barcelona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
barcelona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çeviri: Guardiola'nın Barcelona B Macerası


(Orijinali için şuradan.)

Guardiola ailesi için özel bir gündü.

"Valentina 6 Mayıs'ta (2008) doğmuştu, aynı zamanda o gün Huddersfield karşısında şampiyonluk kupasını kaldırdık." Hayatındaki en gururlu anlardan bu ikisini birleştiren Guardiola, Goal'e böyle söylüyordu.

Bu yıl, ailesi ve muzaffer oyuncuları tarafından kuşatılmış halde, 10. doğum gününü kutlayan Valentina ile uykusu gelmiş vaziyette otururken Guardiola, zihnini hayatının başka bir dönüm noktasına doğru yöneltti.

"Valentina'nın doğduğu gün, Joan Laporta bir arkadaşımla beraber hastaneye geldi ve bana 'Barcelona'nın yeni hocası sen olacaksın' dedi."

Katalan teknik adam, bu cümleyi duyduğu zaman, bir sezondan az süredir --'B takımı' hüviyetindeki-- Barcelona Atletic'i çalıştırıyordu.

Bu fikir ona aslında ilk olarak, birkaç ay önce, La Rambla'ya bir blok uzaklıktaki Hotel Roma'da sunulmuştu.

"Bu kadar taşaklı birisi değilsin" demişti Guardiola.

Başkan ise ciddiydi: "Eğer sen taşaklıysan, Barcelona'nın yeni çalıştırıcısı olacaksın."


Goal'e "Çok iyi bir yıldı, çok zordu da" diyordu Domenec Torrent: Guardiola'nın Barça B'deki sezonunda, alt ligler konusundaki bilgisi, hayati konumdaydı. "Pep'in teknik direktör olarak ilk yılıydı, maçtan maça oyunu öğrenmek zorundaydı."

"İspanya 4. Ligi çok, çok zor" diye devam ediyor. "Birçok tecrübeli oyuncunun yanında bir sürü de genç oyuncu var ama onlar sünger gibi, çok çabuk öğreniyorlardı."

"Ligin ikinci yarısında maçları daha etkileyici şekilde kazanmaya başladılar, ilk yarıdan çok daha iyi, çünkü Pep'in konseptini daha iyi anlamışlardı. Öğrenmenin tek yolu, oynamaya devam etmek; bu, Pep için master yapmak gibi bir şeydi."

Guardiola da mutabık: Kesinlikle. Kesinlikle, benim için çok iyiydi. İyiydi, çünkü haftada bir maç vardı, süreci analiz etmek için vaktim vardı ve ışıklar üzerime çevrili değildi, medyanın gözünden uzaktaydık.

"Domenec'e tamamen katılıyorum, en iyi okul orasıydı. Her şeyden önce, ben henüz bakirdim! Dome bana çok yardım etti, çünkü o burada, 4. Lig'de uzun yıllardır hocalık yapıyordu, zeminleri biliyordu, statları biliyordu... hayır, statları bilmiyordu, çünkü ortada stat falan yoktu. İngiltere'deki Lig 2 veya Konferans Ligi'ni düşünebilirsin, oralara epey benziyor."

İşte Guardiola'nın teknik direktörlük kariyeri böyle başladı. Camp Nou'dan oyuncu olarak biraz buruk ayrıldıktan 6 yıl sonra, 4. Lig'e eşit olan Tercera Division'a yeni düşmüş olan Barça B'nin hocası olarak geri dönmüştü.

"Pep geldiği zaman iki yldır genç takımlardaydım ve planım ayrılmak üzerineydi, ama benimle bir görüşme yaptı ve beni kalmaya ikna etti" diyor, o dönemki kaptan Marc Valiente.


Marc Valiente

"En çok hatırladığım şey, daha yeni küme düştüğümüz için, oraya geri dönmek zorunda olduğumuzu söylemesiydi: 'Çünkü Barcelona oraya ait değil'di."

Guardiola oyuncularına daha iyisini yapmak zorunda olduklarını söyledi ve derhal standartları yukarıya çekti: (Şu anda New York FC'nin başında bulunan) Torrent'i ve (hâlâ yanında olup rakip analizinden sorumlu olan) Carles Planchart'ı göreve getirdi.

Bu, takım için 'yepyeni' bir şeydi. Şu anda Espanyol'da oynayan orta saha oyuncusu Victor Sanchez ekliyor: Onlara karşı üstünlük kurmak için ne yapacağımız haricinde rakibin ne yaptığına pek bakmazdık. Videolar daima bizim neyi kötü yaptığımızla, neden bir çözüm bulamadığımızla ilgili olurdu,  veya hücumdaki hataların sebebine ya da geriden oyunun iyi kuramadığımız hakkında olurdu. Ama ne olursa olsun, takımı daha iyiye götürmeye odaklanan şeylerdi."

Dördüncü Lig, pek duyulmamış biçimde, muazzam büyüklükteki 18 bölgesel lige yayılıyordu. Ama bu durum, Guardiola'nın hazırlıkları için engel değildi: İlk rakipleri olan Premia'nın hazırlık maçına bir göz gezdirmek üzere, Barça B'nin sezon açılışından önce, kendi başına bir tarama gezisine çıktı.

Bu gezisi pek dikkat çekmemişti ama, büyük maçta ilginin merkezi oydu: Normalde 400-500 kişinin geldiği Premia maçlarına, Guardiola'nın hocalık kariyerinin ilk maçı için 2000 kişi gelmişti.

Bu kişilerin arasında, Katalunya'daki her maça giden, babası Valenti; eşi Cristina; iki çocuğu, Maria ve Marius; aralarında Sergio'nun babası ve eski kaleci Carles Busquets'in de bulunduğu bir grup arkadaşı; ve aralarında Joan Laporta ve Txiki Beguiristain'ın da bulunduğu çalışma arkadaşları ve patronları vardı. Onunla yedek kulübesinde yer alan kişi ise Tito Vilanova'ydı.


"İlk pozisyondan itibaren bizim nasıl oynadığımızı bildiğini anlamıştım" diyor o dönemin Premia teknik direktörü Quim Ayats, birkaç yıl sonra, El Periodico muhabiri Marcos Lopez'e. "Kalecimize şöyle diyordum: 'Değiş, değiş! Daha hızlı yap!'"

Guardiola'nın Barça B kadrosu, Valiente'nin de dediği gibi, 'Barça DNA'sı'na sahip genç oyunculardan kuruluydu; ama halihazırda kulübün karakteristiği olan pozisyon futbolu için eğitilmiş olsalar da, Guardiola'nın antrenmanlarda detaylara gösterdiği aşırı özen için yeterli değillerdi.

"Bir noktada hepimize oldu" diyor Valiente. "Bir şeyleri düzeltmek için idmanı durdururdu, çoğunlukla da defans oyuncuları ve defansif orta sahalarla ilgili. Geriden topla çıkış üstünde çalışmayı çok severdi, ve her zaman rakibin farklı şekillerde presine karşılık nasıl çözüm bulacağımıza dair çözümler bulmaya çalışırdı, idmanlarda bunun üstünde çok dururdu.

Takımın tecrübeli oyuncularndan olan, 25 yaşındaki Dimas Delgado, ekliyor: "Topu geriden çıkarmak ve doğru vücut şekli ile topa doğru pozisyonda hakim olmakla ilgili çok çalıştı, ve hatlar arasına top atmakla. Oyuncularının alanı kullanabilmesini isterdi. Her şeyin hızlı, daha hızlı olması için daima topa bir ya da iki kez dokunmamızı isterdi."


Dimas Delgado, 2015'te, Western Sydney Wanderers için oynarken.

Barça B, ilk maçta Premia ile golsüz berabere kalmalarının ardından oynadıkları 10 maçın 7'sini, toplamda 21 gol atarak kazandı. Ama Guardiola hepten mutlu değildi.

"Başta sorunlarım vardı" diyor. "Pazar günü alınan bir yenilgiden sonra, ertesi gün gelip 'Vay be, böyle oynamak mümkün değil' diyordum. Sonra Salı günü de şöyle diyebiliyordum: 'Vay be, bu çok zor, hadi başka bir oyun tarzı bulmaya çalışalım'"

Tahmin edileceği gibi, bu şüpheler uzun sürmedi.

"Çarşamba günü geldim ve 'Buna inanıyorum' dedim. Alternatifler, inandığımız şeyi değiştirdiğimiz yöntemler, beni ikna edemedi. Bu yüzden değişemiyorum."



Guardiola, Barcelona'da geçen yılların ardından, oyunun nasıl oynanması gerektiğine uzun süredir karar vermiş durumdaydı; ancak tüm fikirleri adına, Camp Nou'da kaptan olarak geçirdiği günler ve kadronun bu felsefe doğrultusunda kurulduğu gerçeği, bir grup oyuncuya liderlik etme anlamında aslında onun ilk deneyimiydi.

"Oyuncuların önünde konuştuğunda, ister 14 yaşında olsun, ister benim durumumdaki gibi 18 yaşında, veya profesyonel olsunlar, vaziyet aynı. İnsanların önündesin her şekilde."

"Bunu yapmayı denemek için 20 kişinin karşısına ilk kez oturmuştum. Birisinin onlara 'Şuraya gidin' demesinden öncesi ve benim ilk kez gelip 'Şuraya gidin' demem arasında dağlar kadar fark vardı."

Johan Cruyff, özellikle bu açıdan, yararlı olduğunu kanıtladı.

"Bazı maçları izlerdi" diyor Guardiola, Hollandalı teknik adam için. "O sezon onunla sıkça görüştüm, onu eve çağırdım, sohbet ettik. Şüphelerim, soyunma odasındaki ilişkiler, belli durumlarda ne yapılır, bu gibi şeyler hakkında konuştuk. Bu zaman dilimi içerisinde onunla çok kez konuştum."

Bu ikili, futbolun nasıl oynanması gerektiğine dair aynı görüşü paylaşıyordu ve Cruyff'ün tavsiyeleri antrenman sahasında memnuniyetle karşılanırken, özellikle kısa vadeli liderlik talepleriyle ilgili de yararlı olduğunu kanıtlamıştı. "Bir teknik direktör olarak bana yardım etti" diyor Guardiola. "Hoca olarak, ait olduğumuz felsefe bağlamında katkısı oldu; ama ayrıca medya ile ilgili veya bir oyuncunun  durumların üstesinden gelme konusunda da yardımı oldu. Bu tip şeyler."


O dönemki kaptan Valiente, Guardiola'nın Cruyff'ün tavsiyelerini nasıl pratiğe döktüğünü anlatıyor: "Pep'in çok net sınırları vardı, kimsenin onun yersiz olduğunu düşündüğü bir şey yapmasına izin vermezdi. Çok net kuralları vardı: Prensipler ve cezalar açısından bunlara bağlı olmalısınız, ki bence bu makul bir şeydi. Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu, herkes Pep'in talep ettiklerini çok net bir şekilde izledi."

Oyuncular geç kaldıkları için, kırmızı kart gördükleri için, saat 11'den önce gelmedikleri için ve de Guardiola onların antrenmanlarda yeterince iyi çalışmadığını düşündüğünde cezalandırılıyorlardı.

Delgado ekliyor: "Pep'in kendine has bir karakteri var, ne zaman bir şey hoşuna gitmediğinde veya bir şeyi daha iyi yapabileceğimizi hissettiğinde, bunu kendi üslubuyla söylerdi. Ama --en azından bize karşı-- bağırıp çağıran bir adam değildi. Çok sakin, çok sabırlı olduğunu hatırlıyorum, çünkü en sonunda bunun bir süreç olduğunu, bunu anladığımızı ve iyi iş çıkardığımızı biliyordu."

İyi iş çıkarıyorlardı. Sergio Busquets ve Pedro Rodriguez gibi isimlerin de bulunduğu kadro, "29, 30, 31 yaşındaki adamlara karşı, kötü durumdaki yapay çim sahalarda" oynuyordu, ama 31 Ekim'den Aralık ayına kadar oynanan yedi maçta alınan üç galibiyetlik seriden sonra, toparlanmaya başladılar.

"Başlarda çok zordu, ama sezon ortasından sonuna kadar iyi oynamayı, iyi oyun kurabilmeyi ve pres yapmayı başardık" diyor Guardiola.

Delgado, : En önemli maçlarımız, her zaman tepeye oynayan Katalunya civarındaki takımlarla oynadıklarımızdı. Biz, genç oyuncular olarak, ligi ve sistemi bilen, sahada işinizi zorlaştıran oyuncularla karşı karşıya geliyorduk; ve işin aslı, oyun stilimizi asla değiştirmedik."

"Bu bizim kimliğimizdi, felsefemizdi; kime karşı veya nerede oynarsak oynayalım, yapay veya doğal çim de olsa, hep aynıydı. Evimizde de olsak, deplasmanda da olsak, maçlara aynı şekilde hazırlanıyorduk, ve bu bize belirli bir kimlik kazandırdı."

Victor Sanchez de ekliyor: "Onun Barça B'ye gelişi büyük bir değişiklik yarattı, ve şahsi kanaatim, o hepimizi geliştirdi, oyunu daha iyi anlamamızı sağladı. Bu büyük bir değişimdi."

Sezonun başında Guardiola, eğer üç maçlık bir galibiyet serisi yakalayacak olurlarsa, onları öğle yemeğine çıkaracağına dair söz verdi. Bu ona tam beş yemeğe mal oldu: Barça B, o kriz döneminden sonraki 22 maçından 16'sını kazandı ve ligin tepesine oturup Play-Off'a kaldılar.

İlk maçta Kanarya Adaları'ndan Castillo CF ile golsüz berabere kaldılar, ama rövanşı 6-0 kazanıp Aragon bölgesi takımı Barbastro ile eşleştiler. Onları da içerde-dışarda yenip (3. Lig'e denk gelen) Segunda B'ye geri döndüler. Ve işte beşinci yemek.

Sezon bittiğinde, Barça B evinde namağlup durumdaydı: Mini Estadi'e oynadıkları 21 maçın 19'unu kazanmışlardı.

Ama Guardiola'nın geleceği göz önüne alındığında, sezon sona ermeden epey bir süre önce, sonuçların önemi azalmıştı.

Daha ilk günden, özel bir şeylerin olacağına dair bir his vardı.

Sezonun açılış maçından önce "Sana tek bir şey söyleyeceğim Jaume" diyordu Premia'nın mali işler sorumlusu Enrique Pimpena, Cruyff'ün 'Dream Team'inin masörü olan Jaume Langa'ya. "Bu çocuk Barcelona'ya hoca olacak."

Ekim ayının sonunda, eski bir İspanya Milli Takımı ve Barcelona oyuncusu olan Reus teknik direktörü Ramon Caldere, basına Guardiola'nın "İspanya'daki en iyi teknik direktörlerden biri olabileceğini" söylemişti.

Arasının iyi olduğu Katalan gazeteci Luis Martin'e göre, Cruyff'ün kendisi de, eski oyuncusunu bir öğleden sonra, Mini Estadi'de --herhangi bir maçını izlemeden-- sadece 30 dakika boyunca kenardaki hareketlerini izledikten sonra Laporta'ya önermiş.



O zamanki futbol direktörü Begiristain da aynı zamanda eski takım arkadaşının hocalık ihtimalinn savunucularındandı: "Sezon boyunca oradaki çalışmasını ve gelişimini gördük; onun A takım için bir aday olabileceğini biliyorduk."

"Manzara bu şekildeydi, Frank Rijkaard ile geçen zor bir sezonun ardından değişime gitmeyi seçmiştik ve Pep'i seçtik."

Joan Laporta anlatmaya devam ediyor: "Etrafımdaki herkes --yani Johan Cruyff, Txiki Begiristain, Barça Atletic'i takip eden yetkililerden Rafael Yuste-- bana Guardiola'nın A takım için hazır olduğunu söylüyordu."

"Bunun bir sürpriz olduğunu biliyordum, çünkü o dönemde taraftarların ve gazetecilerin çoğu Mourinho gibi bir hocayı düşünüyorlardı, ama bilirsiniz... biz şaşırtmayı ve kendimiz için kararlar almayı severiz. Baskıyla yüzleştik ve bu genç hocada karar kıldık."

Guardiola ile yapılan görüşmelerin nasıl geliştiğini anlatıyor Laporta: "Bu günü hep kutlarız: 6 Mayıs, kızı Valentina'nın doğduğu gün. O gün aynı zamanda benim Guardiola'nın Barcelona Futbol Kulübü'nün yeni teknik direktörü olduğu kararını onayladığım gündü."

"Ama onunla ilk görüşmemiz Şubat ayındaydı. Bir öğle yemeğinde buluştuk, çünkü eğer sezon içinde Frank Rijkaard ile işler yolunda gitmezse, onu göreve getirmek istediğimi söylemek istiyordum. Frank samimiyetimden dolayı memnundu, onunla önceden konuşmuştum ve bana Pep'i kurmayları arasına dahil etmek istediğini söylemişti. Ama Şubat ayında Pep'e onu hocalığa getirmek istediğimi söyledim. O da bana "Belki" dedi... Bu kararı alacak denli cesur değildim."


Laporta kibardı. Bu kibarlık, Guardiola ona yeterince taşaklı olmadığını söylediği zaman gösterilmiş bir kibarlıktı. "Evet!" Laporta güldü. "Bunu söyledi, ben de 'Bende o taşak var' dedim."

Guardiola, cevabının basit olduğunda ısrarcı: "Güzel, her şeyi kazanacağız!" Bu, haliyle basın toplantılarında duymaya alıştığımız beylik cümlelerde birisi gibi duruyor, ama Laporta bunun doğru olduğunu belirtiyor.

"O sırada bana çok çalışacağını söyledi ve ekledi: 'Neden beni hocalığa seçtiğinizi biliyorum, çünkü eğer ben takımı yönetirsem, her şeyi kazanacağımı biliyorsunuz!'"

Laporta da bunun gerçekleşeceğini tam manasıyla beklemiyordu, ama doğru kararı verdiklerinden eminlerdi.

Laporta daha Şubat ayında, 37 yaşındaki bu adamın dünyanın en büyük takımlarından birinin başına gelmesi için yetkilileri ikna edecek kadar şey görmüş ve duymuştu: O sırada 4. Lig'de bir tam sezon bile geçirmemişti üstelik.

Guardiola'nın, henüz üst düzey futbolda herhangi bir kayda değer başarısı olmadan böyle bir görev alması karşısında bazı çekinceleri olduğunu hayal etmek zor değil. Ama hayır. Bayern Münih ve Manchester City gibi takımları dönüştürmesine yarıdmcı olan yöntemlerine güveni, Barcelona'daki Şampiyonlar Ligi başarılarından değil, Barça B'deki ilk aylarından geliyordu.

"Barcelona ve Bayern Münih'e gittiğimde, hatta Manchester City'de bile bana 'Burada böyle oynayamazsın' dediler. Hep şöyle düşündüm: 'Bunu yapay çimde yapabildiysem, burada da yaparım.'"

"İngiltere'deki ilk sezonumda, işler iyi gitmediğinde, şöyle düşünmüştüm: 'Yapabiliriz, çünkü orada da becerdik.'"

"Israr, ısrar, ısrar: Ve daha iyisini yapıyorsunuz.  Bazen işler iyi gitmediğinde, değişmemiz gerektiğini söylüyorlar. Hayır, gelişmeliyiz. Gerçek şu ki, o yıl buna sahiptim."

"Bu yüzden değişebilirdim, ama bunu içimde hissettim, ve gördüm: Başarabiliriz."

"Bu oyuncularla çalışmak, bir rüyanın gerçekleşmesiydi. O dönemden birçok şey hatırlıyorum, hayatımdaki en güzel zamanlardan biriydi."

Kur


Barcelona'nın siyah şortlu formalarını her zaman çok sevmişimdir. O dönemlerde kulübe ufaktan sempati duymaya başlamamın da bunda payı olabilir. Yıllardır da yeniden böyle bir tasarım kullanmalarının yolunu gözlüyordum. Nihayet geldi.

Şahsen parçalı ve çubuklu formaların hepsinde, formadan farklı renk şort giyilmesi gerektiğini düşünürüm. Ki bir bütünlük yaratsın ve o deseni daha iyi yansıtsın/vurgulasın, ayrıca renk karmaşasına mahal vermesin. Tabii bunu yapabilecekler var, yapamayacaklar var, arada deneyebilecekler var. Galatasaray bile tam oturtmuş sayılmaz mesela, zaman gerek daha. Barcelona bunu Nike giydiği sürece arada yapabilir, geçmişi var. 

Ki bu tasarımın sebebi de, Barcelona-Nike ortaklığının 20 yıla ulaşmış olması. İlk ürün şuydu. Zaten çoraplar da birebir bu sene. Ben açıkçası yeni sezon "18-19" olduğu için, 1999 ve 2009'daki gibi bir parçalı bekliyordum, ama bunu önümüzdeki sezona ertelemiş olabilirler. Umarım öyledir, çünkü kulübün kullandığı ilk forma tasarımını 100. yılda giydikten sonra diğer 10 yılda bir giymeyi devam ettirmek hoş bir gelenek olabilir -- bu kez bir sene kaysa da.

Nike'la anlaştıktan sonra ilk olarak o linkteki çubukluyu, ardından da 100. yıl parçalısını giyiyorlar. 2002-2003'e dek, bütün bu iç saha formaları siyah şorta sahip. Bunu kim düşünmüş, kim uygulamaya koymuş bilmiyorum. Ama şahsen o kişi ya da kişilere teşekkür borçluyum. Bu sene olduğu gibi, ilerde de arada hortlatılabilecek, başvurulabilecek bir ara gelenek yaratmış oldular.

İnce çubuk, tabii kulüp forma geleneklerine ters. Bu kadar ince çubuk hiç yok tarihte. Ama malum, her sezon yeni tasarımın geldiği bir dönemde, elbet böyle bir şey giyilecekti. On bordo çubuk, Katalunya'nun on ilini mi temsil ediyomuş ne, öyle bir detay var. Her sezon bir yere sıkıştırılan Katalan bayrağı için bu kez özel bir yer aramaya gerek kalmamış. Bu sezonun Nike Elit Kategori tasarımlarında ensede dikine ufak bir parça var. Oraya kondurmuşlar bayrağı.

Geçenlerde gavur Barçalılar forma hakkında konuşurken, bir tanesi "fazla mavi ağırlıklı" demişti. Ki bunu geçen sezonun forması için daha da söyleyebiliriz, o deneysel haliyle. Haksız değil, ama Nike'ın son yıllarda seçtiği bu şablonlar, kolları da işin içine katmak için kullanışlı değil. Oluru yok yani. E eskisi gibi kulübe özel kalıp da yapılmıyor, öyle olunca o iş yalan.


İlaveten, bu forma, Iniesta'nın üzerine geçirdiği son Barcelona forması oldu. Hattâ, emin değilim ama, bir kere giymiş olduğu tek Barcelona forması da olabilir. Alıp asacak işte doğrudan.

Nerden Nereye 263




Nerden Nereye 262


Twitter'daki gavur Barçalıların birinden.

Nerden Nereye 245


Twitter'da denk gelmişsinizdir bu görsele, son 1 haftadır. Bu seride bulunması elzem.

Nerden Nereye 243








Dilshan


Yeni Barcelona formasıyla ilgili şahsen ilk söyleyeceğim, kulübün bir sempatizanı olarak, formaları "çubuklu" yapmalarının bana yeteceği. Yani enine şeritli formanın ardından, ben beklentimi buraya kadar düşürdüm. Bu ve 11-12'deki gibi denemeler, farklı çubuklular hiç sorun değil benim için. Üç şey var bu yeni formayla ilgili söyleyeceğim:

1. Formayı bu haliyle (çünkü ilk sızdığında tasarım az daha farklıydı) ilk gördüğümden beri aklıma gelen, sanki 11-12 ve 12-13 iç saha formalarının bir sentezini yaptıkları. Böyle bir şey akıllarına bile gelmedi muhtemelen, ama bariz bunu çağrıştırıyor.

2. PSG'nin 90'ların ortasında giydiği şu formaya çok benzemiş. Ki bu da 90'lar için cesur deneme.



3. Footy Headlines'da "Bir sezonluk klasik görünüme dönüşten sonra tekrar normalden koyu renkler olacak" diyor. Demek ki fotoğrafta gördüğümüzden daha koyu bir mavi hakim olacak formaya -- yani 2012-2016 arası gibi, laciverte yakın bir mavi. Ki deplasman formasının açık mavi olması da zaten bunu gösteriyor. Bu koyu mavi benim pek hoşuma gitmiyor ama, Nike'ın bok yemesi herhalde.

Nerden Nereye 232




Nerden Nereye 225







Nerden Nereye 224



San



Bu ara Gol'ü okuyorum da, oradan birkaç alıntı:

"Taa en başta formalarımıza insancıl mesaj içeren sloganlar koyma fikri aklımıza geldi. Ancak, o ilk dönemde kulübün içinde bulunduğu mali koşullar nedeniyle bu alanı bir miktar reklam geliri elde etmek için kullanmamız gerektiğinden, bu düşünceden hızla vazgeçtik. FC Barcelona, formasını iyi bir gelir kaynağı olarak değerlendirmeyen tek büyük kulüptü. Paraya ihtiyacımız vardı ve o günlerde eğer ticari bir sponsorluk anlaşması yapmadıysak, bunun nedeni, üyelerimiz tarafından çok değer verilen bir geleneği bozmak pahasına da olsa FC Barcelona tarihinde ilk kez formamıza reklam almayışımızdan değil, istediğimiz kadar parayı verecek bir şirket bulamayışımızdandı."  Sayfa 66-67

"Bu oyuncuların ortak paydası, mutlak kazanma arzularıydı. Yaradılıştan gelen güçlü güdüleri vardı ve ayrıca hem bireysel, hem de ekip olarak bir yenilmezlik ruhu yaratıyor ve zaferin bizim olacağı inancını veriyorlardı. Ronaldinho'nun bie zaferi getireceğine inanmakta ne kadar haklı olduğumuzu hatırlıyorum. 2003 yılında, Camp Nou'da art arda aldığımız üç yenilgi, yani ezeli rakiplerimiz Real Madrid, Valencia ve Deportivo'ya karşı bozgunlardan sonra, Brezilyalı yıldızın zafere olan inancını yinelemesi, herkesi heyecanlandırmış ve bir coşku seli yaratmıştı. 'Neden bu kadar endişe duyduğunuzu anlamıyorum. Biz çok iyi bir takımız ve sonuçta kazanacağız. Her şey istediğimiz gibi olacak.' Soyunma odasından sahaya çıkan koridorda 'Vamos! Vamos!' diye haykırarak adanmışlığını arkadaşlarına ilan etti. Ve öyle de oldu. Her şey mükemmel gelişti ve sonunda biz kazandık." Sayfa 75-76

(...)
"Frank Rijkaard da 2003'te aynen böyle davranmıştı. Talepkar ancak adil bir teknik adamdı. Slovakya'da SK Matador Puchov takımına karşı oynanan bir UEFA Kupası maçını anımsıyorum. Maçtan hemen önce, sahaya çıkacak takım açıklandıktan sonra, maçta kilit bir rol üstlenmesi beklenen Gerard Lopez, soyunma odasındayken çalan cep telefonuna yanıt vermişti. Bu durum, takım içi kurallara aykırıydı. Sonuç olarak Rijkaard kendisini yedek başlatarak cezalandırdı. Bu cezayı, Gerard'ın o gün Slovakya'ya götürülen kadrodaki tek oyun kurucu orta saha oyuncusu olmasına ve oynatılmamasının takım için ciddi sıkıntılar yaratabileceği gerçeğine karşın vermişti. Maç pek iyi gitmedi ve Barcelona, kendisinden çok zayıf olan rakibiyle berabere kaldı. Rijkaard, takımdaki mevcut disiplini korumanın, maçın sonucundan çok daha önemli olduğu görüşündeydi. 'Gerard bir hata yaptı ve ben de bu hatayı görmezden gelemezdim' dedi. Rövanş karşılaşmasında Gerard'lı Barcelona, maçı 8-0 kazandı."  Sayfa 80

"FC Barcelona'nın Geovanni Deiberson ve Fabio Rochemback adlı, pek tanınmayan ve Avrupa futboluna yabancı iki genç Brezilyalı oyuncuyla sözleşme imzaladığı dönemin futbol şube sorumlusu ile yaptığım bir görüşmeyi anımsıyorum. O zamanki şube sorumlusuna bu işi neden yaptığımızı ve niçin o kadar para ödediğimizi (birincisi 18, ikincisi 12 milyon euro) sordum. Şu yanıtı verdi: 'Bana Rochemback'ın Neeskens'e benzediği ve Geovanni'nin yeni Garrincha olduğu söylendi. Bu kadar hata yaptıktan ve bu denli şanssızlık yaşadıktan sonra artık bir şeylerin yolunda gitmesi gerektiğine, bu transferlerin yararlı sonuç vermesinin adil olacağına inandım.' Bir başka deyişle, belli ki ilahi adalet sayesinde kendilerinin daha önceki hatalarının ve şanssızlığının telafi edileceğine kanaat getirmiş ve bu gerekçeyle FC Barcelona'nın iki genç ve görece tanınmamış oyuncu için 30 milyon euro harcamasına karar vermişti." Sayfa 3-4

(...)
"Biraz ileri giderek söyleyebilirim ki, Cesc Fabregas'ın o günlerde FC Barcelona'dan ayrılmasının temel nedeni, kulüpte kimsenin onun gelecekteki kariyeriyle ilgili bir plan yapmamasıydı, oysa Arsenal'in açıkça teklif ettiği şey buydu. FC Barcelona, 2011 yılında Fabregas'ı 40 milyon euro ödeyerek Arsenal FC'den geri aldığı için, bu oldukça özgün bir vakadır. Messi ve Bojan'da daha iyi iş yaptık. Yalnızca sözleşmeye ilişkin konular ve kulüpteki konumlarını değiştirmekle kalmadık, ayrıca teknik adamların değerlendirmesine bırakılan asıl takıma geçiş dışındaki tüm kategorilerde oynayabilmeleri için, oyuncunun yaşı yerine performansını ve potansiyelini baz alan esnek grup uygulamalarıyla kariyer akışlarında değişikliğe gittik." Sayfa 134-135

(...) Riquelme'yi bir süre önce evine bırakan bir kulüp çalışanı, onun Barcelona'ya geldiği ilk günden itibaren, yani bir yıldır yaşamını sürdürdüğü ortamı anlattı: 'Dairesi hemen hemen boştu. Salonda yalnızca, üzerinde kareli örtüsüyle bir masa ve birkaç sandalye gördüm. Bir sürahi de mate vardı, hepsi o kadar. Fotoğraf falan yok, sadece birkaç kişisel eşya.' Bir başka deyişle Riquelme, Barcelona'da tam bir tecrit ortamında, ailesinden uzakta, içe dönük ve çekingen kişiliğiyle, aşılması zor olan sürekli bir moral bozukluğuyla yşaıyordu ve bu durumun Van Gaal'in kendisini karşılama şekliyle artık bir ilgisi yoktu. Kulübe de, kente de uyum sağlayamamıştı ve bu koşullar altında kişinin mutlu olması veya futbolda --aslına bakarsanız, yaşamın hiçbir alanında-- başarı göstermesi olasılığı yoktur.
(...)
Riquelme, 1996'da Boca Juniors'la sözleşme imzaladı. İlk kez o zaman tüm yaşamını geçirdiği mahalleden ayrılarak, oradan 35 kilometre uzaklıkta, stadyum ve antrenman tesislerinin bulunduğu kent merkezine yakın, şık bir semte taşındı. Onu iyi tanıyan ve futbol geçmişinin ayrıntılarını bilenler, kendisinin bu değişikliğe asla uyum sağlayamadığını söylerler. Daha sonra Don Turcuato'da, doğduğu yerden yalnızca birkaç yüz metre uzaklıktaki El Viejo Vivero semtinde çok hoş bir ev yaptırdı. Buenos Aires'e uyum sağlayamadığı için, geldiği yere geri döndü." Sayfa 119-120

"Teşvik ödüllerini doğru belirlemek son derece önemlidir. Futbol gibi bir takım sporu, ekip ödülleri oluşturmayı gerektirir. 2003'te, Arjantinli oyuncu Javier Saviola'nın sözleşmesinde, attığı her gol için 6.000 euro ek prim alacağına ilişkin bir madde vardı. Bu maddeyi gördüğünde Frank Rijkaard'ın ne kadar öfkelendiğini hatırlıyorum: 'Bu bazı şeylerin nedenini açıklıyor!' diye haykırmıştı. Rijkaard, Saviola'nın sahadaki tavrını, teşvikle ilgili o maddeye bağlamıştı. Bir futbolcunun sahadayken kazanacağı paraya değil, galibiyete odaklandığı varsayımıyla, ilk bakışta bu uygulamada bir sorun olmadığı düşünülebilir; ancak Saviola'nın, belki de farkında bile olmadan, pas vermekle şut atmak arasında kararsızlı yaşayabileceğini, yani 6.000 euro gol atma priminden etkilenip etkilenmeyeceğini bilemezsiniz. Gerçek ne olursa olsun, Frank Rijkaard bu durumdan hiç boşlanmamıştı." Sayfa 143

(...)
"Bu durumu, 2006-07 sezonunda uyguladığımız stratejiyi açıklayarak sizin için örnekleyeceğim. Duyumlarımıza göre, büyük kulüpler çok sayıda transfer yapacaklardı ve fiyatların yükselmesi bekleniyordu. Portekiz'e giden Manchester United, o dönemde 30 milyon euroya Porto kulübünden genç Anderson'u ve 20 milyon euroya da Nani'yi renklerine bağlamıştı. Bu gelişmeler nedeniyle, çok hızlı harekete geçmeye ve transferleri ilk bitiren olmaya karar verdik. Kulübün futbol şubesi, istedikleri futbolcuları saptayabilmek için sezon boyunca çalışmalarını sürdürmüştü. Biz de, sezon bitişinin hemen ertesi gününde, kulüp ve oyuncularla görüşmeleri başlatıp, birkaç hafta içinde transfer işlemlerini noktaladık.
 Çabuk davranmamız sayesinde 24 milyon euroya Henry, 15 milyona Abidal, 9 milyona Yaya Toure ve 17 milyona da Milito transferleri gerçekleşti. İlerleyen günlerde, rakiplerimiz çok daha yüksek bedeller ödemek zorunda kaldılar. Örneğin Real Madrid, Robben için 36 milyon, Pepe için 30 milyon ve Drenthe için ise 13.5 milyon harcadı. Atletico Madrid, Forlan karşılığında 26 milyon euroyu gözden çıkardı." Sayfa 151

"Bir rakibin fikirleri önemli görünmezse onları hiç dikkate almazdık. Örneğin, o dönemde Real Madrid, sözleşmeli oyuncularının görsel kullanım haklarından doğan kazançlarını kulüple paylaşmalarını gerektiren bir anlaşma maddedi oluşturmuştu. Kendilerine daha yüksek maaş ödemeleri karşılığında, oyuncuların kişisel reklam gelirlerinin yüzde 50'sine, sözleşmeye dayalı olarak kulüp el koyuyordu. İlk bakışta iyi bir fikir olduğu izlenimi veriyordu. Bellibaşlı medya yıldızları, aldıkları ücrete denk ya da onları aşan tutarlarda reklam geliri elde etmeye alışıklardı. Bu nedenle kulübün, söz konusu gelirlerin yarısını almanın iyi bir iş olduğundan kuşkusu yoktu.
  Ne var ki, bunun kötü bir fikir olduğu ortaya çıktı ve sürekli bir anlaşmazlık kaynağına dönüştü. Futbolcuların dikkatlerini asıl önemli konulara; antrenman, maç ve galibiyete odaklamaktan uzaklaştırdı. Bir oyuncunun reklam etkinlikleri, antrenman programıyla çakışırsa, antrenörün kararıyla, ikincisi öncelik kazanmalıdır; ancak eğer reklam gelirlerinin yarısını alacak olan kulüple antrenör arasında bir çıkar çatışması oluşursa, bu onun ekip üzerindeki hakimiyetini daha da zorlaştırır. Galacticos dönemindeki eski Real Madrid hocası Mariano Garcia Remon --bence biraz da abartarak-- her şeyin futbolcuların ticari işler ve reklam günlüklerine bağlı oluşu nedeniyle antrenman programı bile planlayamadığını söylüyordu." Sayfa 177

(...)
"Futbolda durum hep böyle değildi. Ben biraz daha ileri gidip diyeceğim ki; Real Madrid, Galacticos zamanında, beklendiği kadar başarılı değildi, çünkü kazanamadılar, yani yeterli sayıda maç ve kupa kazanamadılar. Aslında, ürün yeterince iyi değildi. Bir seferinde, üst düzey bir Real Madrid yöneticisinin, işin püf noktasının kadroda yıldız oyuncular bulundurmak olduğunu söylediğini duymuştum. Sanırım, ambalaj ve ürün birbirine karıştırılıyordu. 2010'da, Jose Mourinho'yla imzaladıkları sözleşme, konuya yaklaşımlarında yeni bir mantık oluştuğunu gösteriyordu: Acilen kupa kazanma ve ezeli rakipleri FC Barcelona'nın şampiyonlu serisine son verme gereği. Manchester United'ın 2003'te hız kestiğini ve kulübün ancak yeniden kazanan bir takım oluşturması sonrasında toparlanmaya başladığını görmek de ilginçtir. Futbolda iyi olan ürün, kazanan bir takımdır." Sayfa 193

Nerden Nereye 208


Gavur Barcelonalılardan görmüştüm. Bu seriye koymak güzel olur.

Rui


Delikanlının teki çıkıp da, "Sizin yaptığınız-yapacağınız formanın ta geçmişini sikerim" diye taşı çaksa ya cama, müze filan demeyip. Belki ilerisi için ibret olur da, niyetlenemezler.

Nerden Nereye 203



(Squawka'dan arak.)

Nerden Nereye 198




Nerden Nereye 194