, o yaşların da etkisiyle direkt Lakers ve Shaq tarafına ilgi duymamı sağladı, Iverson, izlediğim o maçta 80 de atsa kararım değişmezdi sanırım. 1 hafta sonra ise NBA’e dair anımsadığım ilk net anımı yaşadım. Haftasonu (şimdi baktım da Cumartesi sabahı imiş) sabah erkenden çizgi film izlemeye kalkınca yine aynı maça denk geldim; fakat maç bitmiş, dev adam Shaq ve arkadaşları altta bulunan fotoğrafı veriyordu. İlk maçta yenildiğini gördüğüm takımı kazanırken görmek saçma bir mutluluk oluşturdu bende. Muhtemelen o gün dışarı çıkınca Tufan abi'ye koşmuşumdur.



Neyse, tarihi biraz ileri saralım. 2002 ve 2003’te de NBA’e ilgim sağdan soldan duyduğum skorlar ve ertesi gün tekrarını izlediğim Jordan’ın son All-Star maçından öteye gitmedi. O maça dair hatırladığım iki an ise hala aklımda. İlki Dünya genelindeki izleyicilerden gelen yorumlardan birinde “Bu maç hiç bitmesin” tarzı bir mesajın olmasıydı. İkincisi ise maç sonunda Kobe’nin serbest atışları… 2001’den kalan Lakers sempatisiyle 3’ünü de atsa maçı kazanacakları bir anda Kobe’nin kaçırmasına epey sinirlenmiştim. Diğer uzatmada yaşananlara dair hiçbir şey yok hafızamda.



2004 Final serisi, uğruna alarm kurduğum ilk NBA maçlarıydı. Kobe’nin çektiği sıkıntıları, Malone – Payton transferleri açıklandığında kopan yaygarayı ve sene boyu süren sakatlıkları babam ve mahalle abilerinden duymamın da etkisiyle, merakım üst boyuta çıkmıştı. NBA’de duyduğum ilk isim Shaq’a olan ilgimin Kobe’ye kayması da büyük oranda o sezon gerçekleşti. Tecavüz skandalı, Shaq figürünün özellikle ülkemizdeki etkisi, genç Kobe’nin Shaq’la ilişkisi yakın çevremde ve sağda solda kulak misafiri olduğum her ortamda insanların Kobe’den uzaklaşmasına yol açsa da benim için tam tersi geçerli. Evdeki PlayStation’da NBA Live 2003’te defalarca aldığım Lakers’ta Kobe ile yaptıklarım, (yaşın da etkisiyle) estetik smaçları ve üçlüğü dominantlığa tercih etmem ve (epey sonradan fark ettiğim) genel kesim tarafından nefret edilen karaktere beslediğim ekstra ilgi, Kobe’yi benim için NBA’in en önemli figürü haline getirdi. 2004 Finalleri 2. Maçın sonundaki canlı izlediğim basketi de bunun resmî ilanı oldu.

2005’te Shaq gitmesine rağmen takım değiştirmedim; hatta Miami’ye çocukça bir nefret dahi besledim, çünkü ben o büyük kavgada Kobe’nin tarafındaydım. Christmas maçında Kobe’nin çabasına rağmen kaybetmeleri o sezona dair hatırladığım tek an.



2006, hem Kobe’nin kişisel kariyerinin hem de benim NBA'le alakamın o ana kadarki zirve dönemi oldu. 2005 sonbaharında yeni eve taşınmamız, ablamın üniversite için evden ayrılması gibi birçok önemli gelişme hayatımı etkiledi. NBA TV’nin uydu üzerinden izlenebildiğini bilmem ve eve uydu yayını alınması için direttiğim kısa dönem hala aklımda. Ablamın artık yanımda olmaması ve lise sınavına gireceğim sene olması sebebiyle eve internet alınmamış, gündüzüm gecem NBA TV izlemekle geçer olmuştu. Kobe’nin sezon ilerledikçe deli atmasıyla 2005 sonlarına doğru amcamlara gidip internetten, NTV’nin sitesinden NBA TV’nin aylık programının çıktısını alıp odama asıyor, Lakers maçlarının olduğu günleri her ayın başında işaretliyordum. 81 attığı gece hayatımın en özel anlarından, tekrar yazmak yerine şuraya bırakayım. O sene yalnızca NBA TV sayesinde bile izleyebildiğim sayısız özel performans, verilmeyen MVP ödülü, Suns serisindeki smaç, son saniye basketi, 6. Maçtaki Tim Thomas… Lakers ve Kobe benim için artık bir hobiden çıkıp, futbolun da önüne geçerek bir tutkuya dönüştü.

2007 yazında internette dolaşırken bulduğum LakersTR oluşumu ise Kütahya gibi bir yerde hiç görmediğim benim gibi manyakların başka şehirlerde de olduğunu gösterdi bana. Tartışmalar, yorumlar, 15 – 35 yaş arası alakasız birçok insan Lakers ve Kobe’den bahsediyordu. Sezonun başlamasıyla forumda geçirdiğim zamanın süresi artıyor, artık oradaki insanlarla NBA dışı konularda da konuşmaya başlıyordum. 2008 Şubat’ta gelen Gasol ve Lakers’ın ligde tekrar iddialı konuma gelmesi bu oluşumun klavye başından çıkıp gerçekten bir araya gelmesini sağlamış ve buluşmalar düzenlenmeye başlanmıştı. Kuzenimde kaldığım bir gün, forumda neler olmuş diye bilgisayarın başına oturmam ve atılan tonla yeni mesaja anlam vermeye çalışırken Gasol ismini görmem, şu an öyle gelmiyor olsa da o dönem hayatımdaki en tatlı sürprizlerdendi.



2008 – 2011 arasında Lakers tekrar ligin zirvesindeydi. Evet, bu takıma ilk ilgi duyduğumda da benzer konumdaydılar, fakat artık ben taraftar ve bilinçli bir izleyici, Kobe ise oyununun olgunluk döneminde bir süperstardı. En büyük eleştiriyi bencilliği üzerinden alan Kobe, yanına Gasol’ü alıp ligi darmaduman ederken bu sefer gençliğinde Shaq’la yaşadığı ego savaşına hiç girmemişti. Fakat rekabetçi ruhu hala aynı, hatta Shaq’sız başarılı olamayacağını düşünen büyük kitle yüzünden daha da kamçılanmış durumdaydı. Liseye hazırlanırken, Kobe’nin kişisel rekorlarını geliştirmesi için sabahlarken, üniversiteye hazırlanırken, Kobe’nin Lakers’ı şampiyon yapması için alarm kurdum.

Sonraki 2 sezon, 2003’ten beri Lakers’tan en çok uzak kaldığım dönemdi. Başka şehirde üniversite, yurt hayatı, sorunlu internet, üniversite öğrenciliğine alışma evresi… Aynı dönem Lakers için de saçma sapan geçti sayılır: Büyük umutlar ve hayal kırıklıkları… Ligin o dönem en iyi uzunu ve kısası sayılabilecek Howard ve Nash’i kadrosuna katan takım, beklentilerin aksine tepetaklak oldu. Savaşan tek isim ise yine Kobe’ydi. Takımı en azından Playoff’a taşıyabilmek için her maç 45 dakika ortalamayla oynayan Kobe, tam NBA ve Lakers’tan uzaklaşma sürecimde beni tekrar hayata bağladı.

