tbl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tbl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mari


Beşiktaş Sompo Japan'ın bu sezonki formalarını ilk gördüğümde burun kıvırmıştım açıkçası. "Ne alaka" falan derken, Panathinaikos'un geçen sezonki tasarımıyla aynı olduğunu hatırladım.Yine de ana rengin hangisi olduğu anlaşılmayacak bir tasarım tercihi olduğu kesin. Panathinaikos'unkini bilmiyorum ama, Beşiktaş'ın bu sezon neden bu formayı giydiğini tesadüfen anladım:


Bu fotoğraf şu hesaptan -- basketbol nostaljisi seviyorsanız, ya da yaşınız biraz geçkinse, tam sizlik. Futbolda yine görüyoruz arada, ama basketbolda böyle 30 sezon öncesinin formasının yeni versiyonunu görmek, müthiş bir şey.

Fakir


Sorsan Avrupa'nın en iyi basketbol ligi, ama forma araklamaları gırla gidiyor.


Laporta


"Ligin yükselişteki ekiplerinden Washington Wizards ile Los Angeles Lakers'ın karşı karşıya geldiği maçtan başkent ekibi galip ayrıldı. Wizards'ta John Wall 23 sayı-11 asist ile oynarken, Lakers'ta Kobe Bryant'ın 38 sayısı galibiyete yetmedi. Wizards böylece üst üste 8. galibiyetini elde etti."

Stick


4 günde iki maç. Biri (yani ilki) içerde, diğeri deplasman. İkisinde de sarı formaya karşı oynanmış. Peki o zaman neden ikisinde de kırmızı forma giyilmemiş? Başta "Euroleague'de bu işlere daha bir dikkat ediyor olabilirler, ondan belki" diyecektim ama, bizimkiler Olin'in yeşili giyeceğini düşünüp (en azından Viki'de iç saha formaları o gözüküyor) başka forma götürmemiş olabilirler, ki bu da bizimkilerin hatasıdır o zaman. Karışacağından değil şu şekilde, ama kırmızı forma varken neden bu giyilsin, değil mi?


Ayrıca lafı geçmişken: Bu sezon 5 formamız var basketbolda. Ne gerek var bu kadar lan. Baksanıza şunlara amına koyim.

Bıçkın


Forma sponsorunu tam göremedim, sanırım Sportive. Renkleri de yeni değiştirmişler anladığım kadarıyla. Güzel ama, bu kadar bariz araklamasaydınız be abi...


Ağa


Beşiktaş'ın kırmızı formalarının neden bu kadar güzel olduğunu umarım bir gün anlayabiliriz. Futbol takımındaki aşırı orandaki kullanımı bir kenara bırakalım. Beşiktaş erkek basketbol takımı, 2 haftadır kırmızı formalarla sahada yer alıyor. Önce dışarıdaki Antalya Büyükşehir, sonra da içerideki Aliağa maçında kırmızı formayı giydiler. Bunun futbol takımının kırmızı formasından esinlenerek yapıldığını düşünmek en basit yol. Ve belki de doğru yol.


Sezon başında ortada kırmızı forma yoktu basketbol takımı için. Futbol takımının tam tersi yani; onlar ilk olarak kırmızı formayı halka sunmuştu ve sonrasında da şöyle manzaralar ortaya çıkmıştı. Basketbol kırmızısı, ilk kez Kalde ile yapılan anlaşmanın açıklandığı toplantıda görülmüştü. Ardından da birkaç ay kayıptı, ta ki 2 hafta önceki Antalya Büyükşehir maçına kadar.

Basketbol için 3. forma her zaman ekstra konumunda oluyor. Çünkü desenli forma pek olmadığından, üçüncüye başvurma gereği kalmıyor. Büyük çoğunluğu formaların, düz, tek renk. NBA'de de bunun pazarlama amaçlı/odaklı kullanıldığını zaten ilgililer biliyor. Burada pazarlama kısmı pek işler değil, malum -ki satışta değil şu anda kırmızı forma, hatta hiçbiri değil. Ama arada giyilebilir işte, "çeşit" olur. Bu sezon için düşünürsek de, futbol takımının kırmızısı ile bağ kurmak açısından güzel bir tablo tabii.


Benim hatırlamam zor olacağından, Beşiktaşlı arkadaşlara sordum: Daha önce basketbol şubesinde kırmızı forma giymemişler gibi duruyor. Hatırlayan/bilen varsa eğer, bir dürterse sevinirim. Yani görünüşe bakılırsa, takım tarihinde de bir ilk oldu böylece bu forma.

Manuchar











Abdi İpekçi Notları - 5

Merhabalar. Araştırmacı blogculuğu şiar edinmiş bir yapı olarak, çalışmalarımız devam ediyor.
Blog bünyesinde iki adet "İstanbul'da ikamet eden Beşiktaşlı" olmasına rağmen, bir Beşiktaş basketbol maçından bahis açmak bana düştü. Aldığınız maaş haram, yazıklar olsun.



- Dışardaki pilavcı abi'nin malı harika. Annemin yaptığına yakın valla. Müthiş.

- Çok az adam vardı ya. Gerçi buna yine geleceğiz, dur.

- 2. çeyreğin başı gibi girdik. Hacettepe öndeydi.

- Siz siz olun, eğer yorgunsanız, tramvaydan inip salona kadar yürümeyin. "O kadar" yakın değilmiş. Minibüsler falan geçiyor sanırım ordan, atlayın ona.

- Dışarda Kartal Yuvası tırı vardı, (tam olarak tırın üstünde bu ismi görmedim ama öyle olması gerekiyor sonuçta) orada işte Beşiktaş'ın arka arkaya kazandığı 4 kupanın da bulunduğu bir tişört gördüm. Feda tişörtünün 10'da biri kadar satmamıştır ama olsun, gayet güzeldi. Hatta onu görünce "vay amına koyim, bunlar dörtledi di mi" çektim kendi kendime. Büyük iş abi.

-  Bizim Tivitır tayfasından bazı adamları da orada görmeyi bekledim ama yoklardı. Bayağı da baktım sağa-sola, hatta sonra telefondan Tivitır'a da baktım, yok. Eğer biri ya da birkaçı orada olsa ve göremeyip dönsem çok bomba olurdu ama.

- Hep öyle mi oluyor bilmiyorum ama, neredeyse taraftara eşit sayıda polis vardı. Canlarına minnet, ne olacak.

- Biraz da maçtan bahsedelim değil mi?
Girdiğimiz andan itibaren, 4. çeyreğin ortalarına doğru Hacettepe öndeydi hep. Sonra işte 17-3'lük bir seri geldi Beşiktaş'tan ve aldılar. 69-63'tü herhalde skor. Kusura bakmayın valla, bunları maçtan 20 küsür saate yakın zaman geçmişken yazıyorum ve hiçbir yere de bakmadım. Bizde yalan yok. Akılda ne kaldıysa o bak.

- Tutku'yu izleyebilsem iyi olacaktı. Neyse, başka vakit inşallah.

- Fotoda gördüğünüz şut girdi. Zaten Markota bayağı soktu ya. Bakayım kaçmış... 17 sayı. 2-3 tane üçlük var.



- Maçta çok sayıda Nigga kardeşim vardı. Bahsettiğim nokta, tavır ve karakter. Yani esasen, bazen yanlış kullanım oluyor, o açıdan vurguladım. Her siyah arkadaş "nigga" olamaz. Mesela beyaz olsa da nigga olabilir. Hepsine buradan selamlar. Maçtayken de böyle sesleneyim falan dedim de, sonra linci var, dayağı var.

- Hüseyin Beşok'a çok küfrettiler. Daha doğrusu tezahürat eden, yukarıda konuşlanmış ufak bir grup vardı, onlar etti.

- Fakat buna rağmen, molalarda falan hoparlörden verilen tezahüratlara herkes eşlik ediyordu neredeyse. Bu güzeldi bak.

- Ama yine de, mesela Avrupa maçlarında ortalık yıkılıyorken, buna bir avuç adamın gelmesi hoş değil. Haftaiçi bahanesi de bir yere kadar diyorum.

- O tırda basketbol formaları satıyor muydu ya, ben göremedim ama olsa da görüp alsak hoş olurdu. Kero selam.

- Basın tribününe (?) dikkatli bakışlar fırlatmama rağmen pek "tanıdık" kimse göremedim. Keşke göreydim. Ümit Avcı falan vardı işte. Maçı anlatanlar da Osman Sakallı ile sanırım İsmet Badem'di.

- Bir ara şöyle bir skor vardı maçta...



- Sağ çaprazımızda bir abi vardı. Haklı-haksız, lehte-aleyhte her şeye itiraz etti. Ve de hep ayaktaydı. Aha da foto.


Maçı beraber izlediğimiz arkadaşımın söylediğine göre -ben farketmedim o ara- şu yanındaki görevli ona hep "neden öyle olduğunu" anlatıp durmuş, her kararda. Ona rağmen hem de, düşünün. 

- Şu Lig Tv'nin basketbol yayınlarında son dönemde görülen bir abla var. Röportajlarda falan. Onu da görmüş olduk. Maşallah.

- Bir ara önümüzdeki bir eleman, bir pozisyonda ıslık çalan arka çaprazdaki elemanlara atarlandı. Arkadaşımla beraber "AHA MEVZU" diye heveslendik ama, cevapsız kaldı o atar. Tribün kavgası göremeden geldik ya, sikeyim.

- Televizyondan maç izlemekle, çıplak gözle izlemek arasındaki fark hakkında başlı başına 10 madde yazabilirim sanırım. Ulan. Çok klişe belki ama, ben bu konuda belli sayıya ulaşana kadar şaşırmaya ve yadırgamaya devam edeceğim, izninizle.

- Önder Külçebaş maçta şundan denedi. Ciddiyim. Geldiği açı falan birebir, izleyenler hatırlar zaten. Eğer yapsaydı, bu efsanevi harekete canlı şahit olan bir avuç insana dahil ol-



-  Hacettepe'de tepedeki saçları (aha istem dışı kelime oyunu) dökmüş, Adıgüzel soyadına sahip bir abi vardı. Dalga geçmek amaçlı değil, ama bu verileri üstüste koyunca ortaya bir basketbolcu imajı çıkmıyor. Yine de ufaktan "fiziken çaktırmasa da oyuna hakim olan dayı" etkisi yaratıyordu. Gerçekten öyle mi bilmiyorum tabii.

- Aha işte bu kadar adam vardı:



- Tezahürat yapanlar da, şu sol köşedeki 214'ün oradakilerdi.

- Kale ark... Pota arkalarının da fotoları var ama Beşiktaş camiasını rencide etmemek için koymuyorum. Gün gelir şantaj için kullanırız.


Büyü





Abi geçen Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı izlerken fark ettim. Efes'in kadrosunda bir tane siyahi oyuncu var. Bu ne demek peki, şu demek: Bir, sadece bir oyuncu farkla, tamamen beyazlardan oluşan bir kadronun kıyısından dönmek demek. Tabii Farmar'ı da beyaz sayarsak, çünkü kendisi "beyaz" değil, renge-manzaraya aldanmayın. 

Olacak iş değil ya. Tamamen lanet beyazlardan oluşan bir basketbol takımını mümkün kılmak üzereymiş yani Efes. NBA'de bazen muhabbeti geçer mesela, "sadece 1 tane beyaz var", "takımda hiç beyaz yok". Bununla aynı şey değil ama kısmen benzer vakalar. Zenci kardeşlerimiz Avrupa piyasasında bu kadar çokken, böyle büyük bir felaketin kıyısından dönmek, Efes için büyük şans. Eğer bu sezon başarılı olacaklarsa da (ki başarı ölçütü değişken bu noktada), bu başarı o kadrodaki yegane zenci kardeşimiz sayesinde olacak. Basketbol böyle kıymet bilmez bir spor dalı değildi mirim. Ne zaman bu hallere düştük?


Gayda


Not: Bu bir geç kalınmış Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s yazısıdır.

Soru: Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s maçına neden gitmek istersiniz?

1. Rakip NBA tarihinin en köklü takımlarından Boston C*****s'tir ve Türkiye'de bir kez daha görme olasılığınız telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan bir başka öğretmeninizin olması kadardır.
2. Tuttuğunuz takım Fenerbahçe Ülker, bu sene tarihinin en iyi kadrolarından birini kurmuştur.
3. Ataşehir'e geçen sezonun ortasında inşaatı biten ve açılan Ülker Sports Arena, bu ülkenin görüp görebileceği en iyi basketbol salonudur.
4. 5 Ekim Cuma gecesi saat 21.00 sularında yapılacak bundan güzel aktivite yoktur ve İstanbul'da oturan bir basketbolseversinizdir.
5. Rakip NBA tarihinin en köklü takımlarından Boston C*****s'tir ve Türkiye'de bir kez daha görme olasılığınız telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan bir başka öğretmeninizin olması kadardır.

Soru: Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s maçına neden gitmek istemezsiniz?

1. Biletler pahalıdır.
2. Biletler pahalıdır.
3. Ve daha bir sürü şey.

İkinci soruyu sormayabilirdim de. Telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan ve tam da proje konuşması yaparken küçük oğlu arayan Ayla Hocam'dan da bahsetmeyebilirdim. İkisini de yaptım çünkü bu tip ufak detaylar bu tip uzun yazıları sıkıcılıktan uzaklaştırıyor. Evet, 5 Ekim 2012 tarihinde doğuştan tutkunu olduğum Fenerbahçe takımının basketbol şubesi, doğuştan tutkunu olmasam da doğuştan tutkunuymuşçasına desteklediğim Los Angeles Lakers'ın, ezeli rakibi Boston C*****s'le NBA Europe Live kapsamında bir pre-season maçı yaptı. Ben de Kocaeli'den salona doğru yolculuk yapıp bu maçı yerinde izledim.

5 Ekim 2012 tarihi hayatımda birden fazla ilki yaşadığım bir tarih oldu benim için. Bu ilkler öyle çok büyük ilkler olmasa da yine de ilklerdi işte. Mesela ilk öpüşme, ilk üniversite günü ya da KFC'den yenilen ilk yemek gibi ekstra ilkler değildi benim için, ve merak ediyorsanız hayır bu ilkleri sıraya dizmeden yazdım, ama yine de ilklerdi. 2012-2013 model Fenerbahçe Ülker'i ilk izleyişim, yeni salonu ilk görüşüm, herhangi bir NBA takımını ilk izleyişim, İzmit-Harem otobüslerinde son durağa kadar gitmeyip de Koşuyolu durağında ilk inişim.

Yiğit Yılmaz ile 18.00 otobüsüne bindiğimizde tedirgin olduğumuz birden fazla konu vardı. Hereke-Gebze arası otobanın yol yapımında olması nedeniyle o bölgelerde ne kadar süre kaybedeceğiz, maça yetişebilecek miyiz, salona nasıl gideceğiz, ne zaman yemek yiyeceğiz, maçtan sonra Kocaeli'ye dönebilecek miyiz yoksa İstanbul'da mı kalacağız, İstanbul'da kalacaksak kimde kalacağız vesaire. Bütün bunları düşünmeyip kendimizi maça bırakabilirdik de. Zaten öyle de yaptık. Normalde 1 saat, 15 dakikada Harem'de olan otobüs 2 saatte anca Koşuyolu'na varabildi. Biz de orada inip taksiyle Ataşehir'e geçtik. Yemek yeme işini maçtan sonraya bıraktık, ki hayatımın en uzun süre ağzıma bir şey atmadığım günü olabilir yaklaşık 10-11 saat ile. Akşam da Yiğit'in yakından tanıdığı, benim de tanıdığım Ali'nin evinde kaldık, Erenköy'de. Ufak bir not, Erenköy'de Ali'nin evinde son kaldığım gün Roma'dan geldiğim gibi koştura koştura Bağdat Caddesi'ne gidip 2010-2011, 34. hafta, Sivasspor-Fenerbahçe maçını izleyip şampiyonluğu kutladıktan sonra olan gün. Ertesi de takım Cadde'ye gelmişti, beraber stada kadar yürüyüp şampiyonluk kupası kaldırmıştık. Good old times.

Konu ister istemez sapıyor. Salonun önüne geldiğimde saat 20.15 falandı ve etrafta gördüğüm Fenerbahçe formalı insan sayısı, C*****s formalı insan sayısından fazla değildi. Buna çok şaşırdım ve salona girdiğimde de bu görüntü devam etti. TD Garden demek kolaya kaçmak olur, şöyle ifade edeyim; Playofflar, Doğu yarı finali, Boston ile Atlanta oynuyor, seride Boston 3-0 önde ve 4. maç Atlanta'da Phillips Arena'da. İşte aynen böyle bir doluluk oranı ya da renk cümbüşüydü Ülker Sports Arena. Fenerbahçe formalı insanlar vardı ama C*****s formasıyla gelenler o kadar çoktu ki, gereğinden fazla çoktu, oturduğum yerden, yani 408 numaralı gruptan, yani en tepeden, salona genişçe baktığımda gözüme çarpan renk yeşildi.


Bir NBA organizasyonu olduğu için maç NBA kurallarına göre oynandı. Daha doğrusu NBA kuralları ile Avrupa kuralları karışımı. O yüzden yaklaşık 150-160 dakika sürdü. Avrupa'da izlediğimiz maçlar bana hep çok kısa gelmiştir. 10'ar dakikalık periyotlar idealdir ama bilmiyorum, artık molalar mı daha kısa sürüyor yoksa devre arası mı, maçlar ne olduğunu anlamadan biter. Buradaysa, maç, inanılmaz, uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuundu. Şehrinize Boston C*****s geliyor ve maç sizi bir süre sonra sıkıyor, işte o kadar uzundu. Herkes sıkılmamış olabilir elbette ama ben ara ara "Of ne zaman bitecek" dediğimi hatırlıyorum. Stern'in bu konu hakkında bir çözüm getirmesi gerek diyeceğim de oradakiler halinden mutludur herhalde. Düşünsenize Milwaukee Bucks taraftarısınız, yılda en az 41 gün aynı koltukta 160 dakika oturup etrafınızda olan biteni izliyorsunuz. Böyle deyince ne kadar sıkıcı di mi? Kim istemez Wisconsin'de oturup Bucks kombinesi sahibi olmayı? Hani Bucks bile...

Doc Rivers maçtan önce as oyuncularını fazla oynatmayacağını söylemiş. İlk çeyrek ve üçüncü çeyrek başında biraz süre alacaklarını belirtmiş. Fenerbahçe Ülker'in bu kadar dişli çıkacağını beklemiyordu herhalde. Öyle ki Paul Pierce 26:08, Rajon Rondo da 30:19 sahada kaldı. Böyle yazınca İncil ayeti numarası gibi oldu, eheh. Dinlendirilen isim sadece Kevin Garnett'ti, o da 15:16 oyunda kaldı. C*****s ligin en iyi bench'ine sahip takımlardan biri değil. Ancak rotasyonları, bu yaşlı takımın beşini bütün sezon dinlendirebilecek şekilde kurmuşlar. Yani kötü de değil. Avery Bradley ve Chris Wilcox oynamayan isimlerdi ama rotasyonda kendilerine yer bulacaklardır. Bradley kesin, Wilcox şüpheli en azından. Doc'un beşinin Rondo-Lee- Pierce-Bass-Garnett olacağını düşünürsek uzun yedekler Milicic ve Sullinger, kısa yedekler Green ve Terry olacak. Bu maçta C*****s camiasını en çok sevindiren isimler şüphesiz çaylak Sullinger ile geçen seneden sonra çok iyi dönen Jeff Green olmuştur. Özellikle Jeff Green son çeyrekte öyle bir performans ortaya koydu ki, Bill Simmons'a "My dad just texted me that Jeff Green looks terrific in this Celts game - "looks like James Worthy out there!" I love the preseason." tweet'i attıracak bir performans, C*****s onun önderliğinde az kalsın geriden gelip maçı kazanıyordu.

Fenerbahçe Ülker ise 22. maçta bir NBA takımını yenen 6. Avrupa takımı oldu 97-91'lik skorla. Boxscore'da Romain Sato'nun 4/4 üçlükle 24 sayılık performansı göze çarpıyor ilk bakışta ama ben bu maça bir isim koyacak olsam "NBA'in Bo ile tanıştığı maç" derdim. Bo McCalebb EF-SA-NE bir performans ortaya koydu ve biz Fenerbahçe taraftarları biliyoruz ki bu onun bu sene ortaya koyduğu en güzel performans olmayacak. Onun dışında bu maçtan yaklaşık 24 saat önce İzmir'de Galatasaray Medical Park'la oynayıp 1/12 üçlük atan takımın 24 saat sonra Boston C*****s karşısında, NBA üçlük çizgisinin gerisinden 8/21 atması da bir bana mı garip geldi bilmiyorum. Velhasılıkelam, bir sene zirve-bir sene dip şeklinde yola devam eden Fenerbahçe Ülker'in bu sene zirve senesi ve hepimiz çok şey bekliyoruz. Ama yeni kurulmuş bu takımın bazı yerlerde duvara çarpacağı hissi oluşuyor bende nedense. Belki de David "Andersen'den Masallar" Andersen'in tam hazır olmamasına çok takmışımdır bilmiyorum ama takımda eksik olan birkaç şey var gibi. Sanki bir maçımızın başka bir maça uymadığı bir sezon izleyecekmişiz gibi. Belki de geçen senenin bende bıraktığı izler hala silinmedi, zira travmatik bir seneydi her şeyiyle. Bu konuda değişik bir anksiyete problemim olabilir çünkü o senenin hemen ardından ne olursa olsun çok büyük başarıların gelebileceğine inandırabilmiş değilim kendimi. Yazı bir bana mı depresif bir noktaya doğru gidiyor gibi geldi? Aynı paragrafın içinde "bir bana mı?" soru kalıbını iki kez kullandım, üç oldu.

Salon akıl almaz derecede büyük. Bir kere en dış kapıdan içeri girdiğimizde bir "ne oluyor lan" çekiyoruz. Sanki basketbol salonuna değil de Türkiye'nin en büyük alışveriş merkezine falan girdik. Demirören'in İstiklal'deki AVM'sinden bile büyük sanırım. Yerin üç kat dibinden başlayan AVM'den bahsediyorum. Salonla ilgili en hoşuma giden detay da izleyene hissettirilen kalite. En basitinden, en kötü tribün olarak lanse edilen en üst tribünde bile koltuklar açılır kapanır sinema koltuğundan ve Sinan Erdem'deki gibi plastik değil. Ferahlık, görüş açısı ve daha bir sürü şey bakımından tabir-i caizse on numara. Tabii lüks bir salonun büfe fiyatları da lüks oluyor ister istemez. Ben listeye korkarak baktım da hamburger 8 lira mıydı, 10 muydu, kaçtı? :(


Her uzun yazıda olduğu gibi buraya kadar okuyan varsa teşekkür etme klişesine girsem mi, buna değer mi emin değilim ama bundan sonrasını kısa kesmek gibi bir düşüncem yok değil. En başta ikinci soruya gelirsek, sormamın nedeni biletlerin son ana kadar bitmemesi ve ufak da olsa salonda boşluklar görmemdi. Bu maçın en yüksek bileti 600, en düşük bileti ise 60 liraydı. Eminim ben bir basketbol maçına 60 lira verilir mi desem, Boston C*****s bu boru mu diyenler çıkacaktır o yüzden ne ben konuşayım, ne onlar cevap versin. Yine de biletlerin son ana kadar bitmemesinde fiyatların etkisi birinci planda diyorum ben. Zira 15-16 bin kişilik salonu C*****s de dolduramazsa kim dolduracak? Khimki?

Son üç paragrafın sonu da soru işaretiyle sona erdiğine göre bu yazının da sona erme vakti geldi sanırım. Bir insan, vaktinin önemli bir kısmını neden bilardo oynayarak harcar bundan pek emin değilim. Ya da 40-45 yaşlarında, Kocaeli Üniversitesi'nde bir öğretim görevlisi neden Ai Se Eu Te Pego çaldığında telefonunu açar bunu da bilmiyorum. Kestiremediğim başka bir şey varsa o da Boston C*****s'in bu sene NBA'de ne yapacağı. İyi gözükmediler ama her seferinde "bu sefer bitti" denilen takımı yine finalde görürsek şaşırır mıyım? Sanmam. NBA şampiyonluğu ihtimalleri yok ama ona eminim çünkü finale çıkarlarsa karşılarında Nash-Kobe-MWP-Gasol-Howard ve kendinize iyi bakın olacak.

Adettendir, yazıda geçen arkadaşlarımın twitter adresleri;

Yiğit Yılmaz: @Ygtylmz
Ali Yeğenoğlu: @aliyegenoglu

Yazıda geçmeyen arkadaşlarımın twitter adresleri;

Lap: @lappappa
Teğmen: @lappappa
Hacı Lappap: @lappappa


Edit: Ya adamın blogunda rahat rahat C*****s yazamıyoruz arkadaş. Fenerbahce.org'un G*********y sansürü gibi bloga C*****s sansürü koymuş. Skandal.
Edit 2: Bak yine!
Edit 3: Araya bir yere Mirsad Türkcan'ı sıkıştırmasam olmazdı. Adamın formasını emekli ettik, emekli edilen forma da "İçim" reklamı var ya böyle bir saçmalığı en son The Walking Dead 2. sezonunda görmüştüm. Sen git koskoca zombi, ormanda uyuklayan adam gör ve adamı önce plastik ayakkabısından ısırmaya başla. Böyle yazınca tam manasıyla anlatamamış olabilirim ama eminim izleyenler ne türlü bir saçmalık olduğunu anlamışlardır.

Çakra




5 sene önce James White'ın buraları nasıl karıştırdığını hatırlıyorsunuz değil mi? Ben o yarışmayı canlı izlediğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu ülkede az da olsa basketbolla ilgilenen kişiler de bu adamı unutmamalı, yetişemeyenler de bir şekilde haberdar olmalı. Belki de "gelmiş-geçmiş en iyi smaççı"yı kendi ligimizde ve kendi All-Star'ımızda izleme imkanı bulduk.

Geçenlerde gavur NBA sitelerine bakınırken, Knicks'le ilgili bir preview'a denk geldim. Orada farkettim White'ın New York kadrosuna katıldığını. Bu bilgi, Kidd'in de aynı takıma geldiğini hatırlayınca daha önemli oluyor tabii. Zincirleme devam etti. Ardından da aklıma Green'in şu aşağıdaki smacı ve yarattığı etki geldi. O yarak kafası, belki sırf bu sayede NBA'de oynamaya devam edecek bu sezon -farklı takımda da olsa. White geçen sezon İtalya'da sayı kralı oldu. Belki geri dönmesini sağlayacak olan bu performans, fakat onun "alamet-i farikası", smaçları. Açık konuşmak gerekirse şu andaki fiziksel vaziyeti hakkında bilgim yok. 30 yaşına geldi. Düşüşteyse, normal. Ama şu Fenerbahçe'deki halinin yarısı düzeyde olsa bile, yapılacak 1-2 alley-oop, yeterli "reklamı", sonrasında da kalıcılığı sağlayacaktır. Hadi bunları siktir et, NBA'de böyle tanıdık simaları görmek her zaman güzeldir.


Nerden Nereye 79







edit: Mike James, Aliağa da dahil, birçok takımı dolaştıktan sonra 37 yaşında tekrar NBA'de kendine bir yer edinir. Hem de Dallas'ta, ilk 5 pg olarak.

Tarçın


Eğer lokavt bitmese, geçen haftasonu farklı formalar altında karşılaşacaklardı. Değil kader, Stern bile engel olamadı buna.........

Nerden Nereye 68






Gururlu edit: İki oyuncu, bu postun yarattığı sinerjiyle tekrar bir araya geldi. Ya ne sanmıştınız?




Bir edit daha: Kesişmeye devam ediyorlar. Foto yok maalesef.


Kris


Lamar Odom Beşiktaş Milangaz'da......................................................................................................

Edit: Şimdi benim burada, son günlerin 'yükselen trendi' olan "ay ben şöyle yaptım diye böyle oldu" tarzı bi' cümle yazmam gerek. Ama hayır. Ben kendi elimle NBA'in başlamasını sağlasam bile bunu demem, birileri dak'ka başı kullanıyor. Ne tiksinme geldi be birader.

Alem


Bugün öğle saatlerinde Tofaş-Gs maçını izlerken, saha kenarında Raptors maskotu 'Raptor'ı gördüm. Bildiğin Raptor. Tahmin edebileceğiniz gibi, ben de ilk başta 'NBAsizlik' sebebiyle halüsinasyon işine girdim sandım. Kendimi yalanlamak için de Twitter'da paylaştım bunu. Meğer kendisi, Tofaş'ın daha birkaç gün önce tanıttığı yeni maskotu Doblozorus imiş. İsim ne alaka filan, malum tabii.


Şurada da sözü edildiği gibi basketbol kültürünün oturması açısından güzel bir karar. (Hatta diğer kulüpler de el atsa keşke. Şu anda ligde başka maskot var mı? Ben hatırlayamadım. Bizimkiler hazır işler iyi gidiyorken şöyle iyi çizilmiş bir Aslan maskot yapsa...) Fakat bundan var? Bunun aynısından var be abi. Neden daha özgün bir maskot değil? Hani şehirden gidip, timsah desek, ona da benzemiyor bu amcaoğlu. Bildiğin 'arak'.



Aha işte, biliyorsunuz, aslı da bu. Lan o kadar attık salladık da, yoksa gerçek Raptor, hani şimdi NBA de yok, ekmek parası için... Lan........................

Nerden Nereye 65




Serdar


Adam NBA'in en iyi takımlarından birinde yıllarca top oynamış, arkasında ''ehh işte'' diyebileceğimiz bir NBA kariyeri bırakarak Efes'e gelmiş, ama gördüğü muamele ; ''Sharapova'nın Nişanlısı'' mağrurluğunda. Onu geçelim adamı bir de oyun kurucu yapmışlar haberde...

Aynı haber, aynı başlıkla Milliyet gazetesinin internet sitesinde de mevcut. Orada da yine ''Sharapova'nın Nişanlısı'' ifadesi kullanılmış Vujacic için, ancak Milliyet editörleri biraz araştırma yapmış Sasha hakkında ve oynadığı pozisyonu doğru olarak yazmayı başarmışlar! Aslında bu kadarına şükretmemiz lazım, şu haber magazin sayfalarında da yayınlanabilirdi. Ne diyorduk? ''Yaşasın Özgür Türk Basını!''

Yok Artık Efes Pilsen

Sporx'ten Sedat Balcı'nın haberine göre Rakoçeviç'i renklerine bağlayan Efes, Sarunas Jasikevicius'u da almak için elinden gelen her şeyi yapıyormuş. Saras'ı da alırlarsa ligi kapatalım gidelim biz, onlar Euroleague'e konsantre olsunlar. Yuh...

Deniz Kılıçlı


Efes'in pilot takımı Pertevniyal çıkışlı Deniz Kılıççı. Birçok umut veren genç basketbolcu gibi lise eğitimine Amerika'da devam ediyor. West Virginia'da Mountain State. (Ara not düşelim, West Virginia en çok Türk bulunan eyaletlerden birisidir, Fethullahçıların da gözdesi...)

2.08 boyunda 105 kilo. 4 numara. Kendisi ESPN'in 2009 yılında liseden mezun olan oyuncular sıralamasında 44. sırada.

Kendisiyle ilgilenen üniversiteleri görünce zaten ne kadar büyük bir potansiyel olduğunu anlayacaksınız. Öncelikle North Carolina State'e Atsür önermiş bu arkadaşı. Peşinden U-Cal, Connecticut, UCLA, USC, Kentucky ve West Virginia. Açık alanda kulvar koşularını iyi yapabilmesi, orta mesafe şutu, pota önünde iki eliyle de bitirebilmesi ve en önemlisi son iki yıl içerisinde gösterdiği gelişim scoutların en dikkat çektikleri özellikleri. Tek geliştirmesi gereken özelliği ise post savunması. 2010 veya 2011 draftına girmesine ve ilk 10 sıradan seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Kendisi Hüseyin-Faruk Beşok kardeşlere de çok benziyor, bunu fark ettik Salih'le. Şimdi bu çocuktan bu kadar geç haberimiz olmasından medyayı mı sorumlu tutalım, üşengeçliğimizi mi, yoksa böyle bir yeteneği kaçıran Efes Pilsen camiasını mı?