Onlar
Blog İnsanları
-
-
-
-
-
-
-
-
Yirmi Beş Sözcük4 yıl önce
-
-
-
-
-
-
NBA'de Poster Gecesi6 yıl önce
-
-
-
-
-
.8 yıl önce
-
-
-
-
-
-
sene sanki ispanya 829 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Doctors Northern Virginia10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIK11 yıl önce
-
Mutluluk Oyunu11 yıl önce
-
Keane vs Vieira11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı11 yıl önce
-
-
OKUYABİLSEYDİK FARKINDA OLACAKTIK.11 yıl önce
-
Kynodontas11 yıl önce
-
-
-
-
-
Wellness Weekend is great as a gift12 yıl önce
-
-
Making music in the winter12 yıl önce
-
GROUND ZERO12 yıl önce
-
-
-
-
-
-
ONCA ET13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Rejected13 yıl önce
-
-
-
-
-
Şirazesi Bozuklar14 yıl önce
-
-
-
Dolduuuu :D14 yıl önce
-
-
-
Taşınıyoruz!14 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Seninki kaç santim? - Greenpeace14 yıl önce
-
-
-
NTV TARİH / EKİM 201014 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Etiketler
- futbol (2111)
- nba (1023)
- basketbol (925)
- forma (749)
- retro (358)
- galatasaray (346)
- nerden nereye (314)
- çıkartma (228)
- barcelona (204)
- kitap (180)
- falan filan (154)
- imaj (129)
- medya (107)
- hayat (99)
- müzik (99)
- san antonio spurs (77)
- fenerbahçe (67)
- güzel formalar (63)
- real madrid (56)
- çeviri (55)
- video (51)
- Beşiktaş (45)
- dünya kupası (45)
- blog (41)
- güzel ikili (38)
- notlar (36)
- transfer (36)
- siyaset (35)
- jenerik (33)
- los angeles lakers (33)
- playoffs (31)
- rap (31)
- sözlü tarih (31)
- euro 2012 (28)
- maskot (25)
- tv (22)
- tbl (21)
- tarih (20)
- dime (18)
- euroleague (18)
- internet (18)
- ncaa (18)
- dergi (17)
- diğer (17)
- güzel (17)
- Kobe (15)
- din (15)
- formula 1 (14)
- tribün (13)
- dizi (12)
- draft (12)
- euro 2008 (12)
- iğrenç formalar (12)
- premier league (12)
- sinema (12)
- kayıp formalar (11)
- baykerahet (10)
- hakan günday (10)
- trabzon (10)
- wnba (10)
- all star (9)
- nfl (9)
- şampiyonlar ligi (9)
- edebiyat (8)
- euro 2016 (8)
- taraftar (7)
- the book of basketball (7)
- bisiklet (6)
- eurobasket 2011 (6)
- kıyamet alametleri (6)
- olimpiyatlar (6)
- tdf (6)
- atletizm (5)
- kitap için (5)
- mizah (5)
- nostalji (5)
- timmy (5)
- lig (4)
- miami heat (4)
- voleybol (4)
- Arda Turan (3)
- Tsubasa (3)
- aforizma (3)
- atar (3)
- direniş (3)
- fantazi lig (3)
- hakem (3)
- obstage (3)
- oyun (3)
- röportaj (3)
- caps (2)
- deron williams (2)
- gezi (2)
- kültür (2)
- lebron (2)
- stat (2)
- tenis (2)
- 2014 (1)
- Rook (1)
- Rookie (1)
- ali sami yen (1)
- and1 (1)
- boks (1)
- brooklyn (1)
- dallas (1)
- doping (1)
- fiba 2010 (1)
- filenin sultanları (1)
- giyim (1)
- gurme (1)
- hip-hop (1)
- howard (1)
- ismet özel (1)
- kadın voleybol (1)
- kurgu (1)
- kırmızı (1)
- mark cuban (1)
- mhk (1)
- mlb (1)
- otomobil (1)
- shaq (1)
- son (1)
- tff (1)
- ultrAslan (1)
- west ham (1)
- world grand prix (1)
- İngiltere (1)
futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nerden Nereye 267
Gönderen
L
on 8 Aralık 2018 Cumartesi
Etiketler:
futbol,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Sözlü Tarih: Zidane'ın Kupayı Getiren Volesi
Gönderen
L
on 3 Ekim 2018 Çarşamba
Etiketler:
çeviri,
futbol,
real madrid,
sözlü tarih,
şampiyonlar ligi
/
Comments: (0)
(Orijinali için şuradan.)
Zinedine Zidane oyunculuk kariyerinde birçok harika şey yaptı; ama 2002 Şampiyonlar Ligi finalinde, Hampden Park'ta, Bayer Leverkusen'e karşı attığı gol, en iyilerinden biriydi. Öyle ki, efsanevi oyuncu bunu yeniden yapmaya çalıştı.
"Sonradan aynı şekilde gol atmayı denedim, hatta bir reklam çekiminde şut atarken bile" diyor, yıllar sonra. "Ama hiç yapamadım. Asla. Antrenmanda denedim, ama olmadı. Golü attığım gün mükemmel bir şekilde vurmuştum."
O gece İskoçya'da bulunacak kadar şanslı olanlar için, o zamandan bugüne dek ne kadar güzel goller atılmış olursa olsun, anılarda canlı ve güzel kalan bir hareketti.
Real Madrid için maçın diğer golünü atan oyuncu olan Raul, sonradan şöyle diyordu: "Bütün futbolseverler --yalnızca Madridistalar değil-- bu golden zevk almıştır."
BÖLÜM 1: Baskı Hissediliyordu
Şampiyonlar Ligi'nde büyük bir mücadele olduğunu söylemek klişe gelebilir, ama Mayıs 2002 itibariyle Glasgow'da nereye baksan, 'Ya hep ya da hiç' havası görülüyordu.
Zidane için bu, Juventus'tan 75 milyon euro karşılığında gelmesinin ardından Real Madrid'deki ilk sezonuydu. Takıma bağlılığını bir zaferle göstermek için bir şanstı bu; ayrıca milli takımla kazandığı Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'ndan sonra, daha önce Juventus'la iki kez finalde kaybettiği Şampiyonlar Ligi'ni kazanıp, kupa koleksiyonunu tamamlamak için de bir fırsat.
O sezon Real Madrid, ligi Valencia ve Deportivo La Coruna'nın arkasında üçüncü bitirmiş, Kral Kupası'nı da kendi evinde oynanan finalde Deportivo'ya kaptırmıştı -- 100. yılını kutlayan bir kulübün umduğu bir manzara değil.
Leverkusen'in durumu da benzerdi. Klaus Toppmoller'in takımı Bundesliga şampiyonluğu ve Almanya Kupası'nı ucu ucuna kaybetmişti ama hissettikleri baskı Real Madrid'inkinden farklı nitelikteydi.
Real Madrid'den her sezon kupalar kazanması beklenir, fakat Alman ekibinin çıkışı sürprizdi. Daha önce hiç Kupa 1'de final görmemişlerdi ve Hampden'a giden yolda herkesin gönlünü kazandıktan sonra, zafer için bu son şanslarıydı.
Santiago Solari (Real Madrid orta sahası, 2000-05): Kutlama yılındaydık, çünkü dünyanın en büyük kulübünün 100. yılını idrak ediyorduk. Büyük bir şeyler kazanmamız gerekiyordu ve bunun için Şampiyonlar Ligi son şansımızdı. Ayrıca Zizou'da bu kupanın eksik olduğunu biliyorduk, o da bu konuda çok istekliydi. Biz Real Madrid'dik; bu kulüp Şampiyonlar Ligi'ne aşina ve herkes kazanmanızı bekliyor. Böyle bir yılda, taraftarları ve kulübün tarihini hayal kırıklığına uğratmamak için kazanmalıydık.
Steve McManaman (Real Madrid orta sahası, 1999-2003): Zor bir yoldan gelmiştik, ki önceki sezonda da yarı finalde elenmiştik -- daima finale çıkmanız için bir baskı vardır. Zidane en büyük transferimizdi; şu saçma Galactico sıfatına sahipti ve rekor fiyata gelmişti. Haliyle ilk sezonunda baskı altındaydı, takım ona uygun yer bulabilmek için 5 farklı pozisyonda oynatmıştı. Dünyanın en iyi oyuncusuyla imzalamıştık, ama biraz form ve özgüven problemi çekiyordu; çünkü ilk yılıydı ve ligi kazanamamıştık, baskı vardı.
Isaac Morillas (30 yıldan uzun süredir Real Madrid kulüp üyesi): Belki sezon başlangıcı onun için iyi olmamıştı --kulübe alışması biraz zaman almıştı-- ama onun klası, futboldan biraz anlayanlar tarafından bile görülebilen bir şeydi.
Clive Tyldesley (ITV yorumcusu): Kadrolarında Raul, Roberto Carlos, Figo ve Zidane gibi yıldızlar olsa da, Madrid için iyi bir sezon değildi. Ama Leverkusen, yarı finalde Manchester United'ı eleyerek, Sir Alex Ferguson'ın yıldızlara yazılmış gibi görünen Glasgow'da final oynama hayallerini çalarak gelmişti.
Jens Nowotny (Finalde oynayamayan Leverkusen kaptanı): Finale çıkmak, iki sezonluk çabanın ürünüydü: Önce Şampiyonlar Ligi'ne kalıyorsunuz, sonra finale uzanıyorsunuz. İki sezondur bu maç için hazırlanmıştık. Takımdaki çoğu oyuncunun kariyerinin en büyük maçıydı. Bazılarının ancak hayal edebileceği bir şeydi.
BÖLÜM 2: Leverkusen Bir Sürprize İmza Atabilirdi
Avrupa futbolunun elitleri Glasgow'da bir araya gelmişti ve İspanya Kralı, Alman Şansölyesi ve James Bond'u canlandıran Sean Connery de onlara katılmıştı. Michel Platini, Alex Ferguson, Arsene Wenger, Gerard Houllier ve Fabio Capello da oradaydı; aynı zamanda, turnuva tarihinin en iyi maçlarından biri olarak gösterilen, o statta oynanan 1960 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde yer alan oyuncular da.
Yerel çeşni olarak, Celtic'in 'Lisbon Aslanları' olarak bilinen, 1967'de Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanan ekibi de oradaydı ve final heyecanı bütün şehri sarmıştı; Madrid, Leverkusen ve İskoç kulüp taraftarları şarkılar söylüyor ve şehir merkezinde bir arada olmanın tadını çıkarıyor.
"Glasgow çok heyecanlıydı" diyor, kupanın emanet edildiği Hampden'daki İskoç Futbol Müzesi küratörü Richard McBrearty. "İnsanlar maçı statta da, televizyonda da izlese, bunun bir parçası olmanın getirdiği bir heyecan vardı. Bu yalnızca Real Madrid ya da Leverkusen'in değil, aynı zamanda Glasgow'un da maçıydı."
Real Madrid maça favori olarak başlıyordu, ama Leverkusen'in de Michael Ballack, Bernd Schneider, Lucio ve Dimitar Berbatov gibi oyuncularla sürpriz yapma şansı bulunuyordu. Buraya gelirken Deportivo, Juventus, Barcelona ve Liverpool gibi takımları elemişlerdi.
Solari: İnsanlar şimdi o Leverkusen'in nasıl finale ulaştığını merak ediyor, fakat iyi bir takımlardı; Manchester United'ı eleyip gelmişlerdi. Kaliteli oyunculardan oluşan bir takımdı. Biz kendimizden emindik ve favoriydik, ama zor olacağını da biliyorduk. Dengeli bir maçtı, başta her iki taraf da kontrollüydü; iki taraf da rakibi tartıyordu.
Tyldesley: Roberto Carlos'un taç atışları, Real Madrid için bir kozdu. Maçın başında bunlardan bir tane buldular ve bunun sonucunda Raul neredeyse ayaklarını sürüyerek gole gitti, biraz sonra da Lucio durumu eşitledi. Final için mükemmel bir başlangıç yaptığını düşünürsün, ama asla tam olarak rahatlayamazsın.
BÖLÜM 3: Kimse Şut Çekmesini Beklemiyordu
İlk 15 dakikanın ardından, goller atıldıktan sonra, devrenin kalanı monoton geçmişti. Madrid biraz bası altındaydı ve iki taraf da ara sıra tehlike yaşıyordu, ama devreye doğru gelirken, durumun yarı yarıya şanstan fazlası olduğu ortaya çıktı. Ardından Zidane'ın düdük çalmadan biraz önce gelen golü, tamamen yoktan var olmuştu.
McManaman: Harika bir hareket değildi; sadece Solari'den Roberto Carlos'a uzun bir pastı. O da topu içeri doğru bir nevi aşırttı. Zizou'yu görüp de topu ona ortalamış değildi. Ama Zidane zayıf ayağını kullanarak topa gelişine çok iyi vurdu ve geldiği gibi havadan kaleye yolladı.
Solari: O an rahat pozisyonda olmamı değerlendirerek iyi bir pas gönderdim; Robertoyu iyi tanıyordum, ona topu ne zaman yollayacağımı iyi biliyordum. O topu başkasına atsam belki kötü bir pas olurdu ama o çok hızlı olduğu için yetişti. Kendisi de topu, mümkün olan en iyi şekilde başka bir beyaz formalıya aktardı. Herkesin söylediği gibi kötü bir orta değildi. Benim pasımın sahip olduğu hızla açılabilecek en iyi ortaydı.
Her şey çok hızlı gelişti, düşünecek zamanım olmamıştı, ama golü harika bir açıdan izledim -- bütün kameralardan daha iyi bir açı. Ne yapmak istediğini anladım ve hareketine başladığında, şut atacağını fark etmiştim. Harikaydı; topu sol ayağıyla, çok yüksekte yakalamıştı. Hayatta bir kez ortaya koyabileceğiniz, sihirli bir teknikti.
Roberto Carlos (1996-2007 yılları arası Real Madrid sol beki): Kötü bir orta açmıştım, sonra Zizou'nun zayıf ayağına mükemmel bir şekilde denk geldi. Harika bir goldü. Böyle gol az görmüşümdür.
Klaus Toppmoller (2001-03 arası Bayer Leverkusen hocası): Seyirciler için, Şampiyonlar Ligi finallerinde atılmış en güzel gollerden biriydi. Teknik olaraksa çok zor bir goldü. Yüksekten geliyordu ve ancak Zidane gibi birisi öyle vurabilirdi.
Jens Nowotny: Zidane'ın golü, teknik açıdan kusursuzdu. Kimse o durumda öyle bir gol atmasını beklemezdi. Normalde bir oyuncu orada topu kontrol eder, doğrudan şut çekmez. Kaleci ve defans şaşırmıştı. Dünyanın en iyi oyuncusunun bunu attığını söyleyebilirsin, kimse de bunu reddetmez, ama Real Madrid, maç boyunca bu pozisyon dahil yalnızca 3 şans elde etmişti. Bu golü görmüş olmak güzeldi, ama bizim takımımıza karşı değil.
Tim Collings (Eski Reuters futbol muhabiri): Televizyonda sonradan tekrarını izlemiştim, ama o anda orada olan bizler, golün dramatik etkisi ve sanatsal güzelliği sebebiyle şaşkına dönmüştük. Muhteşemdi ve sanatsal açıdan da, en iyilerden biriydi. Gözlerimi kapadığımda hâlâ o golü görebiliyorum.
Isaac Morillas: Golü mükemmel biçimde görebildim, çünkü oturduğum yer oraya yakın köşedeydi ve sahaya çok yakındı. Carlos'un ortasını gördüğümde içimden "Korkunç bir orta" dedim ve Leverkusenli oyunculara gitmesini bekledim. Sonra Zidane'ın vole vurmak için pozisyon aldığını gördüm ve gerisi inanılmaz, hayret verici. Gerçekten acayip bir gol.
Richard McBrearty: Kimsenin şut çekmesini beklediğini sanmıyorum. Carlos sadece topu kurtarmaya çalışıp, mümkün olan en iyi şekilde ceza sahasına yollamak için çaba gösterdi. Yüksekten gelen bir toptu ve onun için atılmışa benzemiyordu. Belki kontrol etmek ister ya da kafasıyla vurur diye düşünmüştüm. Yaptığı şey olağanüstüydü.
Michael Varutti (O gün statta bulunan Leverkusen taraftarı): Zidane müthiş bir gol attı, biz de Leverkusen taraftarları olarak o gole saygımızı gösterdik, peki ama neden o gün?
Clive Tyldesley: Zidane için, bir Şampiyonlar Ligi finalinin sonucunu, dönerek gelen ve yardımı dokunmasından daha çok zorluk çıkaran bir ortaya zayıf ayağıyla harika vurduğu bir voleyle belirlemek inanılmazdı. Tekrar izlediğinizde sizi yine şaşırtıyor ve o gün maçın devre arasındaymış gibi göze iyi görünüyor. Bir yorumcu olarak, daha iyi bir malzeme isteyemezsiniz. Birkaç kez 'Şahane' demiştim -- gole işte o kadar sevinmiştim. Eğer kısa, net ve ânı yakalayan bir ifade sunarsanız, bunun yıllar içinde tekrarlanan ve golü temsil eden bir ifade hâline dönüşmesi umulur.
BÖLÜM 4: Golden Sonra 60 Metre Koştu
Zidane'ın gol sevinçleri normalde pek duygularını dışa vurur nitelikte değildi, ama bu kez çığlıklar atarak sahanın en köşesine doğru koşarken, bunun kendisi için ne kadar anlamlı olduğu ortadaydı.
McManaman: Teknik olarak, böyle bir gole imza atmak çok zor. Maçın içindeyken, bu şutu atmak için kendinize güvenmelisiniz. Zor maçlarda, başka oyuncular orada risk alıp kötü görünmektense, topu kontrol etmeyi dener. Antrenmanlarda onu sayısız kez böyle şeyleri yaparken gördüm, ve bunları hiç düşünmeden, çok rahat şekilde yapıyordu. Eğer bu golü basit gösterecek birisi vardıysa, o da Zizou'ydu. Bu gol, finallerde atılmış en iyi gollerden biri olarak anılıyordu ve başka birisi atsa muhtemelen sevinçten delirirdi. Çocukken parkta oynarken atabileceğin türden bir goldü!
Bu golü atması sanki bir açıklama gibiydi: Bu yüzden dünyadaki en iyi oyuncuyu aldık, böyle şeyleri yapması için. Kısa Madrid kariyerinde bunları pek görmemiştik ama, finalde patlamıştı. Golü attı ve sonra kulüpteki kariyeri fiilen sona erdi. Kendisini en iyiler katına çıkarttı, ve artık Real Madrid formalı bir efsaneydi. Özgüveni kaybolmuştu.
Solari: Zizou bunun bir sanat eseri olduğunun o anda farkındaydı ve golü de daha önce hiç görmediğim şekilde kutladı. Eğer kariyerindeki tüm gollere bakacak olursanız, bence en çok sevindiği buydu. 60 metre falan koştu. İnsanların golleri hatırlaması ve bunun daha geniş kitlelere yayılması için, ekstra bir şeyler olması gerekiyor. Bu vakada bitiriş çok şık, dakika 45, kulübün 100. yılı, Şampiyonlar Ligi, ve kazandıran gol. Birçok bileşen bu golü özel kıldı.
Isaac Morillas: Kritik anda atılmış harikulade bir goldü ve evet, Glasgow'dan dönerken uçakta saatlerce bunun hakkında konuştuk. Sonraki gün ofiste, ve ardından haftalar boyunca da. Bu golün ardından Madridlilerin gözünde en tepelere çıkmıştı.
Clive Tyldesley: Otele geri dönüşümüzü hatırlıyorum, şaşırmaya devam ettiğimiz tek şey o goldü. Sık sık gördüğüm en iyi gol hangisi diye düşünürüm ve bu gol kesinlikle adaylardan birisi. Eğer bu soruyu ciddiye alıp, o golün güzelliğine ilaveten bir şey kazandırdığına da bakarsanız, bu gol zaten bir Şampiyonlar Ligi finalinin sonucunu belirleyerek, kendisini adayların arasına sokuyor.
McBrearty: Stattan bir arkadaşımla çıktım ve biraz sonra, okuldan beri görmediğim bir arkadaşıma tosladım. Son 20 yıldır ne yaptığımızdan bahsetmek yerine, Zidane'ın golünden konuştuk. Herkes bundan bahsediyordu -- final kazandıran en iyi gollerden biri olmalıydı. O vuruşun kalitesi... Bu, kulüpler veya milli takım bazında bir İskoç zaferi değildi ve medya biraz milliyetçilik yapabilirdi, ama genel olarak iyi bir evsahipliği vardı. Ve de bir zafere ev sahipliği etmiş olma, ayrıca müthiş bir maç ile o dönemin büyük oyuncularından birinden gelen olağanüstü gole tanıklık etme hissiyatı vardı.
Zinedine Zidane (2001-2006 yılları arasında Real Madrid orta sahası): O volenin güzel ve benzersiz bir gol olduğunu hissetmiştim. Böyle golleri planlamam -- fırsat belirdiğinde hazır olmanız gerek yalnızca. Topa vurdum -- kusursuzca, çabuk ve doğru şekilde. Topun doğru açı ve yükseklikten geldiği için ne kadar şanslı olduğumu düşündüğümü hatırlıyorum. O golün bize kupayı getirmesinden memnunum -- kesinlikle kariyerimdeki en önemli anlardan birisi.
BÖLÜM 5: Sonraki Her Dakika Tehlikeliydi
Zidane'ın golünün harika zamanlamasına rağmen kazananın kim olacağı henüz belli değildi ve ikinci yarıda da Leverkusen'in durumu eşitlemesi muhtemel görünüyordu.
Toppmoller devre arasında taktiklerini gözden geçirdi ve oyuncularını daha fazla hücuma teşvik etti; 7 dakika ilave gösterilmesiyle, son dakikalar son derece yoğun geçti.
"Son 10 dakikada bizi ezdiler" diyor McManaman. "Iker Casillas kenardan geldi ve maçın adamı oldu, bir sürü kurtarış yaptı. Hayata tutunmaya çalışıyorduk, ancak maç sonunda nasıl rahat nefes alabildik. Her dakika tehlike içindeydi."
Leverkusen geri dönemedi ve Real Madridli oyuncular son düdükle birlikte deli gibi sevindi. Ama Zidane'ın bu büyük hareketinin, tüm cephelerden eli boş dönen Alman ekibine 'Neverkusen' gibi acımasız bir lakap bırakması gibi pek hoş olmayan bir ayrıntı da vardı.
Toppmoller: Harika bir goldü tabii ki, ama kaleci (Hans-Jörg Butt) onu çıkarabilirdi. Zidane tarihin en iyi oyuncularından biri, çok güzel vurmuştu; fakat top tam olarak kalenin sağına ya da soluna gitmedi. Kalenin ortasına doğru geldi. O yükseklikte topu çıkarabilirdi. Bütün Alman taraftarlar, eğer o anda kalede Oliver Kahn olsa, o topu kurtarabileceğini söyledi. Kalemizde Kahn olsa, o üç kupayı da alırdık. Butt beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Ama sadece beni değil, herkesi de.
Jens Nowotny: "Birisi hata yaptı da, onun yüzünden kaybettik" derseniz buna katılmam. Ben böyle bakmam. Ama şehirde ve kulüpte bazıları, bunun Butt'ın hatası olduğunu söyledi. 10 kişi sana harika bir kaleci olduğunu ve senin sayende finale çıkıldığını söyleyebilir, fakat bir kişi gelip de sana hata yaptığını söylerse, bu aklında yer eder. Eleştiriler düşüncelerinizi işgal eder. Butt'la hâlâ aram iyidir, bunların onun için ne demek olduğunu düşünebiliyorum.
Butt'a o maçla ilgili hatıraları sorulduğunda cevabı çok netti: "Hayır -- beni bir daha aramayın." Bu ifade, onun hâlâ o anların etkisinde olduğunu gösteriyor.
O zamanlar, o akşamla ilgili suçlamalar, Zidane'ın dahice hareketi sebebiyle Almanya'nın pek dışına çıkmamıştı. Ve şimdi, 15 yıl sonra, herkesin o maçla ilgili konuşmak istediği şey, Fransız oyuncunun bu mükemmel golü.
Alıntı: Brezilya Formasının Ortaya Çıkış Hikayesi
(Şu haberi görünce, aklıma ister-istemez Futebol'daki, meşhur Brezilya formasının tasarlanma hikayesi geldi. Bloga aktarmak iyi olur.)
Brezilya, 1950 Dünya Kupası'nda sahaya, mavi yakalı beyaz formayla çıktı. Mavi ve beyaz Brezilya'nın renkleri olmadığı için çok eleştirildiler. Rio gazetesi Correio de Manba yakadaki mavi rengin psikolojik ve ahlaki olarak Brezilya'yı temsil etmekten çok uzak olduğunu yazdı. Gazete, Brzilya Spor Konfederasyonu'nun desteğiyle herkese açık forma tasarım yarışması düzenledi. Ve yarışmada Brezilya bayrağı renklerinin yani mavi, beyaz, yeşil ve sarının kullanıldığı forma birinciliği kazandı. Milli takım, 1954'te İsviçre'de yapılan Dünya Kupası'nda sahaya bu formayla çıktı.
Ondokuz yaşındaki Aldyr Garcia Schlee, Pelotas'ta yerel bir gazetede illüstratör olarak çalışıyordu. Yarışmaya laf olsun diye katılmıştı. Gazeteninspor sayfalarında çizdiği için futbolcuları çizmeye alışıktı. Yarışma komitesinin, yarışmaya katılacak tasarımlarda Brezilya bayrağındaki dört rengin mutlaka kullanılmasını istediğini duyunca çok şaşırmış: "Üç renge kadar tamamdı. Ancak birbiriyle uyuşmayan dört rengi bir arada kullanmak hiç de kolay değildi. Sarıyı ve beyazı nasıl bir arada kullanabilirdim ki?"
(...)
1954'te milli takımın giydiği formanın tasarımını yaparken nasıl çalıştığını, aklından nelerin geçtiğini anlattı: "Beyaz ve mavi birbiriyle uyumlu iki renk. Bu iki rengi şortlarda kullanmayı düşündüm. Geriye kalan sarı ve yeşil ise Brezilya'yı temsil eden renkler. Saçlarımıza bağladığımız kurdeleler bile sarı ve yeşil renkte. Sonunda formanın üst kısmı için bu renkleri kullanmayı uygun buldum."
"Yüzden fazla çizim yaptım. Sonunda formaların sadece sarı renkte olmasına karar verdim. Yeşil ve sarı bir arada güzel durmuyordu. Çoraplar da beyaz olabilirdi."
Aldyr'in çizimini, kuzeni Adolfo, Rio'ya yollamış. Yarışmaya Brezilya'nın dört bir köşesinden üçyüz kişi katılmış. Aralarında pek çok profesyonel grafik sanatçısı da varmış. Aldyr yarışmayı, yakası ve kol ağızları yeşil olan sarı forma ve mavi üzerine beyaz dikey çizgili şorttan oluşan tasarımıyla kazanmış. Çoraplar ise beyazdı, ancak düz beyaz değil; üzerinde yeşil ve sarı renkte detaylar vardı. Tasarımı yarışmanın kurallarına tam uymuyordu. Kullandığı mavi, Brezilya bayrağındaki gök mavisi değildi; kobalt mavisiydi. Brezilya forması sonradan yeniden tasarlansa da, bu mavi bugüne dek hep korundu.
Yarışma jürisinde yer alan Brezilya Güzel Sanatlar Birliği'nden Alberto Lima, diğer yarışmacılarla kıyaslandığında, Aldyr'in renkleri en uyumlu kullanan yarışmacı olduğu görüşündeydi. Ona göre milli takımın 1950'de giydiği forma çok çirkindi. Bu forma ile Brezilya takımı, 'güzel oyun'un ruhunu katletmişti.
(...)
Brezilya milli takımı, yeni formasıyla sahaya ilk kez, 14 Mart 1954'te Maracana'da oynadığı maçta çıktı. Şili'ye karşı oynadıkları maçı 1-0 kazandılar. Brezilyalılar, sarılar içinde ilk Dünya Kupası şampiyonluğunu ancak sekiz yıl sonra kazanabildiler. 1958 Dünya Kupası finalinde İsveç'le karşı karşıya geldiler. İsveç milli takımının forması da sarıydı. Yanlarında yedek forma getirmedikleri için Brezilyalılar, sarı formalarından çıkardıkları Brezilya amblemlerini, Stockholm'de son anda aldıkları mavi tişörtlere dikerek hazırladıkları formalarla maça çıktılar.
Brezilya takımı artık Aldyr'in sarı formaları olmadan düşünülemiyor. Sarı renk, takımın başarısı ve sihriyle o kadar bütünleşti ki. Sarı renk öyle güçlü bir renk ki, göz kamaştırıcı Brezilya futbol stiliyle çok iyi uyum sağlıyor. Ayrıca altın sarısı, Brezilyalıların tanrı vergisi hünerine sıcaklık ve şaşaa katıyor. Takımın rengi o kadar akılda kalan ve efsanevi bir renk ki, bu renk, içindeki futbolcuları altından heykellere döndürüyor. Aldyr'e göre sarı renk Brezilya'ya, Afrika'ya özgü, egzotik bir hava veriyor. Oysa Brezilya, Avrupa için yeterince egzotik.
Sarı rengin gücü, ayrıca Brezilya'nın büyük futbol ülkeleri içinde bu rengi kullanan tek ülke olmasından da kaynaklanıyor. Altın sarısı denince akla sadece Brezilya geliyor. Aslında Brezilya'nın milli takımının forması, ülkeyi bayrağından daha çok simgeliyor.
Futebol, Alex Bellos, Literatür Yayınları
Kırk Yılda Bir: Manchester City'nin 2012 Şampiyonluğunu Getiren Maçın Sözlü Tarihi
Gönderen
L
on 21 Ağustos 2018 Salı
Etiketler:
çeviri,
futbol,
premier league,
sözlü tarih
/
Comments: (0)
(Orijinali için şuradan. İyi okumalar.)
İngiltere Premier Ligi'nin tarihindeki en büyük günün üzerinden 6 yılı aşkın bir zaman geçti. 13 Mayıs 2012'de, ezeli rakipler Manchester City ve Manchester United, sezonun son maç gününe aynı puanla girdiler, ama City'nin 8 gollük bir avantajı bulunuyordu. Hiçbir Manchesterlı futbolseverin unutamayacağı bir gündü -- ve de bir ay önce, yani bitime altı hafta kala, City'nin Arsenal'e yenilip de United'ın 8 puan arkasına düşmesinin ardından, kimsenin tahayyül edemeyeceği bir gündü.
Vincent Kompany (City stoperi, kaptan): Her şey, şampiyonluk umutlarının sonu gibi görünen Arsenal yenilgisi ile başlamıştı. Fakat artık kaybedecek bir şeyimizin kalmadığına karar vermiştik. Omuzlarımızdan bu yükü atmıştık, goller bulup rakipleri yok etmeye başladık. United bir sürü hata yapıp puan kaybedince de, biz de yarışa geri dönmüş olduk.
Ian Darke (ESPN yorumcusu): United ve Alex Ferguson'la ilgili algı şu yöndeydi: Böyle bir durumdayken hiç hata yapmamışlardı. City, 44 yıldır ilk kez şampiyon olmaya çalışıyordu. United sürpriz bir biçimde Wigan'a kaybetmiş, fark da beşe inmişti. Everton'a karşı 4-2 öndelerdi, ama 83. ve 85. dakikalarda gol yiyip berabere kaldılar. İki takım henüz karşılaşmamıştı. Kompany'nin golüyle City 1-0 kazandı ve o noktada işler City lehine döndü. Son maçlara girilirken, her şey onların elindeydi.
Pablo Zabaleta (City beki): Uzun yılların ardından, taraftarlar o ânı bekliyordu. United'a karşı oynadığımız maç çok mühimdi.
Danny Jackson (Etihad Stadı'nda maç öncesi programı sunucusu): Babam ömrü boyunca City maçlarına gelmiş birisi. Benim 6 yaşımdan beri kombinem var. Kulüp için çalışsam ve istediğim yerde oturabilsem de, arkadaşlarımla beraber maçları izliyor ve mümkün olduğunca çok deplasman maçına gidiyordum. Epey fanatiğim denebilir. Ama tarihsel olarak, biz hiçbir şey kazanmamış bir kulübüz. İyi durumdayken bile çuvallardık. O sezon, sondan bir önceki maç, deplasmanda Newcastle'a karşıydı ve iyi oynayıp 2-0 kazanmıştık. İşte o zaman Şampiyon olacağız tezahüratını ilk olarak söylemiştik.
Ama yine de hâlâ bir maç vardı; olası tüm avantajları ortadan kaldırmak için, son haftada bütün maçlar aynı anda oynanacaktı. Herhangi bir puan kaybı yaşamayıp da, küme düşmemek için çırpınan Queens Park Rangers'a karşı alınacak bir galibiyet, 1968'den bu yana City'nin ilk lig şampiyonluğu --ve ezeli rakip United'ı da alt etmek-- anlamına gelecekti. Ancak kulübün Abu Dabi'li yeni sahipleri, 2008'den bu yana kadroyu geliştirmek için milyonlar harcasa da City, tıkanma konusundaki imajını henüz değiştirememişti.
Martin Tyler (Sky Sports spikeri): Futbolseverler arasında şu gibi bir ifade vardı: Klasik City. Şöyle derlerdi: Ah, evet, klasik City. Umutlarımızı yeşerttik ama onların dibine darı ekildi.
Henry Winter (o zamanın Daily Telegraph yazarı, şimdi The Times of London'da): City taraftarlarıyla konuşursunuz ve size daima şunu söylerler: Eğer 'İçine Etme Kupası' diye bir şey olsaydı, City onu her yıl kazanırdı.
Matt Dickinson (Times yazarı): 90'lı yıllarda United dünyanın en büyük kulüplerinden biriyken, City hakkında yazardım. Ve City, daima işleri bok etmenin farklı yollarını keşfediyordu. Çok sempatik ama dağınıklardı, aynı şehirdeki o dev tarafından fena halde gölgede bırakılıyorlardı. Eğer 2012'de de sıçıp batırsalardı, bol para ve yıldız oyuncularla da aynı işe imza atmış olarak görüleceklerdi: Ah, tanrım, hâlâ aynı hastalıktan muzdaripler...
Lee Jackson (City saha görevlisi): Kazanırsanız, kupayı size ufak bir sahnede verirler. Biz de, son maç gününden önce bir prova yaptık. Korkum, City'nin 'City'lik' yapacak olmasıydı, bunu maçtan önceki gün görürüz, ama maç günü değil. 30 yıldan beri City taraftarıyım, sürekli bir şeyleri başarmanın kıyısında olduk -- ve sonra birileri altımızdan halıyı çekti.
Henry Winter: Gazeteciler olarak, haliyle nötr olduğumuz varsayılıyor, ama başka bir öykünün ortaya çıkması açısından City'nin kazanmasını istedim. Bu aynı zamanda, sosyoekonomik açıdan bakarsanız, işçi sınıfının da bir zaferi olacaktı. City'nin sahasının yer aldığı Doğu Manchester'ın etrafındaki bölgelerde çok fazla yoksulluk var. Bu harika yeni stadın (2002'de) gelmesiyle durum biraz değişti, ama en fazla eski bir evi boyamak gibisinden. Yine de Premier Lig kupasının ışıltısına ihtiyaç duyuluyordu.
Les Chapman (City ekipman sorumlusu): Arkasında 'Champions '12' yazan formalar yaptırmıştık. Ama her ihtimale karşın onları saklıyordum.
Vincent Kompany: Newcastle maçından önce Yaya bana "Vinny, siz çocuklar savunma yapıyor ve topu kaleden uzakta tutuyorsunuz. Çok iyi iş çıkarıyorsunuz, minnettarız. Ama bugün olay bende" dedi. Normalde birisi bunu söylediğinde "İyi, tamam" falan dersiniz. Sonra gitti o maçta iki gol attı. İşin komiği, Agüero da aynı şeyi QPR maçından önce söyledi: "Vinny, bugün benim günüm. Göreceksin."
İngiltere ve Galler'de 10 karşılaşma aynı anda başlarken, ilk devreler beklentileri karşılamıştı. Wayne Rooney, Sunderland'e karşı 20. dakikada golü bulmuştu ve United o andan itibaren oyunu rölantiye almıştı. Manchester'da ise Zabaleta'nın ilk yarının sonlarına doğru attığı golle takımını öne geçirmesinin ardından, ikinci yarıda maç çığrından çıktı. Djibril Cisse 48. dakikada maça beraberliği getirdi. 7 dakika sonra Joey Barton, Carlos Tevez'e dirsek attığı için kırmızı kart gördü. Sonra 10 kişilik QPR, 66. dakikada Jamie Mackie'nin bulduğu golle 2-1 öne geçti. United'ın da 1-0 önde olmasıyla, City'nin iki gol bulması gerekiyordu.
Matt Dickinson: Geriye bakıp düşünüyorum; Ah, tanrım, ligin en kötü deplasman derecesine sahip takımı QPR ile oynuyorlardı. Barton atılmıştı, başka bir gün olsa, bu ses getiren bir hikaye olabilirdi -- çünkü yalnızca kırmızı kart görmemişti, o anda bir kargaşa da başlatacak gibiydi. Şayet onun kitabını okuduysanız, orada, o anda gayet sakin olduğundan, mantıklı bir şekilde düşünüp "Hmm, madem kırmızı kart göreceğim, o halde birilerini de benimle birlikte sürükleyeceğim" dediğinden bahsediyor.
Vincent Kompany: Genellikle Mackie'nin attığı gibi gollerin ardından hemen toparlanamazsınız. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Umarım şu dizinin üstüne çöküp ağlamaya başlayan adamlardan olmayız. O adam olmayacaktım. Eğer şampiyon olamazsak dünyam başıma yıkılacaktı, ama bunu dışarı yansıtmayacaktım. Önümüzdeki yılın bizim yılımız olacağını gösteren o savaşçı ruhu ortaya koyacaktım.
Sergio Agüero: Bütün sezon böyleydi. İyi oynadığımız zamanlar olmuştu -- ve şampiyonluk yarışının bitmiş gibi göründüğü zamanlar da vardı. O noktaya gelmek için çok çalışmıştık, ve bitime birkaç dakika kala, ilk şampiyonluk şansımız elden kaçmış gibiydi.
Ian Darke: Sonsuza kadar ruhunuzda iz bırakan türden bir şey bu. Sizi lanetleyen cinsten.
Danny Jackson: Stat sessizliğe bürünmüştü. 'Klasik City' dedirten türden bir hava vardı. Klasik komik City. Ligi kazanamayacaktık. Ve bunu, en aşağılayıcı koşullarda, en büyük rakibimize karşı kaybetmiş olacaktık.
Matt Dickinson: City basın tribünü, tam olarak taraftarların ortasındaydı. Ön tarafta sanki bir terasta oturuyor gibi hissederdiniz; inanılmaz derecede tetikte olur ve gerginliği sezerdiniz. Basın tribününün tam önünde, hamileliğinin son aylarında gibi görünen bir kadın vardı, karnını tutuyordu ve şöyle dedi: "Buna daha fazla dayanamayacağım." Hamilelikten bahsetmiyordu. Bir gazeteci olarak, hikaye hoşunuza gidiyor, ama aynı zamanda yardım edemeyeceğinizi de görüp, "Zavallı insanlar" diyorsunuz.
Henry Winter: Skor 2-1'ken stadı terk eden bir baba-oğul gördüm, çünkü çocuk olan biteni kaldıramayacaktı. Babanın yüzünde şöyle bir ifade vardı: Çocuğuna kattığın her iyi şey, belki biraz para ve mobilyalar, ama özellikle bir takıma bağlılığı ona vermen. Çocuğun yüzünde ise şöyle: Okuldaki arkadaşlarım United'ı tutuyor, ben ise babam yüzünden City'yi. Bu, hayatımın en kötü ânı. Baba şaşkındı: Ne yaptım ben? Yetkililer beni çocuğuma işkenceden içeri atacak. Maça konsantre olmam gerekiyordu, ama ben "Hayatlarının geri kalanında, bu ikilinin arası nasıl olacak?" diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Üniversitede, veya düğün konuşmasında, hayatının herhangi bir yerinde aklında belirecekti: Ah, teşekkürler baba. Bana hayatımın en kötü ânını hediye ettin.
Edin Dzeko (dönemin City santrforu, şimdi Roma'da): 1-2 geri düştüğümüzde, Mancini beni oyuna aldı. Birkaç şans yakaladık, ama gol bulamadık. 90 dakikanın sonuna gelirken, bütün stadyum sessizdi. Herkesin aklı başka bir yerde gibiydi. Kazanacağıma dair güvenimiz gittikçe azalıyordu... ama bir parçam hâlâ inanıyordu.
Bu arada United, 1-0'lık skoru elde etmişti ve duraklama dakikalarında City iki gol bulamazsa, bir rekor olan 20. şampiyonluğuna ulaşacağını biliyordu.
Stuart Brennan (Manchester Evening News): Maçtan sonra Gareth Barry'ye, duraklama dakikalarına gidilirken nasıl hissettiğini sordum. O anda oyundan alınmıştı ve kenardaydı. Arkasına yaslanıp oturduğunu, gökyüzüne bakıp umutsuzluk içinde hissettiğini söyledi. Yukarı bakarken bir helikopterin geçtiğini görmüş ve aklında hemen, helikopterin Premier Lig kupasını United'a vermek üzere Sunderland'e götürdüğü belirmiş. Kupanın tam anlamıyla onların elinden uçup gittiğini düşünmüş.
Rory Smith (Times of London yazarı, şimdi New York Times'ta): Sunderland'deki podyumu gördüğümü hatırlıyorum. 75. dakikada, tünelde onu birleştirmeye başlamışlardı. O güne City'nin kazanacağını düşünerek ve United'ın kupaya yaklaşıp ulaşamamasını bekleyerek başlamıştım; ve şimdi, podyumu kurduklarını görüyordum. İki tarafında polisler vardı; United'a kupayı vermek için hazırlıklar yapılıyordu -- ki aynı anda Manchester'da da bir kupa vardı.
Martin Tyler: Ayrıca o anlarda, Stoke'dan gelen sonuca bağlı olarak QPR'lı oyunculara ligde kaldıkları söylenmişti -- Bolton'ın Stoke'u geçmek için galibiyete ihtiyacı vardı ama maç 2-2 berabere bitmişti. Bunun daha sonra olan bitene etkisi olduğunu sanmıyorum, ama olayların gelişimi bu şekildeydi.
Edin Dzeko: 91. dakikada bir korner kullanmıştık. Onuoha beni tutuyordu ve bana her seferinde çok yakındı, ondan kurtulamıyordum. Ama o sefer bir şekilde ondan kurtulmayı başardım ve herkesten yükseğe sıçradım. Gol! Millet uyanmış ve kendine gelmişti. İnanmaya başlamışlardı.
Danny Jackson: Beraberlik golü çok tuhaftı. O anda duraklama dakikalarına girmiştik, ahali şimdiden huzursuzdu. Sizi öldüren şey, umuttur. Demek istediğim: Kazanmaya bu kadar yaklaşmak, hepsinden daha sinir bozucu. 3-0 yeniliyor olmak, şampiyonluğa bir gol uzak olmaya yeğdir. Kimse Dzeko'nun golünü gerçekten kutlamamıştı.
Rory Smith: United maçı 3-4 dakika daha erken bitmişti. Tribündeki kutlama sahnelerinin çok çabuk değiştiği bir ortam vardı. Son düdük çaldı, o anda City 1-2 gerideydi. United kazandı; şampiyon United'dı. United taraftarları çıldırmıştı... Sonra City beraberliği yakaladı ve daha zaman vardı. United taraftarlarının şöyle düşündüğünü görebilirdiniz: Pekala, böyle devam etmeli -- ama belki de etmez...
Danny Jackson: Bütün okul hayatım boyunca gördüğüm iki City taraftarından biriydim. Ben kavgamı vermek zorundaydım, City de küme düşüp veya çıkıp duruyordu. Bok gibiydik. Bence bu kişiliğimin --esneklik ve mizah duygusu anlamında-- bir parçası, çünkü erken yaşlardan itibaren kendimi savunmak zorunda kaldım. Babam ve dedem City taraftarıydı; City benim her şeyimdi??? Durum 2-2'yken ertesi gün işe gideceğimi ve yine kavgamı verip duruşumu korumak zorunda olduğumu fark ettim. Daha şimdiden Twitter ve Facebook'taki United taraftarlarını siliyordum, çünkü bizimle çok alay edeceklerdi. Dzeko golü attığında ben gerçekten hâlâ daha insanları silmekle meşguldüm, çünkü büyük bir hayal kırıklığının üstesinden gelemezdim.
Dzeko'nun golü 92. dakikada gelmişti, dördüncü hakem ise 5 dakika daha oynanacağını göstermişti. Saat işliyordu.
Sergio Agüero: Dzeko golü attığında, topu hemen alıp santraya götürmek için bir karmaşa oluşmuştu. 93. dakikada De Jong'un topu ileri doğru sürdüğünü hatırlıyorum, Mümkün olduğunca kaleye yaklaşmamıza yardım etmeliyim diye düşünüyordum. Ondan pası aldım, Mario'ya aktardım. Ceza sahasında olmam gerektiğini biliyordum, böylece koşmaya devam ettim ve Mario'nun beni bulmasını ümit ettim.
Martin Tyler: Ekranı ikiye ayırmıştık: Sunderland'de United oyuncuları maçı izliyordu, diğer tarafta ise top Balotelli'deydi.
Danny Jackson: Eski toprak City taraftarları, karakteri sebebiyle Mario'yu sevmezdi (başka şeylerin yanı sıra, evinin bir kısmını havai fişeklerin patlamasıyla yakmış ve genç takım oyuncularının kafasına dart attığı için cezalandırılmıştı). Ama taraftarın büyük çoğunluğu da ona karakteri sebebiyle bayılırdı. Tam bir çatlaktı. Bir gün hayatında hiç topa vurmamış gibi görünürdü, öbür gün ise oyunu değiştiren işler yapardı.
Edin Dzeko: Herkes Mario'nun kendisine pas verdiğini düşünmüştü, ama çimin üzerinde kaydı ve topu Kun'a verdi.
Ian Drake: Zaman donmuş gibiydi.
Sergio Agüero: Topu bana aktarmayı başardı, ben de kaleyi görebiliyordum. Rakip oyunculardan birisi öne doğru atıldı ve benim sabit ayağıma bastı, ama ben golü atmaya öyle odaklanmıştım ki, ucu ucuna hissettim. Sadece golü istiyordum.
Vincent Kompany: Yoldan güzel çekilmiştim. (Gülüyor.) Başta, oyunun o anında penaltı noktasına doğru gitmenin doğru hamle olduğunu düşünmüştüm. Sonra topun yakınlarda olduğunu gördüm ve dedim ki, Ayak altından çekilmeliyim. Öyle de yaptım: Savunmacımı Kun'un olduğu yerden uzağa götürdüm ve o da koşusunu tamamladı.
Sergio Agüero: Vurabildiğim kadar sert vurdum ve topu kalenin içinde gördüğümde... inanılmazdı. Stadyum infilak etmişti. Formamı elimde sallayarak, koşarak uzaklaştığımı hatırlıyorum. Ardından takım arkadaşlarım üstüme atlamaya başladılar.
Vincent Kompany: Her şey bulanıklaşmıştı. Hepimizin üst üste yığıldığını hatırlıyorum. Millet bağırıp çağırıyor ve ağlıyordu; onları göremiyordunuz, fakat orada, aşağıdalardı. Tam bir delilikti, tasvir etmesi çok zor. Böyle bir şeyi hayatta bir kere yaşarsınız.
Martin Tyler: Benim tek 'katkım', Agüero'nun, topa dokunduğunda golü atacağını düşünmemdi. Bu sonradan kurulmuş bir anı değil. O anda golü atacağını biliyordum. Tek yaptığım ciğerlerime biraz hava çekmekti, gerisi geldi zaten.
Bitime 2 dakikadan az süre kalmışken, mikrofondaki Tyler'dı: "Manchester City hâlâ hayatta... Balotelli... Agüer-OOOOOOOOOOO! Bir daha böyle bir şey göremeyeceğinize yemin ederim! O yüzden izleyin! Ve için! Işık Stadı'ndan gelen haberleri duydular! Manchester City'den, duraklama dakikalarında, United'dan kupayı kapmak için gelen iki gol! Muazzam!"
Martin Tyler: Akılımda en çok yer eden şeylerden biri, Joe Hart'ın tamamen şaşkınlık içerisinde, bunun gerçekleşmiş olduğunu anlayamamış halde, hatta kabul edemez bir şekilde koştuğu anlardı. Yemin ederim, "Bir daha asla böyle bir şey görmeyecek"tik, bu kadar sene geçti, sözlerimin arkasındayım.
Danny Jackson: Agüero'nun golü; çocuğunuzun doğumu, veya evlendiğiniz gün gibi. Şömine rafında duran ikimizin fotoğrafını, Agüero'nun golü attıktan sonra formasını çıkarıp salladığı ânın fotoğrafıyla değiştirdik. Şaka yaptığımı mı sanıyorsunuz? Eşime sorun. Eğer orada bulunmadıysanız, bunun ne anlama geldiğini bilemezsiniz. İlk yaptığım şey, babamı aramak oldu. Ağlıyordum. O da ağlıyordu. Yıllarca hiçbir şey kazanmamanın, her yönden tokatlanmanın getirdiği aşağılanmanın ardından gelen saf duygulardı. Her şey bu golle değişmişti.
Rory Smith: Haberler ulaştıkça, United taraftarının --bir spor etkinliğinde şahit olunması çok ilginç gelen-- büründüğü o sessizliği hâlâ hatırlıyorum: Radyo dinlemeye çalışan insanlar, gelen mesajlar. Cümlenin başlangıcını duyabiliyordunuz: "City atmış, City atmış..." Normalde çok gürültülü olan deplasman tribünü, tamamen sessizleşmişti. Aynı anda oyuncular sahadaydı ve yüzlerinin düştüğünü görebiliyordunuz. Bir takımın 120 saniyelik şampiyonluğuna tanık olmak çok garipti.
Henry Winter: Maç hakkında değil de, daha çok oradaki insanlar üzerine yazmam gereken bir gündü. Eğer bana maç boyunca ne oldu diye sorarsanız, size Barton'ın atıldığını, Balotelli'nin Agüero'ya pasını ve Agüero'nun bitirişini anlatırdım; ama o arada saha Marslılar tarafından da işgal edilebilirdi ve ben bunu ciddiye almazdım. Her şey son saniyeler üstüneydi.
Mario Balotelli: İnanılmazdı! Euro 2012'de Almanya ile oynadığımız yarı final maçının ardından, futbolda yaşadığım en iyi duyguydu. Adeta bir rüya gibiydi.
O öğleden sonrası, bunu tecrübe eden kişilerin zihninde hâlâ çok berrak.
Henry Winter: Kupa, City tarihinin bir başka büyük takımı olan 70'lerdeki ekipte yer alan Joe Corrigan ve Mike Summerbee tarafından getirilmişti. Geçmişle kurulan bağ açısından harika bir andı. Belli bir dönemin insanları --45 ya da 50 yaşından büyük olan herkes-- bu oyuncuları izleyerek büyümüştü. Statta ağlamayan kimse yoktu. Sonra o şahane Oasis şarkısı, Wonderwall çalındı.
Vincent Kompany: Kazanmamız durumunda, belli oranda içileceğini göz önüne alarak, takım için bir otel ayarlamıştım. Ve işe yaradı; maçtan sonra tüm takım otelde kaldı. Kazananlar olarak otelden içeri girdiğimiz; eşimiz ve ailelerimiz yanımızdayken, boynumuzda madalyalarla birbirimize baktığımız ve bir grup kazanana benzediğimiz o an -- harika bir andı. İşte orada olayın farkına varmıştık.
Ian Darke: Beş yıl önce, bırakın İngiliz futbolunu, futbolun genel olarak SportsCenter'da ne kadar az yer bulduğunu hatırlıyorum. Maç bittikten sonra mikrofonu bıraktığımı ve anında şu talebin geldiğini hatırlıyorum: SportsCenter'da manşetsiniz, ve beş dakikalık haber istiyorlar. Olay, anında ABD'deki insanların ilgisini çekmişti. Neredeyse Donovan'ın 2010 Dünya Kupası'nda Cezayir'e attığı gol gibiydi -- bu oyunu sevmeyen milyonlarca kişi için kırılma anlarından birisi. "Vay be, şimdi çözdüm!" diyorlardı.
Danny Jackson: Manchester şehri, United ve City arasında bölünmüş durumdadır. Bunu özel kılan şey şu: Düşünün ki, en büyük rakibiniz şampiyon olduğunu düşünüyor, sonra siz saniyeler kala onu ellerinden alıyorsunuz. United'ın bizim golümüzü gördükten sonraki çaresizliğine tanık olduktan sonra ne yaptım, biliyor musun? O Twitter ve Facebook'tan sildiğim tüm arkadaşlarıma tekrar ulaştım. Onları yeniden ekledim. Ama sadece haftasonu için!
Lee Jackson: Kendisi de bir United taraftarı olan United'ın saha görevlisi Tony Sinclair ile aramızda bir rekabet vardır. Maçtan bir saat sonra beni aradı ve "Tebrikler" dedi. Bu çılgınca bir şeydi, çünkü bunu yapmak zorunda değildi. Gerçekten hoş bir hareketti.
Martin Tyler: Maçtan sonra bi lokantadaydım ve kariyerimde büyük etkisi olan birisiyle buluştum: Paul Doherty, ne yazık ki artık aramızda değil. Babası, Peter Doherty, 1937'de City ile ligi kazanmıştı. Paul babasının madalyasını getirip bana gösterdi. Benim için çok özel anlardı...
Pablo Zabaleta: Bu, City taraftarları ve futbolu seven herkes için unutulmayacak ve Premier Lig'i de özetleyen bir dersti: Son âna dek çaba göstermelisiniz, çünkü ne olacağını asla bilemezsiniz...
Matt Dickinson: City'nin sezonu böyle harika bir maceraydı. En mükemmel öykü temalarını bir araya getirseniz, bunu aşması zor olur. 10 aylık bir sezonun kaderinin gelip de tek bir vuruşa bağlı olacağını düşünür müydünüz?
David Herman (Manchester United ABD Taraftarlar Derneği): Müsriflik yapmıştık. Eğer iki hafta önce City'e karşı az-çok düzgün oynasak, son hafta herhangi bir şampiyonluk yarışının esamesi olmazdı. Tamamen bizim ellerimizdeydi. Bu tip Arsenalvari bir rota çizmemiz ender görülür. En çok yaralayan buydu. Daha evvel de şampiyonluk kaybettiğimiz oldu, ama bu şekilde değil.
Martin Tyler: Sporun bizi eğlendirdiğini ve şaşırttığını biliyoruz, ama nadiren bizi hayretler içinde bırakır -- ve bu maç hakikaten hayretler içinde bırakmıştı.
Sergio Agüero: Şampiyon olmak inanılmaz derecede özeldi, nasıl kazanırsanız kazanın. Ama bunu bu şekilde gerçekleştirmek, ve son dakikalarda maçı kazandıran golü atmak? İşte bu asla unutamayacağım bir şey.
Henry Winter: Premier League artık paraya çok bağlı. Ama bu maçın son 5 dakikası şöhret veya arabalarla değil, zafere olan açlıkla ilgiliydi. Spor tarihindeki en büyük anlardan biriydi.
(Yazıya ek videolar: Birisi kulübün, şampiyonluğun 5. yıldönümünde kendi yaptıkları bir belgesel serisi. Kalabalık yapmamak adına link veriyorum. Diğeri ise, SB Nation'ın 'rewinder' serisinden bu golün hikayesi, aşağıda. En aşağıda da, onuncu yıldönümünde yine kulübün çektiği ve oyuncuların çoğunun, hocanın da yer aldığı, iyi işlenmiş bir belgesel.)
Nerden Nereye 266
Gönderen
L
on 20 Ağustos 2018 Pazartesi
Etiketler:
futbol,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Bu postu, Burnley-Başakşehir eşleşmesinden Hart-Clichy fotosu bulamadığım için atıyorum. Dedim bari bunu kondurayım, diğerinden de bahsetmiş olayım. Özellikle Lennon'ın kariyerinin başında ondan beklenenler açısından da, gelinen nokta dikkat çekici.
Çeviri: Guardiola'nın Barcelona B Macerası
Gönderen
L
on 3 Ağustos 2018 Cuma
Etiketler:
barcelona,
çeviri,
futbol,
sözlü tarih
/
Comments: (1)
(Orijinali için şuradan.)
Guardiola ailesi için özel bir gündü.
"Valentina 6 Mayıs'ta (2008) doğmuştu, aynı zamanda o gün Huddersfield karşısında şampiyonluk kupasını kaldırdık." Hayatındaki en gururlu anlardan bu ikisini birleştiren Guardiola, Goal'e böyle söylüyordu.
Bu yıl, ailesi ve muzaffer oyuncuları tarafından kuşatılmış halde, 10. doğum gününü kutlayan Valentina ile uykusu gelmiş vaziyette otururken Guardiola, zihnini hayatının başka bir dönüm noktasına doğru yöneltti.
"Valentina'nın doğduğu gün, Joan Laporta bir arkadaşımla beraber hastaneye geldi ve bana 'Barcelona'nın yeni hocası sen olacaksın' dedi."
Katalan teknik adam, bu cümleyi duyduğu zaman, bir sezondan az süredir --'B takımı' hüviyetindeki-- Barcelona Atletic'i çalıştırıyordu.
Bu fikir ona aslında ilk olarak, birkaç ay önce, La Rambla'ya bir blok uzaklıktaki Hotel Roma'da sunulmuştu.
"Bu kadar taşaklı birisi değilsin" demişti Guardiola.
Başkan ise ciddiydi: "Eğer sen taşaklıysan, Barcelona'nın yeni çalıştırıcısı olacaksın."
Goal'e "Çok iyi bir yıldı, çok zordu da" diyordu Domenec Torrent: Guardiola'nın Barça B'deki sezonunda, alt ligler konusundaki bilgisi, hayati konumdaydı. "Pep'in teknik direktör olarak ilk yılıydı, maçtan maça oyunu öğrenmek zorundaydı."
"İspanya 4. Ligi çok, çok zor" diye devam ediyor. "Birçok tecrübeli oyuncunun yanında bir sürü de genç oyuncu var ama onlar sünger gibi, çok çabuk öğreniyorlardı."
"Ligin ikinci yarısında maçları daha etkileyici şekilde kazanmaya başladılar, ilk yarıdan çok daha iyi, çünkü Pep'in konseptini daha iyi anlamışlardı. Öğrenmenin tek yolu, oynamaya devam etmek; bu, Pep için master yapmak gibi bir şeydi."
Guardiola da mutabık: Kesinlikle. Kesinlikle, benim için çok iyiydi. İyiydi, çünkü haftada bir maç vardı, süreci analiz etmek için vaktim vardı ve ışıklar üzerime çevrili değildi, medyanın gözünden uzaktaydık.
"Domenec'e tamamen katılıyorum, en iyi okul orasıydı. Her şeyden önce, ben henüz bakirdim! Dome bana çok yardım etti, çünkü o burada, 4. Lig'de uzun yıllardır hocalık yapıyordu, zeminleri biliyordu, statları biliyordu... hayır, statları bilmiyordu, çünkü ortada stat falan yoktu. İngiltere'deki Lig 2 veya Konferans Ligi'ni düşünebilirsin, oralara epey benziyor."
İşte Guardiola'nın teknik direktörlük kariyeri böyle başladı. Camp Nou'dan oyuncu olarak biraz buruk ayrıldıktan 6 yıl sonra, 4. Lig'e eşit olan Tercera Division'a yeni düşmüş olan Barça B'nin hocası olarak geri dönmüştü.
"Pep geldiği zaman iki yldır genç takımlardaydım ve planım ayrılmak üzerineydi, ama benimle bir görüşme yaptı ve beni kalmaya ikna etti" diyor, o dönemki kaptan Marc Valiente.
Marc Valiente
"En çok hatırladığım şey, daha yeni küme düştüğümüz için, oraya geri dönmek zorunda olduğumuzu söylemesiydi: 'Çünkü Barcelona oraya ait değil'di."
Guardiola oyuncularına daha iyisini yapmak zorunda olduklarını söyledi ve derhal standartları yukarıya çekti: (Şu anda New York FC'nin başında bulunan) Torrent'i ve (hâlâ yanında olup rakip analizinden sorumlu olan) Carles Planchart'ı göreve getirdi.
Bu, takım için 'yepyeni' bir şeydi. Şu anda Espanyol'da oynayan orta saha oyuncusu Victor Sanchez ekliyor: Onlara karşı üstünlük kurmak için ne yapacağımız haricinde rakibin ne yaptığına pek bakmazdık. Videolar daima bizim neyi kötü yaptığımızla, neden bir çözüm bulamadığımızla ilgili olurdu, veya hücumdaki hataların sebebine ya da geriden oyunun iyi kuramadığımız hakkında olurdu. Ama ne olursa olsun, takımı daha iyiye götürmeye odaklanan şeylerdi."
Dördüncü Lig, pek duyulmamış biçimde, muazzam büyüklükteki 18 bölgesel lige yayılıyordu. Ama bu durum, Guardiola'nın hazırlıkları için engel değildi: İlk rakipleri olan Premia'nın hazırlık maçına bir göz gezdirmek üzere, Barça B'nin sezon açılışından önce, kendi başına bir tarama gezisine çıktı.
Bu gezisi pek dikkat çekmemişti ama, büyük maçta ilginin merkezi oydu: Normalde 400-500 kişinin geldiği Premia maçlarına, Guardiola'nın hocalık kariyerinin ilk maçı için 2000 kişi gelmişti.
Bu kişilerin arasında, Katalunya'daki her maça giden, babası Valenti; eşi Cristina; iki çocuğu, Maria ve Marius; aralarında Sergio'nun babası ve eski kaleci Carles Busquets'in de bulunduğu bir grup arkadaşı; ve aralarında Joan Laporta ve Txiki Beguiristain'ın da bulunduğu çalışma arkadaşları ve patronları vardı. Onunla yedek kulübesinde yer alan kişi ise Tito Vilanova'ydı.
"İlk pozisyondan itibaren bizim nasıl oynadığımızı bildiğini anlamıştım" diyor o dönemin Premia teknik direktörü Quim Ayats, birkaç yıl sonra, El Periodico muhabiri Marcos Lopez'e. "Kalecimize şöyle diyordum: 'Değiş, değiş! Daha hızlı yap!'"
Guardiola'nın Barça B kadrosu, Valiente'nin de dediği gibi, 'Barça DNA'sı'na sahip genç oyunculardan kuruluydu; ama halihazırda kulübün karakteristiği olan pozisyon futbolu için eğitilmiş olsalar da, Guardiola'nın antrenmanlarda detaylara gösterdiği aşırı özen için yeterli değillerdi.
"Bir noktada hepimize oldu" diyor Valiente. "Bir şeyleri düzeltmek için idmanı durdururdu, çoğunlukla da defans oyuncuları ve defansif orta sahalarla ilgili. Geriden topla çıkış üstünde çalışmayı çok severdi, ve her zaman rakibin farklı şekillerde presine karşılık nasıl çözüm bulacağımıza dair çözümler bulmaya çalışırdı, idmanlarda bunun üstünde çok dururdu.
Takımın tecrübeli oyuncularndan olan, 25 yaşındaki Dimas Delgado, ekliyor: "Topu geriden çıkarmak ve doğru vücut şekli ile topa doğru pozisyonda hakim olmakla ilgili çok çalıştı, ve hatlar arasına top atmakla. Oyuncularının alanı kullanabilmesini isterdi. Her şeyin hızlı, daha hızlı olması için daima topa bir ya da iki kez dokunmamızı isterdi."
Dimas Delgado, 2015'te, Western Sydney Wanderers için oynarken.
Barça B, ilk maçta Premia ile golsüz berabere kalmalarının ardından oynadıkları 10 maçın 7'sini, toplamda 21 gol atarak kazandı. Ama Guardiola hepten mutlu değildi.
"Başta sorunlarım vardı" diyor. "Pazar günü alınan bir yenilgiden sonra, ertesi gün gelip 'Vay be, böyle oynamak mümkün değil' diyordum. Sonra Salı günü de şöyle diyebiliyordum: 'Vay be, bu çok zor, hadi başka bir oyun tarzı bulmaya çalışalım'"
Tahmin edileceği gibi, bu şüpheler uzun sürmedi.
"Çarşamba günü geldim ve 'Buna inanıyorum' dedim. Alternatifler, inandığımız şeyi değiştirdiğimiz yöntemler, beni ikna edemedi. Bu yüzden değişemiyorum."
Guardiola, Barcelona'da geçen yılların ardından, oyunun nasıl oynanması gerektiğine uzun süredir karar vermiş durumdaydı; ancak tüm fikirleri adına, Camp Nou'da kaptan olarak geçirdiği günler ve kadronun bu felsefe doğrultusunda kurulduğu gerçeği, bir grup oyuncuya liderlik etme anlamında aslında onun ilk deneyimiydi.
"Oyuncuların önünde konuştuğunda, ister 14 yaşında olsun, ister benim durumumdaki gibi 18 yaşında, veya profesyonel olsunlar, vaziyet aynı. İnsanların önündesin her şekilde."
"Bunu yapmayı denemek için 20 kişinin karşısına ilk kez oturmuştum. Birisinin onlara 'Şuraya gidin' demesinden öncesi ve benim ilk kez gelip 'Şuraya gidin' demem arasında dağlar kadar fark vardı."
Johan Cruyff, özellikle bu açıdan, yararlı olduğunu kanıtladı.
"Bazı maçları izlerdi" diyor Guardiola, Hollandalı teknik adam için. "O sezon onunla sıkça görüştüm, onu eve çağırdım, sohbet ettik. Şüphelerim, soyunma odasındaki ilişkiler, belli durumlarda ne yapılır, bu gibi şeyler hakkında konuştuk. Bu zaman dilimi içerisinde onunla çok kez konuştum."
Bu ikili, futbolun nasıl oynanması gerektiğine dair aynı görüşü paylaşıyordu ve Cruyff'ün tavsiyeleri antrenman sahasında memnuniyetle karşılanırken, özellikle kısa vadeli liderlik talepleriyle ilgili de yararlı olduğunu kanıtlamıştı. "Bir teknik direktör olarak bana yardım etti" diyor Guardiola. "Hoca olarak, ait olduğumuz felsefe bağlamında katkısı oldu; ama ayrıca medya ile ilgili veya bir oyuncunun durumların üstesinden gelme konusunda da yardımı oldu. Bu tip şeyler."
O dönemki kaptan Valiente, Guardiola'nın Cruyff'ün tavsiyelerini nasıl pratiğe döktüğünü anlatıyor: "Pep'in çok net sınırları vardı, kimsenin onun yersiz olduğunu düşündüğü bir şey yapmasına izin vermezdi. Çok net kuralları vardı: Prensipler ve cezalar açısından bunlara bağlı olmalısınız, ki bence bu makul bir şeydi. Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu, herkes Pep'in talep ettiklerini çok net bir şekilde izledi."
Oyuncular geç kaldıkları için, kırmızı kart gördükleri için, saat 11'den önce gelmedikleri için ve de Guardiola onların antrenmanlarda yeterince iyi çalışmadığını düşündüğünde cezalandırılıyorlardı.
Delgado ekliyor: "Pep'in kendine has bir karakteri var, ne zaman bir şey hoşuna gitmediğinde veya bir şeyi daha iyi yapabileceğimizi hissettiğinde, bunu kendi üslubuyla söylerdi. Ama --en azından bize karşı-- bağırıp çağıran bir adam değildi. Çok sakin, çok sabırlı olduğunu hatırlıyorum, çünkü en sonunda bunun bir süreç olduğunu, bunu anladığımızı ve iyi iş çıkardığımızı biliyordu."
İyi iş çıkarıyorlardı. Sergio Busquets ve Pedro Rodriguez gibi isimlerin de bulunduğu kadro, "29, 30, 31 yaşındaki adamlara karşı, kötü durumdaki yapay çim sahalarda" oynuyordu, ama 31 Ekim'den Aralık ayına kadar oynanan yedi maçta alınan üç galibiyetlik seriden sonra, toparlanmaya başladılar.
"Başlarda çok zordu, ama sezon ortasından sonuna kadar iyi oynamayı, iyi oyun kurabilmeyi ve pres yapmayı başardık" diyor Guardiola.
Delgado, : En önemli maçlarımız, her zaman tepeye oynayan Katalunya civarındaki takımlarla oynadıklarımızdı. Biz, genç oyuncular olarak, ligi ve sistemi bilen, sahada işinizi zorlaştıran oyuncularla karşı karşıya geliyorduk; ve işin aslı, oyun stilimizi asla değiştirmedik."
"Bu bizim kimliğimizdi, felsefemizdi; kime karşı veya nerede oynarsak oynayalım, yapay veya doğal çim de olsa, hep aynıydı. Evimizde de olsak, deplasmanda da olsak, maçlara aynı şekilde hazırlanıyorduk, ve bu bize belirli bir kimlik kazandırdı."
Victor Sanchez de ekliyor: "Onun Barça B'ye gelişi büyük bir değişiklik yarattı, ve şahsi kanaatim, o hepimizi geliştirdi, oyunu daha iyi anlamamızı sağladı. Bu büyük bir değişimdi."
Sezonun başında Guardiola, eğer üç maçlık bir galibiyet serisi yakalayacak olurlarsa, onları öğle yemeğine çıkaracağına dair söz verdi. Bu ona tam beş yemeğe mal oldu: Barça B, o kriz döneminden sonraki 22 maçından 16'sını kazandı ve ligin tepesine oturup Play-Off'a kaldılar.
İlk maçta Kanarya Adaları'ndan Castillo CF ile golsüz berabere kaldılar, ama rövanşı 6-0 kazanıp Aragon bölgesi takımı Barbastro ile eşleştiler. Onları da içerde-dışarda yenip (3. Lig'e denk gelen) Segunda B'ye geri döndüler. Ve işte beşinci yemek.
Sezon bittiğinde, Barça B evinde namağlup durumdaydı: Mini Estadi'e oynadıkları 21 maçın 19'unu kazanmışlardı.
Ama Guardiola'nın geleceği göz önüne alındığında, sezon sona ermeden epey bir süre önce, sonuçların önemi azalmıştı.
Daha ilk günden, özel bir şeylerin olacağına dair bir his vardı.
Sezonun açılış maçından önce "Sana tek bir şey söyleyeceğim Jaume" diyordu Premia'nın mali işler sorumlusu Enrique Pimpena, Cruyff'ün 'Dream Team'inin masörü olan Jaume Langa'ya. "Bu çocuk Barcelona'ya hoca olacak."
Ekim ayının sonunda, eski bir İspanya Milli Takımı ve Barcelona oyuncusu olan Reus teknik direktörü Ramon Caldere, basına Guardiola'nın "İspanya'daki en iyi teknik direktörlerden biri olabileceğini" söylemişti.
Arasının iyi olduğu Katalan gazeteci Luis Martin'e göre, Cruyff'ün kendisi de, eski oyuncusunu bir öğleden sonra, Mini Estadi'de --herhangi bir maçını izlemeden-- sadece 30 dakika boyunca kenardaki hareketlerini izledikten sonra Laporta'ya önermiş.
O zamanki futbol direktörü Begiristain da aynı zamanda eski takım arkadaşının hocalık ihtimalinn savunucularındandı: "Sezon boyunca oradaki çalışmasını ve gelişimini gördük; onun A takım için bir aday olabileceğini biliyorduk."
"Manzara bu şekildeydi, Frank Rijkaard ile geçen zor bir sezonun ardından değişime gitmeyi seçmiştik ve Pep'i seçtik."
Joan Laporta anlatmaya devam ediyor: "Etrafımdaki herkes --yani Johan Cruyff, Txiki Begiristain, Barça Atletic'i takip eden yetkililerden Rafael Yuste-- bana Guardiola'nın A takım için hazır olduğunu söylüyordu."
"Bunun bir sürpriz olduğunu biliyordum, çünkü o dönemde taraftarların ve gazetecilerin çoğu Mourinho gibi bir hocayı düşünüyorlardı, ama bilirsiniz... biz şaşırtmayı ve kendimiz için kararlar almayı severiz. Baskıyla yüzleştik ve bu genç hocada karar kıldık."
Guardiola ile yapılan görüşmelerin nasıl geliştiğini anlatıyor Laporta: "Bu günü hep kutlarız: 6 Mayıs, kızı Valentina'nın doğduğu gün. O gün aynı zamanda benim Guardiola'nın Barcelona Futbol Kulübü'nün yeni teknik direktörü olduğu kararını onayladığım gündü."
"Ama onunla ilk görüşmemiz Şubat ayındaydı. Bir öğle yemeğinde buluştuk, çünkü eğer sezon içinde Frank Rijkaard ile işler yolunda gitmezse, onu göreve getirmek istediğimi söylemek istiyordum. Frank samimiyetimden dolayı memnundu, onunla önceden konuşmuştum ve bana Pep'i kurmayları arasına dahil etmek istediğini söylemişti. Ama Şubat ayında Pep'e onu hocalığa getirmek istediğimi söyledim. O da bana "Belki" dedi... Bu kararı alacak denli cesur değildim."
Laporta kibardı. Bu kibarlık, Guardiola ona yeterince taşaklı olmadığını söylediği zaman gösterilmiş bir kibarlıktı. "Evet!" Laporta güldü. "Bunu söyledi, ben de 'Bende o taşak var' dedim."
Guardiola, cevabının basit olduğunda ısrarcı: "Güzel, her şeyi kazanacağız!" Bu, haliyle basın toplantılarında duymaya alıştığımız beylik cümlelerde birisi gibi duruyor, ama Laporta bunun doğru olduğunu belirtiyor.
"O sırada bana çok çalışacağını söyledi ve ekledi: 'Neden beni hocalığa seçtiğinizi biliyorum, çünkü eğer ben takımı yönetirsem, her şeyi kazanacağımı biliyorsunuz!'"
Laporta da bunun gerçekleşeceğini tam manasıyla beklemiyordu, ama doğru kararı verdiklerinden eminlerdi.
Laporta daha Şubat ayında, 37 yaşındaki bu adamın dünyanın en büyük takımlarından birinin başına gelmesi için yetkilileri ikna edecek kadar şey görmüş ve duymuştu: O sırada 4. Lig'de bir tam sezon bile geçirmemişti üstelik.
Guardiola'nın, henüz üst düzey futbolda herhangi bir kayda değer başarısı olmadan böyle bir görev alması karşısında bazı çekinceleri olduğunu hayal etmek zor değil. Ama hayır. Bayern Münih ve Manchester City gibi takımları dönüştürmesine yarıdmcı olan yöntemlerine güveni, Barcelona'daki Şampiyonlar Ligi başarılarından değil, Barça B'deki ilk aylarından geliyordu.
"Barcelona ve Bayern Münih'e gittiğimde, hatta Manchester City'de bile bana 'Burada böyle oynayamazsın' dediler. Hep şöyle düşündüm: 'Bunu yapay çimde yapabildiysem, burada da yaparım.'"
"İngiltere'deki ilk sezonumda, işler iyi gitmediğinde, şöyle düşünmüştüm: 'Yapabiliriz, çünkü orada da becerdik.'"
"Israr, ısrar, ısrar: Ve daha iyisini yapıyorsunuz. Bazen işler iyi gitmediğinde, değişmemiz gerektiğini söylüyorlar. Hayır, gelişmeliyiz. Gerçek şu ki, o yıl buna sahiptim."
"Bu yüzden değişebilirdim, ama bunu içimde hissettim, ve gördüm: Başarabiliriz."
"Bu oyuncularla çalışmak, bir rüyanın gerçekleşmesiydi. O dönemden birçok şey hatırlıyorum, hayatımdaki en güzel zamanlardan biriydi."
Evkur
Gönderen
L
on 22 Haziran 2018 Cuma
Etiketler:
dünya kupası,
forma,
futbol
/
Comments: (0)
Formada dikine ya da çaprazlamasına şekilde bayrağı kullanmak, son yıllarda şahit olduğumuz bir tercih. Bu kupada da Sırpların dış saha formasında var. Tabii bayrağın bir tarafı beyaz olunca, bir manası olsun diye çerçeve koymak zorunda kalınıyor. Ama uzaktan yine biraz sorunlu. Bunun bir benzeri de 2012'de Rusya'da vardı.
Bunda çerçeve de yok, o yüzden hiç anlaşılmıyor bayrağı koydukları. Beyaz üzerine kırmızı-mavi şerit var sanki. Bayrağını değiştirecek hâli yok adamların tabii. Bu modellerin en temizi şuydu:
Beyaz şerit ortada olunca, sorun da yok.
Ara
Arşiv
-
▼
2018
(41)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/02 - 12/09 (3)
- ► 11/18 - 11/25 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 10/21 - 10/28 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (2)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 07/08 - 07/15 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/10 - 06/17 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 05/20 - 05/27 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (3)
- ► 04/15 - 04/22 (2)
- ► 03/25 - 04/01 (1)
- ► 03/18 - 03/25 (1)
- ► 03/11 - 03/18 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (1)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 02/11 - 02/18 (1)
- ► 02/04 - 02/11 (1)
- ► 01/21 - 01/28 (1)
- ► 01/07 - 01/14 (1)
-
►
2017
(80)
- ► 12/31 - 01/07 (2)
- ► 12/24 - 12/31 (1)
- ► 12/17 - 12/24 (1)
- ► 12/03 - 12/10 (1)
- ► 11/26 - 12/03 (2)
- ► 11/19 - 11/26 (1)
- ► 11/12 - 11/19 (2)
- ► 10/29 - 11/05 (2)
- ► 10/22 - 10/29 (1)
- ► 10/15 - 10/22 (1)
- ► 10/08 - 10/15 (1)
- ► 10/01 - 10/08 (1)
- ► 09/24 - 10/01 (2)
- ► 09/03 - 09/10 (1)
- ► 08/27 - 09/03 (1)
- ► 08/20 - 08/27 (1)
- ► 08/13 - 08/20 (3)
- ► 08/06 - 08/13 (1)
- ► 07/30 - 08/06 (2)
- ► 07/23 - 07/30 (2)
- ► 07/16 - 07/23 (1)
- ► 07/09 - 07/16 (1)
- ► 07/02 - 07/09 (2)
- ► 06/25 - 07/02 (3)
- ► 06/18 - 06/25 (2)
- ► 06/11 - 06/18 (2)
- ► 06/04 - 06/11 (1)
- ► 05/28 - 06/04 (1)
- ► 05/21 - 05/28 (1)
- ► 05/14 - 05/21 (2)
- ► 05/07 - 05/14 (2)
- ► 04/30 - 05/07 (1)
- ► 04/16 - 04/23 (2)
- ► 04/09 - 04/16 (2)
- ► 04/02 - 04/09 (3)
- ► 03/26 - 04/02 (2)
- ► 03/19 - 03/26 (3)
- ► 03/12 - 03/19 (2)
- ► 03/05 - 03/12 (3)
- ► 02/26 - 03/05 (1)
- ► 02/19 - 02/26 (2)
- ► 02/12 - 02/19 (3)
- ► 02/05 - 02/12 (1)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/15 - 01/22 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (2)
- ► 01/01 - 01/08 (2)
-
►
2016
(127)
- ► 12/25 - 01/01 (1)
- ► 12/18 - 12/25 (1)
- ► 12/04 - 12/11 (1)
- ► 11/27 - 12/04 (2)
- ► 11/20 - 11/27 (2)
- ► 11/13 - 11/20 (2)
- ► 11/06 - 11/13 (3)
- ► 10/30 - 11/06 (2)
- ► 10/23 - 10/30 (1)
- ► 10/16 - 10/23 (5)
- ► 10/09 - 10/16 (2)
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 09/25 - 10/02 (3)
- ► 09/18 - 09/25 (3)
- ► 09/11 - 09/18 (2)
- ► 09/04 - 09/11 (2)
- ► 08/28 - 09/04 (2)
- ► 08/21 - 08/28 (2)
- ► 08/14 - 08/21 (2)
- ► 08/07 - 08/14 (2)
- ► 07/31 - 08/07 (3)
- ► 07/24 - 07/31 (4)
- ► 07/17 - 07/24 (2)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
- ► 07/03 - 07/10 (2)
- ► 06/26 - 07/03 (4)
- ► 06/19 - 06/26 (3)
- ► 06/12 - 06/19 (3)
- ► 06/05 - 06/12 (3)
- ► 05/29 - 06/05 (2)
- ► 05/22 - 05/29 (4)
- ► 05/15 - 05/22 (4)
- ► 05/08 - 05/15 (2)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
- ► 04/24 - 05/01 (3)
- ► 04/17 - 04/24 (2)
- ► 04/10 - 04/17 (6)
- ► 04/03 - 04/10 (2)
- ► 03/27 - 04/03 (2)
- ► 03/20 - 03/27 (3)
- ► 03/13 - 03/20 (2)
- ► 03/06 - 03/13 (4)
- ► 02/28 - 03/06 (3)
- ► 02/21 - 02/28 (2)
- ► 02/14 - 02/21 (3)
- ► 01/31 - 02/07 (2)
- ► 01/24 - 01/31 (3)
- ► 01/17 - 01/24 (4)
- ► 01/10 - 01/17 (2)
- ► 01/03 - 01/10 (3)
-
►
2015
(105)
- ► 12/27 - 01/03 (3)
- ► 12/20 - 12/27 (3)
- ► 12/13 - 12/20 (3)
- ► 12/06 - 12/13 (5)
- ► 11/29 - 12/06 (2)
- ► 11/22 - 11/29 (3)
- ► 11/15 - 11/22 (3)
- ► 11/08 - 11/15 (3)
- ► 11/01 - 11/08 (4)
- ► 10/25 - 11/01 (3)
- ► 10/18 - 10/25 (3)
- ► 10/11 - 10/18 (2)
- ► 10/04 - 10/11 (3)
- ► 09/27 - 10/04 (3)
- ► 09/20 - 09/27 (3)
- ► 09/13 - 09/20 (2)
- ► 09/06 - 09/13 (3)
- ► 08/30 - 09/06 (1)
- ► 08/23 - 08/30 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/07 - 06/14 (2)
- ► 05/31 - 06/07 (2)
- ► 05/24 - 05/31 (2)
- ► 05/17 - 05/24 (2)
- ► 05/10 - 05/17 (2)
- ► 05/03 - 05/10 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (2)
- ► 04/12 - 04/19 (2)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (2)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (2)
- ► 03/01 - 03/08 (2)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 02/15 - 02/22 (4)
- ► 02/08 - 02/15 (2)
- ► 02/01 - 02/08 (3)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (3)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/04 - 01/11 (2)
-
►
2014
(151)
- ► 12/28 - 01/04 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (3)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (2)
- ► 11/30 - 12/07 (2)
- ► 11/23 - 11/30 (2)
- ► 11/16 - 11/23 (2)
- ► 11/09 - 11/16 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (3)
- ► 10/19 - 10/26 (2)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ► 10/05 - 10/12 (3)
- ► 09/28 - 10/05 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (4)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/07 - 09/14 (3)
- ► 08/31 - 09/07 (2)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (2)
- ► 08/10 - 08/17 (2)
- ► 08/03 - 08/10 (2)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 07/20 - 07/27 (3)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/06 - 07/13 (4)
- ► 06/29 - 07/06 (4)
- ► 06/22 - 06/29 (4)
- ► 06/15 - 06/22 (4)
- ► 06/08 - 06/15 (3)
- ► 06/01 - 06/08 (4)
- ► 05/25 - 06/01 (4)
- ► 05/18 - 05/25 (2)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/04 - 05/11 (3)
- ► 04/27 - 05/04 (3)
- ► 04/20 - 04/27 (3)
- ► 04/13 - 04/20 (4)
- ► 04/06 - 04/13 (3)
- ► 03/30 - 04/06 (2)
- ► 03/23 - 03/30 (2)
- ► 03/16 - 03/23 (5)
- ► 03/09 - 03/16 (2)
- ► 03/02 - 03/09 (4)
- ► 02/23 - 03/02 (4)
- ► 02/16 - 02/23 (5)
- ► 02/09 - 02/16 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (6)
- ► 01/26 - 02/02 (3)
- ► 01/19 - 01/26 (3)
- ► 01/12 - 01/19 (3)
- ► 01/05 - 01/12 (5)
-
►
2013
(349)
- ► 12/29 - 01/05 (5)
- ► 12/22 - 12/29 (8)
- ► 12/15 - 12/22 (6)
- ► 12/08 - 12/15 (5)
- ► 12/01 - 12/08 (3)
- ► 11/24 - 12/01 (5)
- ► 11/17 - 11/24 (6)
- ► 11/10 - 11/17 (7)
- ► 11/03 - 11/10 (6)
- ► 10/27 - 11/03 (7)
- ► 10/20 - 10/27 (8)
- ► 10/13 - 10/20 (5)
- ► 10/06 - 10/13 (6)
- ► 09/29 - 10/06 (5)
- ► 09/22 - 09/29 (6)
- ► 09/15 - 09/22 (6)
- ► 09/08 - 09/15 (6)
- ► 09/01 - 09/08 (8)
- ► 08/25 - 09/01 (5)
- ► 08/18 - 08/25 (6)
- ► 08/11 - 08/18 (9)
- ► 08/04 - 08/11 (2)
- ► 07/28 - 08/04 (6)
- ► 07/21 - 07/28 (5)
- ► 07/14 - 07/21 (6)
- ► 07/07 - 07/14 (7)
- ► 06/30 - 07/07 (6)
- ► 06/23 - 06/30 (11)
- ► 06/16 - 06/23 (4)
- ► 06/09 - 06/16 (5)
- ► 06/02 - 06/09 (5)
- ► 05/26 - 06/02 (8)
- ► 05/19 - 05/26 (8)
- ► 05/12 - 05/19 (9)
- ► 05/05 - 05/12 (7)
- ► 04/28 - 05/05 (5)
- ► 04/21 - 04/28 (6)
- ► 04/14 - 04/21 (7)
- ► 04/07 - 04/14 (8)
- ► 03/31 - 04/07 (7)
- ► 03/24 - 03/31 (9)
- ► 03/17 - 03/24 (9)
- ► 03/10 - 03/17 (10)
- ► 03/03 - 03/10 (11)
- ► 02/24 - 03/03 (8)
- ► 02/17 - 02/24 (6)
- ► 02/10 - 02/17 (6)
- ► 02/03 - 02/10 (7)
- ► 01/27 - 02/03 (7)
- ► 01/20 - 01/27 (7)
- ► 01/13 - 01/20 (11)
- ► 01/06 - 01/13 (8)
-
►
2012
(496)
- ► 12/30 - 01/06 (8)
- ► 12/23 - 12/30 (6)
- ► 12/16 - 12/23 (10)
- ► 12/09 - 12/16 (9)
- ► 12/02 - 12/09 (12)
- ► 11/25 - 12/02 (10)
- ► 11/18 - 11/25 (13)
- ► 11/11 - 11/18 (11)
- ► 11/04 - 11/11 (15)
- ► 10/28 - 11/04 (9)
- ► 10/21 - 10/28 (8)
- ► 10/14 - 10/21 (10)
- ► 10/07 - 10/14 (10)
- ► 09/30 - 10/07 (11)
- ► 09/23 - 09/30 (7)
- ► 09/16 - 09/23 (11)
- ► 09/09 - 09/16 (7)
- ► 09/02 - 09/09 (6)
- ► 08/26 - 09/02 (9)
- ► 08/19 - 08/26 (10)
- ► 08/12 - 08/19 (6)
- ► 08/05 - 08/12 (7)
- ► 07/29 - 08/05 (9)
- ► 07/22 - 07/29 (8)
- ► 07/15 - 07/22 (6)
- ► 07/08 - 07/15 (8)
- ► 07/01 - 07/08 (9)
- ► 06/24 - 07/01 (9)
- ► 06/17 - 06/24 (13)
- ► 06/10 - 06/17 (14)
- ► 06/03 - 06/10 (6)
- ► 05/27 - 06/03 (9)
- ► 05/20 - 05/27 (9)
- ► 05/13 - 05/20 (12)
- ► 05/06 - 05/13 (12)
- ► 04/29 - 05/06 (5)
- ► 04/22 - 04/29 (8)
- ► 04/15 - 04/22 (6)
- ► 04/08 - 04/15 (6)
- ► 04/01 - 04/08 (9)
- ► 03/25 - 04/01 (12)
- ► 03/18 - 03/25 (8)
- ► 03/11 - 03/18 (12)
- ► 03/04 - 03/11 (6)
- ► 02/26 - 03/04 (10)
- ► 02/19 - 02/26 (10)
- ► 02/12 - 02/19 (10)
- ► 02/05 - 02/12 (10)
- ► 01/29 - 02/05 (11)
- ► 01/22 - 01/29 (12)
- ► 01/15 - 01/22 (9)
- ► 01/08 - 01/15 (11)
- ► 01/01 - 01/08 (12)
-
►
2011
(437)
- ► 12/25 - 01/01 (11)
- ► 12/18 - 12/25 (10)
- ► 12/11 - 12/18 (12)
- ► 12/04 - 12/11 (7)
- ► 11/27 - 12/04 (4)
- ► 11/20 - 11/27 (9)
- ► 11/13 - 11/20 (10)
- ► 11/06 - 11/13 (10)
- ► 10/30 - 11/06 (7)
- ► 10/23 - 10/30 (5)
- ► 10/16 - 10/23 (10)
- ► 10/09 - 10/16 (8)
- ► 10/02 - 10/09 (9)
- ► 09/25 - 10/02 (7)
- ► 09/18 - 09/25 (7)
- ► 09/11 - 09/18 (9)
- ► 09/04 - 09/11 (6)
- ► 08/28 - 09/04 (6)
- ► 08/21 - 08/28 (8)
- ► 08/14 - 08/21 (9)
- ► 08/07 - 08/14 (8)
- ► 07/31 - 08/07 (8)
- ► 07/24 - 07/31 (10)
- ► 07/17 - 07/24 (7)
- ► 07/10 - 07/17 (8)
- ► 07/03 - 07/10 (7)
- ► 06/26 - 07/03 (5)
- ► 06/19 - 06/26 (7)
- ► 06/12 - 06/19 (8)
- ► 06/05 - 06/12 (12)
- ► 05/29 - 06/05 (8)
- ► 05/22 - 05/29 (8)
- ► 05/15 - 05/22 (6)
- ► 05/08 - 05/15 (4)
- ► 05/01 - 05/08 (7)
- ► 04/24 - 05/01 (10)
- ► 04/17 - 04/24 (9)
- ► 04/10 - 04/17 (10)
- ► 04/03 - 04/10 (13)
- ► 03/27 - 04/03 (10)
- ► 03/20 - 03/27 (9)
- ► 03/13 - 03/20 (5)
- ► 03/06 - 03/13 (11)
- ► 02/27 - 03/06 (7)
- ► 02/20 - 02/27 (10)
- ► 02/13 - 02/20 (7)
- ► 02/06 - 02/13 (14)
- ► 01/30 - 02/06 (3)
- ► 01/23 - 01/30 (9)
- ► 01/16 - 01/23 (12)
- ► 01/09 - 01/16 (8)
- ► 01/02 - 01/09 (13)
-
►
2010
(653)
- ► 12/26 - 01/02 (13)
- ► 12/19 - 12/26 (12)
- ► 12/12 - 12/19 (10)
- ► 12/05 - 12/12 (10)
- ► 11/28 - 12/05 (7)
- ► 11/21 - 11/28 (5)
- ► 11/14 - 11/21 (6)
- ► 11/07 - 11/14 (9)
- ► 10/31 - 11/07 (7)
- ► 10/24 - 10/31 (7)
- ► 10/17 - 10/24 (7)
- ► 10/10 - 10/17 (7)
- ► 10/03 - 10/10 (11)
- ► 09/26 - 10/03 (8)
- ► 09/19 - 09/26 (9)
- ► 09/12 - 09/19 (8)
- ► 09/05 - 09/12 (10)
- ► 08/29 - 09/05 (5)
- ► 08/22 - 08/29 (10)
- ► 08/15 - 08/22 (7)
- ► 08/08 - 08/15 (5)
- ► 08/01 - 08/08 (7)
- ► 07/25 - 08/01 (8)
- ► 07/18 - 07/25 (7)
- ► 07/11 - 07/18 (10)
- ► 07/04 - 07/11 (16)
- ► 06/27 - 07/04 (17)
- ► 06/20 - 06/27 (12)
- ► 06/13 - 06/20 (17)
- ► 06/06 - 06/13 (13)
- ► 05/30 - 06/06 (19)
- ► 05/23 - 05/30 (12)
- ► 05/16 - 05/23 (8)
- ► 05/09 - 05/16 (11)
- ► 05/02 - 05/09 (13)
- ► 04/25 - 05/02 (13)
- ► 04/18 - 04/25 (16)
- ► 04/11 - 04/18 (26)
- ► 04/04 - 04/11 (14)
- ► 03/28 - 04/04 (19)
- ► 03/21 - 03/28 (18)
- ► 03/14 - 03/21 (22)
- ► 03/07 - 03/14 (21)
- ► 02/28 - 03/07 (19)
- ► 02/21 - 02/28 (17)
- ► 02/14 - 02/21 (10)
- ► 02/07 - 02/14 (21)
- ► 01/31 - 02/07 (8)
- ► 01/24 - 01/31 (19)
- ► 01/17 - 01/24 (16)
- ► 01/10 - 01/17 (26)
- ► 01/03 - 01/10 (25)
-
►
2009
(691)
- ► 12/27 - 01/03 (26)
- ► 12/20 - 12/27 (27)
- ► 12/13 - 12/20 (26)
- ► 12/06 - 12/13 (24)
- ► 11/29 - 12/06 (6)
- ► 11/22 - 11/29 (8)
- ► 11/15 - 11/22 (16)
- ► 11/08 - 11/15 (16)
- ► 11/01 - 11/08 (24)
- ► 10/25 - 11/01 (15)
- ► 10/18 - 10/25 (8)
- ► 10/11 - 10/18 (15)
- ► 10/04 - 10/11 (15)
- ► 09/27 - 10/04 (14)
- ► 09/20 - 09/27 (17)
- ► 09/13 - 09/20 (1)
- ► 09/06 - 09/13 (5)
- ► 08/30 - 09/06 (15)
- ► 08/23 - 08/30 (11)
- ► 08/16 - 08/23 (17)
- ► 08/09 - 08/16 (11)
- ► 08/02 - 08/09 (17)
- ► 07/26 - 08/02 (23)
- ► 07/19 - 07/26 (10)
- ► 07/12 - 07/19 (9)
- ► 07/05 - 07/12 (10)
- ► 06/28 - 07/05 (6)
- ► 06/21 - 06/28 (16)
- ► 06/14 - 06/21 (17)
- ► 06/07 - 06/14 (5)
- ► 05/31 - 06/07 (12)
- ► 05/24 - 05/31 (20)
- ► 05/17 - 05/24 (10)
- ► 05/10 - 05/17 (22)
- ► 05/03 - 05/10 (26)
- ► 04/26 - 05/03 (14)
- ► 04/19 - 04/26 (12)
- ► 04/12 - 04/19 (20)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (9)
- ► 03/15 - 03/22 (6)
- ► 03/08 - 03/15 (16)
- ► 03/01 - 03/08 (7)
- ► 02/22 - 03/01 (15)
- ► 02/15 - 02/22 (12)
- ► 02/08 - 02/15 (15)
- ► 02/01 - 02/08 (4)
- ► 01/25 - 02/01 (11)
- ► 01/18 - 01/25 (10)
- ► 01/11 - 01/18 (4)
- ► 01/04 - 01/11 (11)
-
►
2008
(884)
- ► 12/28 - 01/04 (6)
- ► 12/21 - 12/28 (13)
- ► 12/14 - 12/21 (7)
- ► 12/07 - 12/14 (8)
- ► 11/30 - 12/07 (8)
- ► 11/23 - 11/30 (12)
- ► 11/16 - 11/23 (14)
- ► 11/09 - 11/16 (20)
- ► 11/02 - 11/09 (23)
- ► 10/26 - 11/02 (14)
- ► 10/19 - 10/26 (9)
- ► 10/12 - 10/19 (12)
- ► 10/05 - 10/12 (7)
- ► 09/28 - 10/05 (15)
- ► 09/21 - 09/28 (14)
- ► 09/14 - 09/21 (21)
- ► 09/07 - 09/14 (25)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (4)
- ► 08/10 - 08/17 (20)
- ► 08/03 - 08/10 (6)
- ► 07/27 - 08/03 (5)
- ► 07/20 - 07/27 (9)
- ► 07/13 - 07/20 (9)
- ► 07/06 - 07/13 (12)
- ► 06/29 - 07/06 (16)
- ► 06/22 - 06/29 (7)
- ► 06/15 - 06/22 (7)
- ► 06/08 - 06/15 (19)
- ► 06/01 - 06/08 (15)
- ► 05/25 - 06/01 (17)
- ► 05/18 - 05/25 (21)
- ► 05/11 - 05/18 (29)
- ► 05/04 - 05/11 (22)
- ► 04/27 - 05/04 (32)
- ► 04/20 - 04/27 (14)
- ► 04/13 - 04/20 (15)
- ► 04/06 - 04/13 (43)
- ► 03/30 - 04/06 (46)
- ► 03/23 - 03/30 (46)
- ► 03/16 - 03/23 (23)
- ► 03/09 - 03/16 (17)
- ► 03/02 - 03/09 (40)
- ► 02/24 - 03/02 (39)
- ► 02/17 - 02/24 (24)
- ► 02/10 - 02/17 (32)
- ► 02/03 - 02/10 (22)
- ► 01/27 - 02/03 (10)
- ► 01/20 - 01/27 (20)
- ► 01/13 - 01/20 (14)