müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Düğün


Geçenlerde nette rastladığım, ne alaka olduğuyla ilgili ne bir bilgimin olduğu, ne de bir fikir yürütebildiğim fotoğraf. Siyasi göndermeleri/mesajlarıyla bilinen bir grubun sırf orada konser verdi diye Belçika forması giymesi bana makul gelmiyor.

Nerden Nereye 247



Çeviri: Saha Görüşü


(Oriinali, şurada.)

29 Kasım tarihinde, 57 yaşındaki efsanevi rap ikonu Kurtis Blow'un kalbi durmuş, ve beş dakika kadar nefessiz kalmıştı. Sonrasında yeniden hayata döndü, turnesine ve her zamanki gibi ortalığı sallamaya devam etti. Buna rağmen --belki de özellikle bu yüzden-- çığır açıcı, 80'lerin yol gösterici rap ikonu hâlâ aramızda, ve ona sadece müziğe değil, basketbola da yaptığı katkılar için minnettarız. Kurtis Blow olmadan, hip-hop'ın bizim bildiğimiz şekliyle varolmayacağı kesin; ama aynı şeyi basketbol için de söyleyebiliriz.

1984 yılında Blow, "Basketball"u yayınladı. Bu, Magic ve Bird'den Willis Reed, Earl Monroe ve "33 Numara, adamım Kareem ilk 5 başlıyor"a dek herkesi anarak, oyunun geçmişinin ve bugünün kutlamasıydı. Şöyle diyordu: "Orada idiysen bana söyle, Wilt'in 100 attığı gece."

"Basketball"un çıktığı yıl, lig Magic ve Bird'ün ilk kez karşılaştığı final serisiyle birlikte o can çekişen vaziyetinden kurtulup, hızlı yükselişine yeni başlamıştı. Bunun basketbol tarihinde nasıl bir tarihi dönüm noktası olduğuna dair bir fikir vermek için, henüz umut vaad eden çaylak Jordan'dan kimsenin söz etmediğini söylemek gerek. Ama Jordan'ın pazarlama sihri olmadan bile, Kurtis Blow'un şarkısı, dönüm noktası olarak görülebilecek --ve o tür şarkıların az görüldüğü bir dönemde çıkmış-- bir rap hitiydi. Şarkı, Blow'un memleketi Harlem'in ötesinde geniş bir kitleye ulaşmakla kalmadı; sadece birkaç mil uzakta yaşayan, ama bambaşka bir dünyaya mensup olan kişiler tarafından da benimsendi: Mesela yeni NBA komisyoneri David Stern. "Basketball", NBA ve hip-hop arasındaki son derece kârlı ve bazen çok huzursuz bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Stern "Basketball"u tanıtım videolarında kullandı ve lig için önemli bir konumda kaldı; şarkı, daha sonra 2K12 isimli basketbol oyununun soundtrack'inde yer bulunca, yeni nesil tarafından da duyulmuş oldu.



Ancak NBA'in "Basketball"u kabul ve tanıtımının, bir pazarlama birleşiminden daha büyük sonuçları oldu. Birçok çocuğun --buna ben de dahil-- hip-hop'ı keşfine sebep oldu. 10. yaş günümde, sadece "Basketball"u dinlemek için Ego Trip albümünü almıştım; sonra geri sarıp tekrar dinledim. Bu süreçte, nakaratlarıyla beraber, klasik "Aj Scratch" ve Reagan dönemindeki siyah şehir yaşamı ile iletişim kuran ilk şarkılardan biri olan "8 Milyon Öyküleri"nin de içinde bulunduğu diğer şarkılara abayı yakmıştım: "Çıplak şehirde 8 milyon hikaye, bazısı buz gibi soğuktu ve acımasızca anlatıldı." Bu şarkıya, kariyerine "Kurtis Blow'un oğlu" olarak başlayan Run-DMC'nin Dj Run'ı eşlik ediyordu. Ve Run-DMC'yi öğrendiğimde olaya dahil olmuştum; kendimi yalnız hissetmiyordum.

