nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çevir-2: 2002 Batı Finali'nin Sözlü Tarihi - "All the Kings' Men" 2/3

Efsanevi 2002 Batı Finali'nin tarihine serinin ikinci maçından devam. Hedef, Çevir'in bu ayağını iki haftada bitirip diğer daha hafif yazılara geçmekti. Dünya Kupası'ydı, beşinci şampiyonluktu derken takvim biraz kaydı. Ama birkaç gün rötar olmuş olsa da planlarımıza yetişeceğiz gibi. Meraklısı, yazının orijinaline buradan, ikinci bölümden yakalayanlar öncesine buradan ulaşabilir. Keyifli okumalar.

III. Kobe'nin Etine Dikkat

İkinci ve Üçüncü Maç, 20 ve 24 Mayıs 2002

Gary Vitti (kondisyoner, Lakers): Kobe'nin gece birden beri midesi bulanıyormuş ama beni ancak saat üçte aradı. O saate kadar karnındaki kramplar, kusma ve ishali kontrolden çıkmıştı. O kadar kötü bir kramptı ki karides gibi bükülüyordu. Bana daha önce ulaşsa bu kadar kötü olmayabilirdi ama başa çıkabileceğini düşünmüş.

Phil Jackson: Grip olduğunu düşünmedik. Yemekle alakalı bir sorundur diyorduk. Çok da kafaya takmadık. O günden sonra otellerdeki oda servislerine asla güvenmedi.

Adande: Lakers taraftarı kasıtlı yapıldığına emindi. İnsanlar bunun tesadüfi bir şey olduğuna inanmayı reddediyordu. Maksatlı bir şey olmak zorundaydı. Kim bilir?

Howard Cooper: Sacramento için bu "aya gittik mi, gitmedik mi" tartışması gibi bir şeydi. Zamanında durmadan tartışıldı ve yıllar boyunca da sürdü. Hala hakkında şakalar yapılır.

Kobe Bryant (guard, Lakers): Çok da iyi bir burger değildi, sadece yarısını yedim. Komplo teorilerine gelince, bilmiyorum ama öyle olduğunu sanmıyorum.

Vitti: Birinin böyle bir şey yapacağına inanmak benim için zor. Hemşehrilerime bu konuda hala inanıyorum ama Kobe'nin kasıtlı yapıldığını düşündüğüne eminim.

Jerry Westenhaver (genel yönetici, Hyatt Regency Sacramento): Kings'le Lakers arasında rekabete dayalı bir ilişki var ve bu ilişki otelde değil basketbol sahasında yaşanmalı.

George: Üzgün ve kızgındım. Aynı zamanda korkuyordum da. Bu insanlar bu işi birinin yemeğini zehirleyecek kadar ciddiye mi alıyor diye düşünmüştüm. Nasıl göründüğünü, yediği iğneleri, kusmasını hatırlıyorum. Çok çirkindi. Yüzü durmadan terliyordu, çok kötüydü.

Brown: Bence insanlar bunu yapmış olabilir. Deplasmandayken nerede yiyip içtiğinize dikkat etmelisiniz. Ben genelde kaldığım yerlerden uzaklardaki mekanlarda yemek yerim. Çünkü kim olduğumu anlayamazlar.

Madsen: O hadise yüzünden otelimizi değiştirdik. Ve bunu kötü niyetli bir olay olduğunu düşündüğümden söylemiyorum ama şüpheci olmaya da hakkımız vardı.

Marv Albert (maç sunucusu, NBC): Her zaman Hyatt'ta kalırdık ve o olaydan sonra cheeseburger'de bir sorun çıktığını hatırlamıyorum. Yöneticinin ne kadar üzgün olduğu hala aklımda. Daha sonra o yemeğin menünün en sevilenlerinden olduğunu duydum.

Pollard: Hepimiz bunun bir tiyatro olduğunu düşünüyorduk. Kobe'yi maça çıkarken görünce yine manşete çıkmak için uğraşıyormuş demiştik.

Vitti: Herhangi bir oyuncunun bu şartlar altında maça çıkması şaşırtıcı bir şey ama Kobe herhangi bir oyuncu değildi tabii. Şöyle düşünün: Harp meydanında olsanız, hasta oldunuz diye savaş durmaz. O, meseleyi aynen böyle görüyordu. Oyun onun için durmayacaktı, savaş alanında olmak zorundaydı.

Christie: Her zamanki oyununu oynadı. O dalavereye asla kanmadım. Gerçekten, gerçekten hastaysanız parkeye çıkmazsınız. Durum öyle değilse bunu bir bahane olarak kullanamazsınız. En çok saygı duyduğum oyunculardan biriydi.  Ne yaparsanız yapın harika şut atardı. Oyunun iki tarafını da oynar, orta mesafeyi, her işi becerirdi. Herkes "aaa Kobe hasta" falan diyordu. Ben de "pardon, duyamadım" demiştim.

Horry: Endişeli değildik. Shaq sakatlansa gerçekten sıkıntı olurdu. Hepimiz Kobe oynamazsa (Kobe'ye laf sokmak için söylemiyorum) Brian Shaw, Rick ve diğerleriyle yerini doldururuz diyorduk. Shaq gibi bir uzunu çıkarırdığınızda kalan boşluğu doldurmak zor. Kobe'nin Jordan'ı ne kadar sevdiğini biliyorduk. Jordan böyle bir hastalığın üstesinden gelir, oynardı. Onun da bunu yapabileceğini düşündük, endişelenmedik.

Bryant: Katlanmak zorunda kaldığım en zor şeylerden biriydi.

Fox: Ben normalden daha iyi oynayacağını düşündüm. İnanılmaz bir konsantrasyonla yıllarca unutulmayacak bir maç çıkarır diyordum. Öyle olmadı. Shaq da erken faul problemine girdi. Zehirlenmeyle faul problemi üst üste geldi. Bizi bir seride yenebilecek kadar iyi olduklarını düşünmüyorduk. Bunu ilk maçta da göstermiştik. Onlara ilk maçı kaybettiren rehavet, bize de ikinci maça maloldu.

Cleamons: O zamanlar Shaq'la eşleşmekte zorlanıyorduk. Tam o sırada Divac hakemlere kendini acındırmaya başladı. Biraz temas alınca kendini bırakmaya, hücum faul çaldırmak için zorlamaya başladı. Shaq alçak postada canına okuyordu o da dedi ki "Böyle kocaman bir herifi nasıl savunacağım ki? Ya üstümden geçecek ya da üstümden geçecek." İşte bu yüzden hakemlere oynamaya başladı.



Phil Jackson: Shaq'ın L.A.'de oynadığı maçlarla Sacramento'da çıkan faul kararlarındaki tutarsızlık gayet ilginçti. İstatistiklere bakın. Divac Sacramento'da faulleri alıyordu, Staples'da o fauller blok oluyordu. Hakemler ev sahibi seyircinin yarattığı enerjiye dayanamıyordu. Objektif olmayı deniyor, olmaya çalışıyorlardı ama bu tip şeyler de oyunun bir parçası.

Lakers ikinci maçtaki serbest atış adaletsizliğine ve Divac'ın flop'larına takmıştı. Phil Jackson açık konuşuyordu: "Bir oyuncumuz 50 sayılık performansa doğru gidiyordu. Faul çaldırmayı bilen bir rakip onu oyundan attı. Vlade doğru zamanda doğru durumu yaratıp eski numaralarını yapmayı biliyor." Kings ise O'neal'ın hile açıklamalarını umursamadı. Adelman rahattı: "Bence, gerçek bir dünya şampiyonunun böyle şeyler söylemeye ihtiyacı yoktur." Bu sırada, Kobe'nin hastalığı üçüncü maç öncesi antrenmana çıkmasına engel oldu ve Sacramento da yarı final serisinde Dallas'a karşı ayağını burkan Stojakovic'ten mahrumdu. Ama Kings 103-90'lık etkileyici bir galibiyetle Lakers'ı şaşırttı. Maçta fark bir ara 27 sayıya çıkmış, eski şampiyon saha içi isabette %36'da kalmıştı. Webber ve Bibby toplam 50 sayı atmıştı. Christie 17 sayı, 12 ribaund, 6 asist, 3 top çalmayla her işe koşmuştu. Peja'nın yerinde de başka bir Avrupalı vardı: Hidayet Türkoğlu 14 sayıyla onu aratmadı.

Phil Jackson: Üçüncü maçta hava atışıyla beraber direksiyona geçtiler. Müthiş bir özgüvenle oynadılar. Hidayet önemli bir güçtü. Stojakovic'e alışkındık ama onu o kadar tanımıyorduk. Harika bir enerji ve çok canlı bacaklarla oynuyordu. Kings o zaman rahatlıkla ve çok iyi şut atan bir takımdı. Rick Adelman bunu yaptırmayı seviyor ve bu işte gerçekten harika.



Hidayet: Daha iki yıldır ligde olmama rağmen, takımdakiler o zaman yaptıklarımı çok beğeniyordu ve ne olursa olsun bana destek oldular. Yani tek yapmam gereken sahaya çıkmak ve elimden geleni yapmaktı. İşler bu şekilde kolaylaşıyordu. Ben de sadece bunu yaptım.

Christie: Savunmama çok güvenip hücumda gerektiği kadar agresif olamamıştım. O maç bunu düzelttim. Bunu düzelttiğimde böyle rakamları kolaylıkla yapıyordum. 20 sayı, sekiz ribaund, altı-yedi asist... Takımdakilerin söylediklerine katılıyorum, bütün seri böyle maçlar çıkarmam gerekirdi.

Shaquille O'neal (pivot, Lakers): Chris Webber 4 numaralarımızla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu.



Samaki Walker (forvet, Lakers): Webber jump shot'ını geliştirmişti, artık daha da ölümcül bir oyuncuydu. Harika bir pasördü ve sadece bu da değil, inanılmaz bir hücum oyunu vardı. Onu savunmanın çok zor olduğu yerlerde topla buluşturmayı biliyorlardı.

Turner: Webber koç için bir mucizeydi ve antrenör ekibine, taraftarlara oyun stilini yansıtan harika anlar yaşatmıştı. Pas yeteneği sayesinde herkes onunla oynamak isterdi. Pas atabiliyorsanız herkes sizle oynamak ister.

Phil Jackson: Maçın içinde kalmak bile çok zordu. Soyunma odasına geldiğimizde herkesin yüzünde "Vay be. Halletmemiz gereken işler" var diyen bir ifade vardı.

George: Önde olduklarında çok sert bir takımdılar. Ama maç yakın geçiyorsa ya da biraz geridelerse daha farklı bir oyun oynuyorlardı. Skorda kalamadığınızda yakalaması çok zor bir rakipti.

Bryant: Artık sıkılmıyoruz.

Madsen: Bazı anlarda kendi kendime Oğlum bu adamlar harbi iyi oynuyor. Bunları nasıl yenicez? dediğim anlar vardı.

IV. Big Shot Rob Günü Kurtarıyor

DÖRDÜNCÜ MAÇ, 26 MAYIS 2002

Dördüncü maçta Sacramento 24 sayı öndeyken Staples sessizliğe gömülmüştü. Samaki Walker'ın üçüncü çeyrek sonunda çaresizlikten gönderdiği üçlük farkı 14'e indirdi. Hakemler Sacramento'nun itirazlarına rağmen basketi saydı. O zaman kullanılmayan tekrar inceleme orada olsa şutun süre bittikten sonra atıldığı anlaşılacaktı.



Voisin: Kings'in seride kontrolü ele geçirip finallere gitmesine "şu kadar" kalmıştı.  NBA Finali ufukta gözüküyordu.

Christie: İlk yarı bittiğinde 20 sayı öndeydik.

Napear: Radyoda maçı anlatıyordum. Aynen şöyle dedim: "Burası Los Angeles Halk Kütüphanesi gibi." Çıt çıkmıyordu.

Albert: Samaki Walker'ın şutunun geç çıktığını söylemiştim. Basketi neden saydılar bilmiyorum.

Walker: O şutu sokacağımı düşünmemiştim. Sanırım hayatım boyu iki 3 sayılık şut attım, ikisi de girdi. Şanslı bir şuttu.

Phil Jackson: Soyunma odasına giderken bir şeye, bir kıvılcıma ihtiyacımız vardı.

Walker: Teknik olarak top hala elimde olabilirdi. Ancak üç yıl sonra pozisyonu inceledim. Neden bu kadar 
tantana çıktı hiç bilmiyordum. Tekrar izleyip ne olduğunu görünce durumu anladım.

Christie: Sayılmamalıydı. Momentumun değiştiği andı. Soyunma odasına giderken tutunacakları olumlu bir şeyleri olmuştu. Çünkü onları gerçekten öldürüyorduk.

Walker: Bence kesinlikle haklı. Böyle bir maçta, gerideyken ve kötü oynarken boynunuzdaki ilmeği gevşetecek o olumlu anı bekliyorsunuz.

Adande: O şut girmese, Robert Horry'nin şutunun hiçbir önemi olmayacaktı.

Lakers ikinci yarıda farkı kapatmayı sürdürürken Sacramento sonunda yavaşladı. İkinci yarıda sadece 34 sayı buldular. Kobe ve Shaq toplam 52 sayı atmıştı ama Lakers'ın en komple oyuncusu 18 sayı, 14 ribaund, beş asistle Robert Horry'ydi. Kariyerinin o döneminde kimse ona Big Shot Rob demiyordu. Büyük değişim son topta, Lakers iki sayı gerideyken yaşanacaktı.

Heisler: Oyuna dönmeyi başardılar. Geliyorlardı, geliyorlardı ve geliyorlardı.

Mitch Richmond (guard, Lakers): Phil'den çok şey öğrendim. Dört saniye süremiz kalmışken  "Tanrım, ne kadar çok süremiz var" dediğini hatırlıyorum. 13 yıldır oynuyordum, hiç dört saniye çok bir zamanmış gibi gelmemişti. O takım için dört, beş, altı saniye kaldığında çok sakin olurdu. Bizim için sonsuzluk kadar uzun gelirdi. Her şey yavaşlardı. Kendimize gerçekten güvenirdik ve o güveni aşılayan da Phil'di.




Horry: Kazanmak için üçlük atmayı hep tercih ederim. Her zaman bu tip bir adam olmuşumdur. Aslında set Kobe'nin Christie'ye karşı potayı zorlaması için çizilmişti.

Christie: Lakers'la oynadığımızda takımdakilere çoğunlukla "O bende" derdim. Kobe'yi tamamen durduracağımı falan hiçbir zaman düşünmedim ama ikili sıkıştırma istemezdim. Shaq pota altında kusursuzdu. Kobe dışarıda %50'ydi ve bunu kaldırabilirdik. Genellikle ona yapışıp şutu kaçırmasını sağlamaya uğraşırdım. Şanslıydık. Ben bunu yaparken, Vlade Portland karşısındaki Magic Johnson'a dönüştü. Topu sahanın karşısına atmaya çalıştı.



Divac: Lakers maçı, Batı Konferası finali, 1991. İkinci yılımdaydım. Bir sayı öndeydik, Terry Porter şutu gönderdi, Magic ribaundu aldığı gibi topu ters tarafa fırlatıp süreyi eritti.

O'neal: Aslında durumu eşitlemek için bir fırsatım vardı. Hemen zıplayıp Vlade'nin faul yapmasını engellemeye çalıştım ama yetişti ve faul atışını kaçırdım.

Divac: Shaq arkamdaydı ve Kobe turnikeye gidiyordu, şutu blokladım ve top boşta kaldı, ribaunda yetişemedim. Topu yere fırlatıp süreyi eritmeye çalıştım.

Bobby Jackson (guard, Sacramento Kings): Al şu kodumun ribaundunu. Bunu düşünüyordum. Panik yapma. Ribaundu al. İşte o da orada. Faulü al. Bizi yenmek için üçlük atmaları gerek. Shaq atarsa berabere olur.

Pollard: Son saniyelerde atılacak bir şut potadan uzaklaştırılmalı. Tipi onlara kaptırma. Vlade orada havadayken Shaq'la karşı karşıyaydı. Ya ondan topu uzaklaştırırsın ya da smaç yiyip faul atmasını izlersin.

O'neal: Sonra topu uzaklaştırmaya çalıştı ve tam olarak Robert'a uzaklaştırdı.

Divac: Resmen, Horry'ye harika bir pas atmış oldum.

Reynolds: Hala Horry'nin o pozisyonu çok kötü oynadığını düşünüyorum. İki sayı geridesiniz, 4 numaranız üçlük çizgisinin orada geziniyor. Kıçı panyaya vuruyor olmalıydı. Ne yapıyordu orada? Yarı sahaya mı kolluyordu?

Horry: Orada olmayı düşündüm. Çünkü maçı kazandıracak üçlüğü atmak istiyordum. Berabere bitti ve uzatmaya gidiyoruz mevzularını sevmem.

Phil Jackson: Böyle durumlarda onu bir güç üçlük çizgisinin gerisine çekiyordu sanki. Bunun olmasını istiyorduk da. Köşelerde, tepede bekliyordu. İşte oradaydı. Seriyi kurtaran şuttu. Bu enerji patlamasına ihtiyacımız vardı.

Turner: Robert Horry'nin elinde bir mıknatıs var gibiydi. Top direkt ona gitti. Biraz yana düşse bizden biri topu alabilirdi.

Horry: Top mükemmel biçimde elime geliverdi.

George: Mükemmel bir bounce pastan daha iyiydi. Daha iyi bir göğüs pas atmaya çalışsa bu kadar iyisini atamazdı.

Heisler: Dokuz kişi potanın altında ve Rob Tanrı topu ona fırlatacakmış gibi yayın orada bekliyor.

Christie: Vlade 100 kere denese böyle iyi bir pas atmayı beceremezdi.

Reynolds: Webber'ın hakkını yemeyeyim, top ortaya düşünce iyi reaksiyon verdi. Gerçekten o şutu zorlaştırdı.

Christie: Şut bozmak için birine koştuğumda rakibi gerçekten korkutamayacaksanız elinizi kaldırmanın iyi bir şey olmayabileceğini fark etmiştim. Bazen sadece eğilmeli ve yanından geçip gitmelisiniz. Bu kafalarını daha çok karıştırıyor. Eliniz havada olunca onlara bir ölçme noktası veriyorsunuz.

Richmond: Topun elinden çıktığı anı görebiliyorduk. Bu... Bu muhteşem bir şeydi be!



Gerald Wallace (forvet, Kings): Topun potaya gitmesi asırlar sürecekmiş gibi geldi.

Fox: Girdi ve o an... O an boğuluyormuş gibi hissettik, havaya fırladık.

Reynolds: İlk çocuğumu hurdaya dönmüş bir arabanın içinde görmüş gibi hissettim.

Richmond: Sanırım Horry'ye en hızlı koşan ben oldum. Kenardan uçuşa geçip ona kocaman sarıldım.

George: Bize maçı elleriyle verdiler. Tersi olsa iş bitmiş olacaktı. O şut olmasa yedinci maç falan olmazdı.

Divac: Onu ve Lakers'ı baskı altına almak için bir şaka yaptım ve şanslı bir şuttu dedim. Ama Robert'ın harika bir şutör olduğu ortada.

