Kırmızı, Beyaz ve Bronz: Amerikan Basketbol Milli Takımı'nın Çöküşü ve Yeniden Doğuşu (3. Bölüm)



(İlk bölüm. İkinci bölüm.)

Tooley: Acı verici bir deneyimdi.

Miller: Belki Vince'in Frederic Weis'ın üzerinden vurduğu smacı hatırlıyorlar, belki rekabet edecek seviyeye gelene dek gözlerine çok kolay göründü, ve sonra şöyle demeye başladılar: "Uluslararası platformda tecrübeli olan yetişkin adamlara karşı oynayacağım ve artık ABD ile karşılaştığımızda içimizde korku yok."

Anthony: Porto Riko maçı, hâlâ içimde bir yara diyebilirim. Malum, Amerikan Milli Takımı'nın gidişatını değiştirdi denebilir.

Arroyo: Bence bu hayatımı değiştirdi. Kariyerimi olumlu yönde etkiledi.

Jackson: Carlos, NBA'de oynamış bir oyuncuydu; hisleriyle ve sağlam oynayan biri, uzaklardan iyi şutları var, takım arkadaşlarını oyuna sokar. Yani, her şeyi yapabilen biri. NBA'de bir All-Star değildi belki, ama böyle bir maça imza atabildi.

Arroyo: Ve biliyor musun, bu eğlenceliydi? Olimpiyatlar'da ilk maçımızdı ve, başta vali olmak üzere, bir sürü taraftardan mektuplar almıştık. Bu maçın sonunda altın madalyayı kazanmış olmak isterdik, ama öyle değildi.

Jose Calderon (2004-2016, İspanya): Oldukça tuhaftı, herkesin beklediği "Pekala, ABD kötü bir maç geçiriyor" şeklindeydi. Yani bu, turnuvadan önce pek öngörmediğimiz bir şeydi.

Okafor: Mağlubiyeti beklemiyordum açıkçası, bayağı hayal kırıklığına uğramıştım, ama hâlâ aklım altın madalyadaydı.

Granik: Ve biliyorsunuz, Porto Riko pek zorluk çıkaracak bir takım olarak görülmüyordu. 2-3 tane NBA oyuncuları vardı. Yani eğer onlara kaybettiysek, bunun devamının gelme ihtimali de vardı.

2. maçta ABD, evsahibi takım Yunanistan'a karşı, 77-71'lik bir galibiyet aldı. 3. maç ise Avustralya'ya karşı, 10 sayı farkla kazanıldı. Sonra Litvanya geldi; neredeyse ABD'yi turnuva dışına itiyorlardı. 

Jasikevicius: Onların mağlup edilebilir olduğunu düşünüyordum, hele de Sydney'in ardından. Onlara karşı yine harika oynamamız gerektiğini anlamıştık, ama birçok zayıflıkları olduğunu düşünüyorduk.

Breen: Dürüst olmak gerekirse, oyunlara giderken, Litvanya'nın bize karşı bir şansı olabileceğini düşünmüştük. Litvanya, ve bir de Arjantin. Sydney'de karşılaşacağımız en güçlü rakipler onlardı ve bize yine zorluk çıkaracaklardı, yani bana göre, endişelenmemiz gereken maçlar bunlardı.

Sheridan: Sarunas Jasikevicius için basitçe bir intikam maçıydı, çünkü Sydney'deki yarı final maçında o son saniye üçlüğü girseydi, ABD'yi yeneceklerdi ve o maçta 28 sayı atmıştı. 

Jackson: Muhteşem bir oyuncu, ve bunların sonucunda NBA'den bir kontrat kaptı. 2004'te, bütün turnuvada en iyi iki oyuncudan biri olabilirdi. 

Breen: Jasikevicius, uluslararası platformda iyi bir oyuncu değildi; o, büyük maçlarda daha bir ortaya çıkan, harika bir oyuncuydu. 

Nelson: Uluslararası maçlar, daha bir kısa maçlar oluyor. Devreler 20'şer dakika. Göz açıp kapayıncaya dek bir devre bitiyor. Bir daha gözünüzü kırpıyorsunuz ve rakibiniz bir seri yakalıyor, ya da Jasikevicius her yerden şut sokmaya başlamış oluyor. Bazen toparlayamıyorsunuz.

Jasikevicius: Maçın en başından beri kendimi gayet iyi hissediyordum.  

Songaila: Düşünüyorum da, bu durumda belki ufak bir ülkeden gelmek ve Litvanya'nın ulusal gururu olmak, ülkeni temsil etmek; hepsini bir araya getirdiğinde, bence birkaç Olimpiyat için yeterli motivasyonu sağlayabiliyorsun. 

Jackson: Litanya, sadece üç milyonluk nüfusa sahip bir ülke. Ülkenin elit oyuncuları, belirgin bir şekilde, uzun zamandır birlikte oynuyorlardı. 

Jasikevicius: 12 All-Star'a ihtiyacınız yok. Bir takıma ihtiyacınız var. 

Jackson: Özellikle üçlük çizgisi civarında çok yetenekliydiler, hem de her oyuncuları. Uzunları dışarı çıkabiliyor, guardları çok iyi pick-and-roll oynayabiliyor, ve biz de hücumda onlara cevap verebilecek gibi görünmüyorduk. 

Songaila: ABD maçında, biliyorsunuz,  Jasikevicius bazı inanılmaz şutlar soktu; kısa beşle oynuyorduk, ben 5 numara oynuyordum ve çok tepeden pick-and-roll'ler oynuyorduk.

Jasikevicius: Timmy'nin orada olması, yıllar boyunca olduğu kadar harikaydı; ama o, Avrupa basketbolu için, belki de pick-and-roll savunmasında yeteri kadar uygun değildi.

Jackson: Bizim ön alan oyuncularımız, uluslararası müsabakalarda, potadan uzaklaşma özellikleri bulunan oyuncuları savunmaya alışık değillerdi. Takım olarak savunma yapma yetersizliğimizin ortaya çıkmaya başladığını düşünüyordum. 

Songaila: Bir sürü süper atletten oluşan bir grup oyuncuydu. Sırayla gidersek, Dwyane Wade, Carmelo, LeBron, Stoudemire, Boozer, bütün hepsi oradaydı, ama biz o kadar değildik, yapmamız gereken çok şey vardı. Onları dış şutlarla, orta mesafe oyunuyla yenebilirdiniz. O dönemde güçlü oldukları noktalar değildi, ve bu bizim işimize yaradı. 

Nelson: Koçluk yaparken ve onlara madalya kazanmaları için yardım ederken, en deli rüyalarımda bile göremeyeceğim, asla başıma gelmeyeceğini düşündüğüm şey, ABD'yi yenme şansını elde etmekti.

Jasikevicius: Güzel bir galibiyetti, başka bir şey değil. Güzel galibiyetti. Yani, sonucunda madalyayı kazanmadık. Bir kariyere baktığınızda, en önemli şey, kupalar ve madalyalardır ve biz bu galibiyeti taçlandıramadık, çünkü yarı finalde İtalya'ya elendik. 


Birleşik Devletler, sonraki maçta geri dönerek turnuvayı 12. bitiren Angola'yı biraz hırpaladı: 89-53. B Grubu'nu 4. bitiren ABD, A Grubu'nun lideri, 24 yaşındaki Pau Gasol'ün sürüklediği İspanya ile eşleşti. 
Stephon Marbury, o dönemin rekoru olan 31 sayıyla patlama yaptı ve, İspanya'yı yenip yarı finale giden yolda takımına liderlik etti. Geri dönüp bakınca, Gasol bu maçı, Marbury'nin kariyerinin en iyi maçlarından biri olarak tanımlıyordu. Madalyalar menzile girdiğinde, Birleşik Devletler'in rakibi, Manu Ginobili ve Luis Scola'lı Arjantin'di.

Fabricio Oberto (1996, 2000-2004, Arjantin): Maçı kazandık ve maç bittiği gibi, Nocioni'nin soyunma odasına gidip her şeye vurarak ve bağırarak şunları söylediğini hatırlıyorum: "Yarın ABD'yi yeneceğiz!"

Jackson:

Oberto: Yalnızca oynamaya devam ettik ve onları yanlış pozisyonlara zorlayıp kötü şutlar kullanmalarına ve kötü kararlar almalarına yol açmaya çalıştık. Sadece bir çeyrek oynayamazdık; oynayacak 40 dakikamız vardı ve 40 dakika boyunca gerçekten iyi oynadık. 

Andres Nocioni (2004-2016, Arjantin): Benim kafamda, bütün maçı kontrol etmiş gibiydik. Bunu gerçekten başardık. Bence ABD'nin maçı alma ihtimali hiç olmadı.

Tooley: Devre arasında bile, hâlâ bir şansımız var diye hissediyordum. Geri dönebileceğimizi düşünüyordum.

Ford: İlk 10 pozisyonun yedisinde skor bulduklarını söyleme istiyorum. Hücumları gerçekten, gerçekten işliyordu. Pepe Sanchez, Scola iyiydi, Ginobili iyiydi. Cidden çok iyiydiler. 

Nocioni: Sağlam olmaya çalıştık, iyi savunma yapmaya çalıştık, oyunu kendi tempomuzla oynamaya çalıştık. Çoğu kez alan savunması uyguladık. Onlara birçok şut imkanı verdik ve kaçıracaklarından emin olmaya çalıştık, ribaundları kontrol ettik ve koşmaya çalıştık. 

Sheridan: Arjantin, ABD'ye pick-and-roll'lerle, back-cut'larla ders verdi ve maç yakın bile geçmedi. Arjantin onları neredeyse ezdi geçti.

Jackson: Bizden daha iyi bir takıma yenildik. Bireysel olarak onlardan daha iyiydik, ama daha iyi bir takıma yenildik. 

Breen: Oyun hâlâ daha beş oyuncunun organize bir şekilde oynamasıyla en iyi şeklini alıyordu, ve Arjantin'de beş oyuncu neredeyse birbirine bağlanmış şekilde sahadayken, ABD bu anları çok nadir görebiliyordu.

Jefferson: En yetenekli takım her zaman kazanmaz. Birlikte oynayabilen takım kazanır. 


Ford: Arjantin'le elimizden geldiği kadar sıkı oynadık. Gerçekten iyi takımdılar.

Jefferson: Bu saçmalık. En iyi takımımızı bir araya getiremedik, ikinci en iyi takımımızı bir araya getiremedik, muhtemelen en iyi beş takımımızdan birini bir araya getiremedik. Geri dönün ve bakın, aynı Arjantin takımıyla, dokuz ay önce Amerika Turnuvası'nda oynadık ve devrede 40 fark atmıştık. Dokuz ay ileri sarın, onlar aynı takımla burada, biz ise --bazıları ilk kez birbiriyle tanışan-- dokuz farklı adamla; bu korkunç bir reçete.

Breen: En iyi takımlarının ellerinde olmadığına şüphe yok. Jason Kidd yok, Ray Allen, Kevin Garnett, Shaq yok, Vince Carter yok, Kobe yok. Oyunun en iyilerinden bahsediyorsunuz. Farkı yaratan, kadro oldu --birçok kritik oyuncu yoktu-- ama bu, Arjantin'in bir arada ne kadar iyi oynadığını değersiz kılmaz. 

Oberto: Milli takıma gidip de orada sağlam bir ekip kurmak çok zor. Mesela Manu bazen maç boyunca iki şut kullanabiliyor, ve en mutlu kişi o olabiliyor. Belki ben hiç şut kullanmıyorum, ama mutluyum. Sadece bir arada olmaktan keyif alıyoruz. 

Luis Scola (2004-2016, Arjantin): 15-16 yaşlarından beri birlikte oynuyorduk. Basamakları beraber çıkmıştık, turları geçmiştik ve sonunda altın madalyaya ulaşmıştık. Dürüst olmak gerekirse, 1999'da eğer bana ya da herhangi birine, 5 yıl sonra yapacaklarımızı söyleseydiniz, herkes size götüyle gülerdi.

Oberto: En olumlu, en iyimser kişi bile altın madalya alacağımızı tahmin edemezdi.

Sean Marks (2000-2004, Yeni Zelanda; Brooklyn Nets Genel Menajeri): Bana kalırsa, sürpriz takıma destek verme olayı, insanın doğasında var. Bence taze kan gelmesi, yeni insanlar görmek, spor için iyi bir şey.

Nocioni: Büyük bir şoktu. NBA oyuncularını sahada kaybetmiş halde görmek, her zaman büyük bir şoktur. ABD, basketboldaki en iyi ülke. Bütün dünyaya hakimler. Böyle olunca, ABD kaybettiği zaman, bu hem basketbol için, hem de FIBA için bir şok. 

Anthony: Maçı kaybettiğimizi, ve ardından bununla ilgili gelecek yazıları düşündüğümü hatırlıyorum. Bir bütün halinde, benim için, oyuncular için ve ülke için oldukça inciticiydi. 

Okafor: En iyi oyunumuzu sergilemediğimizi hissediyordum. Altın madalyaya ulaşabilirdik ama elimizden gelenin en iyisini ortaya koyamadık. Yanına bile yaklaşamadık. 

Jefferson: Olimpiyatlar'a gitmeden birkaç hafta  önce Lebron ile, Amar'e ile, D-Wade ile ilk kez tanışmıştım. Larry Brown ile ilk kez tanışıyorlardı. Hangi takım, hangi formül? Evet, 92'de Dream Team ile işe yarayabilirdi bu, ama bu kez karşında yıllardır birlikte oynayan Arjantinliler ve İspanyollar vardı. 

Stern: Kazanamadığınız vakit, bu bir başarısızlıktır, ama ben Arjantin'e hayran oldum. ... 12 yaşından beri bir arada oynayan bir grup oyuncudan taşan bir basketbol coşkusuydu.  



Sheridan: Vaziyet şu şekildeydi: "Bu bir felaket." Yarı finalde Arjantin'e kaybettikten sonra, takımda "Bu daha ilk günden bu yana fiyaskoydu" diyen bir sürü oyuncu vardı.

Okafor: Üçüncülük maçında hava "Bu maçı alıp, bronz madalyayı kazanmalıyız" şeklindeydi. En azından bronz madalya ile oradan ayrılmalıydık. 

Anthony: Evet, bronz madalyayı almamız gerektiğini biliyorduk. Hedef buydu. Madalyayı alıp, oradan gitmeliydik. 

Birleşik Devletler, bronz madalya için çıktığı maçta, Litvanya'yı 104-96 yendi. O günlerde üç iyi maç oynamak, onlara yetecekti; ama ancak iki maça çıkabildiler. Eve bronz madalya ile döndüler; ama daha mühimi, eve "altın madalya kazanamama" tecrübesi ile döndüler. ABD, Atina'ya kusurlu bir kadroyla gitti, ve bunun bedelini altın madalyadan olarak ödediler. 

Jefferson: Yüzde yüz başarıdan öte her şey bir başarısızlıktı. Gümüş, başarısızlık; bronz, başarısızlık. 

Tooley: Bu deneyim ne kadar zorlu olursa olsun, hiç madalya kazanamamaya karşılık bir madalya kazanmak, Olimpiyat Oyunları'nda madalya alamamaktan çok farklı bir hikaye. Biz dahil, herkes altın bekliyor, ama bu kamburu sırtımızdan atamadık. Bir madalya ile dönmek önemliydi. 

Jackson: Yani orta ölçekte bir teselli ödülüydü, kesinlikle, çünkü bizim için başarının anlamı, altın madalyaydı. Ama üçüncülük maçında oynamak, ve bronz madalyayı kazanmak, ufak çaplı bir teselliydi. Ama bizim beklentilerimizle bağdaşmadı tabii. 

Breen: Geri dönmeleri iyi oldu, çünkü onları Arjantin'e kaybetmelerinin ardından ve yüzlerinde o hüsranı görebiliyordunuz: "Vay be, altın madalya gitti."

Ford: Bu takım yine de, benim için, kimse bunun hakkında konuşma istemiyor, ama 

Jasikevicius: Nasıl geçindikleri gerçeğiyle alakalı olup olmadığını bilmiyorum ama, turnuvayı ciddiye almadıkları belliydi. Bence forma satmaya çalışıyorlardı, bilmiyorum, bir takım yaratmaktan farklı bir olaydı. Takım hazır durumda değildi. 

Marks: Ciddiye almadıklarını söylemeyeceğim, çünkü kesinlikle aldılar, ama bu bir takım sporu. 

Sheridan: Federasyondaki insanlar, oyunculara kızgındı. Koç ve ekibine kızgındılar. Koç ve ekibi de federasyona ve oyunculara kızgındı. Oyuncular, koç ve ekibinden rahatsızdı. Her yerde işlevsizlik vardı ve bu, işlerin neden kötü gittiğine dair sebeplerden biriydi

Jefferson: ... Bu hep sizde kalacak bir leke, çünkü basketbol oyununu biz yarattık, ve en dominant takım olmalıyız. 

Tomjanovich: Her Amerikan, basketbolda kazanmayı umar. Kaybedemeziniz, kaybederseniz de, bu, hayatınızdaki en korkunç şey olur. Ve oyuncular bunun hakkında konuşmayacak, ama akıllarının bir köşesinde duracak, çünkü NBA seviyesinde hiçbir grup şimdiye kadar kaybetmemişti. 

Tooley: Takımda olun ya da olmayın, yahut NBA'de bile oynamayın, ne olursa olsun bir Amerikan olarak bundan rahatsız olursunuz. Bunu asla unutmayacağız. 

Anthony: Bunun ardından Milli Takım için, bir nevi her şeyi yıkıp yeniden yaratmak zorunda olduğumuzun farkındaydık. 

(Dördüncü bölüm için şuraya tıklayınız.)

0 yorum: