Onlar
Blog İnsanları
-
-
-
-
-
-
-
-
Yirmi Beş Sözcük4 yıl önce
-
-
-
-
-
-
NBA'de Poster Gecesi6 yıl önce
-
-
-
-
-
.8 yıl önce
-
-
-
-
-
-
sene sanki ispanya 829 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Doctors Northern Virginia10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIK11 yıl önce
-
Mutluluk Oyunu11 yıl önce
-
Keane vs Vieira11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı11 yıl önce
-
-
OKUYABİLSEYDİK FARKINDA OLACAKTIK.11 yıl önce
-
Kynodontas11 yıl önce
-
-
-
-
-
Wellness Weekend is great as a gift12 yıl önce
-
-
Making music in the winter12 yıl önce
-
GROUND ZERO12 yıl önce
-
-
-
-
-
-
ONCA ET13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Rejected13 yıl önce
-
-
-
-
-
Şirazesi Bozuklar14 yıl önce
-
-
-
Dolduuuu :D14 yıl önce
-
-
-
Taşınıyoruz!14 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Seninki kaç santim? - Greenpeace14 yıl önce
-
-
-
NTV TARİH / EKİM 201014 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Etiketler
- futbol (2111)
- nba (1023)
- basketbol (925)
- forma (749)
- retro (358)
- galatasaray (346)
- nerden nereye (314)
- çıkartma (228)
- barcelona (204)
- kitap (180)
- falan filan (154)
- imaj (129)
- medya (107)
- hayat (99)
- müzik (99)
- san antonio spurs (77)
- fenerbahçe (67)
- güzel formalar (63)
- real madrid (56)
- çeviri (55)
- video (51)
- Beşiktaş (45)
- dünya kupası (45)
- blog (41)
- güzel ikili (38)
- notlar (36)
- transfer (36)
- siyaset (35)
- jenerik (33)
- los angeles lakers (33)
- playoffs (31)
- rap (31)
- sözlü tarih (31)
- euro 2012 (28)
- maskot (25)
- tv (22)
- tbl (21)
- tarih (20)
- dime (18)
- euroleague (18)
- internet (18)
- ncaa (18)
- dergi (17)
- diğer (17)
- güzel (17)
- Kobe (15)
- din (15)
- formula 1 (14)
- tribün (13)
- dizi (12)
- draft (12)
- euro 2008 (12)
- iğrenç formalar (12)
- premier league (12)
- sinema (12)
- kayıp formalar (11)
- baykerahet (10)
- hakan günday (10)
- trabzon (10)
- wnba (10)
- all star (9)
- nfl (9)
- şampiyonlar ligi (9)
- edebiyat (8)
- euro 2016 (8)
- taraftar (7)
- the book of basketball (7)
- bisiklet (6)
- eurobasket 2011 (6)
- kıyamet alametleri (6)
- olimpiyatlar (6)
- tdf (6)
- atletizm (5)
- kitap için (5)
- mizah (5)
- nostalji (5)
- timmy (5)
- lig (4)
- miami heat (4)
- voleybol (4)
- Arda Turan (3)
- Tsubasa (3)
- aforizma (3)
- atar (3)
- direniş (3)
- fantazi lig (3)
- hakem (3)
- obstage (3)
- oyun (3)
- röportaj (3)
- caps (2)
- deron williams (2)
- gezi (2)
- kültür (2)
- lebron (2)
- stat (2)
- tenis (2)
- 2014 (1)
- Rook (1)
- Rookie (1)
- ali sami yen (1)
- and1 (1)
- boks (1)
- brooklyn (1)
- dallas (1)
- doping (1)
- fiba 2010 (1)
- filenin sultanları (1)
- giyim (1)
- gurme (1)
- hip-hop (1)
- howard (1)
- ismet özel (1)
- kadın voleybol (1)
- kurgu (1)
- kırmızı (1)
- mark cuban (1)
- mhk (1)
- mlb (1)
- otomobil (1)
- shaq (1)
- son (1)
- tff (1)
- ultrAslan (1)
- west ham (1)
- world grand prix (1)
- İngiltere (1)
Nerden Nereye 123
Gönderen
L
on 3 Ağustos 2013 Cumartesi
Etiketler:
futbol,
nerden nereye
/
Comments: (1)
Genco
Gönderen
L
on 2 Ağustos 2013 Cuma
Etiketler:
fenerbahçe,
forma,
futbol
/
Comments: (0)
Bu sezon genel olarak kaliteleri bayağı bir düşse de, kaleci formalarının (en az) birinde bu tek renk armaya devam etmeleri önemli. Sarı ve gri ortaklığının boğuk bir manzara oluşturması bile çok mühim değil yani, o kadar. Acaba önümüzdeki sezon da -mesela- 3. formada görür müyüz?
Bulabildiğim en iyi fotolar bunlar, üzgünüm.
Faruk
Fenerbahçe'nin 3. forma sorunundan onlarda da var -kısmen bizde de var da çaktırmayın şimdi. İkinci beyaz tamam da, sonrası? Geçen sezonkini "bir bordo, bir mavi" olarak sayabilirdik de, bu olmaz. Hele geçişliye hiç bulaşmasalar eyiydi. Onlar da mı siyahı denese acaba? Yine de toplam adedi üçte tutmaları iyi. Eskisi gibi gereksiz formalar yok.
Fotoları ilk gördüğümde "lan bu çubukluda eski bir formaya gönderme var gibi" diye içimden şöyle bir geçirmiştim. Demek ki iyi yansıtmışlar bunu. Şurada görebileceğiniz gibi, çubuklu, kulübün efsane döneminden bir çubuklunun "modern" versiyonu.
Rapsodi
19 Haziran 2011'de Iron Maiden'ın Küçükçiftlik Park'taki konserine gidip hayatımın en güzel gecesini yaşadıktan sonra en sevdiğim grubun Türkiye'ye bir kez daha geleceğini, hem de bu sefer stadyum konseri vereceğini duyunca çok sevinmiştim. Arkadaşlarla biletlerimizi aylar öncesinden aldık ve en sonunda konser günü geldi.
Organizasyon şöyleydi, seyirciler şöyleydi falan o muhabbetlerden pek hazzetmiyorum, çok da umrumda değil zaten. Iron Maiden gelmişken içeride 33'lük suyun 3 liraya satılmasını takmıyorum, takılmasını da çok önemsemiyorum. Seyirci sayısı hakkında pek bir fikrim yok, gelenlerin de önemli bir kısmı çoğu şarkıda anı yaşamak yerine telefonları, ipadleri çıkarıp kayıt yapmaya ve fotoğraf çekmeye çalıştıkları için hepsinin amk diyorum sadece.
18:30 gibi girdik stada, Voodoo Six çalıyordu ama kimse pek umursamadı. Daha sonra Anthrax 7 şarkı çaldı, onların da kitleyi en çok heyecanlandırdıkları an T.N.T. çalmalarıydı (organizatörlere sesleniyorum). 20:46 gibi, önceki konserde de olduğu gibi hiçbir gecikme olmadan Doctor Doctor duyuldu. Sonrasında ekranda buz dağlarının parçalandığı muhteşem bir intro ve Moonchild ile sahneye uçarak giren Bruce Dickinson. Sonrasını hatırlamıyorum, 1 saat 45 dakika sonra uyanmışım (demeyeceğim tabii ki).
Daha sonra Can I Play With Madness geldi, The Prisoner son 2-2.5 aydaki gündeme muhteşem uydu; ama asıl açılışı 2 Minutes to Midnight yaptı, etrafta kendinden geçmeyen çok az sayıda kişi vardı. Afraid to Shoot Strangers'tan önce Bruce ilk kez konuştu, "buradaki konserlerin iptal edildiğini duyduk, ama unutmayın, Iron Maiden hiçbir şeyden korkmaz" tarzı bir konuşma yaptı. Daha sonra konuşmaya devam edecekti tabii ki ama tezahüratlarla kesildi, keşke kesilmeseydi. Afraid to Shoot Strangers'ın solosunu canlı canlı dinleyebilmek gecenin en güzel anlarından biriydi, burada videosu var:
Sonra çıta iyice yükselmeye başladı, The Trooper ve The Number of the Beast geldi, doğal olarak "Scream for me Istanbul" ve "Scream for me Turkey" de. Zaten Eargasm olmuşken arkasından gelen The Phantom of the Opera, Steve Harris'in o inanılmaz bassı, vitesi düşürmeyip Run to the Hills'e geçmeleri, Wasted Years ile benim için konserin doruk noktasına ulaşılması muhteşemdi. Seventh Son of a Seventh Son'da her zamanki gibi muhteşem bir sahne şovu geldi, The Clairvoyant takip etti ve herkesin beklediği an Fear of the Dark... Bruce'un Fear of the Park dediğine dair söylentiler var ama baya bir saçma geliyor bana, demesine de gerek yok zaten. Fear of the Dark'ı iki kez canlı dinleyebilmiş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Iron Maiden ile içeri geçip encore'a Aces High ile döndüler, The Evil That Men Do ile ses tellerimizi tamamen feda edip Running Free'ye sessiz eşlik edebildik.
Seyirciyle çok fazla samimi olmadan geldiler, şovlarını muhteşem bir şekilde yapıp gittiler. 2011'deki konserden setlist ve performans bakımından çok daha iyiydi. Bruce 1 saat 45 dakika boyunca sürekli koştu, sürekli zıpladı, bir kez bile sesi kesilmedi. Steve Harris yine muhteşemdi, yine kendimizden geçirdi. Dave Murray ve Adrian Smith soloları stüdyo kaydı gibi çaldı, Janick Gers her zamanki gibi koştu, gitarını salladı, havaya attı, Eddie'ye sataştı. Nicko McBrain'i doğal olarak ekran dışında göremedik, ama ekranda gördüğümüzde de yine manyak gibi gülerek çalıyordu (sgklşdjg). Belki de Türkiye'ye son kez gelmişlerdir, bilemiyorum ama ne zaman gelirlerse gelsin tekrar gideceğimden eminim. Çünkü konserden tıpkı iki sene öncesindeki gibi ses tellerim olmadan ama dünyanın en mutlu insanlarından biri olarak ayrıldım.
Nerden Nereye 122
Gönderen
L
on 26 Temmuz 2013 Cuma
Etiketler:
fenerbahçe,
futbol,
galatasaray,
nerden nereye
/
Comments: (2)
Creed
Bir kere bu çok ilginç. Umarım sezon içinde de görürüz. Fakat... Buna rast geldikten sonra bakınırken, şu haberi gördüm. Formalar belirlenmiş "gibi". Geçen sezonki hataya da düşmüşler sağolsunlar. Bizim mallarla aynı... da bu ne ayak acaba.
Yarım gün sonrası editi: İlk olarak yorum atan arkadaşlara teşekkürler. Şu geçen sezon karşılaştıkları St Johnstone'la kardeş takım olmalarıyla alakalı bir meseleymiş. Onlar geçen sezon evey formayı kırmızı-siyah seçince, Eskişehir de böyle bir karşılık vermiş. Ligde de giyseler bari lan. Üstat da bahsetmiş blogunda zaten, kaçırmışız. Affetsin.