Steve "Snapper" Jones (yorumcu, NBC): Kings yapması gereken her şeyi yaptı. Ortayı doldurdular, top havadaydı, dışarı sektirdiler. Kings, Lakers'ı yenecekti, turu da geçecekti ama top Horry'ye gitti. Eli çok sıcaktı ve şutu soktu. Big Shot Bob lakabını almasına sebep olan pozisyonlardan biri de buydu.




Christie: Oğlum büyük bir Kobe hayranı. Yani evim Kobe ve Lakers'la alakalı şeylerle dolu. Ona Horry'nin Chris üzerinden attığı şutun posterini de aldım, imzalattım, duvarında duruyor. O fotoğrafa her gün bakıyorum, Webb gerçekten uzuyor. Parmakları uzuyor, oraya ulaşmaya çalışıyor... Ama Vlade resmen mükemmel bir 
pas atmış.

Cleamons: Kazanmak için hem iyi hem şanslı olmalısınız. Kazanmamak için de biraz şanssızlık, talihsizlik gerekli. NBA Finali'ne  bu kadar yaklaşmışken Batı Konferansı'nda ikinci olmakla şampiyon takım olmak arasındaki fark bu kadar küçüktü.

Jones: Sporda herkesin görmezden geldiği unsur şans. Şampiyon olmak için biraz olsun şanslı olmalısınız. Kings her şeyi doğru yapmışken, doğru sonucu  alamadı. Bu, şans.

Bibby: Top girdi işte ve kalbim kırıldı. En azından eve dönüyoruz diye düşündüm. Ligin bu döneminde oynayabileceğiniz daha iyi bir yer olamaz.

Divac: Bu bir play-off serisi, önünüze bakmalısınız. O maçta olmuş bitmiş bir şeyi değiştiremezsiniz.

Reynolds: Bir keresinde Horry'ye "O şut bana yeni bir çatıya ve başka pek çok şeye maloldu" dedim. "Umurumda değil" dedi. Buna saygı duyuyorum.

Çevir-2: 2002 Batı Finali'nin Sözlü Tarihi - "All the Kings' Men" 1/3

 

 Hack-a-Shaq, tutarsız hakemler, zehirli oda servisleri ve son three-peat'e giden yol: Los Angeles Lakers-Sacramento Kings arasındaki 2002 Batı Finallerinin sözlü tarihi, NBA'in yakın tarihinin en büyük rekabetlerinden birinin son bölümü.

"Maçlar arasındaki günlerde çok uyumadım. Kilo verdim. Stres seviyesi yüksekti. Oyundan zevk almıyorduk."

Rick Fox'ın Sacramento Kings'e karşı oynadığı 2002 Batı Finali'yle ilgili anıları böyle. Seri, Fox'un takımı Lakers'ın yedinci maçın uzatmasında deplasmanda, ligin en gürültücü seyircisi karşısında aldığı galibiyetle sonuçlandı. Gardı düşen Kings, NBA şampiyonluğuna bir daha asla bu kadar yaklaşamadı. Oyuncular dağıldıktan sonra organizasyon lige dalga malzemesi oldu. Bu sırada, Lakers finalde New Jersey'i kolayca alt ediyordu. Şampiyonluk kupasını kaldırırken Kobe'yle Shaq'ın beraber kazandığı son yüzüğün bu olabileceği ve ikilinin krize giren ilişkisi yüzünden O'neal'ın öbür sezon sonunda Heat'in yolunu tutacağı kimsenin aklından geçmiyordu. O epik 2002 serisinde Kings'le Lakers'ı ayıran neydi peki? Mucizevi bir şut, kaçan serbest atışlar ile iki boş şut ve birkaç kolay düdük. Hepsi bu kadar.

Bu seride her şey vardı: ligin "asilzade" franchise'larından biriyle hızlı paslar ve bol bol katla göze hoş gelen basketbol oynayan Kings arasında yeşermekteki rekabet; aşık atışmasını hatırlatan, sözlü bir çekişme; yemek zehirleme suçlamaları ve hakem komploları; Robert Horry'nin clutch kelimesini tekeline alması ve hatta, sürpriz bir başkan adayının işlere karışması. Oyunun en iyi iki takımı karşı karşıyaydı, dolayısıyla serinin son dört maçının kaderinin son dakikalara kalması kimseyi şaşırtmadı. Kimileri miras bıraktı, kimileri miras kaybetti. 2014'te Miami ilk three-peat hedefine gözünü dikmişken bazen üç kere üst üste şampiyon olmanın ne kadar zor olduğunu unutuyoruz. Bunu son başaran takım 2002 Lakers'dı ve kimse onlarla Kings kadar uğraşmaya cesaret edememişti.

Kings 1951'den bu yana şampiyon olamamıştı. O zamanlar Rochester'daydılar adları da Royals'dı. Sonrasında evlerinden Cincinnati'ye, oradan Kansas City'ye ve Sacramento'ya taşındılar. Geçen yıl az daha Seattle'a gidiyorlardı. Bütün bu durakların tek bir noktası vardı: geçen 63 yılda, hiçbiri Kings'i NBA finalinde görememişti. 1960'larda Oscar Robertson liderliğindeki Royals, Russell'ın Celtics'ine ve Wilt'in Sixers'ına takıldı. 1981'de underdog Kings'in üstünden Moses Malone geçti. 2000'den 2002'ye kadar da geleneği sürdürüp kısa çöpü çektiler: Zirve yaptıkları yıllarda Shaq ve Kobe, Starsky ve Hutch rolünde NBA'i kaşını kaldıranı enseledikleri bir dedektiflik filmine çevirmişti. Lakers için oynuyor olmaları işin daha da kötü tarafıydı.

Sacramento Bee gazetesi için seriyi takip eden Scott Howard-Cooper rekabeti şöyle tanımlıyor: "California'nın büyük şehri, California'nın uyuşuk ve küçük şehrine karşıydı. Kuzey, Güney'e karşıydı. Tecrübeli, özentiye karşıydı. Onları birbirine çeken öyle çok şey vardı ki."

Sonunda birbirlerini en iyi olmaya ittiler. İki takım da bir daha öyle olamayacak. Birazdan okuyacaklarınız rekabetin parçası ve şahidi olanlardan serinin sözlü tarihidir. 2002 yazındaki sözleri alıntılanan herkes seri zamanındaki iş tanımlarıyla birlikte belirtilmiştir.


I. Savaşa Giden Yollar

1996 Draftı öncesinde, Lakers taraftarın sevgilisi Vlade Divac'ı 13'ncü sıradan bir draft hakkı için Charlotte'a gönderdi. O draft hakkıyla Kobe Bryant adlı bir liseliyi seçtiler. Takasla oluşan finansal esneklik sayesinde free-agent süperstar Shaquille O'neal'ı 121 milyon dolarlık bir kontratla takıma kattılar. Dört yıl içinde Kobe ve Shaq ilk final yürüyüşlerini yaparken, yolda (free agent) Divac ve Sacramento'da olgunlaşan sorunlu forvet Chris Webber'in liderlik ettiği Kings’le çekişecekti. 2000 Lakers takımı ilk turu 3-2'yle geçti ve sonunda Indiana'yı finalde mağlup etti. Sonraki sezon Kings, Webber 27.1 sayı, 11.1 ribaund, 4.2 asist ortalamalarıyla kariyer yılını geçirirken 55 maç kazanacak ama ikinci turda sonradan tarihe adını kazıyan Lakers'a süpürülecekti. 2001 Lakers, o play-off sezonunu 15-1'le bitirdi (hâlâ bir rekor), Shaq ve Kobe o 16 maçta toplam ortalama 59.9 sayı üreterek inanılmazı başardı.

Three-peat hayalleri ise O'neal'ın sezona formsuz başlaması ve Bryant'ın perde arkasında koçu Phil Jackson ve takım arkadaşlarıyla didişmesi yüzünden pek gerçekçi gözükmüyordu. Sacramento'nun 61 maç kazanıp ev sahibi avantajını garantilemesi de pek hoş olmadı. Kings'de Mike Bibby ve Peja Stojakovic adlı iki yükselen yıldız vardı ve içerideki iki yetenekli pasörleri Divac ve Webber sayesinde topu çok iyi dolaştırıyorlardı. Anlaşılmaz, yetenek fakiri ve fazla bire bire dayalı basketbolun kirlettiği bir sezonda, özveriyle oynayan Kings ligin en eğlenceli takımıydı. Lakers'ın şalteri attığında nasıl oynadığını herkes biliyordu. Peki, şalterleri bu kez de atacak mıydı?

Rick Fox (forvet, Lakers): Üst üste iki kez şampiyon olmuşsanız, özgüveniniz yükseliyor, kendinizi bireysel anlamda çok iyi hissediyorsunuz. Takım olarak da uzun zamandır pohpohlanmış oluyorsunuz. O yanıltıcı havaya inanmaya başlıyorsunuz.

Mark Heisler (NBA yazarı, Los Angeles Times): Shaquille ilk şampiyonluktan oldukça kilolu dönmüştü. İkinciyi kazandıktan sonra 130 kilo döneceğini söylüyordu. Döndüğünde neredeyse 180 kiloydu. 160-170 kilo arasında olduğu kesindi. Bütün yıl form tutmak için oynadı.

Phil Jackson (koç, Lakers): Shaq'ın ayak parmağında bir sorun vardı, zaten sonraki yaz ya da kış oradan ameliyat oldu.

Jim Gray(kenar muhabiri, NBC): Kobe'yle Shaq -hemfikir olmayı bırakın- bambaşka düşünce yapılarına sahiptiler.

Jim Celamons (yardımcı koç, Lakers): Yeterli oyunculara ve tecrübeli liderliğe sahiptik. Kobe'ye mahkûm değildik. Kobe topun peşinde koşup kontrolden çıkmaya başladığında tecrübeli oyuncularımız onu zapt etmek için öne çıkıyor "Hey, burada bir takım gibi oynamaya çalışıyoruz. Senin de sıran gelecek" diyebiliyordu.

Phil Jackson: Kadromuzda birkaç eksik vardı. Biraz para harcamamız gerekiyordu, ligin yeni oyuncu anlaşmasına da uymak zorundaydık. Robert Horry kilosuna rağmen uzun forvet pozisyonunun yükünü çekiyordu ve iyi bir yedeğimiz de yoktu. Shaq için de iyi bir yedeğimiz yoktu.

Cleamons: Horry 4 numarada bizim için bir silah haline geldi. O günlerin "strech forvetiydi." Uzunlar onu savunmak için dışarı çıkmaz, bu sayede Rob potayı rahatça görebilir ve topu Shaq'a indirmemiz için bize sahayı açardı.

Kurt Rambis (yardımcı koç, Lakers): Her normal sezon maçını önemliymiş gibi oynamak, sezonu bitirecek enerjiyi toplamak, iyi bir play-off sırası almak ve sonrası için fiziksel olarak hazır olmak... Potansiyel rehavet düşünüldüğünde bunlar çok zor işler.

Phil Jackson: Sacramento, Pasifik'i kazandı. Onları play-off'ta iki kere yendiğimizden rehavet içindeydik.

J.A. Adande (köşe yazarı, Los Angeles Times): Kings daha iyi bir sezon geçirmişti. Ev sahibi avantajı, daha çok yetenek ve tehdit onlardaydı. Bütün kadroları, baştan aşağı daha iyiydi. Lakers'da Kobe ve Shaq kendini şutunu yaratabilecek kimse yoktu.

Chucky Brown (forvet, Kings): Kobe'den korkmuyorduk. Doug [Christie] onu kimsenin zorlamadığı kadar zorluyordu. Üstüne iki kişi yollamayacaktık. Vlade'nin Shaq'la eşleşebileceğini düşünüyorduk. Shaq daha güçlü ve iri olsa da Vlade de tilki gibiydi.

Scot Pollard (pivot, Kings): Motorcu çetesi gibi takılan oyuncularımız vardı. Avrupalılar vardı. İngilizce konuşamayanlar, konuşmak istemeyenler vardı. Benim gibi bilmemne gezegeninden gelmiş olanlar vardı.

Scott Howard-Cooper (NBA yazarı, Sacramento Bee): Rick Adelman'ın fazla sıkıcı ve resmi bir adam olduğunu söyleyen tüm yorumlara rağmen koç olarak en büyük yeteneği takımlarının farklı bir kişiliğe bürünmesine izin vermesi ve onları rahat bırakması olmuştur.

Doug Christie (guard, Kings): Takımda 1'den 5'e kadar herkes topu sürebiliyor, pas ve şut atabiliyor, ikili oyun ve perdeden anlıyor, kat yapmasını biliyordu. Böyle beş adam parkedeyse neredeyse All-Star takımı gibi oynuyordunuz.

Pete Carill (Princeton hücumunun ustası ve Kings'te yardımcı koç): Lig çevrelerinde Webber'in Sacramento'ya gelmek istemediği konuşulmuştu, doğru olmadığı ortaya çıktı. 1999 yılında ilk kez genel menajer Geoff Petrie'nin harcayabileceği bir miktar para vardı. Rick'e geldi ve dedi ki: "Elimizdeki bütün parayı vermeye razıysan Vlade Divac'ı buraya getirebilirim."

Rick Adelman (koç, Kings): Her zaman yüksek post'ta pas yapan bir takım olmak istedik. Elinizde Chris ve Vlade gibi iki pasör varken, böyle bir plan izlemek çok mantıklı.

Carill: Perdenin arkasından geçebilir ya da kullanmayıp alçak post'taki adamınızla 2'ye 2 oynayabilirsiniz. Pası atmazsa geriye çekilir, şutu gönderir. Ters tarafa dönebilir, seti baştan oynar, bu kez ters taraftan çabuk bir perde alabilirsiniz: gayet etkili. Ve Webber menzilindeyse bol bol şut sokabilir. Pasörlüğünün yanında şutları da güçlü yanlarındandı.

Peja Stojakovic (forvet, Kings): Sahada direkt Chris ve Vlade'ye giderdik. Onlar resmen bizim oyun kurucularımızdı.

Vlade Divac (pivot, Kings): Chris oynama şansını bulduğum en iyi oyunculardandı. Akıllı ve özveriliydi, etrafındakilerin oyununu yükseltirdi. Takımın gerçek lideri oydu.


Pollard: Herkes Divac'ı örnek alıyordu. Herkes onu seviyordu ve parkede sezgileri çok iyiydi. Herkesi nasıl savunacağını, ritimlerini nasıl bozacağını iyi bilirdi.

Mike Bibby (guard, Kings): O takım oynadığım açık ara en iyisiydi. Gerçekten eğlenceliydi. Bana basketbolu sevmeyi ve oynarken eğlenmeyi öğrettiler.

Christie: Antrenmanlarda sürekli olarak pas, kat yapma ve şut çalışırdık. Sahaya çıktığımızda zaten hazır olurduk. Oyunumuz akıcı ve istikrarlıydı. Makine gibi işlerdi.

Hidayet Türkoğlu (forvet, Kings): Ligdeki ikinci yılımdı ve bu takımın parçası olduğum için çok mutluydum. Avrupa'dan gelip uyum sağlamaya çalışmaktan memnundum. Kimyamız inanılmazdı, bütün takım ve antrenörlerin bağları kuvvetliydi. Bu sayede başarılı olabildik.

Adelman: Geoff Petrie'nin yıllar içerisinde kurduğu kadroyla buralara geldik. Bir gecede işleri değiştiremezsiniz. Bunu yıllar içinde başardık.

Pollard: Başka bir koçla bu kadar başarılı olamazdık. Zaman zaman odaklanamadığımız ya da işleri çok ciddiye aldığımız oluyordu. Adelman’ın dengesi takımın yükseliş ve düşüşlerinde hepimize yardımcı oldu. Kendine özgü bir adamdı, bazen bir maçı kaybederdik ve moralimiz çok bozuk olurdu. Bunu o da anlar, hayal kırıklığımızı görürdü. Bizi kendimize getirmek deli gibi antrenman yaptırmazdı.

Christie: Takımda olup biteni anlama konusunda çok iyi sezgileri vardı. İki gün üst üste maç yaptıysak asla sonraki gün antrenman olmazdı.

Divac: Saha içi ve dışındaki kimyamız olağanüstüydü. Başarımızın püf noktası buydu. Parkede çok iyi bir takımdık ama dışarıda da çok eğlenirdik. O takımın parçası olmak müthiş bir mutluluktu. Restoranlara, kulüplere gider, aile partileri düzenlerdik. Gerçek bir takım gibi hareket ederdik.

Christie: Sahada çok eğlenirdik ama saha dışında daha da fazla eğlenirdik. Sanırım bizi özel yapan bu oldu. Bazen altı ya da 10 sayı geride olurduk. Önemli değildi. Her zaman geri dönebileceğimizi düşünürdük. Herkes "Kings ev sahibi avantajını aldı" deyip duruyordu. Bizim için bunun bir önemi yoktu. Çünkü her takımı, her zaman, her yerde yenebileceğimizi biliyorduk.

Divac: Genelde ev sahibi avantajını almak için en iyi oyununuzu oynarsınız. Bizimse umurumuzda değildi. Herkesi yenebileceğimizi biliyorduk.

Gray: NBA'deki izlemesi en eğlenceli takım onlardı. Rakipleri yoktu.

Divac: ABD dışından bir sürü hayranımız vardı. Tokyo'da Minnesota'yla oynadığımızda o kadar çok Sacramento destekçisi vardı ki inanamamıştık.

Steve Cohn (belediye meclisi üyesi, Sacramento): Şehirde basketbol hakkında fikri olmayan insanlar sporu tam anlamıyla kucakladılar.

Adande: Doğu Konferansı o yıl tam anlamıyla bir hiçti. Dallas ve Sacramento iyi basketbol oynuyordu. Lakers eğlenceli ya da heyecan verici bir takım sayılmazdı. En iyi takım onlardı ama böyle olmak için topu Shaq'a indirmelerinden başka bir şey gerekmiyordu.

Geoff Petrie (genel menajer, Sacramento): Sacramento özveri ve dayanışmaya dayanan oyunuyla sadece Amerikan basketbol severlerin değil tüm dünyadaki izleyicilerin sevgisini kazanmış bir takımdı. O dönemin dünya çapında en çok sevilen takımlarındandı.

Ailene Voisin (spor muhabiri, Sacramento Bee): Uluslararasıydılar. Tatile gittiğim yerlerde dünyanın her tarafından birçok insanın ilk 5'i sayabildiğini hatırlıyorum.

Jerry Reynolds (yönetici, Kings): Deplasmana gittiğimizde, Jordan'lı Bulls nasıl karşılanıyorsa öyle bir hava olurdu. Bir rock grubu gibiydik. Gecenin ikisinde Chicago indiğimizde, yemek yediğimiz restoranın kapısında onlarca insan imza için beklerdi. Kings tarihinde daha önce böyle bir şey yoktu. O tarihten bu yana da olmadı.

II. Üçleme Şekilleniyor 

BİRİNCİ MAÇ, 18 MAYIS 2002

Kings-Lakers'ın play-off üçlemesinin üçüncü bölümü git gide daha da olası gözükmeye başladıkça, basketbol severler üçüncü perdenin "Thrilla in Manila'yı" andırmasını umuyordu. Acımasız bir savaşın temelleri atılıyordu. Lakers 2000 Play-off'unda ilk turda 2-0 öne geçince Sacramento'ya varmadan seriyi bitirdiklerini düşündü. Deplasmana geldiklerinde, Sacramentolular maç öncesi etkinliklerinde Lakers formaları yaktı, üçüncü ve dördüncü maçı kazanıp beşincide seriyi kaybettiler. Kings hissedarı Joe Maloof, medyaya "kendini beğenmiş" Phil Jackson'ın Sacramento maçları kazanırken "köşesinde sinip kaldığını" söylüyordu. Böylece ilk taş atılmış oldu. Jackson maç videolarını filmlere benzetmeyi pek seviyordu ve dediğine göre bir keresinde o zaman Kings'in oyun kurucusu olan Jason Williams'ı American History X'de Edward Norton'ın oynadığı karaktere benzetmişti ve başka bir sefer de Rick Adelman'ı Adolf Hitler'le karıştırmıştı. Bu sözler Kings'i deli etti ve Adelman'a  "Jackson sanırım biraz çizgiyi aşıyor" dedirtti. Jackson'ın işi daha bitmemişti, Sacramento için söylediği "ücra bir kasaba gibi" sözleriyle tüm şehri karşısına aldı. Hepsi bu da değildi: "Ben Puerto Riko'da da koçluk yaptım, deplasmanda kazanırsanız taraftarlar araba tekerlerinizi yarar, sizi taşla şehirden kovalarken arabanızın camlarını kırardı. Burası belki tamamen farklı bir çevre belki ama... Sonuçta tam olarak medenileşmemiş Sacramentolulardan söz ediyoruz. Oradaki insanlar bir çeşit redneck falan olabilir. " Lakers, 2001 play-off'unda Kings'in ilk turu geçmeyi kutlamasıyla dalga geçti, Shaq Divac'ın savunma yöntemleriyle kafa buldu ve Lakers rakibini rahatça süpürdü. Potansiyel bir rakip olarak Kings'in üstünü çizdikleri düşünülüyordu ama daha hikâye yeni başlıyordu. 2002 yılında, Fox'un şimdi itiraf ettiği gibi "gerçek bir rekabet ortamı vardı."

Howard Beck (Lakers muhabiri, Los Angeles Daily News): İşin o kısmı müthiş bir şovdu. Shaq'ın ya da Phil Jackson'ın her gün Kings'le, taraftarıyla ya da şehirle uğraşabileceğini biliyorduk. Sadece onlar da değil, Rick Fox'ın da Kings'in korkaklığı hakkında konuştuğunu hatırlıyorum.

Christie: Bence 2000'de ilk kez karşılarına çıktığımızda, tehlikeyi sezdiler. Onları zorlayacağımızı hissettiler ve o dönem onlarla yarışabilen kimse yoktu, Spurs bile onlarla bizim gibi çekişemedi.



Adande: Phil'in medyaya söyledikleri, parkedeki oyun kadar eğlenceliydi.

Mark Madsen (forvet, Lakers): Kendi kendime "Vay be, Phil şaibeli laflar etmekten hiç çekinmiyor" dediğimi hatırlıyorum.

Beck: Phil'in hakaret etmediği çok az NBA şehri vardı. Orlando'ya plastik dedi. San Antonio'daki River Walk'la dalga geçti. Spurs'ün lokavt sezonunda kazandığı şampiyonluğa asteriks koyulmasını önerdi. Bu tür işler Phil'in doğasında vardı. Bunları yapmayı seviyordu.

Phil Jackson: Sacramento'da bizim bench'e yakın oturan birkaç adam vardı, aramızda komik bir ilişki oluşmuştu. İnek çanı getirirlerdi. Amfiye bağlanmış elektrikli bir çan getirip gürültü çıkarırlardı. Molalarda bile salon çok gürültülü olurdu. Takımı bench'den uzaklaştırıp konuşmak zorunda kalırdım. Dikkatleri Shaq'tan çekmenin, oyuncuları rahatsız edilmekten korumanın bir yolunu bulmaya çalışırdım. Ama gayet eğlenceli bir ortamdı. Sacramentolular da eğleniyordu.

Gary Gerould (radyo spikeri, Kings): Bence "kibir" onları tanımlamak için en doğru kelime ve geçmişte yaptıklarıyla da bunu kanıtlıyorlar. Bunda da kızılacak bir şey yok.  Siz "Onlar daha güçlü" diyorsunuz. Onlar hep buradaydılar. Her şeyi yaptılar. Şampiyonluklar kazandılar. Yüzükler aldılar. Caka sattılar. Yetenek onlardaydı. İyi olan onlardı. Bunu zaten biliyorlar.

Christie: Bunu kafaya taktığımızı söyleyemem. Birbirimize sahada karşı karşıyayken bu adamlarla mücadele eder ve onları büyük olasılıkla yeneriz diyorduk. Şimdi dönüp baktığımda, diyorum ki keşke bunu kafaya taksaydık. Zeki oyuncularımız vardı, kendi oyunumuzu oynayıp yine işimizi yapar ve bu sırada kendimize fazladan bir avantaj sağlayabilirdik. Ama tabii Zen Master'ı karşımıza almış olurduk.

Devean George (forvet, Lakers): Zayıf taraflarımızı saklayıp rakibin eksikliklerini ortaya sermekteki başarısı Phil'i usta bir koç yapıyor. Medyayı nasıl kontrol edeceğini ve dikkatleri nasıl dağıtacağını çok iyi biliyor. Gerçekten istediği şeyleri saklamakta çok başarılı biri.

Grant Napear (maç anonsçusu, Kings): Olan bitenin oyuncuları rahatsız ettiğine eminim. Kings oyuncularının rahatsız olduğunu net biçimde hatırlıyorum. Bütün şehir kesinlikle çıldırmış durumdaydı.

Howard-Cooper: Açıklamalar onları açıklanamaz bir biçimde delirtti. Phil ne yaptığını çok iyi biliyordu. Sacramento'nun basketbol konusunda Lakers'a karşı büyük bir aşağılık kompleksi vardı, şehirler düşünüldüğünde de San Francisco ile Los Angeles arasında az da olsa böyle bir durum söz konusuydu. İki büyük şehir… Phil bunu kolaylıkla anladı ve amacı bunu kaşımaktı. Sacramento'nun insanlarına karşı olumsuz bir fikri olduğunu sanmıyorum ama bence suyu bulandırmayı, insanlara bulaşmayı seviyordu.

Elston Turner (yardımcı koç, Kings): Bizim için öç alma vakti gelmişti.

Robert Horry (forvet, Lakers): Sahip olduklarımıza göz dikmişlerdi. Aramızda en çok havaya giren Rick oldu. Meseleyi gerçekten kişisel almıştı. İşin komik tarafı buydu. Çoğumuz için ise sadece özel bir şeyler yapmaya çalışmak önemliydi.

Gerould: Rekabet, Kuzey California'daki Kings taraftarlarını iyice gaza getirmişti. Lakers'ı yenmek, ister hazırlık kampında ister başka zaman, Sacramento'ya göre her zaman iyi bir şeydi.

Howard-Cooper: Malooflar'ın alakalı olduğu herhangi bir şey duygusal olmak zorundadır. Takım sahipleri amigo gibiydi.  Bazen kenarda oturmaya dayanamadıklarından potanın orada ayakta dururlardı. Kaybettiklerinde çok üzülürlerdi. Lakers'ın sahibi Jerry Buss, Staples'da sahadan metrelerce uzakta, görülemeyeceği bir yerde olurdu. Aradaki zıtlığın göstergelerinden biri buydu.

Pollard: Gerçek rekabetler birbirleriyle çok oynayan takımlar arasında oluşur. Bittiğindeyse dönüp bakıyorsun ve kendine şöyle diyorsun: Bu adamdan nefret etmiştim. Çünkü takım arkadaşım olsa harika olurdu. Shaq'a karşı oynamak istemiyordum. Shaq'la beraber oynamak istiyordum ama o zamanki görevim onu olabildiğince yavaşlatmak, hırpalamaktı. Elimden geleni yaptım.

Fox: Üçüncü yıla kadar pek dikkatimizi çektiklerini söyleyemem. Onlara gerçek bir saygı duyuyorduk ama göstermiyorduk. Duygu ve yetenek bağlamında en büyük düşmanımız onlardı.


Kings, bütün sezon kazanmak için uğraştığı ev sahibi avantajını 2002 Batı finalinin ilk maçında üç saat içinde kaybetti. Lakers ilk çeyreğini 36-22 önde bitirdiği maçın sonunda 106-99'la üst üste 12'nci deplasman galibiyetini aldı. Kobe ve Shaq 56 sayıyla Webber'ın sağlam performansını bertaraf etti.



Mike Breen (maç spikeri, NBC): Vaay. Lakers'ı hafife almışız dedirten bir maçtı. Herkes Bu Sacramento'nun yılı coşkusundan bir anda çıktı. Öyle kolay olmayacaktı.

Horry: İlk maçı kazanırsanız rakibinizin aklına acaba yapabilecek miyiz diyen o şüpheyi sokarsınız.  İlk maçta çıkıp darbeyi vurmak her zaman iyidir.

Brown: İlk maç fiziksel sertliği açısından şaşırtıcıydı. Lakers bizi gerçekten zorlamıştı. Atmosferin böyle olacağını anlayamamıştık galiba.

Pollard: Hep birlikte kötü olduğumuz günlerden biriydi ve şöyle düşünüyorduk Beyler, uyanın. Ligde en iyi galibiyet yüzdesini aldık diye bize şampiyonluğu hediye edecek değiller.

Napear:  Ben işin burada bittiğini düşünmüştüm. Sadece Batı'da değil, ligde de bir numara olmak için çok fazla çalışmıştık ve ilk maçta can düşmanımıza kaybediyorduk. Bir şeyler ters gidiyordu.

Orj: grantland.com

Kel


Tamamen tesadüf. T-Mac'in bizimle imzalamasının üstünden 2 gün geçmeden, odada temizlik yaparken, eski sidilerin arasından. Tam "Hey gidi"lik. Hatırlayanlar?


15

Internette çok dolaşmamak lazım. Sinir sistemine zarar. Neyse. 2 şey daha var, onları da yazmalıyım. Sonra da siktir olup yatalım:

1. Eğer yamulmuyorsam, Barcelona-Estudiantes maçını sunan spiker, Ender Bilgin'di. Bu sebepten, maç boyunca ben farklı bir zaman dilimindeydim kafaca. Direkt 90'ların sonuna gittim. NBA'in Kanal D'de yayınlandığı döneme. Zaten geçen Sprite sayesinde o dönemlere gitmiştik. Bu da kreması oldu. Bir dönem Nba Tv'deymiş, onu bilmiyordum. O zamandan beri neredeydi peki. İnşallah kalıcıdır orada.

2. Bazı kafalar var, okuyoruz. Şimdi bunlar diyor ki, yok efendim Barcelona kollanıyormuş. Hakemler, Uefa, medya. İşte geçen seneki Çelsi eşleşmesinde kollamanın kral gelmiş, hatta geçenki kurada da, Uefa bilerek Stuttgart'ı eşleştirmiş onlarla. Böyle böyle gidip kupa alıyorlarmış. Geçen bir postta, bir soru sormuştum. Zart diye Katalan olan mı, ona bakıp Barça'ya cephe alan mı diye. Bu ondan daha ileri bi'şey.
Futboldan "anlayan" insan, bu takıma sempati duymadan, hadi onu geçtim, saygı duymadan yapamaz. Eğer onun için mesele "futbol" ise, bu takımı sever zaten. Mevzu geçen sene verilmeyen penaltı mı;verilebilirdi de. Kimilerine bakarsan, 5 tane verilmeyen penaltı var (ebenin...). Biri verilse iş bitti. Ama konu bu değil işte. Orada elense bile, kazanmayı değil, futbolu önde tutan kişi, Barcelona için üzülecekti. Çünkü onlar futbol oynamaya çalışıyordu, karşıdaki EŞŞEK KADAR Çelsi ise, "nasıl 11 kişi kapanırım da turu geçerim" in peşinde. Senin neyi önemsediğinle alakalı bi'şey bu. Yok efendim Uefa kollamış da, Stuttgart'ı denk getirmiş. Sizce, şu anda ortaya koydukları futbolla, Barcelona haricinde oradaki 15 takımı da yenebilecek/eleyebilecek başka takım var mı? Cevap belli. E o zaman nedir bu saçmalık? Hakkaten böyle adamlar var ya, yani izliyor ediyor mesela, ama orada ortaya konanın olabilecek belki de en üst seviye futbol olduğunun farkında değil, nelerle uğraşıyor. Ve mühim olan, "şunun veya bunun" bunu savunması değil, böyle hastalıklı bir bakış açısının yaşayabilmesi.

Nostalji 2


Gelmiş geçmiş en büyük eşleşmelerden. Larry Bird ve Magic Johnson.