Kurtis Blow'un sentezi ve NBA'in popülaritesini patlatması, farkında olmadan bir genç jenerasyonu hip-hop'a yönlendirmişti. Kurtis Blow'un Harlem'i küreselleşiyordu ve buna aracı olan da David Stern'ün oyunuydu. Ama "Basketbol" yalnızca oyuna bakışımızı değiştirmedi. Oyunun kendine bakışını da değiştirdi. David Stern'ün pazarlama gurularından aynı yılın sonraki aylarında Air Jordan'ı tasarlayan mühendislere, bu ligin --1979'da final serisi televizyonda banttan verilen lig-- 80'ler ve ötesinde "cool"un tanımını yapacağını görmüşlerdi.

Bugün hepsi çok açık görünüyor. Ancak, basketbol ve spor ayakkabı endüstrisinin yalnızca birkaç yıl önce Güney Bronx'ta ortaya çıkmış olan bir siyah müzik tarzını küresel dominasyon için kullanacağı fikri, o zamanlar için gülünecek bir şeydi. Böyle bir vizyon için göt ister. Aynı zamanda, siyah müziği ve büyük şirketler bir araya geldiğinde bu çok sık görüldü: Sanat formunu zenginleştiren insanlar haricinde, herkese sömürü. Ya da başka bir deyişle, NBA/hip-hop imparatorluğu, Kurtis Blow'un yetenekleri olmadan, vücut bulamazdı -- ya da bildiğimiz şekilde olmazdı. Eğer basketbol ve hip-hop'ın kesişiminden zengin olan herkes, Kurtis Blow'a kazançlarının yüzde 1'ini verse, Blow, günlerini altından bir sarayda geçirebilir. Ki eğer öyle olsaydı bile bir sahne bulur, amfiyi patlatır, fişleri söker, ve oradan hızla uzaklaşırdı.

Len


Memlekette 2005 ve sonrasında bir rap dalgası yaşandı malum, olur-olmaz yerlerde rap'i (ve hiphop kültürü öğelerini) gördük, ilgi çekme potansiyelinden dolayı olabilecek her yerde kullandılar. Ama tabii ki, bir süre sonra çokça azaldı. Bitmesi gerekirken, bitmedi. Son dönemde de yine şöyle bi' kıpırdanır gibi. Dikkati çekmemesi mümkün değil: Didi reklamında Ceza'nın oynaması ve rap yapması, yeni dizi Güneşin Kızları'nda kızlardan birinin graffitiyle uğraşması, Tolga Çevik'in 39283 kişiye can verdiği Hopi reklamında hiphopçı gencin görülmesi, ve Beyaz Şov'da dekorun üst kısımlarında yine graffiti görülmesi. "İkinci Dalga"nın görülmesi çok zor. Ceza'nın albüm bile vasat maalesef.

Etrafta Ceza bile kaç senedir yokken, bu reklamcılar, senaristler vs., neye güvenip bunlara yer veriyorlar, anlamak bayağı bir zor. Sırf farklı bir şeyler bulunsun diye, "çeşni" olsun diye mi nedir.

Axl


Bölgesel faktörlerden dolayı tanıtım yükümlülüğü hissettim de. Yeniden dirilttiler festivali, 3 senelik aradan sonra. Eğer o dönem başkan değişmese ve 2008'deki yerden devam edilebilse, şu anda çok acayip bir konumda olabilirdi Zeytinli Rock Fest, bilen bilir. Biraz geç giriştiler sanki ama, toparlanan kadro oldukça iyi. Günlere göre dağılım biraz dengesiz görünüyor, sanırım onu ayarlama imkanı yoktu. Feysbuk grubundan gerekli bilgileri edinebilirsiniz, bilet fiyatları falan gene gayet makul.

Bıkmadan izledik

2010 Dünya kupasının bizi bunaltan gurup eleme grup eleme maçlarından sonra 2014'ün hayvan gibi başlaması beni adeta mest etti. Tabii ki bu güzel maçların başlamasını beklerken hersene olduğu gibi o kırk-elli saniyelik dünya kupası açılış video'su başlar. Ben açıkcası Fifa'nın Youtube hesabından izlemiştim ilk defa. Kimse kırılmasın gücenmesin ama bu seneki Açılış video'su tüm zamanların en iyi iki-üç açılış video'sundan biri. Neden mi?

