Tim Duncan ve Ben (Bir Doğuştan Spurslü'nün Duncan Hakkındaki Düşünceleri)


(Orijinali için, tık lütfen. Shea Serrano'yu NBA ile ilgiliyseniz ve Twitter kullanıyorsanız, tanımama ihtimaliniz pek az. Duncan'ın gidişini en iyi yazabilecek kişilerdendi, öyle de olmuş.)

Bu haftasonu Tim Duncan videoları izliyordum ve aklımda daha önce dolaylı olarak düşündüğümü sandığım, ama hiç doğrudan düşünmediğim bir fikir uyandı. Size olayın ne olduğunu söylediğim zaman çok saçma gelecek, ama apaçık ortada, işte: Tim Duncan yaşlandı. Çok yaşlandı. Bayağı bir yaşlandı. Bir basketbolcu için, en azından. Tim Duncan, 40 yaşında.

Bunu önceden de biliyordum, ama bunu şimdi biliyorum. Neredeyse 20 yıldır Tim Duncan'ı basketbol oynarken izliyorum. Ben San Antonio'luyum, ve draft edildiği zaman da orada yaşıyordum. Birkaç yıl sonra, üniversite için başka bir şehre gittiğimde, babam her yıl bana League Pass almaya başladı ki, Spurs'ü izleyebileyim. Üniversitenin ardından Houston'a gittiğimde,  bu kez kendim League Pass almaya başladım. Tim Duncan'ı tam olarak kaç kez izlediğimi bilmiyorum. Elbette her maçı izlemedim, ama epey bir izledim diyebilirim. Playofflar'ı eklediğiniz zaman, toplamda 1600 maç falan oynadı. Tahmin ediyorum ki, 19 yıl içerisinde, öyle ya da böyle, onun 1200 maçını izledim.

Bu demek oluyor ki, sanırım, ona sürekli yakından baktığım için, çok nadiren ona, veya kariyerine, veya mirasına uzaktan, geniş açıdan bakabildim. Çocuklarınız olduğu zaman, gerçekten ne kadar büyüdüklerine dikkat etmiyor ya da bunu düşünmüyorsunuz, çünkü her gün onlarla birliktesiniz.  Bir gün sadece bir bebekken, sonraki gün bir bakıyorsunuz, 13 yaşında ve siz "Vay be, benim boyuma gelmişsin. Ne oldu o arada?" diyorsunuz. Duncan'ın videolarını izlerken hissettiklerim de bunlardı. Bütün klipler, onun ilk 5-6 sezonundaki görüntülerden; enerjik, kıvrak, çabuk ve esnek olduğu zamanlardan bir araya getirilmişti. Aynı görünüyordu, ama tamamen farklı bir karakter. ... Bunun bir anlamı var mı? Varmış gibi geliyor. Bilmiyorum. Saçmalıyor muyum? Öyle gibi geliyor. Amına koyim. Tim Duncan bırakıyor.

Bu oldukça kalp kırıcı, ama aynı zamanda çok güzel, ama aynı zamanda üzücü, ama aynı zamanda harika, ama aynı zamanda eziyet, ama aynı zamanda sanat, ama aynı zamanda kabullenmesi zor, ama aynı zamanda muhteşem ve kurtarıcı; genellikle tüm sonuçların olduğu gibi.

Tim Duncan basketbolu bırakıyor.

Onu çok özleyeceğim.

***

Tim Duncan'a ilişkin ilk anım, 1997 yılından. Babam Spurs'ün onu draft edeceğini ve ardından çok başarılı olacağını söylemişti, çünkü soyadı tesadüf denemeyecek bir şekilde akla "smaç vurmayı" (dunking) getiriyordu. "Flash'a 'Flash' deniyor; çünkü çok hızlı, evlat" diyordu. "Hulk'a 'Hulk' deniyor, çünkü o adı gibi iri ve hantal. Bütün süper kahramanların köken hikayelerinde geçmişe atıf vardır."

5 yaşındayken, babam beni Spurs maçlarına götürmeye başladı. Biraz daha büyüdüğümde, Spurs'ün kazanması için endişe duyuyor mu diye merak etmeye başladım, çünkü beni bir Spurs taraftarı yapmıştı ve mutlu olmamı istiyordu. Spurs taraftarı yaptığım çocuklarımla maçları izlerken, ben de aynı şeyleri hissediyorum. Onlara bunu hiç sormadım gerçi. Asla sormayacağım da. İlerde bana soracaklar mı acaba?