Performans Geliştiricileri Sorgulama Cesareti
Birazdan okuyacağınız yazı, yaklaşık beş ay önce yazılmıştır. Aklınıza gelebilecek ilk soru neden bu kadar eskimiş gibi bir yazıyı çevirip buraya koyduğumuz olabilir... Maalesef, yazı pek eskimiş sayılmaz. Okumaya devam etmeniz halinde hakkında daha da etraflıca fikir sahibi olacağınız medyanın, izleyicinin ve sporcuların yakalanmış ya da yakalanmamış dopinge karşı gösterdiği tavırda, yaşanan önemli olaylara ve skandallara rağmen, belirgin bir değişiklik olduğu söylenemez. Doping skandalları, bisikletten futbola, atletizmden beysbola pek çok spor için zikredilmeye ve yaşanmaya başlamışken Bill Simmons'ın konu hakkındaki fikirlerinin ve Amerika'ya özgü sporlarda yaşanan olayların öne çıkarılması adına çevirinin konu hakkında yararlı olacağını düşündük. Keyifli okumalar!
Kendimle uzun süre önce bir
anlaşma yapmıştım: Köşemde yazdıklarım, arkadaşlarımla tartıştığım şeylere yer
verecekti. Geçen hafta, bunun artık pek böyle olmadığını fark ettim. Kişisel sohbetlerimle Grantland ya da ESPN için yazdığım şeyler arasında bir ayrım
oluşmuştu. Temelde iki farklı kimliğe bölünmüştüm: Sporsever Ben ve ESPN Ben.
Sporsever Ben, dürüsttü ve içinde
bulunduğu durumdan bıkmıştı. Herkese şüpheyle bakıyordu. Sporsever Ben,
"sence doping yapıyor mudur," sorusu etrafında şekillenen
tartışmalara giriyor, bu soruyla ilgili e-posta zincirleri içinde kalıyordu.
Sporsever Ben, sporcuların yüz ve çene yapılarını Google'lıyor, vücut
ölçülerini araştırıyor, sonra bulduğu öncesi/sonrası konulu fotoğrafları
"ŞUNA BAKSANA" başlığı atarak arkadaşlarına gönderiyordu. Sporsever Ben,
"içgüdüsel pislik detektörüne" güvenmeyi öğrenmişti. Bu sayede, insanüstü
ya da sıra dışı gözüken her türlü başarıyı sorguluyordu. Sporsever Ben, böyle
hissetmekten nefret ediyordu ama böyle hissediyordu ve bunun başka bir yolu
yoktu.
ESPN Ben, kafasını kuma gömüp bu
konuda hiçbir şey söylemiyordu.
ESPN Ben, kendisinin de
inanmadığı hikâyelerin peşine düşüyordu.
ESPN Ben'in birazdan okuyacağınız
iki e-postayı yayınlayacak cesareti yoktu. İkisi de posta kutumu kontrol ettiğim
son dört seferde de gözüme çarpmıştı. Her seferinde, e-postaları (ve onlara
verdiğim cevapları) köşeme koymaktan son dakikada vazgeçmiştim.
1 numaralı e-posta (Concord, North Carolina'lı David B.'den): Neden
hiç kimse Ray Lewis'in triseps kasındaki sakatlıktan mucizevi bir şekilde
iyileşmesini sorgulamıyor? 37 yaşında olmasına rağmen, en az 6 ayda dönülen bir
sakatlığı 10 haftada atlatmakla kalmadı, iyileştiğinden beri sakatlık
öncesinden daha iyi oynuyor. Spor 'gazetecileri' (daha yeni beysbol Hall of
Fame oylaması meselesi olmuşken ve Lance steroid kullandığını açıklamışken) hatalarından
ders çıkarmayı hâlâ öğrenemedi mi? Yoksa sporun kendisi gerçeğin kendisinden
daha mı önemli?
2 numaralı e-posta (Forth Worth, Texas'lı Ben Miller'dan): Super
Bowl devre arası şovunda, Beyonce yerine orta sahada, doping numunesi kabına işeyen
Adrian Peterson olması gerekmiyor mu? Daha şimdi insanüstü beysbol
yıldızlarının çok eski rekorları paramparça ederken, hepimizi aptal yerine
koyduğunu yeni fark ettiğini söyledin. Peterson, spor içindeki fiziksel olarak
en zorlayıcı pozisyonlardan birinde oynamasına karşın, ön ve orta bağları
parçalandıktan 12 ay sonra, 28 yıllık bir rekoru kırmanın eşiğinden döndü.
Adamın inanılmaz çalışma ahlakına saygı ve sevgi duyuyorum ama McGwire'ın
rekorunu bir düşün. Şimdi, bir de onun göğüs kaslarından biri 12 ay önce
parçalanmış bir oyuncu tarafından tekrar edildiğini düşün. Bu şekilde bile
olmuş olsa gerçek dışı olduğunu düşünürdük. Belki de soğuk bir duş almalı ve
bu konuda köşende bahsetmelisin.
Bu ufak hikayenin "çirkini," Ray Lewis.
Sporsever Ben, Kasım ve Aralık
aylarının çoğunu Lewis/Peterson meselelerini arkadaşlarıyla ve meslektaşlarıyla
tartışarak geçirdi. Doğal olarak, bu e-postaları yayınlamak istiyordu. ESPN
Ben, bunları reddetti. Net bir kanıt olmadan bu konuda spekülasyon yapmanın
adil olmayacağını düşünüyordu. Sürekli devam eden doping spekülasyonları, bilet veya çakma forma almak kadar sporseverlerin hayatının büyük bir parçası haline gelmiş olsa
bile… İşte, bahsettiğim ayrım burada başlıyordu.
Miami New Times ve Sports
Illustrated'ın, Amerikan futbolu ve beysbolundaki
doping düzeni hakkında yaptıkları bomba haberlerden ve Anti Doping Ajansı'nın
yasaklı maddeler listesine aldığı geyik boynuzu spreyiyle ilgili şakalar yapılmadan
önce bile, Ray Lewis'in parçalanmış trisepsinin ilahi bir mucizeyle
iyileşmediğine emindim. Ama bunun hakkında hiç yazmadım. İmalarda bulundum,
etrafında dolaştım, şakalar yaptım, ama hiç açık bir şekilde yazmadım. Peterson'la ilgili esprilerden uzak durmamın
ise bir sebebi vardı: Efsanevi geri dönüşünü (ve tarihe geçen harika sezonunu)
akla yatkın buluyordum. Peterson, doğası gereği biraz ilginç biriydi ve Dr. James Andrews'un
söylediklerine bakılırsa, altı NFL sezonu geçirmiş bileğinin iç kısmı iyileşme
sürecinde yeni doğmuş bir bebeğinki kadar sağlam hale gelmişti. Peterson'ın
eski formunu kazanması, Peyton Manning'in dört boyun ameliyatından sonra, 36
yaşında eski günlerine dönmesi kadar "aydınlatıcıydı" aslında.
Ama yine de, Adrian Peterson'ı seviyordum. Futbol topunu taşıması,
benim için geçen yılki en heyecan verici şey sayılırdı. Kahramanın sakatlanıp
bütün tahminleri boşa çıkartarak eskisinden daha iyi (ve beklenenden daha
çabuk) döndüğü spor filmi temalı hayal dünyamda yaşamayı seviyordum. Birisinin oynadığı pozisyondaki diğer herkesten belirgin
biçimde daha iyi olabileceği düşüncesine inanmak istiyordum. Bir gün,
torunlarıma "evet, ben Adrian Peterson oynarken oradaydım" diyebileceğim
düşüncesi hoşuma gidiyordu.
Bunun yerine, bir gün Peterson'ın
etkileyici sezonuna bakıp "Tanrım, nasıl FARK EDEMEDİK? Ne kadar
aptalmışız böyle" diyecek miyim? Bence, demeyeceğim.
Ama bundan da emin değilim. Ve asıl sorun bu. Artık şüphe altında olmayan bir zafer yok. En azından sporda yok.
Çok fazla insan bundan çıkar sağladı. Geriye hiçbir zafer kalmadı.
*
Birkaç hafta önce, Beysbol Hall of Fame oylama süreci geride
kaldı ve bu seçkin kulübe yeni bir isim eklemeyi başaramadık. Seçebileceğimiz
bir kişi bile bulamadık. Hatırlatayım, tarihin en iyi dış saha oyuncularından
biri, tarihin en iyi baş atıcılardan biri,
tarihin en görkemli vurucularından ikisi, tarihin en iyi ofansif birinci kale oyuncularından
biri, tarihin gelmiş geçmiş en iyi ofansif tutucusu, 500 sayı vuruşu yapmış
büyük oyunculardan biri ve kaleye tarihteki 17 oyuncu hariç herkesten daha çok
ulaşmış bir oyuncu seçilebilir durumdaydı. Hiçbiri, Hall of Fame'in evi
Cooperstown'a gidemedi. Bunlardan beş oyuncuya, geçmişte yaptıklarının bedelini ödetiyorduk – bizi aldatmışlardı,
hayal kırıklığına uğratmışlardı, acı çektirmişlerdi. İkisi, dolaylı kanıt
sebebiyle elenmişti – doping yaptıklarından neredeyse emindik, ve kendilerini
inandırıcı bir şekilde savunamadıklarından dışarıda kalmışlardı. Kalan son adam
da diğer yedisine olan öfkemizden ve birkaç düzine kendini beğenmiş beysbol
yazarı, artık var olmayan bir hayal dünyasını inatla korumaya çalıştığından seçilememişti.
Yankees'in kahramanıyken dopingli çıkan Alex Rodriguez
Gerçekten de, o kendini
beğenmişleri yönlendiren şey, beysbolda yaşanan steroid patlaması sırasında yapmadıklarımızdan doğan suçluluk
duygusunun kalıntılarıydı. Oyuncuların şişmiş kafalarını ve kırışan bisepslerini
görmezden gelmiştik. Sayı yapmalarındaki açıklanamaz(!) artış bile bizi
uyandıramamıştı ya da 37 yaşındaki bir vurucunun birden bire 50'den fazla sayı
atışı yapmaya başlaması bile kafamızı karıştırmamıştı. Görmemek için başka
tarafa bakmakla kalmadık, kafamıza koca çuvallar geçirip göz kapaklarımızı koli
bandıyla çevirdik. Ve biz, hiç ileri adım atmadığımızdan, bu açıkgöz sik
kafalılar beysbolu kirletti ve en kutsal özelliklerinden birini mahvetti:
Beysbol sekiz nesil oyuncunun istatistikler ve rekorlarla birbirine bağlandığı
tek spordu. Buyurun, bakın.
Bu liste, artık öldü. Hiçbir
anlamı yok. McGwire'ın nesli, sayıları basit bir oyun içeriğinde
anlamlandırmayı sonsuza kadar imkânsız hale getirdi. Ve yol açtıkları zarar
bundan ibaret de değil. Geçtiğimiz Noel arifesinde, oğlum ve kızım Noel Baba
kurabiyeleri yaptılar, ona bir mektup yazdılar, ren geyikleri için dışarıya dört
tane havuç bile bıraktılar. Onları yatırırken şöyle düşünüyordum: Keşke hep böyle kalabilseler. "Böyle"
ile kastettiğim şuydu: Keşke bazı
şeylerin gerçek olmadığına dair bariz kanıtlar varken, gerçek olduklarına körce
inanabilseler. Her nedense, bu düşünce aklıma Lance Armstrong'u getirdi.
Hiç fark var mıydı ki? Çocuklarımızın Noel Baba'sı vardı, bizim Lance'imiz,
Barry'miz, A-Rod'umuz ve diğerleri vardı.
*
Lance, birkaç hafta önce Oprah'nın şovunda "En Kendini Beğenmiş ve Pişmanlık Duymayan Puşt" dalında Yılın Sporcusu ödülünü kazanırken, herkes onu parçalara ayırmakla meşguldü. Çünkü böylesine alışmıştık. "Aksi kanıtlanana kadar masumdur" ezberine programlı zihinlerimiz, canımız yanana kadar çalışıyordu. Peki, canımız yanınca? İşte o zaman, sadece o zaman, fikrimiz değişiyordu. Nixon, Watergate hakkında yalan söyledi, asla affetmedik. Clinton, Lewinsky hakkında yalan söyledi, yıllar boyu affetmedik. Sayısız beysbol yıldızı doping yapmalarıyla ilgili yalan söyledi, Hall of Fame'e girmelerini engelledik. Lance, mümkün olan her şey hakkında yalan söyledi, onu iyilikten başka bir şey bilmeyen bir kahramandan devrik bir firavuna dönüştürdük. Biz, yüzümüze karşı yalan söyleyen insanlardan nefret ediyoruz.
"Puşt." Ehm... Simmons'ın deyimiyle.
Peki ya, kafanı indirip doping
yapmaya devam edersen? Bu birazcık daha karmaşık. Bu açıdan biz de
kabahatliyiz. Müthiş maçlar ve müthiş anlar gelmeye devam ettiği sürece
görmezden gelmeye yatkınlığımız var. Ve durum sadece performans yükselticilerle
ilgili değil.
Kolej takımı koçlarının,
oyuncuların eğitimi umurlarındaymış gibi konuşup sonra "olmuş"
oyuncularla şampiyonluk kovalamasını görmezden geliyoruz. "Çocuklarla
aralarındaki bağ" hakkında atıp tuttuktan sonra biraz daha para için o
"çocukları" sepetlemelerini görmezden geliyoruz.
NCAA'in tıpkı yönettiği koçlar
gibi yalancı ve kirli olduğuna dair inandırıcı delilleri görmezden geliyoruz.
FIFA'nın Dünya Kupası ev
sahipliği için rüşvet kabul ettiği gerçeğini veya NFL'in sarsıcı bir tazminat davası ufukta
gözükmeden, oyuncuların güvenliğiyle gerçekten
ilgilenmediğini görmezden geliyoruz.
Steroidlerin müthiş yardımı
olmasa büyük olasılıkla play-off'a giremeyecek beysbol takımlarının World
Series'i kazanmasını görmezden geliyoruz.
NFL oyuncularının dört maçlık doping
cezalarından yırtması için her türlü bahaneyi üretmekte özgür olmasını ya da
David Stern'ün, performans artırıcı ilaçların NBA oyuncularına nasıl bir
yardımı olacağını anlayamadığını söyleyen açıklamasını görmezden geliyoruz
(tabi canım, ne yardımı olacak ki?).
NBA'in kendine özgü Noel Baba
serisini sürdürmesini görmezden geliyoruz: Dünyanın en iyi atletlerinin en
yüksek seviyede rekabetine sahne olan atlamalı zıplamalı sporlar içerisinde,
bir tek NBA, tek bir yıldızını bile performans yükseltici ilaçlar almaktan
cezalandırmadı. Tabi canım, çünkü yüzlerce rekabet manyağı, dev egolu yıldızın
yüz milyonlarca dolarlık pastadan pay almak için cirit attığı bu ligde,
hiçbirinin kazanmak için hile yapmış olması mümkün değildi.
Doktorlar, "eğer düzenli
sürelerde kan örnekleri alırsak sahtekârları yakalamamız 100 kat daha kolay
olur," dese de MLB, NFL, NBA ve NHL oyuncu birliklerinin saygın
sporlarında kan testi uygulanmasına izin vermemesini görmezden geliyoruz.
Yakın zamanlardaki en sevdiğim
"görmezden gelme" örneği ise şu: Juan Manuel Marquez, Manny
Pacquiao'yu üç maçta dövüştükleri 36 round'un ardından bir kere bile yere
serememişti. Son dövüşlerinden önce, 39
yaşındaki Marquez, adı kötüye çıkmış bir güç ve kondisyon koçu olan Angel
Heredia'yla işbirliği yaptı (isminin yanına "PED" (performans
yükselticiler) yazıp Google'layın, çok eğlenceli bir 10 dakika olacak). Marquez, Vegas'a öyle formda geldi ki
sıkletinin ağırlık sınırının iki kilo altında
kaldı. Maçın başında attığı acımasız bir yumrukla Pacquaiıo'yu yere serdikten
sonra, birkaç round ardından aniden yaptığı atakla görülmüş en müthiş galibiyet
yumruklarından birini atarak rakibinin işini bitirdi. Biz ne yaptık? Bu dövüşü
yuttuk, oturma odalarımızda toplandık. Şaşkınlıktan çığlıklar ve tweet'ler
attık, birbirimize mevzunun YouTube kliplerini gönderdik. Marquez maç
sonrasında yapılan doping testini geçtiğinde –ki, beyni dumanlanmaktan jöleye
dönmüş bir Keith Richards bile o testi geçebilirdi- herkes olanı biteni
unutmuştu.
Şuna emin olabilirsiniz:
Tanıdığım her boks izleyicisi, Marquez'in şansını artırmak için performansını geliştirdiğinden emin. Ama
sorun şu: kendi aramızda konuştuklarımızla herkesin içinde konuştuklarımız
arasında hiçbir ortak nokta yok ve bu sadece sporla değil, her şeyle ilgili bir
durum. Eğer bir halk figürü olarak kırıcı bir şey söylerseniz, size özür
diletene kadar emdiğiniz sütü burnunuzdan getiririz. Yok, Youtube'da,
Reddit'de, herhangi bir forumda isimsizliğin koruması altında konuşuyorsanız hiçbir
sorun olmaz. Neyiz biz? Neredeyiz? Bu sorulara bir cevabımız var mı? Chuck Klosterman'ın bu hafta Royce White
hakkında Grantland'e yazdığı harika yazıda, sosyal medyayla ilgili etkileyici
bir tespit bulunuyor:
Sosyal
medyadaki insanların sadece bilgisayar başındaki birileri olduğunu düşünmek
istiyoruz ama bu, yan komşumuz olabilecekleri gerçeğini değiştirmiyor.
Bilgisayar ekranı karşısındaki bu insanlar okullardalar, hastanelerdeler,
Washington'da çalışıyorlar. Bunlar gerçek insanlar. Rahatsız edici bir şeyler
olduğunu itiraf etmemiz için daha kaç tane olay yaşanması gerekiyor? Bence bir tek kişinin bile "Siktir git,
kendini öldür" diye tweet atması rahatsız edici. Peki bu tip tweet'in binlercesi, yüz binlercesi geliyorsa? Ben ciddi ruhsal bozuklukları olan ve bu
konuda yardım almayan birçok insan olduğunu düşünüyorum. Çünkü Twitter
sayfalarına giriyorum ve görüyorum ki o mesajlar sadece bana gönderilmiyor. Pek
çok insana benzer şeyler yazıyorlar.
Ve buradan itibaren işler biraz
karışıyor. Bir blog'unuz, köşeniz, podcast'iniz, radyo programınız ya da
devamlı bir televizyon programınız varsa çoğunluğun iyiliğini dikkate almanız
gerekiyor. İnsanların son zamanlarda ESPN'den şikâyet etme sebeplerinden bir
kısmı abartılı ve maksatlı, bir kısmı bazı açılardan haklı, bir kısmıysa
reddedilemeyecek biçimde haklı. Kanalın çalışanı Rob Parker'ın siyahi oyuncu
Robert Griffin III hakkında Afro-Amerikan toplumunun bir bölümünü temsil
ettiğini iddia ederek yaptığı yorumlar buna güzel bir örnek (Parker, Griffin'in
siyah olmasına rağmen siyahi toplumun bir parçası olmadığını iddia etmiş ve onu
bir "sahte kardeş" olarak nitelemişti). Yorumcu, düşüncelerini isabetli ya da
duyarlı bir biçimde ifade edemediğinden, hak ettiği tepkiyi çok çabuk bir
biçimde aldı. Önce programı First Take yayından
alındı. Daha sonra işinden olması kimseyi şaşırtmadı. Peki ya aynı programda
şöyle bir sohbet gerçekleşseydi?
Konuşan Kafa No. 1: "Son
yirmi yılda o kadar çok sporcu bizi hayal kırıklığına uğrattı ki şu an
Peterson'ın veya Lewis'in geri dönüşlerine bakıp kuralları deşip deşmediklerini
merak etmemem mümkün değil."
Konuşan Kafa No. 2: "Yani,
senin için doping testini geçmiş sayılmazlar?"
Konuşan Kafa No. 1: "Aynen
öyle. Atletlerin kullandığı performans geliştiricilerin belli olup olmaması,
bir sporu takip etmenin doğal bir parçası oldu. Ve artık bu programda da
konuşulması normal karşılanmalı."
Konuşan Kafa No. 2 [aniden
ürker]: "Ne demek istiyorsun?"
Konuşan Kafa No. 1: "Diyorum
ki, nasıl bir oyuncunun takas edilmesi gerekip gerekmediği, iyi oynayıp
oynamadığı gibi şeyleri tartışabiliyorsak, doping yapıp yapmadıklarını da
tartışmalıyız. Daha demin yeşil odada Lewis'in doping yapıp yapmadığını
tartışıyorduk, unuttun mu?"
Konuşan Kafa No. 2 [sıçmış
durumdadır]: "O sırada kayıt dışındaydık ama…"
Konuşan Kafa No. 1: "Boş ver
kaydı kuydu. Bunu konuşmamız gerekiyor. Peterson gibi bir sporcu hakkında bu
konuyu konuşmamız doğru mu? Bence doğru. Bence, o bir profesyonel atlet olarak,
düzinelerce meslektaşının doping yapıp ya yakalandığı ya da yakalanmadığı bir
dünyada yaşıyor, doping testlerinin dikkatsizce yapıldığı bir spor yapıyor. BU DURUM ARTIK SPORUN BİR PARÇASI HALİNE
GELDİ! Öyle değilmiş gibi davranıyoruz ama öyle. Kimden saklanıyoruz? Kimi
koruyoruz? Peterson'ın doping yapıp yapmadığını ya da Dickerson'ın rekorunu
kırıp kıramayacağını merak etmenin farkı nedir ki? İki durumda da bir şekilde
spekülasyon yapmıyor muyuz? Evet, yapıyoruz! Bu programın amacı bu! OLAYLAR
HAKKINDA SPEKÜLASYON YAPMAK!!!!
Böyle bir sohbetin televizyonda
yayınlandığında şahitlik etseniz nasıl hissederdiniz?
İlk düşünceniz, "işte televizyon diye ben buna derim" olurdu.
İkinci düşünceniz, "bu arkadaş kovulacak, hem de hemen" olurdu.
Üçüncü düşünceniz, "bu YouTube'da üç gün içinde 100 milyon kere
izlenir" olurdu.
Ve yaklaşık 10 dakika sonra,
dördüncü düşünceniz, "aslında adam
bazı konularda haksız sayılmazdı" olurdu.
*
Performans geliştirici ayrımı.
Bu ifade hakkında bir kez daha
düşünün. Artık spor takip etmenin temel parçalarından biri değil mi? Neden
itiraf etmiyoruz? Eğer "kesin hile yaptı" ve "neredeyse kesin
hile yaptı" diye düşündüğünüz atletleri alt alta yazarsanız, elinizde bir spora en çok etki etmiş sporcuların listesi kalacak. Kendi içlerinde bir Hall
of Fame bile oluşturabilirsiniz. Bu yüzden verdikleri zararlar kolay geçmiyor. Bu
yüzden performans geliştirici ayrımı
ya da yukarıda bahsettiğim kopukluk gibi durumlar var. Ne zaman bir sporcu herhangi bir sakatlığı
beklenenden kısa sürede atlatsa, içten içe meraklanıyoruz. Ne zaman bir sporcu
yaşlanma sürecini doğaüstü bir biçimde yenmeyi başarsa, içten içe şüphe
ediyoruz. Ne zaman bir süper yıldız atletik olarak gerçek gözükmeyen seviyelere
çıksa, içten içe bu seviyeye gelmek için hile yapmamış olmasını diliyoruz.
Peterson hakkında gelen
e-postalara, performans geliştirici ayrımı çerçevesinde cevap vermeyi
planlamıştım, Marquez ve A-Rod gibiler Peterson'ın gerçekten inanılmaz
geri dönüşünü şüphe duymadan karşılamamızı imkânsız hale getirmişti.
"Gerçekten inanılmaz" lafı geçmişte çok fazla canımızı yaktı. Şimdi
ise bu durumdayız. Merak ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Kasım ve Aralık'ta
Peterson'ın yaptıklarının "kurallara uygun" olup olmadığını sorgulayan 700'e
yakın e-posta aldım. Bazıları komikti, bazıları endişeliydi, bazıları
deliceydi. Hepsi beni düşündürdü.
Peterson'ın Oklahoma'daki kafa
fotoğraflarıyla Minnesota'dakileri karşılaştırdım mı? Evet. Bunu yaparken de
çok ezik hissettim. Bundan başka bir arkadaşıma bahsedene kadar…
"Aaa, evet, ben de
yaptım," dedi. "Herkes bunu yaptı. Bunun için bir site olmalı.
Sporcuların kafalarını öncesi/sonrası diye fotoğraflarla göstermeli. Hepsini
tek bir yerde toplamalılar.
Ben de kendimi kafa sallarken
buldum. Gerçekten bu site fikri harikaymış.
Adam haklı.
Bu beni kötü bir insan mı yapar? Mahvolmuş
durumda mıyım? Grantland ofisinde kendi aramızda sürdürdüğümüz bir şaka var: Adını
"Kaba İşeyecekler Listesi" koydum. Bu liste hakkında hiç yazmadım
çünkü ESPN Ben (bu kez akıllıca bir hareketle) Sporsever Ben'i engelledi.
Listeye girmek için çok bir şey yapmanıza gerek yok. En sevdiğim bazı sebepler
şöyle…
- En iyi formundayken anlamsız
bir bahaneyle (çok daha sıkı doping testlerinin yapıldığı) Olimpiyatlar'a
katılmazsan, listedesin.
- Bir önceki en iyi sezonundan
dört beş yıl geçip 30'larının sonuna gelmişken yeni en iyi sezonunu
geçiriyorsan, listedesin.
- Korkuluktan hallice cüssene
mucizevi bir biçimde 20 kilo kas ekleyivermiş zayıf bir arkadaşsan, listedesin.
- Çok ciddi bir sakatlığı bundan
bir yıl önce imkânsız gibi gözükebilecek bir sürede atlatmışsan, listedesin.
- Genç yaşlarında formda ve kaslı
bir vücudun varken yaşlandıkça olması gerekenden çok daha hızlı formdan
düşüyorsan, listedesin.
- Rakiplerine oranla insanüstü bir
dayanıklılık seviyesindeysen, listedesin.
Bazı durumlarda bu listede olman,
senin suçun olmayabilir bile. Aslında, bu listede olma sebebin yaşıt
meslektaşlarının yaptığı hatalar, medyanın kendini görmezden gelmeye
programlaması ya da "gerçekten inanılmaz" şeyler izlemenin bazı
bedelleri olduğunu öğrenmemiz. Bu listede olma sebebin, oyuncu birliğinin
görünüşte oyuncu haklarını korumak ama gerçekte yargılanmadan hile yapmak için
anlamsız doping kontrol kuralları koydurması. Bu listede olma sebebin, Amerikan
Başkanı'nın kendini büyük bir sporsever olarak tanıtıp sorumluluk almaması veya
oy tabanını riske etmek yerine bu sporların mahvolmasını tercih etmesi. Bu
listede olma sebebin, yaptığın sporda kan örneklerine doping testi yapılamaması,
biyolojik pasaport tutulmaması ya da adil yarışıp yarışmadığını öğrenmemizi
sağlayacak hiçbir uygulamanın söz konusu olmaması. Bu listede olma sebebin,
2013 yılına geldiğimiz halde kafamızı kumdan çıkarmamış olmamız.
*
Birazdan okuyacağınız anekdot
tamamen gerçektir.
NBA oyuncuları sezon içinde dört
kere doping testine girer. Dördüncü test, Ekim'le Haziran arasında herhangi bir
zamanda yapılır ama sonuncu test olduğu kesindir. Yani eğer 71nci maçtan önce
test yapılırsa, sezonun geri kalanında önün açıktır. NBA çevreleri içinde bu
durumun "dokunulmazlık kartı" olmasıyla ilgili yaygın bir espri de
vardır hatta: Dördüncü kaba işediğin gün, her şeyi yapmakta özgürsündür. Vücuduna
her ne istiyorsan sokabilirsin. Ot içip dumanlanmak mı istiyorsun? Yak bir
cigara. Play-off'ta dayanıklılığını artırmak için damarlarındaki kanı daha
temiziyle değiştirmek mi istiyorsun? Bas şırıngayı. Sonraki 10 hafta içinde
oynayacağın 25 sert play-off maçı için testosteron döngüsüne girmek mi
istiyorsun? Seni durduran bir sebep yok. Bu adamların ne kadar çok kazanmak
istediğini unutmayın. Avantaj sağlamak için ne yapabilirler? Ne kadarını göze
alabilirler? Ve neden onlara bu şansı veriyoruz?
Birazdan okuyacağınız anekdot
tamamen gerçektir.
Bütün sporcular yükseltilmiş
testosteron için teste sokulmaz. Bunu yapan liglerde ya da sporlarda da
doğuştan yüksek testosteron seviyesine sahip olanların hesaba katılması gerekir.
Tabii, bu eşik sandığınızdan daha yüksek tutulur çünkü biyolojik olarak aykırı
değerler temel alınır: Bazı atletler, ortalama bir insanın iki katı testosteron
seviyesinde olabilirler. Pekâlâ, diyelim ki testosteron değeri, ortalama eşiğin
üç katı çıksa bile dopingli kabul edilmeyen bir NHL oyuncususunuz. Bu da
demektir ki seviyenizi yukarı çekmesi için makul miktarda büyüme hormonu
kullanabilirsiniz, yeter ki ÇOK yukarı çıkmasın. Belki testosteron seviyenizi
üç katın hemen aşağısına çekebilirsiniz de. Sonuçta, bu da suç kabul edilmiyor!
Uzun süreli izler bırakmadan hormon seviyenizi küçük küçük artırabilen
patch'ler söz konusu. NFL oyuncusu olmayan ünlü bir sporcu, değerlerini kendi
"doğal eşiğine" yaklaştırmak için bir keresinde bunlardan birini
kullandığı sırada uyuyakalmış. Doğal olarak, değerleri olması gerekenden çok
daha yüksek çıktı ve yakalandı. Bu tip şeylerin daha sık olmaması sadece
inanılmaz.
Birazdan okuyacağınız anekdot
tamamen gerçektir.
Bertrand Berry ve Ty Warren'ın
trisepsleri parçalandığında iyileşmeleri altı ay sürdü. Arizonalı savunmacı
Levi Brown'un, Ağustos 2012'de aynı kası parçalandığında takımı Cardinals hemen
sezonu kapattığını açıkladı. Ray Lewis'in Ekim ortasında trisepsi parçalandığında
sezonun kalanında oynayamayacağını düşünüyorduk ama iki ay sonra sahalara
döndü. "İyileşmesinin" üçüncü ayı sırasında, Denver'a karşı
oynadıkları iki uzatmaya giden maçta 17 müdahale yaptı. Hava o gün -13
dereceydi. Lewis, 37 yaşındaydı.
Sonuç olarak, Lewis'in adının bu hafta ortaya
çıkan doping skandalına karışmasına kimse şaşırmadı. Super Bowl haftasını onun
hakkında konuşarak, hile yapıp yapmadığını merak ederek, yalan söylediğini
gösteren delilleri reddetmesini izleyerek, "rengeyiği spreyini"
Google'layıp sporun kendisinden başka her şeyi konuşarak heba ettik. O
anlar her zamanki gibi geçip gitti. Hiçbir şey değişmedi. "Sahte kardeşlik
sendromu" adını verdiğim; bazı spor medyası üyelerinin sorumsuzluğu,
ulusal medyaya mensup herhangi bir gazetecinin söz konusu ortamı sorgulaması
fırsatını heba etti. Böyle önemli bir konuyu ele almamız konusunda bize
güvenmiyorsunuz, güvenmemelisiniz de. Bize olan güveninizi pek çok kez boşa
çıkarttık zaten.
Sporcuların temiz kalmak ya da
kirli olmayı seçmek gibi iki seçeneği olmamalı. Oyuncu birliğinin arkasına
saklanmayı bırakmalılar ve oyuncu temsilcilerinin daha iyi doping kontrolüne karşı mücadele etmesine izin
vermemeliler. Hal böyleyken, Jalen
Rose'la beraber doğaçlama şekilde yapacağımız "Bu Yıl "Çişini Kapta Görmek
İstediklerim Takımınızda" Kimler Var?" podcast'inde isimlerinin
geçmemesi mümkün değil. Tekrarlıyorum, artık
gereken teknolojiye sahibiz. Temiz oyuncuların, kirli oyunculara karşı
rekabet etmesini engelleyebiliriz. Neden bu teknolojiyi kullanmıyoruz? Henry
Abbott'ın NBA ve performans geliştiricilerle ilgili yazısında dediği gibi, FIFA
sahtekârları yakalamanın tek başına en iyi yöntemi olan biyolojik pasaportu
2014 Dünya Kupası için uygulamaya koymuşken, NBA yönetimi oyuncularını neden
kan örnekleri üzerinde test yapmaya bile ikna edemiyor
NBA oyuncuları, kanlarınızda
bulabileceklerimizden bu kadar mı korkuyorsunuz? Böyle bir korkunuz yoksa
neden temsilcilerinizin böyle ürkek bir imaj vermesine müsaade ediyorsunuz?
Dünya çapında pek çok atletin doping yaptığı ortaya çıkıyorken, benden nasıl sahtekârlık
yapıp yapmadığınızı, merak ETMEMEMİ bekleyebiliyorsunuz? Don MacLean, Matt
Geiger, Soumaila Samake, Lindsey Hunter, Darius Miles, Rashard Lewis ve O.J.
Mayo: All-Star'a katılma sayıları toplam iki olan yedi isim. NBA'de performans
yükseltici ilaçlar kullanan oyuncu grubunun bu isimlerden ibaret olduğuna
inanmamı mı bekliyorsunuz?
Herkesin vücudunda ne var ne yok
görelim, olsun bitsin. Bence sizin için çok şaşırtıcı olurdu. Efsanelerinizin bir
bölümünün abartılmış eski madde bağımlıları olup olmadığını merak ederdiniz.
Beyin sarsıntıları gibi sakatlıklara bu kadar önem verirken büyüme hormonu,
steroidler ve ağrı kesiciler konusunda nasıl böyle cahil kalabildiğimizi
görünce kafanız karışırdı. NFL'de oyunculara Toradol verilirken imzalatılan
feragat neden daha çok dikkat çekmedi? Toradol'le büyüme hormonu arasında ne
fark var mesela? "Performans yükseltici" tam olarak ne anlama
geliyor? 95 mil hızındaki bir topu yakalamak için ölü birinin bağ dokularını kendinize
naklettirmenizde sorun yokken, aynı sonuçları almak için testosteron
kullanmanız nasıl kural dışı olabiliyor? Daha hızlı iyileşmesini sağlamak için
bileğinize kök hücre nakledilmesi amacıyla Almanya'ya gitmenizde sorun yokken,
dayanıklılığınızı artırmak için kanınızı daha iyisiyle değiştirmeniz neden
kural dışı sayılıyor?
Neyin doğru neyin yanlış olduğuna
nasıl karar verdik? Birbiriyle alakası olmayan bir grup kural rastgele uydurup
geçtik mi? En sevdiğimiz atletler neden sporlarının güvenilirliğini artırmak
için çaba göstermiyor? Amaç basit olmalı: tam şeffaflık. Amerika'daki her
profesyonel lig mümkün olan en iyi testlerle denetlenmeli. Nokta. Eğer
sporcular bunun adil olmadığını düşünüyorsa, ben de onlardan bir bölümünün hile
yapmasının adil olduğunu düşünmüyorum. Bu kadar.
Ben, Ray Lewis'in bir sahtekar
olduğunu düşünüyorum. Dolaylı kanıtlara, oyuncunun yaşına, seviyesinin üstünde
rekabet edebilmesine, yaşadığı sakatlığın geçmişine ve hızlı
"iyileşme" sürecinin pislik detektörümü elektrikli testere gibi
titretmesine dayanarak bu düşüncemin doğru olduğuna inanıyorum.
Sporcuların bizi getirdiği
noktada bir önceki paragrafı yazmakta haklı olduğuma inanıyorum. Daha iyi
doping testlerine ihtiyacımız var. Kan örneklerini test etmeye ihtiyacımız var.
Biyolojik pasaportlara ihtiyacımız var. Bu şeylere şu an ihtiyacımız var. Üç
yıl içinde değil. İki yıl içinde değil. Şimdi. Çünkü artık neyi izlediğimi bile
bilmiyorum.
Özel sohbetlerimizle herkesin
arasında konuştuklarımız arasındaki bu ayrımın yok olmasına ihtiyacımız
olduğuna inanıyorum. Profesyonel sporlarda hile yapılması salgın hastalık gibi
yayılıyor. Medya mensuplarının, çarpıcı biçimde yükselen bir performansın ya da
dikkat çekici şekilde hızlanan bir iyileşme sürecinin ardındaki sebepleri merak
etmesi doğal karşılanmalı. Bu konuları gündeme getirenler pislik muamelesi
görmemeli. Bunlar artık sporun bir
parçası.
Eğer hayatımı kazanmak için spor
yapsaydım, kaç milyon kazanacağımı, ne kadar ünlü olacağımı ya da kaç kere
şampiyon olacağımı önemsemeden performans yükselticilerden uzak duracağıma
inanıyorum. Buna inanmak hoşuma gidiyor. Gerçek şu ki gerçekte ne tercih
yapacağımı bilmem mümkün değil. Sizin de bilmeniz mümkün değil.
Ben, Adrian Peterson'ın doğal bir
şekilde iyileştiğine inanıyorum. Super Bowl'un devre arasında bir kaba
işediğini görmeme gerek yok. Sporsever Ben ve ESPN Ben bir tek bu konuda
anlaşabiliyor. Tabii, Beyonce'un konser vermesiyle Ray Lewis'in bir kaba işemesi
arasında seçim yapmam gerekse kaba işemeyi görmeyi seçerim. 21nci yüzyılda spora hoş geldiniz.
Veche
1. Basketbolla alakanız var, ve Hastasıyım Bu Oyunun'u henüz okumadınız mı? Yazık.
2. Hastasıyım Bu Oyunun, Kasım 2005 çıkışlı -4 baskı yapmış, buna şükür. Neden 7 seneyi aşkın süredir yeni bir kitap, bu tip bir çalışma gelmedi Kural'dan? Az-çok takip eden biri bile buna cevap verebilir taibii de, keşke devamı gelseydi. Şimdi aile, çocuk falan derken daha zor artık.
3. HesapKitap.com güzel site, faydalı site.. Takipte tutmanızı öneririm.
4. Kendileri şöyle bir set hazırlamış ve klasik yüzde elli indirim var bu set için de. Bu tip kitapların okuyanı-edeni belli sayıdadır. Umarım bu indirim sayesinde biraz daha adam faydalanır.
5. Mavi Ağaç Yayınları'na da naçizane teşekkür etmiş olalım ayrıca, bu vesileyle.
Tenure
Vermaelen'in kariyer çizgisi gayet doğru gidiyor.
Aradaki boşluğu tamamlaması için yapması gereken tek şey var: Manchester United'a transfer olmak.
Aradaki boşluğu tamamlaması için yapması gereken tek şey var: Manchester United'a transfer olmak.
Nerden Nereye 121
Gönderen
L
on 17 Temmuz 2013 Çarşamba
Etiketler:
futbol,
galatasaray,
nerden nereye
/
Comments: (1)
Kızartma
Mesela Steve Nash 1.91, Thierry Henry 1.88 boyunda. Şimdilik bir sorun yok di mi. Öyleyse şuna bakın.
Sahada takım arkadaşlarının arasında uzun kalan bir oyuncuyla, parkede o kadar uzun oyuncu arasında farketmekte zorlandığımız kısa adamın yanyana gelmesi adeta çocuklara verilen eğitici kitapların son sayfalarındaki "aşağıdaki filin kaç ayağı vardır" tarzı resimleri andırmıyor mu?
O değil de Yao çok erken bıraktı ya. Howard'ı da denize dökerdi hep. Özlüyoruz.
Bul
Roberto Carlos'un imza töreninde eline tutuşlturulan forma, aslen 2006-2007 sezonuna ait. O sezon Carlos hala daha Real Madrid oyuncusuydu. Varın siz düşünün artık.
Tour Sırası #3: Aydaki Adam
Sıcak olsun, uyuşukluk olsun, ailemle geçirdiğim zaman olsun, istediğim sıklıkla yazdırmıyor. Kusura bakmayın.
Mesaj açık: Peloton bugün aya çıkıyor. Ay benzetmesinin sebebi de fotoğraftan belli oluyordur. Mübalağa yapıyorum tabi, ama bisikletçilerin çekeceği eziyet en çok mübalağaya el veriyor. Kısaca, Tour tarihinin en yaman ve en efsanevi tırmanışlarından Mont-Ventoux bugün bizleri şenlendirecek, yarışçılara epey acı çektirecek. Sadece bu da değil. Sinema tarihinin en efsane insanlarından Walter Sobchek'in şurada belirttiği gibi, peloton azapla dolu bir dünyaya doğru gidecek yarından itibaren. Neden yaman? Neden efsane? Neden azap? Hepsini kısaca cevaplayacağız.
Öncelikle, Mont-Ventoux'ya bir arka plan verelim. Peloton ve yarış nereden geldi, nereye gidebilir bir bakalım: Sarı mayo, en yakın rakibine iki buçuk dakika farkla Chris Froome'da. Froome, pelotonun açık ara en sağlam tırmanışçısı. Bütün yıl girdiği önemli yarışlarda aldığı en kötü sonuç ikincilik ve bu tek mağlubiyeti aldığı yarışçı, Nibali, Fransa'daki rakipleri arasında değil. Ama ortalık günlük güneşlik de sayılmaz: Froome sezon boyu gücünü ve formunu yükseltirken, takımının form çizgisi giderek aşağıyı gösteriyor. Tırmanıştaki en önemli yardımcısı Porte giderek düşüyor, Kennaugh kaza yaptı, Kiryienka yarış dışında, Lopez ve Siutsou yarışmaya gelmemiş gibiler. Diğer takım arkadaşları düz yol için buradalar ve Ventoux'da işe yaramaları mucize. Ayrıca, takıma daha çok tecrübe gerekiyor ve benim bu sorunu anlatmak için başka bir paragrafa daha ihtiyacım var. Devam edelim.
Ventoux'dan önce yapılan geçiş etaplarının en önemsizlerinden biri gibi gözüken, 13. etap, Froome ve takımı Sky için kayıp günü oldu. Oysa, iki gün önce Britanyalı'nın zamana karşıda kazandığı zaman sayesinde işler tıkırındaydı. Uğursuz 13'ün işaretlediği günün sonu pek hoş olmadı. Hagen ve Thomas sakatlanınca düz yol ekibinde tek kişi kalan Froome, günün son 30 kilometresini yalnız geçirdi. O mesafede Contador ve çakal domestiklerinin atağı, sarı mayoya bir dakika kaybettirdi. Dört dakikaya yaklaşan önemli avantaj, iki buçuk dakika civarında güdük kaldı. Peki, aradaki farkın tam olarak anlamı ne?
Aslında tablo vahim değil, ama durum daha çok psikolojik. Dört dakika fark demek, iki tırmanış etabında kötü bir gün geçirdikten sonra bile yarışın lideri olabilmek demektir. Oysa iki buçuk dakika, daha çok baskı anlamına geliyor. Sky'ın içine düşeceği bir felaket, sarı mayoyu herkese daha yakın hale getirebilir. Dolayısıyla, Contador ve, elbette, pelotonun kalanı saldırı için çok daha hevesli olacak. Bir benzetmeyle, basketbolda son saniyelere girerken, dört sayı önde olmakla iki sayı önde olmak arasındaki farka benziyor da diyebilirim. Dört sayı öndeyken iki hücumda sayı yedikten sonra bile galibiyetten bir basket uzakta kalabilirsiniz.Öbür taraftan, iki sayı fark, önde olmaktan çok kovalanmak anlamına gelir, ki kovalanmak çok da hoş bir şey değildir.
Hele de rakip sayısı bir değil, dört ise. Bugün saldıracağını günlerdir söyleyen dört takım, Froome'u sarsmak için bütün gücüyle vuracak: Zaman kazanarak bitirdiği etap sonrası bile "Alpleri bekleyin," diyen Contador ve Saxobank, İspanyol'a en büyük yardımı getiren genel klasman ikincisi Mollema'lı Belkin, lideri Valverde'yi düz yolda kaybeden yaralı Movistar ve Tour'u karıştırma göreviyle Fransa'ya geldiğini açıkça bildiren Garmin'in lideri Dan Martin. Bu takımların hepsinde farklı tecrübelerde ve yeteneklerde güçlü tırmanışçılar mevcut. İşbirliği yapmaları Sky için felaket anlamına gelebilir. Ne demişler, zirvede hayat zor.
Zorluk demişken, efsane zirve Ventoux'nun yapısını anlatalım. İkinci yılına yeni giren taze bisiklet izleyiciliğim sebebiyle daha Mont-Ventoux'yu izleyemedim. Ama eldeki bilgiler şimdiden pek çok şeyi anlatıyor. Bisiklet sporunun takıma dayanan yapısı rüzgara karşı avantaj sağlamak amaçıdır ve bu zirveyle ilgili "ilginç" bir zorluk var: Pek çok tırmanışın aksine oldukça rüzgarlı. O kadar ki, ismi Fransızca rüzgarlı kelimesinden (venteux) geliyor. Zamanında soğuğun çilesinden korunmak için zirvenin ormanları kurban edilmiş. Bunun çilesini çekmek de çıplak topraklar etrafında, rüzgar altında pedal çeviren bisikletçilere kalmış. Yani %9-10 civarında seyreden eğimle ve bu sırada 1700 metre artan irtifayla boğuşmanız yetmiyor, bacaklarınız rüzgara da hazır olmalı. Sadece sizin hazır olmanız da yetmeyebilir, takım arkadaşlarınız da bir süre yanınızda durabilmeli. Mont-Ventoux, kendisi gibi, özel bir şampiyon arıyor kendine.
Gelelim, Mont-Ventoux'nun mirasına... Şimdiye kadar okuduklarınız, zirvenin neden efsane olduğuyla ilgili pek çok sebep gösteriyor. Ama 1967 Tour'unda yaşanan bir olay, bunların hepsinin önünde. O dönemin başarılı pedallarından İngiliz Tom Simpson, son nefesini Mont-Ventoux'ya tırmanmaya çalışırken vermiş. Sıcağın şiddetini ve tırmanışın sertliğini kaldıramayan vücudu, Tom Simpson'ı yarı yolda bırakmış. Yarışçının anısına Ventoux'ya bir anıt dikilmiş ve olay, pelotonun cesaretinin ve Tour'un acımasızlığının bir işareti olarak hafızalara kazınmış. Ventoux'yu kazanmanın sadece yarışla ilgili değil, sporun tarihiyle ilgili bir anlamı ve anısı var. Hele de bu zirvede kazanan ilk Britanyalı olmanın anlamı bambaşka olacaktır. Rüzgarlı zirve, sadece şampiyonluğu değil, unutulmazlığı da vaat ediyor.
Bütün bunların üstüne, bu eziyetle dolu tablonun bir zincirin ilk halkası olduğunu söylemek lazım. Peloton yarın Mont-Ventoux eziyetine sabır çektikten sonra, bir gün dinlenecek. Sonra, "azap dolu o dünyaya" girecek. Dinlenme gününden sonra, orta dağlık bir etap var. Hemen ardından, tırmanış zamana karşısı geliyor ve iş iyice ciddiye biniyor: Tour tarihinin imzalarından Alp-d'Huez, iki kez çıkılacak ve ikincide zirve finişi görevi görecek. Sonra beş sağlam tırmanışla dolu bir gün gelecek ve ardından peloton, Paris tatili kazanmak için son bir zirve bitişi sınavına girecek.
Şimdilik en önemli soru şu: Yarın aya ilk pedal basan adam kim olacak? O her kim olacaksa, kendisi için epey büyük bir adım atacak.
Mesaj açık: Peloton bugün aya çıkıyor. Ay benzetmesinin sebebi de fotoğraftan belli oluyordur. Mübalağa yapıyorum tabi, ama bisikletçilerin çekeceği eziyet en çok mübalağaya el veriyor. Kısaca, Tour tarihinin en yaman ve en efsanevi tırmanışlarından Mont-Ventoux bugün bizleri şenlendirecek, yarışçılara epey acı çektirecek. Sadece bu da değil. Sinema tarihinin en efsane insanlarından Walter Sobchek'in şurada belirttiği gibi, peloton azapla dolu bir dünyaya doğru gidecek yarından itibaren. Neden yaman? Neden efsane? Neden azap? Hepsini kısaca cevaplayacağız.
Öncelikle, Mont-Ventoux'ya bir arka plan verelim. Peloton ve yarış nereden geldi, nereye gidebilir bir bakalım: Sarı mayo, en yakın rakibine iki buçuk dakika farkla Chris Froome'da. Froome, pelotonun açık ara en sağlam tırmanışçısı. Bütün yıl girdiği önemli yarışlarda aldığı en kötü sonuç ikincilik ve bu tek mağlubiyeti aldığı yarışçı, Nibali, Fransa'daki rakipleri arasında değil. Ama ortalık günlük güneşlik de sayılmaz: Froome sezon boyu gücünü ve formunu yükseltirken, takımının form çizgisi giderek aşağıyı gösteriyor. Tırmanıştaki en önemli yardımcısı Porte giderek düşüyor, Kennaugh kaza yaptı, Kiryienka yarış dışında, Lopez ve Siutsou yarışmaya gelmemiş gibiler. Diğer takım arkadaşları düz yol için buradalar ve Ventoux'da işe yaramaları mucize. Ayrıca, takıma daha çok tecrübe gerekiyor ve benim bu sorunu anlatmak için başka bir paragrafa daha ihtiyacım var. Devam edelim.
Ventoux'dan önce yapılan geçiş etaplarının en önemsizlerinden biri gibi gözüken, 13. etap, Froome ve takımı Sky için kayıp günü oldu. Oysa, iki gün önce Britanyalı'nın zamana karşıda kazandığı zaman sayesinde işler tıkırındaydı. Uğursuz 13'ün işaretlediği günün sonu pek hoş olmadı. Hagen ve Thomas sakatlanınca düz yol ekibinde tek kişi kalan Froome, günün son 30 kilometresini yalnız geçirdi. O mesafede Contador ve çakal domestiklerinin atağı, sarı mayoya bir dakika kaybettirdi. Dört dakikaya yaklaşan önemli avantaj, iki buçuk dakika civarında güdük kaldı. Peki, aradaki farkın tam olarak anlamı ne?
Aslında tablo vahim değil, ama durum daha çok psikolojik. Dört dakika fark demek, iki tırmanış etabında kötü bir gün geçirdikten sonra bile yarışın lideri olabilmek demektir. Oysa iki buçuk dakika, daha çok baskı anlamına geliyor. Sky'ın içine düşeceği bir felaket, sarı mayoyu herkese daha yakın hale getirebilir. Dolayısıyla, Contador ve, elbette, pelotonun kalanı saldırı için çok daha hevesli olacak. Bir benzetmeyle, basketbolda son saniyelere girerken, dört sayı önde olmakla iki sayı önde olmak arasındaki farka benziyor da diyebilirim. Dört sayı öndeyken iki hücumda sayı yedikten sonra bile galibiyetten bir basket uzakta kalabilirsiniz.Öbür taraftan, iki sayı fark, önde olmaktan çok kovalanmak anlamına gelir, ki kovalanmak çok da hoş bir şey değildir.
Hele de rakip sayısı bir değil, dört ise. Bugün saldıracağını günlerdir söyleyen dört takım, Froome'u sarsmak için bütün gücüyle vuracak: Zaman kazanarak bitirdiği etap sonrası bile "Alpleri bekleyin," diyen Contador ve Saxobank, İspanyol'a en büyük yardımı getiren genel klasman ikincisi Mollema'lı Belkin, lideri Valverde'yi düz yolda kaybeden yaralı Movistar ve Tour'u karıştırma göreviyle Fransa'ya geldiğini açıkça bildiren Garmin'in lideri Dan Martin. Bu takımların hepsinde farklı tecrübelerde ve yeteneklerde güçlü tırmanışçılar mevcut. İşbirliği yapmaları Sky için felaket anlamına gelebilir. Ne demişler, zirvede hayat zor.
Zorluk demişken, efsane zirve Ventoux'nun yapısını anlatalım. İkinci yılına yeni giren taze bisiklet izleyiciliğim sebebiyle daha Mont-Ventoux'yu izleyemedim. Ama eldeki bilgiler şimdiden pek çok şeyi anlatıyor. Bisiklet sporunun takıma dayanan yapısı rüzgara karşı avantaj sağlamak amaçıdır ve bu zirveyle ilgili "ilginç" bir zorluk var: Pek çok tırmanışın aksine oldukça rüzgarlı. O kadar ki, ismi Fransızca rüzgarlı kelimesinden (venteux) geliyor. Zamanında soğuğun çilesinden korunmak için zirvenin ormanları kurban edilmiş. Bunun çilesini çekmek de çıplak topraklar etrafında, rüzgar altında pedal çeviren bisikletçilere kalmış. Yani %9-10 civarında seyreden eğimle ve bu sırada 1700 metre artan irtifayla boğuşmanız yetmiyor, bacaklarınız rüzgara da hazır olmalı. Sadece sizin hazır olmanız da yetmeyebilir, takım arkadaşlarınız da bir süre yanınızda durabilmeli. Mont-Ventoux, kendisi gibi, özel bir şampiyon arıyor kendine.
Gelelim, Mont-Ventoux'nun mirasına... Şimdiye kadar okuduklarınız, zirvenin neden efsane olduğuyla ilgili pek çok sebep gösteriyor. Ama 1967 Tour'unda yaşanan bir olay, bunların hepsinin önünde. O dönemin başarılı pedallarından İngiliz Tom Simpson, son nefesini Mont-Ventoux'ya tırmanmaya çalışırken vermiş. Sıcağın şiddetini ve tırmanışın sertliğini kaldıramayan vücudu, Tom Simpson'ı yarı yolda bırakmış. Yarışçının anısına Ventoux'ya bir anıt dikilmiş ve olay, pelotonun cesaretinin ve Tour'un acımasızlığının bir işareti olarak hafızalara kazınmış. Ventoux'yu kazanmanın sadece yarışla ilgili değil, sporun tarihiyle ilgili bir anlamı ve anısı var. Hele de bu zirvede kazanan ilk Britanyalı olmanın anlamı bambaşka olacaktır. Rüzgarlı zirve, sadece şampiyonluğu değil, unutulmazlığı da vaat ediyor.
Bütün bunların üstüne, bu eziyetle dolu tablonun bir zincirin ilk halkası olduğunu söylemek lazım. Peloton yarın Mont-Ventoux eziyetine sabır çektikten sonra, bir gün dinlenecek. Sonra, "azap dolu o dünyaya" girecek. Dinlenme gününden sonra, orta dağlık bir etap var. Hemen ardından, tırmanış zamana karşısı geliyor ve iş iyice ciddiye biniyor: Tour tarihinin imzalarından Alp-d'Huez, iki kez çıkılacak ve ikincide zirve finişi görevi görecek. Sonra beş sağlam tırmanışla dolu bir gün gelecek ve ardından peloton, Paris tatili kazanmak için son bir zirve bitişi sınavına girecek.
Şimdilik en önemli soru şu: Yarın aya ilk pedal basan adam kim olacak? O her kim olacaksa, kendisi için epey büyük bir adım atacak.
Sabit
Birkaç gün oldu; Iman, Twitter hesabından paylaşmıştı sanırım. Nihayet Knicks için turuncu forma geliyor. Henüz doğru düzgün tanıtılmadı da, ilk fotoğraf çekiminden sanırım bu. 1 sene falan önce bu konudan bahsetmiştik. Taraftar da ilgi gösterecektir, sahada da hoş duracaktır.
Godwin
Gönderen
L
on 12 Temmuz 2013 Cuma
Geçenlerde, Mustafa Reşit Akçay'ın "Yabancı oyuncularla daha iyi iletişim kurabilmek için İncil okumaya başladım" şeklindeki sözlerini duymuş ya da okumuşsunuzdur. Sonrasında bu sözlerin tepki aldığını da görmüşsünüzdür. Tam işte sonrasında "bizden bir sik olmaz" diye yakınılacak bir hadise.
Bu girişimin bir benzerini duyanınız var mı? Pek sanmıyorum. Birkaç 10 yıl daha da örneğine rastlayamayız. Peki bunun hakkı verildi mi? Ona da "hayır".
Kendisi bu konuda gelen tepkilerin üstüne şunları söylemek zorunda kaldı. Ve burada yine -esasında- çok dikkat çekmesi gereken bir cümle var: "İnançlı bir anarşist olduğumu her zaman söylemişimdir." "İnançlı bir anarşist". Memleketteki futbol adamlarından birinin kendisini "anarşist" olarak tanımlaması? Bunu söyleyecek taşağa sahip olması? Öncesinde zaten çoğu kişinin yanlış anlayıp da kendisine tepki gösterdiği bir konunun üzerine böyle bir cümle sarf etmesi?
Kendisi kayıplara karışmadığı sürece isminden daha ço(ooo)k söz edecek gibiyiz. Onun gibi futbol adamlarının varlığı 3-5 kişiye ilham olsa kârdır.
Kavis
Acaba İtalya'da da bazı Juventus taraftarları "kardeşim o bayrak neden orada?" demiş midir, şu eşşek kadar yaka uzantısını görmeyip?
O değil de, Juve sanki away formada mavi ve sarıya çok ara vermişti. En son ne zaman vardı, hatırlayamadım bak düşün. O beyazlar, siyahlar falan ne gerek var.
Ara
Arşiv
-
▼
2018
(41)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/02 - 12/09 (3)
- ► 11/18 - 11/25 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 10/21 - 10/28 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (2)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 07/08 - 07/15 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/10 - 06/17 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 05/20 - 05/27 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (3)
- ► 04/15 - 04/22 (2)
- ► 03/25 - 04/01 (1)
- ► 03/18 - 03/25 (1)
- ► 03/11 - 03/18 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (1)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 02/11 - 02/18 (1)
- ► 02/04 - 02/11 (1)
- ► 01/21 - 01/28 (1)
- ► 01/07 - 01/14 (1)
-
►
2017
(80)
- ► 12/31 - 01/07 (2)
- ► 12/24 - 12/31 (1)
- ► 12/17 - 12/24 (1)
- ► 12/03 - 12/10 (1)
- ► 11/26 - 12/03 (2)
- ► 11/19 - 11/26 (1)
- ► 11/12 - 11/19 (2)
- ► 10/29 - 11/05 (2)
- ► 10/22 - 10/29 (1)
- ► 10/15 - 10/22 (1)
- ► 10/08 - 10/15 (1)
- ► 10/01 - 10/08 (1)
- ► 09/24 - 10/01 (2)
- ► 09/03 - 09/10 (1)
- ► 08/27 - 09/03 (1)
- ► 08/20 - 08/27 (1)
- ► 08/13 - 08/20 (3)
- ► 08/06 - 08/13 (1)
- ► 07/30 - 08/06 (2)
- ► 07/23 - 07/30 (2)
- ► 07/16 - 07/23 (1)
- ► 07/09 - 07/16 (1)
- ► 07/02 - 07/09 (2)
- ► 06/25 - 07/02 (3)
- ► 06/18 - 06/25 (2)
- ► 06/11 - 06/18 (2)
- ► 06/04 - 06/11 (1)
- ► 05/28 - 06/04 (1)
- ► 05/21 - 05/28 (1)
- ► 05/14 - 05/21 (2)
- ► 05/07 - 05/14 (2)
- ► 04/30 - 05/07 (1)
- ► 04/16 - 04/23 (2)
- ► 04/09 - 04/16 (2)
- ► 04/02 - 04/09 (3)
- ► 03/26 - 04/02 (2)
- ► 03/19 - 03/26 (3)
- ► 03/12 - 03/19 (2)
- ► 03/05 - 03/12 (3)
- ► 02/26 - 03/05 (1)
- ► 02/19 - 02/26 (2)
- ► 02/12 - 02/19 (3)
- ► 02/05 - 02/12 (1)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/15 - 01/22 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (2)
- ► 01/01 - 01/08 (2)
-
►
2016
(127)
- ► 12/25 - 01/01 (1)
- ► 12/18 - 12/25 (1)
- ► 12/04 - 12/11 (1)
- ► 11/27 - 12/04 (2)
- ► 11/20 - 11/27 (2)
- ► 11/13 - 11/20 (2)
- ► 11/06 - 11/13 (3)
- ► 10/30 - 11/06 (2)
- ► 10/23 - 10/30 (1)
- ► 10/16 - 10/23 (5)
- ► 10/09 - 10/16 (2)
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 09/25 - 10/02 (3)
- ► 09/18 - 09/25 (3)
- ► 09/11 - 09/18 (2)
- ► 09/04 - 09/11 (2)
- ► 08/28 - 09/04 (2)
- ► 08/21 - 08/28 (2)
- ► 08/14 - 08/21 (2)
- ► 08/07 - 08/14 (2)
- ► 07/31 - 08/07 (3)
- ► 07/24 - 07/31 (4)
- ► 07/17 - 07/24 (2)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
- ► 07/03 - 07/10 (2)
- ► 06/26 - 07/03 (4)
- ► 06/19 - 06/26 (3)
- ► 06/12 - 06/19 (3)
- ► 06/05 - 06/12 (3)
- ► 05/29 - 06/05 (2)
- ► 05/22 - 05/29 (4)
- ► 05/15 - 05/22 (4)
- ► 05/08 - 05/15 (2)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
- ► 04/24 - 05/01 (3)
- ► 04/17 - 04/24 (2)
- ► 04/10 - 04/17 (6)
- ► 04/03 - 04/10 (2)
- ► 03/27 - 04/03 (2)
- ► 03/20 - 03/27 (3)
- ► 03/13 - 03/20 (2)
- ► 03/06 - 03/13 (4)
- ► 02/28 - 03/06 (3)
- ► 02/21 - 02/28 (2)
- ► 02/14 - 02/21 (3)
- ► 01/31 - 02/07 (2)
- ► 01/24 - 01/31 (3)
- ► 01/17 - 01/24 (4)
- ► 01/10 - 01/17 (2)
- ► 01/03 - 01/10 (3)
-
►
2015
(105)
- ► 12/27 - 01/03 (3)
- ► 12/20 - 12/27 (3)
- ► 12/13 - 12/20 (3)
- ► 12/06 - 12/13 (5)
- ► 11/29 - 12/06 (2)
- ► 11/22 - 11/29 (3)
- ► 11/15 - 11/22 (3)
- ► 11/08 - 11/15 (3)
- ► 11/01 - 11/08 (4)
- ► 10/25 - 11/01 (3)
- ► 10/18 - 10/25 (3)
- ► 10/11 - 10/18 (2)
- ► 10/04 - 10/11 (3)
- ► 09/27 - 10/04 (3)
- ► 09/20 - 09/27 (3)
- ► 09/13 - 09/20 (2)
- ► 09/06 - 09/13 (3)
- ► 08/30 - 09/06 (1)
- ► 08/23 - 08/30 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/07 - 06/14 (2)
- ► 05/31 - 06/07 (2)
- ► 05/24 - 05/31 (2)
- ► 05/17 - 05/24 (2)
- ► 05/10 - 05/17 (2)
- ► 05/03 - 05/10 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (2)
- ► 04/12 - 04/19 (2)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (2)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (2)
- ► 03/01 - 03/08 (2)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 02/15 - 02/22 (4)
- ► 02/08 - 02/15 (2)
- ► 02/01 - 02/08 (3)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (3)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/04 - 01/11 (2)
-
►
2014
(151)
- ► 12/28 - 01/04 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (3)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (2)
- ► 11/30 - 12/07 (2)
- ► 11/23 - 11/30 (2)
- ► 11/16 - 11/23 (2)
- ► 11/09 - 11/16 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (3)
- ► 10/19 - 10/26 (2)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ► 10/05 - 10/12 (3)
- ► 09/28 - 10/05 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (4)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/07 - 09/14 (3)
- ► 08/31 - 09/07 (2)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (2)
- ► 08/10 - 08/17 (2)
- ► 08/03 - 08/10 (2)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 07/20 - 07/27 (3)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/06 - 07/13 (4)
- ► 06/29 - 07/06 (4)
- ► 06/22 - 06/29 (4)
- ► 06/15 - 06/22 (4)
- ► 06/08 - 06/15 (3)
- ► 06/01 - 06/08 (4)
- ► 05/25 - 06/01 (4)
- ► 05/18 - 05/25 (2)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/04 - 05/11 (3)
- ► 04/27 - 05/04 (3)
- ► 04/20 - 04/27 (3)
- ► 04/13 - 04/20 (4)
- ► 04/06 - 04/13 (3)
- ► 03/30 - 04/06 (2)
- ► 03/23 - 03/30 (2)
- ► 03/16 - 03/23 (5)
- ► 03/09 - 03/16 (2)
- ► 03/02 - 03/09 (4)
- ► 02/23 - 03/02 (4)
- ► 02/16 - 02/23 (5)
- ► 02/09 - 02/16 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (6)
- ► 01/26 - 02/02 (3)
- ► 01/19 - 01/26 (3)
- ► 01/12 - 01/19 (3)
- ► 01/05 - 01/12 (5)
-
►
2013
(349)
- ► 12/29 - 01/05 (5)
- ► 12/22 - 12/29 (8)
- ► 12/15 - 12/22 (6)
- ► 12/08 - 12/15 (5)
- ► 12/01 - 12/08 (3)
- ► 11/24 - 12/01 (5)
- ► 11/17 - 11/24 (6)
- ► 11/10 - 11/17 (7)
- ► 11/03 - 11/10 (6)
- ► 10/27 - 11/03 (7)
- ► 10/20 - 10/27 (8)
- ► 10/13 - 10/20 (5)
- ► 10/06 - 10/13 (6)
- ► 09/29 - 10/06 (5)
- ► 09/22 - 09/29 (6)
- ► 09/15 - 09/22 (6)
- ► 09/08 - 09/15 (6)
- ► 09/01 - 09/08 (8)
- ► 08/25 - 09/01 (5)
- ► 08/18 - 08/25 (6)
- ► 08/11 - 08/18 (9)
- ► 08/04 - 08/11 (2)
- ► 07/28 - 08/04 (6)
- ► 07/21 - 07/28 (5)
- ► 07/14 - 07/21 (6)
- ► 07/07 - 07/14 (7)
- ► 06/30 - 07/07 (6)
- ► 06/23 - 06/30 (11)
- ► 06/16 - 06/23 (4)
- ► 06/09 - 06/16 (5)
- ► 06/02 - 06/09 (5)
- ► 05/26 - 06/02 (8)
- ► 05/19 - 05/26 (8)
- ► 05/12 - 05/19 (9)
- ► 05/05 - 05/12 (7)
- ► 04/28 - 05/05 (5)
- ► 04/21 - 04/28 (6)
- ► 04/14 - 04/21 (7)
- ► 04/07 - 04/14 (8)
- ► 03/31 - 04/07 (7)
- ► 03/24 - 03/31 (9)
- ► 03/17 - 03/24 (9)
- ► 03/10 - 03/17 (10)
- ► 03/03 - 03/10 (11)
- ► 02/24 - 03/03 (8)
- ► 02/17 - 02/24 (6)
- ► 02/10 - 02/17 (6)
- ► 02/03 - 02/10 (7)
- ► 01/27 - 02/03 (7)
- ► 01/20 - 01/27 (7)
- ► 01/13 - 01/20 (11)
- ► 01/06 - 01/13 (8)
-
►
2012
(496)
- ► 12/30 - 01/06 (8)
- ► 12/23 - 12/30 (6)
- ► 12/16 - 12/23 (10)
- ► 12/09 - 12/16 (9)
- ► 12/02 - 12/09 (12)
- ► 11/25 - 12/02 (10)
- ► 11/18 - 11/25 (13)
- ► 11/11 - 11/18 (11)
- ► 11/04 - 11/11 (15)
- ► 10/28 - 11/04 (9)
- ► 10/21 - 10/28 (8)
- ► 10/14 - 10/21 (10)
- ► 10/07 - 10/14 (10)
- ► 09/30 - 10/07 (11)
- ► 09/23 - 09/30 (7)
- ► 09/16 - 09/23 (11)
- ► 09/09 - 09/16 (7)
- ► 09/02 - 09/09 (6)
- ► 08/26 - 09/02 (9)
- ► 08/19 - 08/26 (10)
- ► 08/12 - 08/19 (6)
- ► 08/05 - 08/12 (7)
- ► 07/29 - 08/05 (9)
- ► 07/22 - 07/29 (8)
- ► 07/15 - 07/22 (6)
- ► 07/08 - 07/15 (8)
- ► 07/01 - 07/08 (9)
- ► 06/24 - 07/01 (9)
- ► 06/17 - 06/24 (13)
- ► 06/10 - 06/17 (14)
- ► 06/03 - 06/10 (6)
- ► 05/27 - 06/03 (9)
- ► 05/20 - 05/27 (9)
- ► 05/13 - 05/20 (12)
- ► 05/06 - 05/13 (12)
- ► 04/29 - 05/06 (5)
- ► 04/22 - 04/29 (8)
- ► 04/15 - 04/22 (6)
- ► 04/08 - 04/15 (6)
- ► 04/01 - 04/08 (9)
- ► 03/25 - 04/01 (12)
- ► 03/18 - 03/25 (8)
- ► 03/11 - 03/18 (12)
- ► 03/04 - 03/11 (6)
- ► 02/26 - 03/04 (10)
- ► 02/19 - 02/26 (10)
- ► 02/12 - 02/19 (10)
- ► 02/05 - 02/12 (10)
- ► 01/29 - 02/05 (11)
- ► 01/22 - 01/29 (12)
- ► 01/15 - 01/22 (9)
- ► 01/08 - 01/15 (11)
- ► 01/01 - 01/08 (12)
-
►
2011
(437)
- ► 12/25 - 01/01 (11)
- ► 12/18 - 12/25 (10)
- ► 12/11 - 12/18 (12)
- ► 12/04 - 12/11 (7)
- ► 11/27 - 12/04 (4)
- ► 11/20 - 11/27 (9)
- ► 11/13 - 11/20 (10)
- ► 11/06 - 11/13 (10)
- ► 10/30 - 11/06 (7)
- ► 10/23 - 10/30 (5)
- ► 10/16 - 10/23 (10)
- ► 10/09 - 10/16 (8)
- ► 10/02 - 10/09 (9)
- ► 09/25 - 10/02 (7)
- ► 09/18 - 09/25 (7)
- ► 09/11 - 09/18 (9)
- ► 09/04 - 09/11 (6)
- ► 08/28 - 09/04 (6)
- ► 08/21 - 08/28 (8)
- ► 08/14 - 08/21 (9)
- ► 08/07 - 08/14 (8)
- ► 07/31 - 08/07 (8)
- ► 07/24 - 07/31 (10)
- ► 07/17 - 07/24 (7)
- ► 07/10 - 07/17 (8)
- ► 07/03 - 07/10 (7)
- ► 06/26 - 07/03 (5)
- ► 06/19 - 06/26 (7)
- ► 06/12 - 06/19 (8)
- ► 06/05 - 06/12 (12)
- ► 05/29 - 06/05 (8)
- ► 05/22 - 05/29 (8)
- ► 05/15 - 05/22 (6)
- ► 05/08 - 05/15 (4)
- ► 05/01 - 05/08 (7)
- ► 04/24 - 05/01 (10)
- ► 04/17 - 04/24 (9)
- ► 04/10 - 04/17 (10)
- ► 04/03 - 04/10 (13)
- ► 03/27 - 04/03 (10)
- ► 03/20 - 03/27 (9)
- ► 03/13 - 03/20 (5)
- ► 03/06 - 03/13 (11)
- ► 02/27 - 03/06 (7)
- ► 02/20 - 02/27 (10)
- ► 02/13 - 02/20 (7)
- ► 02/06 - 02/13 (14)
- ► 01/30 - 02/06 (3)
- ► 01/23 - 01/30 (9)
- ► 01/16 - 01/23 (12)
- ► 01/09 - 01/16 (8)
- ► 01/02 - 01/09 (13)
-
►
2010
(653)
- ► 12/26 - 01/02 (13)
- ► 12/19 - 12/26 (12)
- ► 12/12 - 12/19 (10)
- ► 12/05 - 12/12 (10)
- ► 11/28 - 12/05 (7)
- ► 11/21 - 11/28 (5)
- ► 11/14 - 11/21 (6)
- ► 11/07 - 11/14 (9)
- ► 10/31 - 11/07 (7)
- ► 10/24 - 10/31 (7)
- ► 10/17 - 10/24 (7)
- ► 10/10 - 10/17 (7)
- ► 10/03 - 10/10 (11)
- ► 09/26 - 10/03 (8)
- ► 09/19 - 09/26 (9)
- ► 09/12 - 09/19 (8)
- ► 09/05 - 09/12 (10)
- ► 08/29 - 09/05 (5)
- ► 08/22 - 08/29 (10)
- ► 08/15 - 08/22 (7)
- ► 08/08 - 08/15 (5)
- ► 08/01 - 08/08 (7)
- ► 07/25 - 08/01 (8)
- ► 07/18 - 07/25 (7)
- ► 07/11 - 07/18 (10)
- ► 07/04 - 07/11 (16)
- ► 06/27 - 07/04 (17)
- ► 06/20 - 06/27 (12)
- ► 06/13 - 06/20 (17)
- ► 06/06 - 06/13 (13)
- ► 05/30 - 06/06 (19)
- ► 05/23 - 05/30 (12)
- ► 05/16 - 05/23 (8)
- ► 05/09 - 05/16 (11)
- ► 05/02 - 05/09 (13)
- ► 04/25 - 05/02 (13)
- ► 04/18 - 04/25 (16)
- ► 04/11 - 04/18 (26)
- ► 04/04 - 04/11 (14)
- ► 03/28 - 04/04 (19)
- ► 03/21 - 03/28 (18)
- ► 03/14 - 03/21 (22)
- ► 03/07 - 03/14 (21)
- ► 02/28 - 03/07 (19)
- ► 02/21 - 02/28 (17)
- ► 02/14 - 02/21 (10)
- ► 02/07 - 02/14 (21)
- ► 01/31 - 02/07 (8)
- ► 01/24 - 01/31 (19)
- ► 01/17 - 01/24 (16)
- ► 01/10 - 01/17 (26)
- ► 01/03 - 01/10 (25)
-
►
2009
(691)
- ► 12/27 - 01/03 (26)
- ► 12/20 - 12/27 (27)
- ► 12/13 - 12/20 (26)
- ► 12/06 - 12/13 (24)
- ► 11/29 - 12/06 (6)
- ► 11/22 - 11/29 (8)
- ► 11/15 - 11/22 (16)
- ► 11/08 - 11/15 (16)
- ► 11/01 - 11/08 (24)
- ► 10/25 - 11/01 (15)
- ► 10/18 - 10/25 (8)
- ► 10/11 - 10/18 (15)
- ► 10/04 - 10/11 (15)
- ► 09/27 - 10/04 (14)
- ► 09/20 - 09/27 (17)
- ► 09/13 - 09/20 (1)
- ► 09/06 - 09/13 (5)
- ► 08/30 - 09/06 (15)
- ► 08/23 - 08/30 (11)
- ► 08/16 - 08/23 (17)
- ► 08/09 - 08/16 (11)
- ► 08/02 - 08/09 (17)
- ► 07/26 - 08/02 (23)
- ► 07/19 - 07/26 (10)
- ► 07/12 - 07/19 (9)
- ► 07/05 - 07/12 (10)
- ► 06/28 - 07/05 (6)
- ► 06/21 - 06/28 (16)
- ► 06/14 - 06/21 (17)
- ► 06/07 - 06/14 (5)
- ► 05/31 - 06/07 (12)
- ► 05/24 - 05/31 (20)
- ► 05/17 - 05/24 (10)
- ► 05/10 - 05/17 (22)
- ► 05/03 - 05/10 (26)
- ► 04/26 - 05/03 (14)
- ► 04/19 - 04/26 (12)
- ► 04/12 - 04/19 (20)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (9)
- ► 03/15 - 03/22 (6)
- ► 03/08 - 03/15 (16)
- ► 03/01 - 03/08 (7)
- ► 02/22 - 03/01 (15)
- ► 02/15 - 02/22 (12)
- ► 02/08 - 02/15 (15)
- ► 02/01 - 02/08 (4)
- ► 01/25 - 02/01 (11)
- ► 01/18 - 01/25 (10)
- ► 01/11 - 01/18 (4)
- ► 01/04 - 01/11 (11)
-
►
2008
(884)
- ► 12/28 - 01/04 (6)
- ► 12/21 - 12/28 (13)
- ► 12/14 - 12/21 (7)
- ► 12/07 - 12/14 (8)
- ► 11/30 - 12/07 (8)
- ► 11/23 - 11/30 (12)
- ► 11/16 - 11/23 (14)
- ► 11/09 - 11/16 (20)
- ► 11/02 - 11/09 (23)
- ► 10/26 - 11/02 (14)
- ► 10/19 - 10/26 (9)
- ► 10/12 - 10/19 (12)
- ► 10/05 - 10/12 (7)
- ► 09/28 - 10/05 (15)
- ► 09/21 - 09/28 (14)
- ► 09/14 - 09/21 (21)
- ► 09/07 - 09/14 (25)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (4)
- ► 08/10 - 08/17 (20)
- ► 08/03 - 08/10 (6)
- ► 07/27 - 08/03 (5)
- ► 07/20 - 07/27 (9)
- ► 07/13 - 07/20 (9)
- ► 07/06 - 07/13 (12)
- ► 06/29 - 07/06 (16)
- ► 06/22 - 06/29 (7)
- ► 06/15 - 06/22 (7)
- ► 06/08 - 06/15 (19)
- ► 06/01 - 06/08 (15)
- ► 05/25 - 06/01 (17)
- ► 05/18 - 05/25 (21)
- ► 05/11 - 05/18 (29)
- ► 05/04 - 05/11 (22)
- ► 04/27 - 05/04 (32)
- ► 04/20 - 04/27 (14)
- ► 04/13 - 04/20 (15)
- ► 04/06 - 04/13 (43)
- ► 03/30 - 04/06 (46)
- ► 03/23 - 03/30 (46)
- ► 03/16 - 03/23 (23)
- ► 03/09 - 03/16 (17)
- ► 03/02 - 03/09 (40)
- ► 02/24 - 03/02 (39)
- ► 02/17 - 02/24 (24)
- ► 02/10 - 02/17 (32)
- ► 02/03 - 02/10 (22)
- ► 01/27 - 02/03 (10)
- ► 01/20 - 01/27 (20)
- ► 01/13 - 01/20 (14)