(youtube'dan izleyeceğiz illa. Resmiyet engeli sanırım)

öncelikle şarkı seçimi bir kere çok güzel. Tamamen Brezilya'ya has ezgiler ve çalgılar. Animasyon ve akıcılık beni gerçekten çok etikledi. Tema ise hepsinden mükemmel. Brezilya sokak futbolu kültürü, ormanlar, turnuvada ki tüm ülkelerin bayrakları, Brezilya manzaraları (isa heykeli falan) hatta o ilk sahnede, çocuğun bir evin çatısında top sektirirken gördüğümde aklıma direkt City of God (Cidade de Deus) geldi. Varoşları bile görebiliyoruz yani bu video'da. Son saniyeleride ise tüm stadyumların ışıklarının birleşip Dünya kupasının logo'sunu oluşturması ayrı bir güzel olmuş. Burada ise 2006-2007 Premier League açılış video'sunu hatırlıyorum.

Tabii ki bu güzelliğin bide sıçarı var. Oda Dünya kupasının maskotu Fuleco'nun video'da olmayışı. Ha tabi tema gereği yada video'da ki herkesin insan olması vb... Fuleco'nun video'da olmasını engellemiş olabilir. En azından bu animasyon şirketinin yönetmeni Fuleco'ya kıl olmuş bile olabilir. Zaten Maskotumuzu ben bu sene pek göremiyorum. Maçlarda şu ana kadar taş çatlasa altı, yedi kere gözüme çarptı kendisi. Kısaca 2014 Dünya kupasının tanıtım ve televizyon organizasyonları konusundaki diğer büyük sıçışı Dünya kupası şarkılarının kalitesizliği olasada (Nefret ettim o salak resmi Turnuva şarkısından) her maça bize yaz mevsimini, futbol neşesini ve samimiyetini kafamıza sokan güzel bir animasyonumuz var. Bol bol izleyelim.


Tam


O kadar "feat", her yerden çıkması yetmedi, şimdi de bunlar. Allah var, Cnn Törk ilk birkaç günden sonra bunun olduğu jenerikleri vermedi hiç. Oradan yırttık biraz. Ama o ilk görüşte akıldan geçenler bile yani...


Deklare



(...) Bu söyleşi çok uzun sürecek galiba...

Normalde daha uzun sürüyor.

Öyle mi? Kim ilgilenir ki bir karikatüristin müzik üzerine zırvalamalarıyla, kim merak eder? "Kim bilir ne komiklik yapmıştır?" diye başlar, komiklik göremeyince, daha başında bırakır.

Ama çoğu zaman müziğin dışından, yazar-çizer insanların müzikle olan ilişkileri üzerine yapılıyor bu söyleşiler...

Yavrum, bir yazarın, çizerin müzikle ilişkisi yoksa, ona geçmiş olsun.

Orhan Pamuk mesela, hiç dinlemezmiş.

Onun için demek okuyamıyormuşum kitaplarını, şimdi anlaşıldı.

---

Roll, sayı 43'ten. Oğuz Aral'ın sözleri. Orhan Pamuk'u "okuyamamak"tan muzdarip çok kişi vardır. Ana sebeplerden biri bu olabilir gerçekten. Nobel'i falan siktir edin. Bu adamın yazarlığını övmek için Nobel'e ihtiyaç yok. Kara Kitap gibi bir şaheseri yazan adam nasıl olur da...

Bu bağlamda, bizim Günday'ın "yazarken/bir yapıt kurarken müzikten beslenme" vurgusu da önemli bir yere denk düşüyor. Not düşelim.

Mahşer


Tümer Metin...

Belki amacı sadece Beşiktaş taraftarından özür dilemekti. Çünkü neredeyse her bölümde en az bir kez Beşiktaş taraftarı olduğunu söylüyor ve ilgili başlıklarda kulüpten ayrılışının sebebinin kesinlikle kendisiyle alakası olmadığını, ayrılmak zorunda bırakıldığını, daha doğru bir deyişle buna doğru sürüklendiğini belirtiyor.

Belki de sadece önemsediği için yazdı kitabını. Yaşananları önemsediği için, kendini önemsediği için, etrafındakileri önemsediği için, futbolu önemsediği için. Çünkü ben biliyorum ki bir şeyleri önemsemeyen adam bu zahmetin altına girmez. Belirli saplantıları olmayan, çeşit çeşit obsesyonları bulunmayan, görece rahat insanlar bu tip projelere zaman ayırmaz. Ki mevcut piyasada bu mesleğin içindeki kişilerin yüzde doksanının bu kafada olduğunu görüyoruz. İşte Tümer o diğerlerinden. O diğerlerini de harekete geçirecek cesur atılımı yapan adam. Bakış açısını, düşünceleri, oyunun evrimini değiştirebilecek potansiyel.

Belki saha içinde oynadığı hiçbir takımın bir numaralı lideri olmadı ama her zaman o isme kılavuzluk yapan adam olduğunu düşünüyorum. En azından söyledikleri, yazdıkları, hal ve hareketleri bunu gösteriyor. Ben en çok Tümer Metin'i seviyorum ve Tümer gibi adamlar yüz yılda bir geliyor.


Lady Gaga...

Şunu ve şunu izleyin. İlki sizi içine çekecek zaten, büyük ihtimalle ikincisinin uzunluğu sizi korkutup birkaç dakika sonra kapatmanıza sebep olacak. Belki de hiç açmadınız iki videoyu da, önemli değil. Lady Gaga'nın Artpop'u yayınlamasının üzerinden haftalar geçti ve insanların büyük bölümü yaşadıkları hayal kırıklıklarını dile getiriyorlar. Albüm yayınlanmadan önce inanılmaz bir reklam yapılmış da, yüzyılın albümünün geleceği söylenmiş de, bu neymiş falan.

Ben albümü çok beğendim. Neredeyse efsane ilk albümünün önüne koyacak kadar. Ki Venus bence bugüne kadar yaptığı en güzel şarkı. Esas değinmek istediğimse şu; Lady Gaga kendini yeniden sıradanlaştırmaya başlıyor ve bundan çok korkuyorum. Stefani Germanotta'dan Born This Way sonrası Lady Gaga olana kadar acayip bir mesafe kat ettikten sonra yeniden normalleşmesine alışmak istemiyorum. Şimdi baştaki ilk iki videoya tekrar bakın, o artık kendisini tanrısallaştırdı. Erkek veya kadın değil, insanlar üzeri bir varlık olduğunu kabul ettirdi. Ve biz hayranları bundan büyük bir haz alıyoruz. O noktaya gelmiş bir sanatçının Do What u Want isimli bir parça yapıp R.Kelly ile şu tarz performanslarını izlemek beni üzüyor.


Patty Mills...

Bu adamın acayip bir şekilde Felipe Melo'ya benzediğine niye daha önce kimse değinmedi yoksa ben yine başarısız bir ünlü benzetmesi mi yapıyorum ya. Şuna bakın.

Rapsodi



19 Haziran 2011'de Iron Maiden'ın Küçükçiftlik Park'taki konserine gidip hayatımın en güzel gecesini yaşadıktan sonra en sevdiğim grubun Türkiye'ye bir kez daha geleceğini, hem de bu sefer stadyum konseri vereceğini duyunca çok sevinmiştim. Arkadaşlarla biletlerimizi aylar öncesinden aldık ve en sonunda konser günü geldi.

Organizasyon şöyleydi, seyirciler şöyleydi falan o muhabbetlerden pek hazzetmiyorum, çok da umrumda değil zaten. Iron Maiden gelmişken içeride 33'lük suyun 3 liraya satılmasını takmıyorum, takılmasını da çok önemsemiyorum. Seyirci sayısı hakkında pek bir fikrim yok, gelenlerin de önemli bir kısmı çoğu şarkıda anı yaşamak yerine telefonları, ipadleri çıkarıp kayıt yapmaya ve fotoğraf çekmeye çalıştıkları için hepsinin amk diyorum sadece.

18:30 gibi girdik stada, Voodoo Six çalıyordu ama kimse pek umursamadı. Daha sonra Anthrax 7 şarkı çaldı, onların da kitleyi en çok heyecanlandırdıkları an T.N.T. çalmalarıydı (organizatörlere sesleniyorum). 20:46 gibi, önceki konserde de olduğu gibi hiçbir gecikme olmadan Doctor Doctor duyuldu. Sonrasında ekranda buz dağlarının parçalandığı muhteşem bir intro ve Moonchild ile sahneye uçarak giren Bruce Dickinson. Sonrasını hatırlamıyorum, 1 saat 45 dakika sonra uyanmışım (demeyeceğim tabii ki).

Daha sonra Can I Play With Madness geldi, The Prisoner son 2-2.5 aydaki gündeme muhteşem uydu; ama asıl açılışı 2 Minutes to Midnight yaptı, etrafta kendinden geçmeyen çok az sayıda kişi vardı. Afraid to Shoot Strangers'tan önce Bruce ilk kez konuştu, "buradaki konserlerin iptal edildiğini duyduk, ama unutmayın, Iron Maiden hiçbir şeyden korkmaz" tarzı bir konuşma yaptı. Daha sonra konuşmaya devam edecekti tabii ki ama tezahüratlarla kesildi, keşke kesilmeseydi. Afraid to Shoot Strangers'ın solosunu canlı canlı dinleyebilmek gecenin en güzel anlarından biriydi, burada videosu var:


Sonra çıta iyice yükselmeye başladı, The Trooper ve The Number of the Beast geldi, doğal olarak "Scream for me Istanbul" ve "Scream for me Turkey" de. Zaten Eargasm olmuşken arkasından gelen The Phantom of the Opera, Steve Harris'in o inanılmaz bassı, vitesi düşürmeyip Run to the Hills'e geçmeleri, Wasted Years ile benim için konserin doruk noktasına ulaşılması muhteşemdi. Seventh Son of a Seventh Son'da her zamanki gibi muhteşem bir sahne şovu geldi, The Clairvoyant takip etti ve herkesin beklediği an Fear of the Dark... Bruce'un Fear of the Park dediğine dair söylentiler var ama baya bir saçma geliyor bana, demesine de gerek yok zaten. Fear of the Dark'ı iki kez canlı dinleyebilmiş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Iron Maiden ile içeri geçip encore'a Aces High ile döndüler, The Evil That Men Do ile ses tellerimizi tamamen feda edip Running Free'ye sessiz eşlik edebildik.

Seyirciyle çok fazla samimi olmadan geldiler, şovlarını muhteşem bir şekilde yapıp gittiler. 2011'deki konserden setlist ve performans bakımından çok daha iyiydi. Bruce 1 saat 45 dakika boyunca sürekli koştu, sürekli zıpladı, bir kez bile sesi kesilmedi. Steve Harris yine muhteşemdi, yine kendimizden geçirdi. Dave Murray ve Adrian Smith soloları stüdyo kaydı gibi çaldı, Janick Gers her zamanki gibi koştu, gitarını salladı, havaya attı, Eddie'ye sataştı. Nicko McBrain'i doğal olarak ekran dışında göremedik, ama ekranda gördüğümüzde de yine manyak gibi gülerek çalıyordu (sgklşdjg). Belki de Türkiye'ye son kez gelmişlerdir, bilemiyorum ama ne zaman gelirlerse gelsin tekrar gideceğimden eminim. Çünkü konserden tıpkı iki sene öncesindeki gibi ses tellerim olmadan ama dünyanın en mutlu insanlarından biri olarak ayrıldım.

13 ve Albert Einstein



Gelmiş geçmiş en büyük Hip-Hop "Duo"larından biri olan Mobb Deep dağılalı yaklaşık bir yıl oluyor. Fakat bu üzücü gelişmenin iyi yanından bakarsak Prodigy ve Havoc birlikte konserler vermeye devam kararı aldılar. Artık daha çok kendi kariyerlerine odaklanacaklar tabii. Havoc 3. stüdyo albümü olan 13'ü bir ay önce çıkarmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise Prodigy 3. collaborative albümü olan Albert Einstein'ı piyasaya sürdü. İki albümü de baştan aşağıya üç beş kere dinleme fırsatım oldu. Aslında 2006'da G-Unit Records ile çıkarttıkları "Blood Money" albümün kendi üzerlerinde yarattığı o olumsuz imajı tamamen silmişler gibi. Özlerine tamamen dönmeleri çok sevindirici bir haber. Özellikle son on yılda adam akıllı old-school rap dinleyemeyen bizler olarak çok iyi gitti diyebilirim bu iki albüm. Şimdi biraz değerlendirelim:

Albert Einstein:


Infamous Records tarafından basılan Albert Einstein, Pro ve Alchemist'in ortak albümü aslında. Tahmin edebileceğimiz gibi bütün beat'ler Alchemist prodüktörlüğünde yapılmış. Belkide gelmiş geçmiş en underrated prodüktör olan Alchemist her zamanki gibi kendine has karanlık beatler yapmış. Özellikle intro dan sonra gelen ilk parça "LMDKV" buram buram Mobb Deep kokuyor. "Give Em' Hell" ise Prodigy'nin inanılmaz rhyming özelliğini görüyoruz bir kez daha. "R.I.P". ile albümde Havoc'a da yer vermesi beni çok sevindirdi ve tabi ki Reakwon. Ayrıca bir çok parçada Pro, Mobb Deep'den bahsetmiş ki onca senelik emeği bir ayrılık ile görmezden gelemezdi. Belki rap parçalarında biraz hareketlilik arayan ve müziğe önem verenler bu albümü baya bir ağır bulabilirler. Bundan şikayetçi değilim aslında aradığımda tam buydu ki şarkılardan bıkmamak için az dinleyeceğim sanırım.

13:


Havoc her zaman Pro'nun yanında ikinci planda olarak bilinirdi. Nedense garip insan ırkı "Havoc sadece beat'leri yapar Prodigy söyler, Hav de arada mırıldanır" diye düşünüyor. Aksine, Havoc aslında Prodigy seviyesine çıkabiliyor. 13'de bunu bana bir kez daha ispatladı. Albümde ki tüm şarkıların prodüktörlüğünü yapmasının haricinde çok kaliteli isimleri birleştirmiş albümünde. Bunlardan bazıları: Lloyd Banks, Reakwon, Styles P, Twista ve Royce da 5'9. Tıpkı The Kush albümündeki NY 4 Life gibi ağır ve sert bir parça ile başlıyor albüm "Gone". "Favorite Rap Stars" ile Reakwon ve Styles P'yi yan yana dinlemek müthiş keyifli oldu. 13'ün şüphesiz hiti "Life We Chose". Lloyd Banks çidden döktürmüş, Hav harika yani diyecek pek bir şey bulamıyorum, özellikle 2013'yılına çok fazla bu şarkı. En azından hala böyle şeyler yapılabileceğinin sinyallerinin verilmesi bile çok önemli. Tabi anlayana. "Eyes Open"da ise Havoc'a Twista eşlik ediyor. Sanırım Mobb Deep'in daha önce Twista ile çakıştığını hatırlıyorum. Havoc ile hala bağlantılarının sağlam olması mutlu edici tabii. Gerçekten çok hareketli olmuş bu da. "Colder Days" ve "Get Busy" de eşsiz bir güzellik. Albümdeki hemen hemen her parça inanılmaz. Havoc bir kez daha bu işi kendi başına da yapabileceğini gösteriyor açıkçası.



Özetle: İki albüm de kendi içerisnde çok özel ve her rapsever tarafından muhakkak dinlenilmesi gereken çalışmalar. Ben özellikle 13'e hayran kaldım. Pro da harika bir iş çıkarsa da sanırım 13 bir kademe önde. Havoc'un da belki ilk kez Prodigy karşısında net bir şekilde öne fırladığını söyleyebilirim.

Un



Öncelikle şarkı hakkındaki düşünceleri merak ediyorum. Yorum kısmına şeedersek sevinirim. İkincisi; Bu şarkı da muhtemelen Amazing ile aynı akıbeti yaşayacak gibi görünüyor. Güzel iş, ama 2 ay boyunca her gece dinledikten sonra tiksinilecek yani, kaçışı yok. Üçüncüsü, ve en önemlisi: Bu video(lar)da Boston'a uygulanan hor muamele.



Görebildiğim kadarıyla şarkının Playoff özel versiyonunun 3 farklı videosu var. Birinde (yani en kısa olan, en üstteki) Boston Celtics namına hiç kimse ve hiçbir şey yok. İkincisinde (yukarıda) diğer bütün takımların logosu varken Celtics logosu yok, üstüne oyuncu olarak da kimse yok. Üçüncüsünde (aşağı) yine logo yok, ama bir kez Pierce görünüyor.



Tamam, Boston çaptan düştü, eskisi gibi değil, bu sezon şampiyon olma, ya da finale çıkma ihtimalleri çok düşük; hatta ilk tur serisini geçme ihtimalleri bile çok düşük, zira 1-3 gerideler. Ama yine de bu kadarı... Derin NBA iş başında bir kez daha. Düşene tekmeler gecikmiyor. Bize düşen bu büyük camiayı uyarmak. Onların da gerekeni yapacağını umuyoruz.

2 gün sonra editi: Ben mal gibi videoları karıştırmışım. Üst ve alttakini aynı koymuşum. Düzelttim. Kusura bakmayın. 

Gavsi


Şarkıyı başa yazıyor. İsmi sona. Şarkıyı yazmayacak olsan, şu afişi/tanıtımı görenlerin yüzde 95'i ne döndüğünü anlamaz. Ya da, sokağa çıkıp "Psy kimdir?" diye sorsan, kaçı bilir acaba. Amınıza koyim ya.

Ekler


Bu amına kodumun şarkısı elbette saha ve salonlara da bulaşacaktı. Beşiktaşlı elemanlar, sonra işte Kuyt'ın "TT Arena'da gangnam style dansı yapacağım" lafı falan filan, bir sürü şey. Geçen gün Cska-Efes maçı sırasında molada çaldı bu, dansçı kızlar da ona göre bir şeyler ayarlamışlar falan. Ardından tribünleri gösterdi, bayağı  eşlik edenler vardı. Sonra da maskotlarını gösterdi, aklımdan çıkmış. Cska Moskova'nın maskotu bir AT kardeşimiz. Şimdi bu adamlara laf etmem ben. Çünkü hakkı var çalmaya. Maskotu AT olan takım bu şarkıyı çalar da, oynar da. Hatta kendisi de bir ara gaza gelip dans etti.

Trouble Man

Kendisini "King of The South" diye çağıran (bunun nedeni de kendisi için daha iyi bir lakap bulamamasıdır. Şarkılarının çoğunda bahseder ama helal olsun ona) Atlanta'lı ünlü rap yıldızı T.I. bu gün 8. solo albümünü olan Trouble Man: Heavy is the Head'i piyasaya sürdü. Albüm tek kelimeyle harika olmuş. Kısaca diğer bir klasik T.I. şaheseri diyebilirim. Günümüzde o kadar rezalet adamlar var ki bu iş ile uğraşan ve kendilerini "New School" olarak sınıflandırırken T.I.'ı onlardan ayıran o ip ince çizgi hala oralarda bir yerlerde duruyor.



Esas konuya geleyim. Kendisini 2. albümü olan Trap Muzik'den itibaren bayağı takip etmişimdir. Bu zaman içerisinde; evinde nükleer silah bulundu, kodese girdi çıktı, çocuklara silahın kötülüklerini öğretti okullarda vs... Fakat bu seferki hepsinden daha abuk geldi bana. Bu sabah Atlanta'daki malikanesinden çıkıyor T.I. ve özel jeti ile New York'a geliyor (neden New York?). Dostları (hommies) ile birlikte bir alışveriş merkezine (Best Buy) giriyor ve kendi albümünü herkesten önce almak istiyor (bu da olabilir tabii). Mağazanın teknoloji ve müzik kısımına doğru ilerledikten sonra bir Apple standı önünde durup orada çalışanlara tam olarak şunu diyor: "Benim için 2 adet beyaz 2 adet de siyah iPad. Fiyatı ne kadarmış?" fiyatı gördükten sonra ise "Sorun değil" diyerek oradan ayrılıyor. Fakat bir türlü kendi albümünün CD'sini bulamayan T.I. mağaza müdürüne "Dostum neden Trouble Man raflarda değil? Kendime ve dostlarıma bir tane almak istiyorum" diyor. Şaşkına dönen mağaza müdürü, albümün ellerine dün ulaştığını ve hala barkot kaydının yapıldığını, yaklaşık bir saat süre içerisinde satışa başlayacağının bilgisini veriyor. Müdür ile T.I. arasında sempatik ama tatsız bir kaç cümle dönüyor. O sıra mevzu nasıl çıkmamış anlamadım tabii...

Bir saatlik süre diliminde T.I. ve dostları (sırf canları sıkıldığı için) mağazadan milyon dolarlık alışveriş yapıp en sonunda ise onlarca Trouble Man CD'si alıp mekandan ayrılıyorlar.

El-Kol 5


Bu seri ite-kaka devam edecek herhalde. Bu kez spor harici olacak, ama abukluk baki. Fotoğraftaki abileri tanımayanlar çıkacaktır, o yüzden bir "liseliler bilmez" niteliği de var. 2 hafta önce falan tivitır'da muhabbeti geçmişti, o günden beri aklıma takılıp duruyorlar -Fritz selam. "90'lar" işte. Dipsiz kuyu. Pek fotoğrafları yok, 3-5 tane, biri de bu. Soldaki abi (adı Aytunç muydu, Ayberk miydi ne) o an hangi dürtüyle Amerika'larda West Coast'u çağrıştıran bu hareketi yaptı, büyük gizem. Şu objektifi görür görmez eli boş bırakmama alışkanlığı insanoğlunun geldiği en ilginç aşamalardan biri olsa gerek.

Yalnız soldan 2. sıradaki abinin, o zamanındaki popçu imajıyla alakası yok. Konfeksiyoncu falan oldu herhalde, hatta zorlasan emekli havası bile var. Faruk K zaten aralarında şu an en bilineni olduğundan, grup dönemindeki pısırıklık gitmiş, daha bir "anasının gözü". Sağdaki abi hala "bulduğumu götürürüm hacı" modunda, en soldakini zaten hala sağda-solda görüyoruz.

Hard


Rap ile alakanız yoksa bile Niggas In Paris'i bir yerlerden duymuşsunuzdur. Güzel şarkı. "Paris" ve "zenci" kavramları temelde çok uzak ama, bu iki adam gibiyseniz, "uzaklar yakın oluyor". Neyse işte, albüm çıktı falan, şarkıyı birkaç kez dinledim. Sonra şarkıya alıştıkça sözler de direkt kafaya girmeye başladı, bir baktım şöyle bir bölüm var: "take your pick, jackson, tyson, jordan, game 6". "Vay" dedim, şarkı daha da hoşuma gitmeye başladı. Arkasından da gaza gelip, bu tip basketbol muhabbeti içeren şarkıları araştırmak gibi, durup düşününce bayağı bir zahmet verecek bir işin hayalini kurdum. Yemez tabii.



Ongun



Abi bu aralar çok duyuyorum, Kendrick Lamar diye yeniyetme bir rapçi kardeşimiz var. Kendisini henüz dinlemedim, nedir necidir bilmem ama, Kendrick Lamar deyince, akla aşağıdaki manzaradan başkasının gelmesi mümkün değil. Yani Kendrick soldakidir, Lamar da sağdaki. Bu kadar. Ki eminim Amerikanya'da da bunun muhabbeti yapılmıştır (hiç sanmıyor). Muhtemelen bu çakal baktı isim böyle çağrışımlı, mahlas/lakap edinmeden yürüyeyim dedi sonra da. Valla şahsen içime sinmiyor bu kendi ismini sahne ismi olarak seçmek. Kanye West gene kurtarıyor, çok bilindik isim değil. Ama bu pek olmamış. Bozma işte geleneği.



İşin sululuğu bir yana, bu arkadaşın bayağı iyi olduğuna dair ciddi yorumlar var. Bi' dinlemek lazım. Dre filan destek veriyor herife. Rap seven arkadaşlara tavsiye gibi olsun.


Nerden Nereye 87


Kaynak şurası. Tabii bu, bütün her şeyi anlatan bir görsel değil. Ama çoğumuz hikayenin geri kalanını biliyoruz zaten...

Nigger



Bu pezevenkleri hiç sevmediğimi(zi) artık okur kısmısı iyice anlamıştır ("ay neden sevmiyosunuz aşkıım"). Ama şu Doğu finali son maç sonrası yaptıkları kutlama muhabbeti foşuma gitti. Demin bir arkadaşımla muhabbet ederken, konu bu kutlamaya kadar geldi. Açıp izleyeim dedik. Ulan bir tane düzgün halini bulamadık. Herkes bi' şeyler eklemiş çıkarmış. Yok işte tv'den çekmeler filan. Şarkının duyulduğu versiyon yok. Zorla bulduk. Bulmuşken de blogda paylaşayım dedim. Umarım bu post yüzünden birileri Miami fanı olmaz. Ayrıca şarkı da bayağı iyidir ha, bilmeyen varsa filan, bi' kulak kabartın - play-off'taki introları da buydu ayrıca. Jay ve Kanye'nin Watch The Throne'undan, Niggaz In Paris.

Ha bir de unutmadan: Abi çok garip, adamlar sanki yüzüğe ulaşınca bile böyle sevinmediler. Öyle bir manzara var şurada. Şarkıyla alakalı olabilir.