1999'da Latrell Sprewell'in Tim ve David Robinson'ın üzerinden attığı şutun kaçtığını ve Spurs'ün ilk şampiyonluğuna uzanmasını izlediğimi hatırlıyorum. Babam ve ben, San Antonio'nun güneybatı yakasındaki evimizde, ön odadaydık. Siren öttüğü gibi --CİDDEN SİRENİN SESİ GELDİĞİ GİBİ-- dışarı koştu ve arka arkaya pikapın kornasını çalmaya başladı. Bir şampiyonluğu böyle mi kutlamanız gerekir, emin değilim, şunu biliyorum ki, mahalledeki diğer insanlar da bunu yapmaya başladı. Ve bir dakika sonrasında falan, herkes bunu yapmaya başladı gibi gelmeye (ya da duyulmaya) başladı. Bir sürü Meksikalı tarafından onlarca korna sesi çıkarılıyordu. Bu, spor sayesinde insanların bir araya gelebileceğini anladığım ilk andı; ve tüm San Antonio, basketbol sayesinde bir araya gelmişti.

O günden önce, San Antonio şehri o kadar büyük bir başarıya imza atmamıştı. Sanki şehir daha önce hiçbir şey kazanmamış gibiydi. Spurs, şehrin  tek profesyonel spor takımıydı (ki hala öyle), ve bundan önceki yıllarda bütün muhabbetler, sürekli onların nasıl kazanamayacağı üstüneydi. Sonra kazandılar, ve bu lakırdıları duyamaz olduk. Sonra 2003 ve 2005, üstüne 2007 ve 2014 şampiyonluklarıyla birlikte, külliyen duyamaz hale geldik. Genelde duysanız duysanız, araba kornaları duyarsınız.

***

Duncan'ın 2014 şampiyonluğunun ardından emekli olmadığına memnunum. Bırakacağını düşünüyordum, ve belki yapmalıydı da -- bu görkemsiz oyun için değilse bile ortalığı düzgünce kapatmak ve düzenli bir hikaye yaratmak için:

> Lig tarihinde üç ayrı onyılda şampiyonluk kazanan tek oyuncu oldu. 
> Duncan, Tony Parker ve Manu Ginobili, NBA Playoffları tarihinde en çok maç kazanan Büyük Üçlü oldu. 
> Spurs, takım basketbolunu kusursuzlaştırsa da; ya da, daha doğrusu, basketbolu çözse de, 
> Şunları gözden kaçırmayın: En skorer oyuncusu, herhangi bir şampiyon takımda görülen bu konuda en düşük ortalamaya sahip oyuncu iken, Finaller'de görülen en yüksek ortalama farka ve en yüksek şut isabet oranına ulaştılar. Ama hiçbiri bundan daha gerçeküstü olamaz:

> Önceki yıldan gelen (yani Ray Allen ve Heat'in şampiyonluğu parmakları arasına hapsettiği ve benim bütün duygularımı ruhumdan söküp alan) 6. maç kabusunu yok ettiler. Daha ötesi, bu korkunç anıyı, harika bir şeye çevirdiler: dehşet verici bir yara, düşük etkili bir savaş izine. Allen'ın o üçlüğü, tarihi bir acı izinden bir iyileşme ve dayanıklılık sembolüne; takım tarihinin en büyük, en tatmin edici sezonu için bir gaza getirici unsur haline dönüştü.

Eğer Duncan'ın istediği son bu olsaydı, yazması kolay bir hikaye olurdu. Ama istemedi. Çünkü istemiyordu. Ve ben, bundan memnunum. Bir yüzük kazandıktan sonra bırakmak, eşinle banyo yapmak gibi: İyi bir fikir gibi geliyor, filmlerde de her zaman göze hoş görünür, ama hiçbir zaman umduğun kadar romantik geçmez. Genelde orada oturur, küvetin o kadar ufak olduğunu nasıl da düşünemediğiniz hakkında konuşursunuz.

Duncan tüm kariyerini kazanmak için harcadı. Kariyerini böyle bitirmesi gerektiğini düşünüyorum. Onun kazanmayı denemesini ve kazanmayı denemesini ve kazanmayı denemesini ve sonunda başaramamasını. İşte şu anda tam da o noktadayız. 2016 Playoffları'nda kendi kalkanının üstünde öldü. İşte bu doğru olandı.

Gösterişli ve felsefi olmak için bir yol var. Duncan'ın mirası sonsuza kadar en iyiler arasında, incelikli zekasıyla, şampiyonluklar ve ödüller ile övgüler ve ezici istatistikler arasında kalan anlarla anılacak; Duncan'ın bir kazanan olması, San Antonio'nun da kazanan olması anlamına geliyordu; ve San Antonio'nun kazanan bir şehir olması, burada yaşayan insanların da kazanan gibi hissetmesi anlamına geliyordu. Bu, bir sporcunun bir insanın yüreğine yerleştirebileceği çok güçlü bir his. Belki Duncan'ın basketbolu bırakıp efsanelerden birine dönüşmesi, benim de zamanımın geçmeye başladığı anlamına geliyordur. Bu korkunç. Ama mesele bu değil. Mesele şu:

Tim Duncan basketbolu bırakıyor. Gerçekten bırakıyor. Harbiden bırakıyor. Önümüzdeki eylül, yeni NBA sezonu başlarken --20 sezondur ilk defa, hayatımın yarısından fazlasında ilk kez-- Timothy Theodore Duncan, burada olmayacak.

Onu çok özleyeceğim.

0 yorum: