Âlem


"Erkeksi futbol dünyasını, bütün toplumsal yankıları ve efsaneleriyle oyunlaştırdığımız "bilya maçı"na çok yıllar verdik. Tavla pullarıyla da oynadığımız bu oyun, futbolun kurallarını, oyuncuların sahaya yayılışını, hücum ve savunma taktiklerini iyi taklit ettiği ve zamanla gelişen bir parmak hünerine ve biraz da zeka ve "taktiğe" dayandığı için zevkliydi. On birerlik tavla (ya da bilya) takımlarıyla halı sahaya yerleşen iki takım, marangoza kestirip yaptırdığımız ağlı kalelere, yüzlerce kavga sonunda bir düzen ihtiyacıyla incelikle geliştirdiğimiz çeşitli kurallar içerisinde gol atmaya çalışırdı. Bilyaların zamanın futbolcularından alınmış adları vardı, onları tekir kedileri sevgiyle birbirinden ayıranlar gibi bir bakışta tanırdık. Ağabeyim, tıpkı İstanbul radyosunda o zamanlar "naklen futbol maçı anlatan" Halit Kıvanç gibi, oynadığımız oyunu hayali bir seyirci kitlesine anlatır, gol olunca da, atan taraf tribünlerdeki seyirci gibi "gool" diye bağırır, arkasından bir de uğultu çıkarırdı. Hem futbol federasyonu, hem oyuncu, hem basın, hem de taraftar rolünü başarıyla, hakem rolünü başarısızlıkla canlandırdığımız bu bilya maçlarının sonunda, tıpkı futbolun bir oyun olduğunu unutarak birbirlerini bıçaklayan ateşli taraftarların yaptığı gibi biz de oyunun oyununu oynadığımızı unutur ve içtenlikle kavgaya tutuşur, birbirimizi yaralayıp, canını yakana kadar dövüşürdük. Çoğu zaman ben dayakla sinerdim. "

İstanbul, Orhan Pamuk, sf. 276-277