Greuther


Yanlış hatırlamıyorsam bu sene üçüncü kez bir cumartesi gününü evimde televizyondan yayınlanan üç kuşak (14.45, 17.00, 19.30) PL maçını izleyerek geçiriyorum ve önceki ikisini de burada kaleme almıştım.

"I felt if we had scored the penalty, we would have gone on and won the game."

Harry Redknapp, insan vücudunda iki kol, iki bacak, bir de kafa bulunur demiş. 0-0 giden bir maçta penaltı kazanıp gole çeviren takım maçı da kazanır diye bir şey yok tabii, hele de bu penaltı 55. dakikada kazanılmışsa. Ancak QPR-Norwich maçı, en başından itibaren iki takımın da sahaya öncelikli olarak rakipten gol yememeyi ve bir puanı korumayı düşündükleri bir mantaliteyle çıktıkları ve maç içinde de zaman zaman QPR'ın bu mantaliteyi biraz esneterek golü düşündüğü bir oyun oldu. Ya da Taarabt'ın. Faslı, özellikle ilk 15 dakikayı domine etti ama sonra son bölüme kadar onu sahada göremedik dersek yanlış olmaz. Sadece o değil, iki takımın da savunmayı ön planda tutup hücumda beceriksiz ve dezorganize oynaması, belli bir ismin öne çıkmasına engel oldu. Bu bakımdan Redknapp haklı çünkü böyle "ugly game" diye adlandırılan maçlarda penaltı büyük nimet oluyor. Ancak bu sefer de Norwich'in yedek kalecisi Bunn hatasını telafi ederek penaltıyı kurtardı ve iki takım da sahadan birer puanla ayrılmış oldu.

Tabloya baktığımızda son 5 maçında kaybetmemiş bir QPR görüyoruz. Daha ilgi çeken bölüm ise son 5 maçında sadece 1 gol (West Ham United deplasmanında Joe Cole'dan) yemeleri. Bu seride oynadıkları takımların sırasıyla at Chelsea, vs. Tottenham, at West Ham, vs. Manchester City ve vs. Norwich olduklarını söylersek tablo daha da inanılması güç bir hal alıyor. Bulutların üzerinden dünyaya indiren istatistik ise QPR'ın bu 5 maçta sadece 2 gol atması. Yani maçların 3'ü 0-0 bitmiş ve 4 beraberlik, 1 galibiyet almışlar. Harry Redknapp geldiğinden beri bu takımın kimyasını ve karakterini toparlamayı başardı. Bugün de yeni transferlerle çok daha komplike ve efektif olabilecek (en azından bu potansiyeli gösterebildiler) bir QPR gördük. Samba çok önemli bir savunma oyuncusu, belki de ligin en kaliteli birkaç stoperinden biri. Tottenham'da bir türlü forma şansı bulamayan ve üç yılda onlarca alt lig takımını gezen Andros Townsend sonunda kendini gösterebileceği bir takımda ve oyun sistemi içerisinde. Bir de Loic Remy var. Bu hafta kesinlikle üç puan almalılardı çünkü her ne kadar kaybetmeseler de rakipleri de puan veya puanlar aldığı için 0-0'ın bir anlamı olmadı. Zaten Harry'nin bundan sonraki süreçte en büyük düşmanı rakiplerden çok haftalar olacak gibi çünkü toparlanmak için epey geç kaldılar. Yine de kümede kalma şansları yok değil, ama başaramazlarsa harcanan milyonlarca pound'a ve canım kadroya yazık olacak.


"We suffered two unbelievable hits, but Sissoko has made a huge difference. We've suffered, but it's worth it now."

St. James' Park'ta 90 dakika başlamadan önce muhtemelen maçın hikayesinin Demba Ba ekseninde yazılması bekleniyordu. Ba'nın atacağı ya da attıracağı gollerle Chelsea'nin Newcastle'ı yıkması veya Ba'nın kaçırdığı pozisyonlar sonrası Newcastle'da beraber oynarlarken küçük bir dönem haricinde hep onun gölgesinde kalan Cisse'nin attığı bir golle Chelsea'nin kaybetmesi. Oyun bu senaryoyu bozmayacak düzende ilerlerken 36. dakikada Lampard'ın uzun topunda Coloccini'yi de sırtına alıp kaleciyle karşı karşıya kalan ve kaleciden dönen şutunu kafasıyla tamamlamak isterken yine aynı Coloccini'den burnuna sert bir tekme yiyen Ba, uzun süre kenarda tedavi gördükten sonra sahaya geri dönse de oyunda pek fazla kalamayıp 42. dakikada yerini Torres'e bırakmak zorunda kaldı.