13 Nisan 2013’te ise Kobe’nin kariyerinin en kötü günüydü ve ben en iyi gününde olduğu gibi yine canlı izliyordum. Normal sezonun son maçında Playoff’a kalabilmek için evinde Golden State’i yenmesi gereken Lakers, Kobe’nin üstün çabalarıyla maçı kazandı; ama Kobe maçın sonlarına doğru bir anda yere yığıldı. Hareketlerinden ciddi bir şey olduğu anlaşılsa da yürüyebilmesi, burkulma vb. bir ihtimali düşündürdü. Gerçek ise 1-2 saat sonra ortaya çıktı: Kobe, aşil tendonunu koparmıştı. “Minimum 6 ay tedavi”, “o yaşta bir sporcunun geri dönmesi zor”, “emeklilik kararı alabilir”… "Kobe playoff’a soksun, belki Spurs’ü eleriz" diye düşünürken, 2 saat içinde tüm her şey çöp oldu. Bir anda oturup ağlamaya başladım. Birkaç gün ne olduğunu soran insanlara durumu açıklayamıyor, haberi duyan ve ilgimi bilenlere ise niye bu denli etkilendiğimi açıklayamıyordum. Şimdi az çok kavrayabiliyorum, o sabah bir anda çocukluk kahramanımı kaybetmiştim.



Ertesi sezon Kobe, beklenenden de erken döndü: İlk basketinde yine ağladım, ama bir şeyler değişmişti artık. Kabullenmeye çalışırken Kobe’nin vücudu kaldırmadı ve bir sezon daha kapandı. Ertesi sene biraz daha iyi gözüktü, sırf onun için tekrar alarm kurmaya başladım derken yine bir anda sezonu kapadı. NBA’e ilgim azalmış, Lakers’a ise hiç kalmamıştı. O boşluğu sinema, çevre vs. ile doldurmaya çalıştım 1-2 sene. Buna alışmam lazımdı, artık Kobe yoktu.

Bu sezon başında, Kobe ligde 20. Sezonunu kutlarken felaket maçlar geçiriyordu. Bense tüm çocukluğuma ihanet ederek artık bırakması gerektiğini savunuyor hatta ona küfür bile ediyordum. Her şey bırakma kararını açıklamasıyla değişti. Bu, Kobe’ye layığıyla veda edebilmem için bir fırsattı. O kadar erken açıklaması gittiği her yerde göreceği ilgi ve saygıyı artıracağı için kendi lehine olsa da, bu egoist yaklaşım benim için hiç sıkıntı değildi. Benim sevdiğim Kobe buydu zaten.



13 Nisan 2016, malum tarih geldi. 24 yaşında, Kobe için son kez alarm kuruyordum. Annem-babam fark etmesin diye sessiz ya da kulaklıkla açtığım tonla maç gibi, ev arkadaşım uyanmasın diye sesi kısıp televizyon başına oturdum. Tek beklentim 2-3 zor şut sokması, maçı kazanmasıydı. Maça bol şutla giriş yapan Kobe yüzdesiz bir maç çıkarmasına rağmen atmaya devam ederek kariyerine selam çakıyordu, takım da savunma yapmayarak sezona. Maçın son 4 dakikasında ise büyülü bir şeyler olmaya başladı. 37 yaşındaki Kobe, 10 sene önceki, 15 yaşında izlediğim adama dönüştü. Attığı tüm şutlar giriyor, farkı kapatıyordu. Son molaya girdiğinde tek dileğim eline son bir maç kazandırma şansı geçmesiydi ve tanrı, kader, karma her neyse bunu sağladı:

Kobe, son maçında üstelik 60 atarak maç kazandırdı.

2 kez sakatlığı yüzünden ağladığım adam bu kez beni mutluluktan ağlattı. 23 Ocak 2006 sabahı okula giderken, gördüğüm herkese anlatmak istediğim coşku son kez benleydi. Kobe basketbola, ben çocukluğuma veda ettim. Olmasaydın yıllarca neye tutunurdum bilmiyorum ama, beni bu kadar uzun süre yüz üstü bırakmayan biri ya da bir şey olacağını hiç sanmıyorum. Eyvallah Kobe…  


0 yorum: