Sıcak bir yaz gecesi, dışarıdan gelen
hafif bir rüzgar; televizyonda o zamanlar Ntvspor da yok. Meclis Tv’den fırsat
buldukça gelen Trt 3 ve arada sportif şeyler yayınlayan Ntv var. NBA’in yayın
hakları Kanal D’de. Ülkede spor yayıncılığı felaket durumda yani. Bu felaket
içinden yükselen de bir Golden League var; Kenan Onuk’un anlattığı, Cüneyt
Koryürek’in yorumladığı (nur içinde yatsın rahmetliler).
Herkesin
izlerken sıkılmadığı bir-iki tane spor dalı elbette ki vardır. Ben kendimi
hatırladığım zamanlardan beri sportif olarak karşıma çıkan her şeyi izlerim ama halter ve atletizmin yeri hep başkadır.
Naim Süleymanoğlu Atlanta 96'da beni haltere bağlamıştı misal,
rahmetli dedem sayesinde güreş izleyen
biri oldum. Sydney 2000'deki bayan okçuluk takımımız sayesinde
okçuluğa merak sardım. İstanpool 99 sayesinde yüzme-atlama ile tanıştım ve
sevdim -o da ayrı efsane şampiyonaydı yazmak gerek bir ara-. Yani hep bir olayla oldu bir spora merak sarmam. Atletizm’de ise o kıvılcımı Golden
League yaktı. O sıcak yaz
gecelerinde arada bir yapılan o 7 yarış beni gördüğüm anda ekrana çiviliyor,
hipnotize şekilde izlememi anlamaya çalışmamı sağlıyordu. Hep dert yakınırız ya çok
iyi-bilgili spiker yorumcu yok diye, işte Kenan Onuk-Cüneyt Koryürek ikilisi o
denli iyilerdi ki bu alanlarda verdikleri anektotlar, anlattıkları eski olaylar-anılarla insanı o yayına öyle bir bağlıyorlardı ki, sanki bir peri masalı izler gibi hissediyordu insan kendini flkşdjhs (Daha sonraları Kenan Onuk yerine Murat
Kosova geçti mikrofona).
Son
yıllarda (ki en son 2010 da yapılmış ama o külçe verilmesinin bırakılma tarihi olan
2003’den beridir farklı gözle bakarım) yine çok değerli insanlar –özellikle Caner
Eler- anlatsa da ne yazık ki eski tadı yok benim için. Eski yıllarda yapılan 7
yarıştan (Paris-Brüksel-Roma-Berlin-Oslo-Zürih-Monaco) 5 ini kazanmak
yeterliyken, daha sonra Monaco’nun takvimden çıkmasıyla 6’da 6 yapanların
kazandığı bir mücadele halini almıştı. Bu belirtilen yarışmaları kazananların
sahiplerine son yapılan müsabakanın ardından stadyumda baya kanlı canlı külçe altınlar verildi. Daha sonra para ödülü
olarak verilse de o külçe altınları öyle görmek bile insanı ayrı
heyecanlandırıyordu. Şu an Diamond
League adıyla tüm dünyada yapılsa da eskiden böyle çok müsabaka yapılmadığı
için daha kaliteli atletler daha çok bir arada yarışır, çok iyi dereceler
çıkartıp efsanevi mücadeleler yaparlardı.
Bu
uzuuunca girizgahtan sonra geçelim asıl anlatmak istediğim kısımlara. Çok da
güzel hikayelere sahne olurdu bu Golden League mücadeleleri. E ucunda altın var
sonuç olarak ki sponsor dışında pek de gelir getirmeyen bir spor olan atletizmde
böyle miktarlar önemlidir. İşte ilk kahramanımız Bernard Barmasai de bu ödülün
cazibesine takılan isimlerden biri. Ödülü kazanmak için sadece iki yarış daha
kazanması gereken Bernard ödül uğruna vatandaşı olan Christopher Koskei’ye
rüşvet öneriyor ve daha sonrasında bu ortaya çıkınca da ödül yarışından
diskalifiye ediliyordu.[ http://www.outsideonline.com/outdoor-adventure/running/Hitting-the-Wall-2001.html] Dile kolay zamanının dünya rekoru kırmış önemli atletlerinden birinden bahsediyoruz, düşünün bi Kennenisa Bekele birisine ödül için rüşvet teklif ediyor "kırışırız hacı" diyor, büyük olay yani. Daha sonraları Maraton'a falan geçse de çok çok büyük başarılar kazanamadı sonraları Bernard.
Herkesin
kendince bir idolü vardır atletizmde. Bizden bir önceki nesil Carl Lewis’i
sever mesela, Emil Zatopek hayranları vardır, Jesse Owens, Ed Moses... bu
sırayla gider. Kişisel olarak böyle “heh işte bu” diyebileceğim tek isim copy
paste yapmadan adını yazmakta zorlansam da Hicham El Guerrouj (a-ha valla yazdım
bu kez) benim için bu tanıma en uyacak isimdir uzak ara. Gerek yenilmezliği,
gerek centilmen-neşeli tavırlarıyla çok çok büyük sporcuydu. Olimpiyat şanssızı
idi o da, Olimpiyat harici katıldığı her yerde birinci olsa da o arenada hep
bir şanssızlık çalıyordu kapısını. Hiç unutmam Noah Ngeny Sydney’de onu
geçtiğinde okula gitmek için hazırlanıyordum. Epey üzülmüştüm Hicham’ın
şanssızlığına okulda da epey kafa şişirmiştim olayı anlata anlata, son düzlükte tam kazandım derken traktör gibi gelmiş geçmişti Noah. Genç bir atletken de Atlanta’da finalde düşmüştü. Neyse ki Atina’da
çifte zafer(1500-5000) yaşadı da bir nebze de olsa kariyeri güzel bir şekilde sona
ermiş oldu. Çünkü Golden League dediğinde aklıma hep Hicham ve onun koşarken
sallanan zinciri geliyor aklıma-tam 4 kez jack pot yaparak bu alanda da rekorun
sahibi olduğunu belirteyim. Jack pot = bu belirlenen yarışlar sonucunda ödülü
almaya hak kazanmak- kırdığı rekorları da canlı olarak izlemiş olmak cidden
ayrı gurur veriyor kişisel olarak. Büyük adamdın be Hicham, neşeliydin
espriliydin ama tüm stada soytarılık da yapmazdın.
Wilson
Kipketer… Küçükken dünya rekortmeni olan atletlerin her yarışı kazanacaklarına
inanırdım ve kazanamadıklarında da çok sinirlenirdim garip şekilde. Bu gariban
abimiz de 800 metrede eski dünya rekortmeni ve bu 800 metre de kadın-erkek
demeden en nefret ettiğim mesafe galiba. Bu gariban adamcağız eski ülkesi olan
Kenya’da sıtmaya yakalanmış ve bir daha asla eskisi gibi olamamıştır-eskisi dediğim de 3 yıl boyunca tüm müsabakalara ambargo koymuş, dünya rekorları kırmış, 3 kez dünya şampiyonu olmuş vs bir adam- tabi 8
yaşındaki ben bunu nereden bileceğim. Sayıp sövüyorum ekran karşısında nasıl alamaz diye,
İsviçreli Andre Bucher ile olan mücadeleleri görülmeye değerdi, Andre o formu 3
sene koruyabilmiş olsa da o sıkıcı yaz
günlerinde bu ikilinin yaptıkları mücadeleleri izlemek gerçekten insana çoook
büyük keyif veriyordu. Ha sonra Rudisha geldi dediğimi -rekortmen yarışları
kazanır- kanıtladı ama olsun, büyük bir hastalığı yenip yine iddaalı konuma
gelmek ancak büyük şampiyonlara yakışan bir olaydır ve Wilson Kipketer’de
olimpiyat altını olmamasına rağmen benim için büyük bir şampiyondur.
Şimdilik
yazıyı burada keselim, serinin diğer bölümünde de Maria Muttola-Tattiana
Lebedeva gibi ciddi anlamda altın atletler sizinle birlikte olacak.
0 yorum:
Yorum Gönder