Biraz geri saralım. Alan Pardew'ın Newcastle United'ı bu sene bir türlü geçen sene yakaladığı kimyayı yakalayamamış, özellikle etkili isimlerinden sürekli sakatlıklar sonucu yararlanamamış ve her maça neredeyse farklı 11'lerle çıkıp belli bir istikrar sağlayamamıştı. Bu yüzden kendilerini ummadığı bir pozisyonda bulup devre arasında rotayı Fransa'ya çevirdiler ve transfere abandılar. Transfer edilen 5'i Fransız (Debuchy, Yanga-Mbiwa, Haidara, Sissoko, Gouffran) 6 futbolcuyla beraber kadrolarındaki toplam Fransız pasaportlu oyuncu sayısı 11'e (Diğerleri: Cabaye, Ben Arfa, Amalfitano, Marveaux, Obertan, Cisse) çıktı. Alan Pardew da kaleci Tim Krul'a bütün bu Fransızlar'a İngilizce öğretmesi için bir ay süre vermiş zaten, eheh.

Geyiği bir kenara bırakıp maça dönelim. Chelsea'nin oyunda afalladığı dakikalarda (Ba-Torres değişikliği, Ramires'in de sakatlanması, birkaç dakikayı 9 kişi oynadılar) Santon'un ortasına Gutierrez kafayla dokundu ve Newcastle'ı 1-0 öne geçirdi. İkinci yarıya ilk yarıdan tamamen bağımsız bir şekilde ikinci ve üçüncü bölgelerde seri verkaçlarla domine başlayan Chelsea, Lampard ve Mata'yla iki harika gol bulup skor avantajını ve oyunun kontrolünü eline geçirdi ve hatta bu dakikadan sonra 3'ü bulup zaten mental olarak da dağılmış Newcastle'ın fişini çekebilirlerdi. İşte tam da o dakikalarda Sissoko ortaya çıktı. Önce Cisse'nin nefis pasıyla karşı karşıya kalan Gouffran'ın kaleciden dönen şutuna dokunarak eşitliği sağlayan, son dakikada da ceza sahası dışından çok düzgün bir şutla mavileri yıkan isim sadece günü kurtarmakla kalmadı, sezonun geri kalan bölümünde de takımının saha içi lideri olacağını ve daha iyiye gidebileceklerinin sinyalini verdi. Alan Pardew "Sissoko has made a huge difference" sözünü sezon sonunda devre arasından sonraki maçların geneli için tekrar kullanacak gibi gözüküyor.


"Rooney, Rooney, Rooney, Rooney gidiyooooooor, Roooooneeey, pasını verdi Valenciaaaa, Valenciaaaa, ortasını açıyooooooooor, kalecide kalıyooor."

Günün son maçında Melih Gümüşbıçak, anlattığı bütün maçlarda olduğu gibi oyunun önüne geçmeyi yine bir şekilde başardı. Bu adama kim maç anlatma görevi veriyor, bu adam neden maç anlatıyor, senelerdir bir kişi bile bu adamın maçı anlatmadığını, oyuncu isimlerini uzatarak olaya bir heyecan katılamayacağını, aksine yersiz tonlamaları ve bunun gibi saçma sapan betimlemeleriyle spiker olunamayacağını görmüyor mu? Cidden tiksiniyorum artık. Ya bırakın abi, cidden bırakın bu adam maç anlatmamalı ya. Televole sunsun, ne bileyim Show Tv'de 6pas mıdır nedir onu yönetsin ama maç anlatmasın. Diyeceksiniz ki İngilizce dil seçeneği var. Evet de ben maçı Türkçe dinlemek istiyorum ve Melih Gümüşbıçak'ı istemiyorum. Buradan yetkili arkadaşlara sesleniy-

Neyse. Manchester United çok önemli bir virajı yine üç puanla döndü ve yarın evinde Liverpool'u ağırlayacak Manchester City'nin kucağına 10 puanlık farkı ve baskıyı bıraktı. Kahraman, bu sene birçok maçta olduğu gibi Van Persie değil, hafta arasında Southampton'a attığı golle hem Old Trafford'da 100. golünü atan, hem de United adına toplamda 138. golünü atarak 137 gollü efsane George Best'i geride bırakan Wayne Rooney.

Bayağı ilginç bir maçtı. İlk 25 dakikasında Reading-Manchester United'da olduğu gibi bi' 5-6 gol çıkabilirdi. İkinci yarı golü bulanın kazanacağı maça döndü. Fulham iki kornerde kaleciyi geçse de direk dibinde bulunan Rafael ve Van Persie'ye takıldı. Üst paragrafta değindiğimiz gibi Rooney takımını kurtarmayı başardı. Bir de sene sonunda sezonun enstantanelerinde başrolü süsleyecek 42. dakika var. Buradan izleyelim.

Premier League'de günün diğer sonuçları:

Reading 2-1 Sunderland
Arsenal 1-0 Stoke City
West Ham 1-0 Swansea
Everton 3-3 Aston Villa
Wigan 2-2 Southampton

Yarının fikstürü:

15.30 West Bromwich Albion-Tottenham
18.00 Manchester City-Liverpool

İki maçta da deplasman ekiplerinin kaybetmeyeceğini düşündüğümü belirterek yazıyı noktalıyorum. Esen kalın.

0 yorum: