Lakers, TSİ 05.30'da oynanacak maç için taraftarlarına bu tişörtleri dağıtacakmış. Bilindiği gibi NBA'de takımlar özellikle playoff zamanı böyle tişört atraksiyonlarına girerler. Bayağı da keyiflidir bütün salonun aynı renk olduğu maçları izlemek. En keyiflisini son sıradan girip Dallas'ı elediği yılda Golden State Warriors yapmıştı bence. Bembeyaz Miami, sapsarı Indiana, kıpkırmızı Clippers tribünleri bu sene dikkati çekenler. Oklahoma City ise bizimle (Lakers) oynadıkları 2. maçta çift renk (Mavi-Beyaz) giyinerek olayı bambaşka bir boyuta taşıdı.
Neyse konu sapmadan, bizim ilk tişört organizasyonumuz değil bu. Daha önce de çok yaptık, çok denedik. Olmuyor. Olmamasının sebepleri var ve çok. En başta bu takım halkın takımı değil. Bu takım medyanın, yıldızların, Hollywood'un takımı. Onlar sokakta satılacak olsa beş dolardan fazla olmayacak olan bu tişörtü üzerlerindeki binlerce dolarlık kıyafetlerin üzerine giymezler. Giymezler işte amk. Zorla da giydiremezsin. Şimdi nereye atlayacağım iyi izleyin, Lakers taraftarının ruhsuzluğu. Ya da doğru kelimeler, ruhsuzmuş gibi görünmesi.
Los Angeles Lakers taraftarı her sene başında kombinelerini ilk tüketen taraftarlardandır. Maç içinde de takımına sonuna kadar destek olur. Bu konuda NBA'in sayılı taraftarlarındandır diyebilirim. Bunu Lakers'lı olduğum için söylemiyorum. Yazıyı okurken Hawks'lı bir kaltak (söz meclisten dışarı) olduğumu düşünün. Ama şu var, bu taraftar 2006-2007 sezonundan beri küçümseniyor. Daha doğrusu gerçekten de o sezondan beri değişti. En büyük, en de değil tek büyük sebebi Lights Out!
Linkte de belirtildiği gibi, tribünleri karartmanın sebebi sahadaki oyuna konsantre olmak olarak gösteriliyor. Bazı kaynaklara göre de tutarlılık, tasarrufluk cart curtmuş. Clippers ve Kings (maçlarını Staples Center'da oynayan, şehrin hokey takımı) maçlarında niye tribün karartılmıyor diye sorarlar adama. Blah blah blah, bana göre tamamen saçmalık. Tribün bütünlüğünü bozuyor, dolayısıyla tribünden ne kadar ses çıkarsa çıksın adamları göremediğimiz için istenen atmosfer oluşmuyor. Buna kim karar verdiyse ve kim hala eski haline döndürmüyorsa aklına sıçayım. Hatta şöyle bir geyik vardı, tribünlerin karartılmasını en çok da kenarda oturan ünlüler istemiyormuş. Kendilerinin televizyonda gözükmeleri zor hale geliyormuş böylece falan. Neyse aşağıdaki videodaki tribünleri nasıl özlüyorum belli değil!
Heath Ledger da iyi oynamıştı, toprağı da bol olsun ama Jack Nicholson varken...
Irk konusunda çok hassas bir ülkeden geldiğim için, Brezilya'da insanlara derilerinin rengiyle hitap etmenin çok yaygın ve kabul gören bir şey olması beni ilk zamanlar çok şaşırtmıştı. Futbolculara takılan bazı isimler İngiltere'de olsa, ırkçılıkla mücadele eden tüm dernek ve kurumları ayağa kaldırmaya yeterdi. Bir zamanlar Escurinho, "Kara" adlı ünlü bir oyuncu vardı. Telefone ise lakabını, eskiden hep siyah olan telefonlardan almıştı. Ne Petroleo'nun, yani Petrol'ün, ne de Meia Noite'nin, yani Geceyarısı'nın ten renklerini söylemeye gerek yok herhalde.
Futebol, Alex Bellos, sayfa 240
Son dönemdeki Suarez ve Messi'nin "Negro" vakalarıyla alakalı fikir vermesi adına.
Gündüz saat satar Gece maça çıkar Semti Eminönü Henri Bienvenu
Son 10 dakikada bi' 30 kez falan izledim, gülmekten altıma kaçırdığım söylenebilir (just kidding amk). Fenerbahçe taraftarının yaptığı en eğlenceli şey, net.
Jeremy Lin'in bu seneki hikayesi malum. All Star'dan önceki 10-15 maçlık dönem ligin bu sene en tuhaf ve manyak dönemiydi herhalde. Melo dönünce biraz duruldu, sonra da sakatlandı ve sezonu kapadı. All Star sonrası o "Linsanity" duruldu biraz işte. Knicks bu yaz kontratını yenilemeye çalışacak. Muhteşem bir topçu değil de ortalamanın üstünde bir point guard tabi, 15-6 falan yapabilecek kapasitede. Neyse, önemli olan ne yapabileceği değil zaten. 10-15 maçlık o müthiş dönemde zaten yeterince goygoyu yapılmıştı da, adamlar bir de kitap yazmış. İyi de satar kesin, tuhaf.
Blogun 3000. postuna en çok o yakışır tabii ki. Birçoklarına göre gelmiş-geçmiş en iyi 4 numara olmasına rağmen, yaptıklarına ve (lige/oyuna) etkisine karşılık, bu kadar "underrated" kalabilen başka bir oyuncu olmamıştır, yok ve gelemez de. Sports Illustrated de bir onurlandırma hamlesiyle yakında çıkacak sayının kapağında ona yer vermiş, daha önce birkaç kez olduğu gibi.
Fotoğrafı yine iyi yakalamışlar, sonuçta şöyle bir şey var.
Tuttuğum NBA takımı ve en sevdiğim gruplardan biri, bir arada. "Paylaşmazsam çatlarım".
Spurs'ün Play-Off promosu için seçilen şarkı, Mobb Deep'in rap tarihindeki en büyük şarkılardan biri olan Shook Ones Pt. 2'su olmuş -8 Mile'dan hatırlanabilir, atışmalar. Teksas olsun, San Antonio olsun, hiç "gangsta" yerler değil ama, şu saatte bir fakiri sevindirdiler en azından bu fidyoyla.
Bu sezonki NBA ekipmanlarından, bu tasarıma sahip olanlar arasında en göze hoş gelenleri sanırım bunlar. Diğerleri tekdüze kalıyor çünkü: Gövde tek renk, uzun ve kısa şeritler birer ayrı renkte.
Malum NBA oyuncularının farklı giyim tarzları var. Anlayış göstermek de bir derece mümkün ama son zamanlarda bir furya var ki sormayın. Üniversiteye başlayan kezbanların taktığı kemik çerçeveli gözlükleri takıyorlar Hipster gözlüğü diye. Tamam kardeşim anladık sıradışısınız da böyle iğrenç bir moda mı olur lan? Çıkarın şunları. Westbrook, özellikle seni gözüm görmesin gavat oğlu gavat.
Böyle boş boş dolanırken aklıma birden 2006 FA Cup finali geldi. İzlediğim en iyi final olması itibariyle benim için önemlidir. Belki de tarihin en iyi FA Cup finaliydi, güzeldi, salaktı, malcaydı. En son Lazio'da faşoluk faaliyetleriyle uğraşan Scaloni'nin sağ kanattan yerden gönderdiği topta Jamie Carragher kaleyi şaşırıp 1-0 öne geçirmişti West Ham'ı. Bayağı iyi götürüyorduk maçı. O golün üstünden 7-8 dakika geçmişti ki genç yaşta sakatlık belasına futbolu bırakan Dean Ashton ortaya çıkıp skoru 2-0'a getirmişti. Etherington'ın şutunu kontrol edemeyen Reina'ya selam olsun buradan. Ne olduysa oradan sonra oldu. Gerrard'ın 2005 Şampiyonlar Ligi finaline selamı çakmasıyla Liverpool'un geri dönüşü başlamıştı. Yüz yılın en çapsız golcüsü Djibril Cisse'ye yaptığı asistle bir korku salmıştı tüm West Ham takımına. Amına kodumun Cisse'si ayrı bi' kafada zaten. Futbolun Dennis Rodman'ı aynı model ayakkabının farklı teklerini giyerek oynuyordu. Saç stiline girmiyorum, orası ayrı bi' dünya. Taklacı ibine(Winning Eleven oynayanlar ne demek istediğimi anlamıştır herhalde). Cisse'nin bu sezondan sonra hayatı kaymıştı hatırlayanlar vardır belki. Fransa'nın 2006 Dünya Kupası kadrosunun 1 numaralı forveti olarak gösteriliyordu. Sonra hazırlık maçlarında ayağını kırdı. Derken Liverpool'dan ayrıldı, falan filan. En son QPR'da aldı soluğu.
Neyse Liverpool'un alamet-i farikasına geçelim.
Gerrard'ın peygamberlik durumu vardı o sezonlarda. Alonso'nun içeri açtığı orta kafalardan sekip abimizin önüne düştü. Öyle bir vurdu ki herifçioğlu topun ağları delip geçmesi muhtemeldi. En azından şundan eminim top kalede bulunan Shaka Hislop'a denk gelseydi onu da sürükleyip yine içeri girerdi. Zaten amk Shaka Hislop nedir? Adama sorsan dünya haritasında ülkesinin yerini gösteremez, ne işi var West Ham'da(Trinidad Tobago eşrafından abimiz). Shaka gibi kaleciydi. Öhöm, iğrençleşmeyelim şimdi(dalga bi' kenara iyi kaleciydi). İvmeyi arkasına alan Liverpool'un buradan alıp yürüyeceğini düşünüyordu herkes artık ama öyle olmadı. Geçtiğimiz sezon Roy Hodgson referansıyla Liverpool forması giyen Paul Konchesky orta şut karışımı bir vuruşla(bu kalıbı hep kullanmak istemişimdir) West Ham'ı kupaya yaklaştırıyordu. Dakikalar 90 civarına geldiğinde Liverpoollular centilmenlik gereği topu bizimkilere veriyordu. Yamulmuyorsam Scaloni gelen tacı havaya dikerek maçı bitirmek istedi ama gerizekalı beceremedi. Top Liverpoollu oyuncularda kaldı. Steven Gerrard yaradana sığınarak Liverpool'dan vurdu ve gol oldu. AMK. Penaltılar zaten herkesin malumu, efsane Sheringham dışında penaltıyı gole çevirebilen oyuncu yoktu West Ham'da. En sonunda maç içinde sıçışlardan sıçış beğenen Reina, Ferdinand'ın penaltısını kurtarıp takımı kupaya taşıdı. Aynı zamanda da kahraman oldu. Gerrard zaten peygamber, kahramanlık iddiasında bulunacağını pek zannetmiyorum.
Bu arada postu niye attığımı unutup maça daldım, üstte fotoğrafta görüldüğü üzere Türk bayrağı dikkatimi çekti. Ne diye çektiyse. Sevindirik oldum gibi bi' şey... Maçın özetine de buradan ulaşabilirsiniz, belki izlemek isteyen olur.
Bloga ilk postumda ne yazacağım konusunda kafamda birkaç fikir vardı; ama bu videoyu izledikten sonra başka bir şey hakkında yazmamın kendim için ne kadar anlamsız olacağına karar verdim. Derrick Rose'un neden sevileceği, Chicago şehrine neler ifade ettiğini anlatmak oldukça uzun süreceğinden bu yazıda sadece sakatlığının bana neler hissettirdiğinden bahsedeceğim.
28 Nisan 2012 Cumartesi, 2012 NBA Playoff'larının ilk maçı. Chicago Bulls sahasında Philadelphia 76ers'la oynuyor. Maç 99-87 Bulls üstünlüğünde, son 80 saniye. Derrick Rose 5 farklı sakatlık nedeniyle 27 maç kaçırdığı sezondan sonra playofflara 23-9-9'la başlamış ve 80 saniye kala hala oyunda. O farka rağmen neden oyunda olduğuna dair düşünceler ve geçerli sebepler var elbet, zaten ben hala karar veremedim oyunda kalmasının yanlış olup olmadığına. Bulls playofflara güzel başlangıç yapmış, nihayet ilk 5'i bir arada oynamaya başlamış, Heat'i Doğu'da geçebilecek tek takım ve şampiyon olma hayallerinin belki de en kuvvetli olduğu sezon.
Puf.
Sadece 2 saniyede belki de hem gelmiş geçmiş en özel oyunculardan biri olabilecek bir adamın, hem de bütün bir şehrin umutları yok oluyor. Belki kariyeri bir daha eskisi gibi olamayacak, belki hiç eskisi kadar zevk veren bir oyuncu olamayacak. İlk 2 gece uyuyamadım doğru dürüst, kafamda hep alttaki videonun ilk 20 saniyesi döndü. Kübler-Ross Modeli gibi (özellikle baktım ismine) önce İnkar, sonra da sırasıyla Kızgınlık, Pazarlık, Depresyon ve Kabullenme. En az 6-9 ay arası yok, büyük ihtimal bir sonraki sezonu sakatlıktan dönüşle harcayacak tamamen. İş ve çalışma ahlakı, hırsı izin vermeyecek belki kariyerinin sona ermesine ama dünyada en çok sevdiğim sporcunun eskisi gibi olmama ihtimali en üzücü tarafı.
Liverpool her sene başı olduğu gibi bu seneye de şampiyonluk parolasıyla çıktı. Geçtiğimiz sezon arasında giden Torres, gelen Carroll ve Suarez, ve yeni hocaları King Kenny ile çok iyi bir ikinci yarı çıkarmışlardı. Bu sezona da Jose Enrique, Stewart Downing, Charlie Adam gibi transferlerle iddialı girdiler ve nihayet, 37. hafta itibariyle Chelsea'yi 4-1 yenip, ligin bitimine bir hafta kala şampiyonlukl... nereye amk, garantiledikleri tek şey 7 ile 9. sıralar arasında ligi bitirmek oldu. Ha, bir de lig kupası var. Liverpool taraftarı ne derece hoşnuttur bilemem ama sanırım oralarda kupa almak, rütbesi ne olursa olsun sevindirici. Ben o kadar basite indirgemezdim.
Neyse konumuz o değil zaten. Forma işleri bulaşıcı mı bilmiyorum ama ben blog sahibi, faşist patronumuz Teğmen Hacı Lappap'ı tanımadan önce bu işlere bu kadar önem vermezdim. Tanıdıktan sonraysa izlediğim her maçta dikkatimi çeken ilk şey formalar oldu. Zaten dikkat çekecek o kadar fazla şey var ki, bundan önce nasıl formalar dikkatimi çekmiyormuş hayret ediyorum.
Liverpool'un göğüs sponsoru Standard Chartered, Seeing is Believing adlı bir illuminati oluşumuyla işbirliği yapmış ve dün oynanan Chelsea maçında da Liverpool formasına bir günlüğüne Seeing is Believing konuk olmuş. Şaka... Tabii ki illuminati değil ama biraz üzerine gidilse bir şeyler çıkabilir. Sonuçta Liverpool, Lebron James, Jay-Z, Kanye West... Al sana yeni malzeme Sikkofield. Konu dağılmasın, bu Seeing is Believing adlı oluşum göz hastalıklarıyla ilgiliymiş esasında. Kulüplerin böyle hayır işlerine önem vermesi sevindirici, blah blah blah.
Liverpool bu sene Chelsea ile dört maç yaptı, üçünü kazandı ama en önemlisini kaybetti. Bu da son bilmemkaç yılın özeti olabilir onlar adına. Andy Carroll seneye bomba gibi dönecek inşallah. Koçum benim.
Real Madrid'in bir kaç aydır gelecek sezon formaları internette dolaşıyor. Kesinleşen forma yukarıdaki gördüğünüz iç saha forması. Kol uçları ve yakaların; çok koyu lacivert renk ve o koyuluğu çevreleyen daha açık lacivert renk ile detaylandırılması güzel. Bu sezon giydikleri forma ilk çıktığında mükemmel demiştim. Tarihlerinde giydikleri en güzel formalardan biri, hatta ilk sıraları zorlar diye düşünüyordum. Ancak bizim gibi Madrid sevdalıları (!) formada lacivert detay arıyormuş. İlk 4-5 aydan sonra fena sıkıldım o formadan. Allah'tan gelecek sezon özlediğimiz renklere döneceğiz.
Bu forma post atmak için bahane. Ancak esas bomba konu gelecek sene çıkması muhtemel yeşil bir ŞL forması. Real Madrid son 3 sezondur nostalji yapıyor. Geçmiş 2 sezonun nostaljisini biz bloga yazmıştık. Geçen sezonki mor forma 1986 UEFA zaferine gönderme yapmıştı. Millet bu sezon başı kırmızı formaya anlam verememiş ola dursun, büyük bir hizmet yapıp onun da hikayesini şu postta yazmıştık. Şimdi sıra önümüzdeki sene giyecekleri yeşil formada. Tabi ki bi' taraflarından uydurmadılar bu rengi de.
Real Madrid 1965 yılında Güney Amerika turuna çıkıyor ve 7 maç yapıyor. Bu maçların listesi de şudur. Son maç River Plate ile. Real Madrid forma konusunda en katı kulüp, bu Güney Amerika gezisine de tek bir forma ile gidiyorlar. Dümdüz beyaz formaları ile. Ancak River Plate de Caracas'taki maça klasik forması ile gelince işler karışıyor. Real Madrid'e yeşil bir forma buluyorlar (tişört demek daha doğru olur) ve o maçı tarihinde ilk ve son kez yeşil renk formalar ile tamamlıyorlar. Ta ki bugüne kadar.
Koskoca Real Madrid, 9 kez en büyük kupayı kaldırmış takım gidip UEFA kupası formasından veya tek maçlık mecburi sebeplerden giyilmiş formalardan kendisine tarih yaratmaz. Bu farklı renk formaların sebebi; İç, hatta dış saha formasında kaskatı olan kulübün ŞL'de de olsa alternatif renk arayışlarına girmek istemesi diye düşünüyorum. Çünkü mor da, kırmızı da büyük ilgi gördü, yeşil ile de devam etme istekleri bundandır. Kafadan renk sallamamak için de bu ince tarihsel detaylardan faydalanıyorlar. Galatları falan karıştırmıyorlar yani.
1965 yılından o formanın fotoğrafını çok aradım, ancak yok. Bu sezonki forma çıkarsa meydana, burada yine paylaşırız.