Onlar
Blog İnsanları
-
-
-
-
-
-
-
-
Yirmi Beş Sözcük4 yıl önce
-
-
-
-
-
-
NBA'de Poster Gecesi6 yıl önce
-
-
-
-
-
.8 yıl önce
-
-
-
-
-
-
sene sanki ispanya 829 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Doctors Northern Virginia10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIK11 yıl önce
-
Mutluluk Oyunu11 yıl önce
-
Keane vs Vieira11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı11 yıl önce
-
-
OKUYABİLSEYDİK FARKINDA OLACAKTIK.11 yıl önce
-
Kynodontas11 yıl önce
-
-
-
-
-
Wellness Weekend is great as a gift12 yıl önce
-
-
Making music in the winter12 yıl önce
-
GROUND ZERO12 yıl önce
-
-
-
-
-
-
ONCA ET13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Rejected13 yıl önce
-
-
-
-
-
Şirazesi Bozuklar14 yıl önce
-
-
-
Dolduuuu :D14 yıl önce
-
-
-
Taşınıyoruz!14 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Seninki kaç santim? - Greenpeace14 yıl önce
-
-
-
NTV TARİH / EKİM 201014 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Etiketler
- futbol (2111)
- nba (1023)
- basketbol (925)
- forma (749)
- retro (358)
- galatasaray (346)
- nerden nereye (314)
- çıkartma (228)
- barcelona (204)
- kitap (180)
- falan filan (154)
- imaj (129)
- medya (107)
- hayat (99)
- müzik (99)
- san antonio spurs (77)
- fenerbahçe (67)
- güzel formalar (63)
- real madrid (56)
- çeviri (55)
- video (51)
- Beşiktaş (45)
- dünya kupası (45)
- blog (41)
- güzel ikili (38)
- notlar (36)
- transfer (36)
- siyaset (35)
- jenerik (33)
- los angeles lakers (33)
- playoffs (31)
- rap (31)
- sözlü tarih (31)
- euro 2012 (28)
- maskot (25)
- tv (22)
- tbl (21)
- tarih (20)
- dime (18)
- euroleague (18)
- internet (18)
- ncaa (18)
- dergi (17)
- diğer (17)
- güzel (17)
- Kobe (15)
- din (15)
- formula 1 (14)
- tribün (13)
- dizi (12)
- draft (12)
- euro 2008 (12)
- iğrenç formalar (12)
- premier league (12)
- sinema (12)
- kayıp formalar (11)
- baykerahet (10)
- hakan günday (10)
- trabzon (10)
- wnba (10)
- all star (9)
- nfl (9)
- şampiyonlar ligi (9)
- edebiyat (8)
- euro 2016 (8)
- taraftar (7)
- the book of basketball (7)
- bisiklet (6)
- eurobasket 2011 (6)
- kıyamet alametleri (6)
- olimpiyatlar (6)
- tdf (6)
- atletizm (5)
- kitap için (5)
- mizah (5)
- nostalji (5)
- timmy (5)
- lig (4)
- miami heat (4)
- voleybol (4)
- Arda Turan (3)
- Tsubasa (3)
- aforizma (3)
- atar (3)
- direniş (3)
- fantazi lig (3)
- hakem (3)
- obstage (3)
- oyun (3)
- röportaj (3)
- caps (2)
- deron williams (2)
- gezi (2)
- kültür (2)
- lebron (2)
- stat (2)
- tenis (2)
- 2014 (1)
- Rook (1)
- Rookie (1)
- ali sami yen (1)
- and1 (1)
- boks (1)
- brooklyn (1)
- dallas (1)
- doping (1)
- fiba 2010 (1)
- filenin sultanları (1)
- giyim (1)
- gurme (1)
- hip-hop (1)
- howard (1)
- ismet özel (1)
- kadın voleybol (1)
- kurgu (1)
- kırmızı (1)
- mark cuban (1)
- mhk (1)
- mlb (1)
- otomobil (1)
- shaq (1)
- son (1)
- tff (1)
- ultrAslan (1)
- west ham (1)
- world grand prix (1)
- İngiltere (1)
Nerden Nereye 237
Gönderen
L
on 15 Nisan 2017 Cumartesi
Etiketler:
Beşiktaş,
futbol,
galatasaray,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Mahmut
Lyon'un bu sezonki iç saha formasının çorapla uyumlu hali. Yanlardaki üç şeritler bozsa da, gayet güzel. Oraya neden bulaşmıyorlar bilmiyorum. Galatasaray'ın parçalılarda da simetri sıkıntısı var iki sezondur mesela. Adidas olmadan bir de. Fena başarı değil.
İnvolve
Basketbol mecralarımızdan güzel bir "esinlenme" daha. Hatay Büyükşehir Belediye. Formayı hangi markanın ürettiğini çözemedim, ama Avrupa kupalarında falan oynayan bir takımın bu şekilde sahaya çıkması müthiş.
Nerden Nereye 235
Gönderen
L
on 2 Nisan 2017 Pazar
Etiketler:
basketbol,
nba,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Er
Cavaliers şu lacivert formayı 14-15 sezonunda giymeye başladı, bayağı da giydi. Ardından geçen sezonun medya gününde de o formayla göründüler. Yine 14-15 sezonunun başında zemini de o renklerle ağırlıklı olarak yenilediler -- belki de Lebron'un isteği falandır.
Geçen sezonki finallerin deplasmandaki kritik 5. maçında siyahı giyip, seriyi kurtarma adına umut dolunca, evde 6. maçı alıp gelinen son maçta da (bordo, sarı, ve laciverti es geçip) siyah formayı giydiler. O formayla maçı kazanarak yüzüğe ulaşıp, kulüp tarihi için önemi sarsılmaz bir konuma gelince de, zemini bu kez siyah ağırlıklı yapma yoluna gittiler. Hatta öyle ki, öncesinde yüzüklerin takdim edildiği sezonun ilk maçında, üstünde şampiyonluk kupası olan forma tercihi, siyahtan yana kullanıldı. 5. forma renginin kulübün en sembolik rengi olması, spor tarihinde belki de bir ilk.
Nerden Nereye 234
Gönderen
L
on 27 Mart 2017 Pazartesi
Etiketler:
futbol,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Yelek
Yeni bir şey demiyorum, ya da bir tespit sunma durumum yok: Yalnızca, son birkaç yıldaki çok yaygın durumdaki sakal trendinin bir yansıması. Örnekleri de boldur tabii. Sadece, böyle bir tane fark etmişken, kayıt düşmek maksat.
3 kirli sakala 8 direkt sakallı gibi bir manzara. Sinek kaydı yok.
Çeviri: Saha Görüşü
(Oriinali, şurada.)
29 Kasım tarihinde, 57 yaşındaki efsanevi rap ikonu Kurtis Blow'un kalbi durmuş, ve beş dakika kadar nefessiz kalmıştı. Sonrasında yeniden hayata döndü, turnesine ve her zamanki gibi ortalığı sallamaya devam etti. Buna rağmen --belki de özellikle bu yüzden-- çığır açıcı, 80'lerin yol gösterici rap ikonu hâlâ aramızda, ve ona sadece müziğe değil, basketbola da yaptığı katkılar için minnettarız. Kurtis Blow olmadan, hip-hop'ın bizim bildiğimiz şekliyle varolmayacağı kesin; ama aynı şeyi basketbol için de söyleyebiliriz.
1984 yılında Blow, "Basketball"u yayınladı. Bu, Magic ve Bird'den Willis Reed, Earl Monroe ve "33 Numara, adamım Kareem ilk 5 başlıyor"a dek herkesi anarak, oyunun geçmişinin ve bugünün kutlamasıydı. Şöyle diyordu: "Orada idiysen bana söyle, Wilt'in 100 attığı gece."
"Basketball"un çıktığı yıl, lig Magic ve Bird'ün ilk kez karşılaştığı final serisiyle birlikte o can çekişen vaziyetinden kurtulup, hızlı yükselişine yeni başlamıştı. Bunun basketbol tarihinde nasıl bir tarihi dönüm noktası olduğuna dair bir fikir vermek için, henüz umut vaad eden çaylak Jordan'dan kimsenin söz etmediğini söylemek gerek. Ama Jordan'ın pazarlama sihri olmadan bile, Kurtis Blow'un şarkısı, dönüm noktası olarak görülebilecek --ve o tür şarkıların az görüldüğü bir dönemde çıkmış-- bir rap hitiydi. Şarkı, Blow'un memleketi Harlem'in ötesinde geniş bir kitleye ulaşmakla kalmadı; sadece birkaç mil uzakta yaşayan, ama bambaşka bir dünyaya mensup olan kişiler tarafından da benimsendi: Mesela yeni NBA komisyoneri David Stern. "Basketball", NBA ve hip-hop arasındaki son derece kârlı ve bazen çok huzursuz bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Stern "Basketball"u tanıtım videolarında kullandı ve lig için önemli bir konumda kaldı; şarkı, daha sonra 2K12 isimli basketbol oyununun soundtrack'inde yer bulunca, yeni nesil tarafından da duyulmuş oldu.
Ancak NBA'in "Basketball"u kabul ve tanıtımının, bir pazarlama birleşiminden daha büyük sonuçları oldu. Birçok çocuğun --buna ben de dahil-- hip-hop'ı keşfine sebep oldu. 10. yaş günümde, sadece "Basketball"u dinlemek için Ego Trip albümünü almıştım; sonra geri sarıp tekrar dinledim. Bu süreçte, nakaratlarıyla beraber, klasik "Aj Scratch" ve Reagan dönemindeki siyah şehir yaşamı ile iletişim kuran ilk şarkılardan biri olan "8 Milyon Öyküleri"nin de içinde bulunduğu diğer şarkılara abayı yakmıştım: "Çıplak şehirde 8 milyon hikaye, bazısı buz gibi soğuktu ve acımasızca anlatıldı." Bu şarkıya, kariyerine "Kurtis Blow'un oğlu" olarak başlayan Run-DMC'nin Dj Run'ı eşlik ediyordu. Ve Run-DMC'yi öğrendiğimde olaya dahil olmuştum; kendimi yalnız hissetmiyordum.
Kurtis Blow'un sentezi ve NBA'in popülaritesini patlatması, farkında olmadan bir genç jenerasyonu hip-hop'a yönlendirmişti. Kurtis Blow'un Harlem'i küreselleşiyordu ve buna aracı olan da David Stern'ün oyunuydu. Ama "Basketbol" yalnızca oyuna bakışımızı değiştirmedi. Oyunun kendine bakışını da değiştirdi. David Stern'ün pazarlama gurularından aynı yılın sonraki aylarında Air Jordan'ı tasarlayan mühendislere, bu ligin --1979'da final serisi televizyonda banttan verilen lig-- 80'ler ve ötesinde "cool"un tanımını yapacağını görmüşlerdi.
Bugün hepsi çok açık görünüyor. Ancak, basketbol ve spor ayakkabı endüstrisinin yalnızca birkaç yıl önce Güney Bronx'ta ortaya çıkmış olan bir siyah müzik tarzını küresel dominasyon için kullanacağı fikri, o zamanlar için gülünecek bir şeydi. Böyle bir vizyon için göt ister. Aynı zamanda, siyah müziği ve büyük şirketler bir araya geldiğinde bu çok sık görüldü: Sanat formunu zenginleştiren insanlar haricinde, herkese sömürü. Ya da başka bir deyişle, NBA/hip-hop imparatorluğu, Kurtis Blow'un yetenekleri olmadan, vücut bulamazdı -- ya da bildiğimiz şekilde olmazdı. Eğer basketbol ve hip-hop'ın kesişiminden zengin olan herkes, Kurtis Blow'a kazançlarının yüzde 1'ini verse, Blow, günlerini altından bir sarayda geçirebilir. Ki eğer öyle olsaydı bile bir sahne bulur, amfiyi patlatır, fişleri söker, ve oradan hızla uzaklaşırdı.
Çeviri: Risk
(Orijinali için şuradan.)
Bu artık şiirsel bir şey haline geldi: Golden State Warriors guardı Stephen Curry, driplingle sahayı kat ediyor, alışıldık bir şekilde üçlük çizgisinin orada duruyor, sıçrıyor, topu kafasının hizasına getiriyor, topu elden çıkarıyor, ve 7 metre ya da daha uzaktan topu, girerken hışırtı çıkaracağı çembere yolluyor: Çuf.
İki kez NBA'in En Değerli Oyuncusu ünvanını kazanan Curry, üçlük atışın en büyü uygulayıcısı; ve koçu, Chicago Bulls ve San Antonio Spurs gibi şampiyon takımlarda oynayan Steve Kerr, en yüksek üçlük yüzdesi rekorunu elinde tutuyor. Fakat hayranları Curry'ye veya üçlük konusunda --belki basketboldaki en önemli oyun-- iyi olan diğer oyunculara hayran kaldığında farkında olmadan Columbia spor salonunu laboratuar olarak kullanan bir yenilikçiyi övmüş oluyorlar.
Howard Hobson, çığır açan bir üniversite koçu olarak biliniyordu. Koç olarak 495 maç kazanmıştı, ve 1939'da Oregon Üniversitesi'ni ilk kez düzenlenen NCAA Turnuvası'na götürmüştü. Ama basketbola en büyük katkısı, 7 Şubat 1945'de Fordham ve Columbia arasında oynanan maçta gelmiş olabilir. O gece, Columbia kampüsündeki bin kişinin önünde, Lions ve Rams, Hobson tarafından deneysel bir kuralın icat edildiği, üçlük çizgisinin yer aldığı ilk kolej maçını oynadılar.
O dönem 41 yaşında olan Hobson, Oregon'da eğtim alanında doktorasını yapmak için ücretsiz izin alan Hobson, 460 basketbol maçını analiz etmek için 13 yılını harcamıştı. 1949'da Bilimsel Basketbol adıyla kitaplaşan bu gözlemlerini Columbia'daki tezinde kullanmıştı. Bugün çok az insan Hobson'ın kitabını hatırlıyor, Ancak kitabın 10. bölümünde yer alan, 1945'te Columbia'da uygulamaya koyduğu fikirler, bilgelik olarak kabul ediliyor. Üç sayılık atış, oyunu sonsuza dek değiştirdi. "Uzun mesafeli sayı, basketboldaki en muazzam oyun" diyordu Hobson, beyzboldaki home run gibi.
Üçlük, sıradan iki sayının aksine, yalnızca izleyiciler için heyecan verici olmakla kalmayıp, yakın mesafeden kolayca sayı imkanı bulan uzun oyuncuların avantajını da azaltıyordu. 1945'teki tarihi maçla ilgili New York Times, "Basketbolu daha ilginç ve geniş alan oyunu yapmak adına, bugün Morningside Heights salonundaki Fordham-Columbia maçı, yeni kurallarla oynandı" yazıyordu.
(Foto şuradan, yazıyı da yazan abi kendisi zaten.)
Maç başladığında, oyuncular bu yeni uzun mesafeli şutları sevmişlerdi, bazen kafaları karışsa bile. Hakemler birkaç oyuncuya, üçlük çizgisinin dışına doğru giderken topu sektirmeyi unuttukları için steps çalmıştı.
Columbia 73-58 kazandı; onlar onbir üçlük sokarken, Fordham dokuz isabet bulmuştu. Columbia'dan John Profant 4 üçlük isabeti buldu ve takım arkadaşı Norm Skinner 3'ü üçlük olmak üzere 26 sayı atmıştı. Bazı taraftarlar, bu değişimle ilgili bir anket yaptı. Sonuç, 148'e 105, üçlük atışın lehineydi.
Yeni kural, açı bir şekilde Columbia'nın hücumdaki verimini artırmıştı. Erişilen 73 sayısı, Lions için okul rekoruydu. O sezon başka hiçbir maçta 60'ı geçemediler. Irving T. Marsh, New York Herald-Tribune'e şöyle yazmıştı: Bu gözlemciye göre, yeni kurallar oyunu kesinlikle daha hareketli ve heyecanlı hale getirdi, fakat gerçekten vahşi ve karışık olursa, neler olabileceğini kestirmek mümkün değil."
Diğer muhabirler daha acımasız görüşlere sahipti. İzleyici kafa karışıklığından şikayetçiydi, ve bir Association Press muhabiri de "Eski oyunun nesi vardı ki?" diye sormuştu. New York Times yazarı Louis Effrat şunları not etmişti: "Uzmanların izlenimi, uzak mesafeli şuta ekstra bir sayı daha vererek turnikeyi değersizleştirmek, takım oyununu olumsuz yönde etkileyebilir, şeklindeydi. Deney, bu nedenle, bir başarı ümidi vermiyordu." Effrat, hikayesini üçlük atışın "doğal yollarla ölmesine olanak tanınmasını" önererek sonlandırıyordu.
Ve yıllar boyu, Howard Hobson'ın favori atışının kaderinde yok olmak varmış gibi görünüyordu. Ama sonra, kısa ömürlü American Basketball League 1961-1962 sezonunda üçlük atışı kullandı ve daha uzun ömürlü American Basketball Association da 1967'de bu şuta izin verir şekilde başladı. NBA 1979'a dek kullanmadı, ve NCAA de 1986'da bunu ülke çapında kural haline getirdi. Bugün takımların daha büyük farklar yaratmasına imkan tanıyan ya da geri dönüşleri daha kısa zamanda gerçekleştirmeye olanak sağlayan üçlük atış, basketbolda artık daha yaygın bir silah; artık daha fazla takım --spikerlerin söylediği gibi -- "şehir merkezinden" şut kullanıyor.
1991'de 87 yaşında hayatını kaybeden Hobson, 1945'te ortaya çıkardığı bu oyunun geleceğin şutu olduğuna inanarak, üç sayılık atışı hayatı boyunca savundu. Ve bunu alçakgönüllülükle yaptı. Bilimsel Basketbol'da Hobson, koçların üçlük atışları denemesi ve "sonuçların oyun için faydalı olup olmadığına bakmaları" gerektiğini yazmıştı. Warriors koçu Kerr muhtemelen "evet" derdi.
Çeviri: Herkesin Nefret Ettiği NBA Topu
(Orijinali için şuradan.)
2006 yılının Haziran ayında NBA bir değişiklik yapılacağını duyurdu. Lig hakkında yayın yapan medyanın zaferle taçlandırarak yansıttığı gibi, "35 yıldan fazla süredir ilk, 60 sezonda ise ikinci defa" 8 parçalı deri bir toptan, daha karmaşık yapıda bir topa geçildiği açıklanıyordu. Spalding'in yeni topu, tescilli Cross Traxxion, mikro elyaf materyalden yapıldı ve açıklaması zor bir çapraz panel tasarımıyla birbirine kenetlendi; ellerinizi bir araya getirin, parmaklarınız kenetlensin, sonra NBA logosunun sol el orta parmağınızın ekleminde ve David Stern'ün imzasının da sağ tarafta olduğunu hayal edin: İşte bunun gibi bir şey.
Bu duyurunun üstünden çok zaman geçmeden bir sabah, White Plains'deki New York Knicks'in idman tesislerine gittim. Topps'daki işimin bir parçası olarak, o sezon draft edilen oyuncularla, kariyerlerinde görünecekleri ilk oyuncu kartlarının arkasında bulunacak alıntılar için röportaj yapacaktım. Çaylaklar, üzerlerinde formalarla bekliyorlardı; herhangi birinin beni Tyrus Thomas'la karıştırma utancının önüne geçmek için, rahatça bir buzdolabını sığdırabileceğiniz bir polo tişört giymiştim. Oyuncular istasyondan istasyona sıçrıyor, fotoğraf çektiriyor, takılıyor, ya da benim onlara Jim Calhoun'un, Yaz Ligi'nin veya Baltimore'da büyümenin onlara ne öğrettiğine dair sorduğum sorulara cevaplar alıyordum. Öğlen civarı, herkes -- dev gibi uzun boylu gençler ve formalarıyla onlardan faydalanmaya çalışan kalabalık -- dışardaki beyaz tentelere gitti ve burger yedi.
O gün herhalde yüz tane falan şut çektim; Quincy Douby için ribaund çektim ve bir fotoğrafçının isteği üzerine Renaldo Balkman'a alley-oop pası verdim.Bu şeyleri Spalding Cross Traxxion topuyla yapmamın bildiğim tek sebebi, Steve Novak'ın bir noktada ona dikkat çekmesiydi. Bir tanesini elinde döndürürken, "Topu sevdim" diyordu. Şutör hisleri bunun farkına varacak kadar titizlikle ayarlanmış olan tek şutördü; belki de bundan bahsetmeye değeceğini düşünecek kadar ciddi olan belki de oydu.
Bunu hatırlamamın tek sebebi, NBA'in sadece iki ayın ardından, ligdeki oyunculardan gelen eleştiri ve tepkilerin üzerine NBA'in aralık ortasında, son 60 sezondaki üçüncü, son 6 ayda ise ikinci top değişikliğini yapacağını açıklamasıydı. 2007'nin ilk gününden itibaren lig, eski 8 parçalı topa dönüş yapacaktı. Novak, bu ligin "eski" yeni topu hakkında iyi şeyler söyleyen tek oyuncu olabilirdi.
"Spalding'in basketbol teknolojisini ilerletme çabaları, mümkün olan en iyi topu üretmiştir" diyordu Spalding CEO'su Scott Creelman, top tanıtıldığında.
O zamanki NBA Komisyoneri David Stern, Creelman'ın yavan cümlelerini tekrar ediyordu: "Spalding'in yeni oyun topuna uyguladığı yenilikler, dünyadaki en iyi oyuncuların, dünyadaki en iyi basketbol topuyla oynayacağını garanti ediyor."
Dünyanın en iyi oyuncularının ise farklı fikirleri vardı: "Korkunç" diyordu o dönem Miami Heat'te oynayan Shaquille O'Neal, sezonun başlamasından üç hafta önce: "Oyuncak mağazasından aldığınız ucuz toplara benziyor... Şut yüzdelerinin düşmesini ve top kayıplarının artmasını bekliyorum çünkü top ıslandığında kontrol etmeniz olanaksızlaşıyor. Bunu yapan adamı kovmaları lazım. Korkunçtu, korkunç bir karar. Berbat."
Diğerleri biraz daha resmîydi. "Onu hiç sevmemiştim" diyordu Washington Wizards guardı ve NBA kanaat lideri DeShawn Stevenson. Takım arkadaşı Caron Butler yetersiz bir savunma ile idare edip "Bu kadar büyük mesele nedir, anlamadım" derken, NBA'in önde gelen oyuncularının neredeyse her biri şikayetlerini dile getiriyordu.
Dönemin MVP'si Steve Nash "Top elinizden fırlayıveriyordu" diyordu.
"Parmaklarıma sürekli losyon sürmek zorundaydım, çünkü parmaklarım çatlıyor ve parmak uçlarım yarılıyordu." diyordu bir yıl önce, bir sezonda en çok üçlük isabeti rekorunu kıran Ray Allen.
Raja Bell gazetecilere, yeni topa atfettiği bir bölünmüş tırnak göstermşişti. Nash ve Jason Terry de gazetecilere kağıt kesiklerine benzer yaralar göstermişti. Dirk Nowitzki de yeni topun ellerini kanattığını söylüyordu. Olaya fena halde kafası bozulan Eddy Curry, topun asla aynı şekilde elinden çıkmadığını iddia ediyordu; orta parmağına yapıştığını söylüyordu. Micheal Doleac da sevmemişti.
En ideal top, en ideal değildi. Ortak görüş, kötü olduğu yönündeydi.
Oyuncular ayarlamayı sahada yaptı, gönülsüzce de olsa; Shaq'ın tahminlerine zıt bir şekilde, bu topun kullanıldığı zaman aralığında şut yüzdeleri arttı ve maç başına atılan skor da 2.5'lik bir yükseliş gösterdi. Gelgelelim, ligdeki oyuncular, yeni bir topla oynama konusunda nasıl ve neden kendilerine danışılmadığını ya da uyarılmadıklarını anlama konusunda güçlük çektiler. Düşünün ki MLB, onlara danışmadan, oyunculara artık eldivenlerin ofis sandalyeleriyle aynı malzemeden yapılacağını bildiriyor. "Oyun, atılan sayının düşmesi ya da heyecan verici sayı atılamaması gibi bir şeye maruz kalmış değildi diyordu Jerry Stackhouse, New York Times'a. "Ama bu doğrudan bizim işimizi yaptığımız yere etki eden şeylerden biri. Doğru kelime, "tek yönlü".
Aralık 1'de, NBA Oyuncular Birliği, Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu'ndan bir şikayet aldı. Şikayet açıklamasında, Ralph Nader şunu diyordu: Bay Stern, oyunculara yeni bir topa geçiş hakkında danışmadı, ve hatta uygulamaya geçmeden önce denemelerine izin vermedi; oyunculara saygısızlık gösterdi."
Bu NBA için biraz despotik bir dönemdi, ve bariz bir şekilde 10 yıldan daha önceymiş gibi hissettiriyordu. Önceki sezonun başlamasından kısa süre önce yeni kıyafet kurallarını ligde yürürlüğe sokan Stern, kariyerinin sonlarındaki Komissar evresinin sonlarına girmek üzereydi ve toptaki değişiklik de, en az bu kuralın gelişi kadar "olmamıştı". Ama oyuncular giysi kuralına çabukça alışırken --Stern yönetiminin en güzel ironi miraslarından biri, yanlışlıkla Russell Westbrook'un moda devriminin hiperaktif öncülüğüne ligi itmesiydi-- basketbol topunu kurcalamak, çizginin ötesindeydi. "En çok sevdiğimiz şey, basketbol topu" diyordu Lebron James. "Bu sizi iyi hissettiren şey. Yani, topunuz olmadan, bu iş olmaz. Benim en büyük problemim, neden bizim için bu kadar anlamlı olan bir şeyi değiştirdikleriydi."
Stern ve ligin bu soruyu cevaplamak için sınırlandırdığı ölçüde, verimliliği vurguladılar; mikrofiber toplar, Spalding'in "güvenilir deri" olarak nitelendirdiği şeylere ve deri toplarını düzenlemede uzun süren zorlama sürecine çözüm olarak gösterildi. Ancak sadece oyuncuların kaygılarını değil, açıklamanın ne kadar sınırlı olduğunu da abartmak zordu. Topları uygulamakla görevli olan lig süreci sorulduğunda Dallas Mavericks'in sahibi Mark Cuban, VICE Sports'a şunları söylemişti: "Hiçbir fikrim yok. Bize bunun olacağı söylendi; hakkında ne düşündüğümüz sorulmadı."
Stern, elinden geldiğince yeni topların daha iyi olduğunu vurguladı. "Bence topla ilgili kötü taraflar abartılıyor, iyi yanları ise yeterince ilgi ve takdir görmüyor," diyordu Stern, NBA'in Avrupa'daki sezon öncesi turu sırasında. "Bir topun tekrar, tekrar ve tekrar gerçekleştirmesini istediğiniz şekilde, belli parametreler dahilinde, olağanüstü derecede iyi performans gösteriyor... Bu aynı hissettireceği anlamına gelmiyor; tam olarak aynı şekilde sekmeyebilir de. Herkesin yapabileceğini veya yapamayacağını söylediği şekilde her şeyi yapabilir, ancak çok iyi bir top ve testler de bunun bir gelişme olduğunu göstermeye devam ediyor."
Peki NBA'in parametreleri nelerdi? Testleri kim gerçekleştirdi? Stern "olağanüstü iyi" derken ne kastediyordu? Bunlar devlet sırları. Sezon başlangıcından ve oyuncular ile Oyuncular Birliği'nin geri püskürtülmesinden kısa bir süre önce Cuban, Texas-Arlington Üniversitesi'nden bir grup fizikçiyi, yeni topun eskisinden ne kadar farklı olduğunu test etmeleri için görevlendirdi. Sonuçlar oyuncu şikayetlerini destekliyordu: Cross Traxxion hem sürtünme kirini koruyordu, hem de az miktarda neme maruz kaldığında dikkat çekici derecede kaygan hale geliyordu ve hem derece, hem tür bakımından fark edilecek kadar değişik bir şekilde zıplıyordu. Fizikçiler, yeni topun eskisinden, yüzde 5 ila sekiz daha az zıpladığını ve zıpladığında, şaşırtıcı şekilde yüzde otuz daha dengesiz olduğunu tespit etti.
Bu, Steve Novak'in top hakkında yanıldığını söylemek anlamına gelmiyor; lig 11 Aralık itibariyle yeni topları aşamalı olarak kullanım dışı bırakacağını açıklayınca, Nash gibi bazı oyuncular, Cross Traxxion'ın tuhaflıklarına alışmaya başladıklarını, topun kullanımına devam edilmesini isteyerek şikayette bulundular. Top, şüphesiz bir biçimde lig tarafından yapılan bir hataydı ve geriye dönüp bakınca, Spalding için de orta seviye bir felaketti -- eski topa dönüldükten sonra, Cross Traxxion'ını iade etmek isteyenlere 100 dolar, değiştirmek isteyenlere de vergi ve ulaştırma ücretleri için 15 dolar geri ödeme yapılacağını açıkladı. Spor danışmanlığı şirketi TSE Sports & Entertainment'tan Robert Tuchman, Spalding'in zararı ile ilgili, Sports Business Daily'ye şunları söylemişti: "New Coke fiyaskosu ile aynı seviyede değil, fakat gerçekten talihsiz bir olaydı."
Bununla birlikte, hiçbir şekilde gerçeğin ardından öngülen işbirliğinin ve esnekliğin bir kombinasyonu ile sabitlenemeyen bir durum değildi; örneğin Cuban, takımların oyun durduğunda ya da top ıslandığında değiştirmeleri konusunda makul bir öneri sundu. Ancak topun yarattığı sorunu gidermek için herhangi bir girişim, ligin bir sorunun var olduğunu kabul etmesini gerektiriyordu, ve bu da her zaman daha büyük bir meydan okuma olurdu. "David Stern'in bir hata yaptığını kabul etmesini tahayyül edemiyorum" diyordu ESPN'den Tim Legler, kasım başları gibi. "Ya da ligin."
Eskiye dönüş zamanı geldiğinde, Aralık ortasında, buna Stern'in böyle bir itirafa ne kadar yakın olabileceğinin örneği de eşlik etti. "Top için çok güçlü bir savunmam olmayacak" diyordu Stern, New York Times'a, "Geri dönüp baktığımda, daha iyi iş çıkarabilirdik. Bunun sorumluluğunu üstleniyorum. Eğer oyuncularımız bu durumdan memnun değillerse, bunun sebebini sonuna kadar incelemeliyiz. Her şey masada. Memnun değilim, ama gerçekçiyim. Bu noktada doğru olanı yapmak zorundayız. Ve tabii ki, doğru olan, oyuncularımıza kulak vermek." Eğer biri Cross Traxxion yüzünden alınıyorsa, bu pişman olunacak bir durum olurdu.
Burada son noktayı koymak güzel olur, ama yeni topun etrafındaki bu yangın, eğer tek taraflılık ve yürütme riskleri konusunda Stern'e değerli bir ders verdiyse de, ne onun acımasız bir lokavtı denetlemesine engel oldu; ne de o efsanevi Basketbol Sebepleri'yle o yılın ilerleyen zamanlarında Los Angeles Lakers'a Chris Paul'ü yollayan takası engellemekten geri koydu.
Şu anda, ve geçmişe bakınca da, NBA'in yeni topunun kısa ve trajikomik yaşamı, kollektif işçi hareketinin, üst düzey yönetici kafasına karşı bir zaferdi. "Nereden geldiğimizi anladı" diyordu LeBron James, Stern'in eski topun döneceğini açıklamasının ardından. "Ligin başarılı olması için, oyuncular mutlu olmalı." Oyuncuların işçiyi ve emeği temsil ettiği yerde, bu açık olmalı. Tarihin kanlı parmaklarına bakacak olursak, bunu elde etmesi hiç de kolay değil.
Fraktal
Salı günü Trt'nin müthiş maç seçimiyle Arsenal-Bayern'i izliyoruz. Son 15 dakikada Arsenal iyice çözüldü falan, gol sevinçlerinden birinde, yukarıda gördüğümüz manzara takıldı gözüme bir anda. Bilgisayardan linkle izlesen, hadi gene alırsın ekran görüntüsü de, televizyonda; geçti gitti bir anda. Sonradan İbo sağolsun, yolladı. Olay şu: Pankartta "Old Trafford '02" yazıyor. Sarı zemin üstüne mavi/lacivert yazı ile. Arsenal, sezon bitimine birkaç hafta kala Old Trafford'da United ile oynayıp, orada kazanıp şampiyonluğu ilan ediyor. O maçta da Arsenal (haliyle) deplasman formasını giyiyor ve bu forma da altın-lacivert. Bu maça hoş ve kalıcı bir gönderme yani. Böyle şeyler çok güzel. Tabii renk tonunda biraz "sapma" olmuş ama, kulübün geleneksel dış saha renkleri sarı-mavi olduğundan, çok bir sorun teşkil etmiyor. Mesela TT Arena'ya bir tane "Saraçoğlu '12" yapılsa...
Juncker
"Birçok kulüp hâlâ yerleşimin önemine inanmıyor. Didier Drogba, otobiyografisinde, 2004 yılında, 44 milyon dolar karşılığında Marsilya'dan Chelsea'ye transfer olmasını anlatır: 'Ülke değiştirmiş olmaktan kaynaklanan sorunlarla boğuşuyordum. Chelsea bana hiç yardımcı olmadı.' Kulüpteki hiç kimse, çocuklarına okul bulmakta yardımcı olamazdı. Chelsea'nin ev bulmak konusunda tek yaptığı, onu, bir evi 18 milyon dolara satmaya çalışan bir emlakçı ile tanıştırmak olmuştu. Drogba ailesi "kızgınlık haftaları"nda bir otelde kalmıştı. Bu arada güçlükle İngilizce konuşabilen Drogba, sokak sokak ev aradı.
'Chelsea'nin yüksek ücretle getirdiği tüm yabancı transferler az-çok aynı tecrübeyi yaşadılar,' diye yazıyor Drogba, 'Gallas, Makelele, Kezman ve Geremi ile çoğu zaman bunun geyiğini yapardık: Sen de hâlâ otelde mi kalıyorsun? Tüm bu endişeleri yaşarken Chelsea'ye adapte oluyormuş ya da performansımı artırıyormuş gibi hissetmiyordum."
"Lyon ağırbaşlı çocukları aldıktan sonra, iyice yerleştiklerinden emin oluyor. Drogba gıptayla bahsediyor bundan: 'Lyon'da bir çevirmen Brezilyalılara yardımcı oluyor, ev bulmalarını sağlıyor, ilişkilerini kuruyor, taşınmanın negatif etkilerini mümkün mertebe azaltmaya çalışıyor... Chelsea gibi kaliteli bir yerde bile böyle bir şey yok' "
Futbolun Şifreleri, Sayfa 97 ve 108
Yok
Son iki sezondur açık mavi renge sahip takımlarda dikkat çeken bir nokta, normalden daha "tatlı" bir mavi görüyoruz. 4 örnekte 3 farklı marka var. Fotolardan çok belli olmayabilir, ama televizyondan zaten anlaşılıyor rahatça. Bazı kulüplerde gördüğümüz (Barcelona'da 3-4 sene görüldü misal) renkleri koyultma trendi gibi bir şey herhalde.
Nerden Nereye 232
Gönderen
L
on 27 Şubat 2017 Pazartesi
Etiketler:
barcelona,
futbol,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Hayır
Gönderen
L
on 23 Şubat 2017 Perşembe
Etiketler:
forma,
futbol,
şampiyonlar ligi
/
Comments: (0)
2012-2013 ve 2013-2014 sezonlarında Galatasaray'ın başında vardı bu. Olympiakos'la oynuyor olsak, diyelim, o sezonlardaki üç forma da uymuyordu. 3. forma olarak kendi renklerinden birini kullanırsan, sonuç bu. "Koca" Juventus da, tamam şıktır falan ama, o zebra formasını giyince bu sene, 3. seçenek olarak, başa bu geliyor. Porto'nun çubuklusuyla, hem Juve çubuklusu, hem mavi, hem de bu beyaz çakışıyor. Çözüm de bu oluyor. Tamam, her sezon aynı setleri çıkaramazsın, ama bu sezon beyaz yerine şu ya da şu tip bir üçüncü yapılsa, böyle manzaralara gerek kalmaz.
Tabii şu notu da eklemeli, böyle hallerde iki tarafa da 2. ya da 3. formayı giydiriyor Uefa. Hak geçmesin diye falan sanırım. Hatırlayınız, geçen sezonki Barça-Atleti eşleşmesi.
Nerden Nereye 231
Gönderen
L
on 20 Şubat 2017 Pazartesi
Etiketler:
futbol,
hayat,
nerden nereye,
trabzon
/
Comments: (0)
2000 Slam Dunk'ın Sözlü Tarihi
Gönderen
L
on 18 Şubat 2017 Cumartesi
Sporda var olan saf atletik yeteneğin en açık sergilendiği sahne olan NBA Slam Dunk Yarışması, Julius Erving, Michael Jordan ve Kobe Bryant gibi oyuncuların şöhretini artırmasına yardımcı oldu. Ancak 2000 yılı itibariyle, bir dizi tekdüze ve akılda yer etmeyen yarışmanın ardından, organizasyon ihtişamını öyle kaybetmişti ki, 1998 ve 1999'da düzenlenmedi bile. Vince Carter: Toronto Raptors'ın 23 yaşındaki, gelecekteki süper yıldızı. Lütuf, güç, yaratıcılık, havada kalma süresi ve şovmenliği rakipsiz bir şekilde bir araya getiren ilk yıldız olan Carter, önceki sezon lige girdiği andan itibaren hayranlarını koltuklarından zıplatmayı başarmıştı. Hem taraftar, hem de medya, onu benzer şekilde Jordan'dan sonraki en iyi maç içi smaççısı olarak görüyorlardı, uçar gibi vurduğu smaçlar sebebiyle ona "Air Apparent" ve "Air Canada" gibi lakaplar takılmıştı bile!
Yani yarışmaya ismini yazdırdığı zaman Carter'dan beklentilerin yüksek olduğunu tahayyül edebilirsiniz. Katılımcılar arasında --aynı zamanda takım arkadaşı ve kuzeni de olan-- Tracy McGrady, Steve Francis, Ricky Davis, Jerry Stackhouse ve Larry Hughes gibi isimler olsa da, gözler Carter'ın üstündeydi. Hiçbir yarışmacının Vince'ten fazla kaybedecek şeyi yoktu. Eğer bu ortamda kazanamasaydı, beklentileri karşılayamamış olurdu. Ve eğer kazanırsa da, yapması gereken bu değil miydi zaten?
Kimsenin bilmediği şey, üç finalistin tüm zamanların en büyük gösterisini ortaya koymak için bir araya geleceği, ve hâlâ 15 yıl önce o cumartesi gecesi Oakland'da olduğu kadar hayrete düşürücü, Carter'ın performansının smaç yarışmaları düzleminde bir altın standart olarak tarihe geçeceğiydi.
Vince Carter: Smaç yarışmasına katılma fırsatını elde etmek çocukluk rüyamdı, hayatım boyunca istediğim bir şeydi. Tabii ki pazar günkü maç ve diğer organizasyonlar harika ama cumartesi günü ve smaç yarışması, tamamıyla benim için yaratılmış gibiydi.
Dee Brown, 1991 Slam Dunk şampiyonu ve Carter'ın 99-00 sezonundan takım arkadaşı: Bir Florida çocuğu olarak, Vince'i Raptors'ta birlikte oynamadan önce de, olarak tanıyordum. Lisedeki smaç yarışmasını kazanırken onu gördüğümü hatırlıyordum. O yılın Slam Dunk'ına, bir sürü smaç yarışmasına katılmış, ve hepsini kazanmış biri olarak geliyordu.
Jerry Stackhouse, 2000 Slam Dunk katılımcısı ve o zamanın Raptors yardımcı koçu: Chapel Hill'de hazırlık maçları yaptığımızı hatırlıyorum. Birisi şut çekerdi, ve top çembere doğru inerken Vince topu alıp değirmen vururdu. Konu sıçrama kabiliyeti ve zamanlama olduğunda onun özel biri olduğunu bilirdiniz. İnanılmaz bir atletti.
Kenny Smith, TNT yorumcusu ve üç kez Üç Sayı Yarışması katılımcısı: Çoğu insan bir smaççı olarak Vince'in neler yapabileceğini biliyordu, ama onu daha önce bir yarışmada hiç görmemişlerdi. Mesela, maç esnasında bir fastbreak sırasında vurulacak smaçtan öte, bir smaç yarışmasında bu yaratıcılığa sahip olup olmadığını kimse bilmiyorlardı,
Brown: İnsanlar Vince için oradaydı, buna şüphe yok.
Smith: Vince'i görmüştüm. Daha önce hiç şahit olmadığımız şeyleri yapabileceğini biliyordum -- ama bu seviyede değil.
Carter: Büyüdükçe, smaç yarışmalarını kaydetmeye ve onları çalışmaya başladım. Kafamda çözmeye çalışıyordum --ortalama bir adamdan biraz daha farklı olabilir ve bu yüzden garip gelebilir-- smaçlar harikaydı, tamam, ama şunu bilmek istiyordum: Neden bu smacı yapıyor? Ne göstermeye çalışıyor? Aradığı görüntü ne? Mevzuyu bu şekilde inceledim. Ona kilitlenmiştim. Takılıp kalmıştım.
Bin smaca değer fotoğraf. Üçüncü smaç için Carter, McGrady'den gelen pasla topu bacaklarının arasından geçirdi; bu smacın ilham kaynağı, yarışmadan bir hafta önce derginin birinde gördüğü bir fotoğraftı -- ve bunu daha önce hiç denemeden uygulamıştı.
Hazırlanmak için bir ay falan varken, Carter ve Mcgrady, her antrenmanın ardından, bazı şeyler denemek için zaman ayırdılar. Yarışma gecesi Carter'ın kafasında 4 ya da 5 smaç vardı, ama hayatının en büyük şovu öncesi daha en baştan kafasını karıştıracak şekilde bütün planını gözden geçirdi.
Carter: Biz sahaya çıkmadan hemen önce, ben hâlâ smaçların sırasını çözmeye çalışıyordum. Kafam yanmıştı. Sırayı korumalı mıydım? Yoksa gelişine girişecek miydim? Smaç yarışmasını gecelerce hayal ettim, rüyalarıma giriyordu. İlk smacın akılda kalacak bir şey olmasını istiyordum. Kendi kendimi mükemmel olma adına feci baskı altına sokuyordum.
Paul Jones, spor muhabiri: (Olaydan hemen önce) Carter'la yaptığım röportajı asla unutamam. Ona hazır olup olmadığını, nasıl yapacağını düşündüğünü sordum. Omuzları çökmüştü, yere bakıyor ve "Dostum bilmiyorum, bilmiyorum" diyip duruyordu. "Şaka mı yapıyorsun" diye düşünüyordum.
Carter: Yarışmaya gelecekken, bizi salona götürecek araç orada değildi. San Francisco'da kalıyorduk, herkese onları otelden alıp Oakland'a götürmek üzere birer araç tahsis edilmişti. Ama ortada yoklardı. 2'de dışarıda olmamız gerekiyordu. Saat geldi ama ortada arabalar yoktu. Diğer All-Star'ların arabaları gelmişti, ama bizimkiler hâlâ görünürde yoktu. Beş kişiydik ve bizi San Francisco'dan Oakland'a götürmek üzere bir sedana sıkışmak zorundaydık. Neredeyse beceremiyorduk. İşler çok fena boka sarmıştı. Feci stresli bir ortamdı ve Jonesy ile yapılan röportaja dek bunların hepsi birer etkendi.
Jones: Röportaj için tüneldeydim, ve onu sahaya çıkarken gördüm; oraya adım attığı an bütün vücut dilinin değiştiğine şahit oldum.
Carter: Başka bir manyak olmuştum. Maç öncesi rutinimi gerçekleştirmek üzere sahaya çıkmıştım, ama önce turnike çizgisine doğru gittim --belki analiz işini biraz abartıyordum-- aniden yeteri kadar iyi olmadığı hissine vardım: Bir sürü panyadan topu geri alarak smaç denenmişti, biliyorsunuz, özel bir tarafı kalmamıştı. Orada durmuş, sahaya bakıyordum, ve yarışmadaki diğer oyunculara saygı duyuyordum; yeteri kadar iyi olmadığını düşünüyordum.
Hakemden ilk smacı yapmak üzere topu almadan önce, ne yapacağımı bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Şöyle düşündüm: Görünüşle neyi başarmak istiyorum? Yaratıcılığı, havada asılı kalmayı arıyordum, ve yıllardır üstünde çalıştığım bütün şeyler. Bütün bu yıllar, gelip bir harekete, bir âna akıyor. Ve işte buradayım, hareketimi dünyaya göstermeden dakikalar önce, aynı şöyleydim: Oh tanrım, şimdi ne yapayım?
Fikri buldum: 360 değirmen. O anki dürtü buydu. Gerçekten bu smacı yapmayı düşünmemiştim, çünkü bunu haftalar önce denediğimde, ucu ucuna yapıyordum. 360'ı olaya dahil ettiğim zaman, özellikle ilk denemelerimde, çemberden uzak kalıyordum. Yeterince yükseğe çıkamıyordum. Bu yüzden başlangıçta onu bir kenara koymuştum.
Ama her smacın içinde, zorluğu da arttıracak bir şaşırtma unsuru olmasını istiyordum. Kolu geri çekerek değirmen vurmak zaten yeterince zordu, ama bunu ters şekilde yapmak? Meydan okuma buradaydı. Eğer bunu becerirsem, gecenin geri kalanı iyi geçer, şeklinde hissediyordum.
Çabuk ve pürüzsüz bir hareketle Carter yerden havalandı ve kolunu geri çekerken aynı zamanda sağından ters tarafa 360 derece dönüp smacı yaptı; top filenin içinden geçer geçmez yere indi ve kalabalığa doğru haykırdı.
Smith: Ortam ayarı yapan, bu smaçtı. Asla bir smaç yarışmasında bunu beklemezsiniz. Ve Vince beklemiyordu. Gidip "Tamam, şu işi halledeyim" demedi. "Kapıyı kıracağım" dedi.
Glen Grunwald, 1997-2004 arası Toronto Raptors Genel Menajeri: Sihirli bir andı. Olayın etkisine kapılmamazlık edemezdiniz. Bütün salon da olsa. Nefes kesiciydi.
Carter: Salondaki uğultu gerçekdışıydı. Planlamamda bunu hesaba katmamıştım. Hem de hiç. Vücudumda inanılmaz derecede adrenalin vardı ve artık yeterince yüksekliğe çıkmak konusunda endişelenmeme gerek yoktu. Smacın sonunda yere indiğimde, ekstradan bir kere daha sıçradım. Gidip bir tane daha değirmen vurabilirmişim gibi hissediyordum.
Smith: Hayatımda ilk defa biri smaç yaparken, insanların daha yakından izlemek için diğer taraftan kalkıp geldiğini gördüm.
Carter: O anda her şeyi çekip koparabilecekmişim gibi hissediyordum. Kusuruma bakmayın ama, "Siktir, işte başlıyoruz" gibiydi.
Ama birisi mecburen bu hareketin ardından sahneye çıkmalıydı. Ve Stackhouse'un ismi anons edilirken, Carter'ın sahayı infilak ettirmesinden bu yana bir dakika anca geçmişti.
Glen Grunwald, 1997-2004 arası Toronto Raptors Genel Menajeri: Sihirli bir andı. Olayın etkisine kapılmamazlık edemezdiniz. Bütün salon da olsa. Nefes kesiciydi.
Carter: Salondaki uğultu gerçekdışıydı. Planlamamda bunu hesaba katmamıştım. Hem de hiç. Vücudumda inanılmaz derecede adrenalin vardı ve artık yeterince yüksekliğe çıkmak konusunda endişelenmeme gerek yoktu. Smacın sonunda yere indiğimde, ekstradan bir kere daha sıçradım. Gidip bir tane daha değirmen vurabilirmişim gibi hissediyordum.
Smith: Hayatımda ilk defa biri smaç yaparken, insanların daha yakından izlemek için diğer taraftan kalkıp geldiğini gördüm.
Carter: O anda her şeyi çekip koparabilecekmişim gibi hissediyordum. Kusuruma bakmayın ama, "Siktir, işte başlıyoruz" gibiydi.
Stackhouse: Sırayı nasıl belirlediklerini bilmiyorum, ama alfabetik olmadığına eminim -- Mcgrady ve Francis'in ikisinin de "S"den önce ve "Carter"dan sonra geldiğini söyleyebilirim.
Terrence Ross, Raptors oyuncusu ve 2013 Slam Dunk şampiyonu: Stack'e saygısızlık olmasın, ama Vince'in yaptıklarından sonra, herkesin kafası bunlarla doluydu. Zor olmalı.
Stackhouse: Ben hâlâ onun smacının ihtişamının etkisi altındaydım. Onun ardından sıram gelmişti, zaman işlemeye başlamıştı ve herkes hâlâ onun smacı hakkında konuşuyordu. Bir nevi şanssızlıktı. Başıma gelen buydu: Tarihe, Vince Carter'ın ardından sahaya çıkan adam olarak geçmiştim. Neyse o. İnsanlar görmemiş olabilir, ama ilk denememde iyi bir smaç yaptığımı hissetmiştim -- güçlü bir çift elle vurulmuş 360.
Smith: Sadece iyiydi (gülüyor). Vince'in yaptığından sonra mı? Evet, yalnızca iyiydi.
Stackhouse'un smacının ardından, saha içi muhabiri Cheryl Miller ona "Böyle bir hareketin ardından geliyor olmak nasıl bir şey?" diye sordu ve güldü. Jerry'nin cevabı "Gördün..." şeklinde oldu.
Carter: Diğer smaççıları izledim ama yani... İlk smacın ardından başka bir kafadaydım. Resmen smaç sıramı bir kenara atmış ve kafam karışık şekilde hangi yönde gideceğimi çözmeye çalışıyordum. Şimdi ne yapacaktım? Her smacın ardından, o kişiye el uzatıp tebrik ettiğimi hatırlıyordum, ama ben hâlâ kendi ânımdaydım.
İlk turda 50'yi bulduktan sonra Carter erkenden havaya girmişti. Ama aslında herkesin beklediğinden daha büyük bir rekabetin içindeydi -- McGrady ve Francis ilk smaçlarının ardından 45'er puan almışlardı, ve ona 49 puan kazandıran ikinci smacında McGrady, sert bir çift el değirmen smacı için Carter'dan bounce pas almıştı (o yıl, her yarışmacının bir smacında takım arkadaşından yardım alması gerekiyordu). Gerçek bir yarışma vardı şimdi.
Carter: Sakinleşemiyordum. Tracy'nin ne yapabileceğini biliyordum. Steve Francis'i ve ne yapabileceğini görmüştüm. Ricky Davis'in de geri adım atmayacağını biliyordum.
Brown: Tracy McGrady. Başka bir yarışmayı kazanabilirdi. Eğer Vince olmasaydı kazanabilecek olan 3 kişi vardı.
Stackhouse: T-Mac olaya dahil değildi. Toronto'da Vinsanity çılgınlığı yüzünden biraz gölgede kalmıştı. Ama Tracy tek başına bakınca gayet iyiydi.
Carter: Aslında yapmak istemiyordu. Bunun için rica etmek zorunda kaldım. En baştan bunu hiç yapmak istemiyordu. Ben de "Dünyanın ne yapabildiğimizi görmesi gerek" diyordum. Bu yeteneğe sahipti. Yani zor bir yarışın içindeydim. Ama benim için kaybetmek, birinin çıkıp akıl almaz bir şey yapmasıyla gerçekleşebilirdi ancak.
İkinci smaç denemesinde çaylak oyun kurucu Francis, kendine bir bounce pas attı ve havada yatay vaziyette geri çekilerek bir smaç vurarak 50 puanı aldı. Carter başka bir (bu kez potanın arkasından gelerek yaptığı) akrobatik değirmen smaç ile onu takip etti ve 49 aldı.
Carter: Bununla yapmaya çalıştığım ters dönerken değirmen yapabilme kabiliyetini göstermekti -- ama çemberin altından. Yani yine vücudunuzu çemberin altından ve arkasından getirmeniz gerekiyordu. 360'ı yaparken. Kolay bir smaç gibi gelebilir, ama bu çaba sarf ettiğim başka bir smaç dahaydı sadece.
Tyler Ennis, Milwaukee Bucks guardı: Hakkı verilmemiş bir smaçtı.
İkişer smacın ardından, katılımcıların yetenekleri sınırsız gibi geliyordu. Shaquille O'Neal ve Kevin Garnett gibi All-Star oyuncular sahayı kuşatmış, kameralarını ayarlamış, korkuyla karışık bir saygı ile ayakta dikiliyorlardı. "İtiraf etmeliyim dostum" diyordu Garnett o zaman, "Hayatımda böyle bir şey görmedim. Francis bir astronot gibi zıplıyordu. O ve Vince Carter, From the Earth to the Moon tarzı işler yaptılar bugün."
Stackhouse: Herkes Vince'i bekliyordu, tahmin ediyordu. Şimdi ne yapacaktı?
Carter: Bütün oyuncular "Ne yapacaksın?" diye sorup duruyordu. KG, McDonalds smaç yarışması esnasında benimleydi, böylece beni görmüş ve ne yapabileceğimi bilir durumdaydı. "Şimdi ne var? Şimdi ne yapacaksın?" diyip duruyordu ve ben de "Bak şimdi" dedim.
Brown: Ben 91'de bütün smaçlarım için çalışmıştım. Vince eski smaç yarışmalarını çalışıyordu, ama yaptığı şeyler tamamen doğaçlamaydı.
Carter: Belki yarışmadan bir hafta önce, bir dergiye göz atıyordum ve dikey sıçramaya yardım edecek, "sıçrama ayakkabısı" diye bir şeyin reklamını gördüm. Havadayken topu bacaklarının arasından geçiren bir adamın fotoğrafı vardı. Bunu gördüm, sayfayı çevirdim ve tamam; işte buydu. Başka bir düşüncem olmadı. Bu bir epifani değildi: Oh, bu yarışma için iyi bir fikir. Ama o gece sahadayken, bu görüntü kafamın içinde birden patladı.
Çünkü o zamana dek bütün rutinimi değiştirdim, o halde orada bir şey bulmam gerekiyordu. Tracy ve ben hiç beraber çalışmadık. Oraya gidene kadar bu takım arkadaşı kuralını bilmiyordum. Çembere doğru yürüdüm ve ona tüm söylediğim "Bana gereken çemberin sağında durman, topu bel hizasında sektirmen --aslında göğüs hizasıydı ama, ben havadayken bele denk gelecekti-- ve çekilmen" oldu. O da "Ne yapacaksın amına koyim?" dedi. "Bana güven."
Dışardan duyulmasını istemiyordum; ona söyleceğim ve herkes görecek edecek. Kulak misafiri olduklarından değil, ama insanların beni ona açıklarken görmelerini, el hareketimi görmelerini, Tracy'nin yüzündeki reaksiyonu görmelerini istedim. Her şeyin sürpriz halinde ve o anda olmasını istedim -- hiç smaç kaçırmama konusunda titiz davranmamın sebebi bu. İlk pasın biraz yüksek kaçmasından sonra muhtemelen smacı yapabilirdim, ama boşverdim. Aslında yalnızca sıçradım ve indim, böylece siz hâlâ ne yapacağımı bilmiyordunuz.
Bay Carter'la takılmak. Kolunuzun içiyle yapabilmek varken, neden ellerinizle asılıp puan toplamaya çalışasınız ki? Çünkü tehlikeli, bir defa. Carter, bu dördüncü smacından önce, kolunu kırabileceğinden endişeleniyordu.
Söylemeye lüzum yok, ikinci hareket de işe yaradı. Vince topu havada yakaladı, aynı posterdeki gibi, topu bacaklarının arasından geçirdi, bir elinden diğerine verdi, ve sert bir şekilde smaçladı. Ahali çıldırmıştı; Kenny Smith, daha sonra meşhur olacak "Bitti!" cümlesini bağırıyordu, tıpkı Carter'ın kameraya bakarak aynısını söylediği gibi.
Ross: Benim favorim buydu. Daha önce öyle bir şey görmemiştim.
Carter: Tracy smaçtan sonra "Sen manyaksın" demişti.
Smith: Bu bacak arası smacın yapıldığı an, yeni bir smaç trendinin belirlediği andı. Bugünlerde bazıları için basit bir smaç gibi görülebilir. Fakat o, milletin hayal gücünün, bu tür şeylerin mümkün olduğunu düşünmesine izin veren bir trend yarattı.
Carter: Bitti, diye düşünüyordum. Kuzenimle daha önce hiç denemedim bir smaç yaptım. Bitti. Hiç denemediğim, yalnızca bir dergide fotoğraf olarak gördüğüm, yapıp yapamayacağımdan emin olmadığım bir smacı yaptım. Sadece... Bitti. O anda özgüvenim arşa çıkmıştı. Bitmişti.
Smith: Ben de öyle düşünüyordum. Böyle anlara hazırlanabileceğinizi sanmıyorum. Bu tip olayları , hevesiniz ya da hevessizliğiniz sahici olmalı. "Bitti!" Artık hep bunu duyuyorum. İnsanlar gelip bunu telefon zili yaptıklarını söylüyorlar.
Carter binayı avucunun içine almıştı ve jürinin, salondakilerin ve yarışmayı izleyen dünyadaki milyonların kalbini kazanmıştı. 20 dakikalık bir zaman aralığında, yıldızdan süpernovaya evrilmişti. Fakat çığır açan smacını henüz yapmamıştı.
Carter: "Yapana dek taklit et" durumlarından biriydi. Kendime güvendiğimi göstermek istiyordum, ama biliyor musun, hâlâ karmaşa içindeydim: Ben şimdi ne halt edeceğim? Önceki yıl, Gary Payton'ın Seattle'da düzenlediği yardım maçında oynuyordum. Çemberin üstüne kadar sıçrayıp, içine bırakıyordum; tıpkı üniversitede smaç yapmamıza izin vermedikleri zaman gibi. O arada kolumu çemberin içine sokup topu içine bırakmaya karar verdim. Tamam, güzel, ama şaşırtma unsuru nerede? Bunu erteleyecektim.
Şimdi çözmeye çalışıyordum: Pekala, sağdan mı geleceğim, soldan mı? Tutarsam, ne kadar asılı kalacağımı nasıl belirleyecektim? Düşünüyordum, eğer kolumu kırarsam, Butch (O dönemin Raptors koçu) beni öldürecekti. Tüm bunlar kafamdan hızlıca geçiyordu.
Uzaklaşarak biraz zaman kazanmaya çalıştım. Daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Çembere doğru yürüdüm, nefes verdim. Yukarı baktım. Güzel, tamam, diye düşünüyordum, sanırım burası sıçrama bölgesi olacak. Çemberin ön tarafına baktım. Burası da tutunma bölgesi. Kolumu ovaladım ve düşündüm. Eh, hadi bakalım.
Brown: Ne zaman yarışma hakkında konuşsak, ona "Tribüne oyna" diyordum.
Carter: Görülüyor ki, o noktada tezahürat peşinde değilim. Salonun sessiz olmasını istiyorum. Normalde, bir smaç yarışmasını izlediğinizde, herkes çıldırır, insanlar çığlık çığlığadır, "Aman tanrım, o neydi öyle?!" falan derler. Ama kaç kez bir smacın insanların dilini yutmasına sebep olduğuna şahit oldunuz? Tekrarı izleyene kadar kimsenin tek kelime edemediği bir smaç. "Bir saniye, yoksa sen..." diye düşünene kadar. Yirmi bin insan, ne olduğunu anlamak için aynı anda dev ekrana bakmak zorundaydı. Ondan sonra o uğultu geldi. İşte istediğim buydu. Ve onu aldım.
Bir düşünün: 2000'den önce yıllarca, hep gördüğümüz smaçlarla Slam Dunk'ları izledik. Biraz aklınızı karıştırmak istedim.
Gerektiği kadar sıçradı ve kolunu çembere asmasına yetecek sertlikte smacı vurdu; Carter bir 50 daha almıştı. Sonunda rahatlamış, gecenin bittiğini düşünüyordu ve sadece bir smaç daha kalmıştı. Jüri masasında oturmakta olan Julius Erving'e saygısını gösterecek bir hareket yapmaya karar verdi ve faul çizgisinin biraz önünden bir çift el smaç vurdu. Gecenin en düşüğü olan 48 puan aldı ama bunun önemi yoktu. Daha şimdiden bu sahnede görülmüş en akılda kalıcı performansı ortaya koymuştu.
Smith: İnsanların o gece hakkında konuşmayı bırakacaklarını sanmıyorum. Açıkça, yanına ancak Jordan ve Wilkins'in kapışması yaklaşacak şekilde, tarihteki en iyi smaç yarışmalarından biri olarak sayılmakta.
Carter: Şovu bitirmek için sahaya adımımı atarken, beni ilk selamlayan kişi Julius Erving'ti. Eğer beni tanıyorsanız, Dr. J'in benim kahramanlarımdan biri, tüm zamanlardan en favori karakterlerimden olduğunu bilirsiniz. Yarışmayı kazandınız, ödülü kaldırdınız, ve oradan giderken gördüğünüz ilk kişi, kahramanınız? Hani daha iyisi olamazdı.
Grunwald: Ligin büyük gösterilerinden birinde, dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için böyle bir olay, Raptors camiası için harikaydı. Eğlenceliydi. İmajımız yükselişteydi. Rakip sahalara gidip, daha önce hiç görmediğimiz yerlerde Raptors formaları görmek müthişti. Gerçekten kulübün algılanma şeklinin değiştiğini hissedebiliyordunuz. O gece şüphesiz, kalıcı bir etki bırakmıştı.
Brown: İnsanlar maçlarımıza onun smaçlarını görmek için geliyordu. Ve yapmadığı zaman deliriyorlardı! Vince o noktada kıvılcım saçıyordu, ve yarışma onun gelişiminin ve Raptors'ın Kanada'daki gelişiminin bir parçasıydı. Bugün NBA'de bunun hakkında konuşan çocuklar var -- Kanadalı çocuklar. Vince'i izlediler; beni değil. Bu onların smaç yarışmasıydı.
Ennis: Çok ufaktım ama yine de bunu ailemle izlediğimi hatırlıyorum. Onun için ve takım için büyük bir andı, ve onu gelmiş-geçmiş en iyi smaççılarla aynı kefeye koydu.
Ross: Onu izlerken 10 ya da 11 yaşındaydım. Herkes halihazırda Vince'i maçlarda yaptığı smaçlar sebebiyle seviyordu, ama bunun ardından, sadece onu orada görmek ve bununla eğlenmek için gelir oldular -- Vince'in farklı bir yüzünü görüyormuşuz gibi hissettiriyordu.
Carter: Aşırı gerçekdışıydı. Bu kadar yılın ardından senin zamanında yaptığın gibi seni izleyen ve yaptıklarını taklit etmeye çalışan birini tasavvur etmesi zor.
Onüç yıl sonra bu, ikinci yılındaki Terrence Ross, Carter'dan sonraki dördüncü Raptor olarak yarışmaya katıldığında onun bile tahmin edemeyeceği şekilde gerçekleşecekti.
Ross: 2013 Slam Dunk'ta Toronto'yu temsil ediyordum ve onlara bu yarışmayı kazandıran tek kişi, Vince'ti; o yüzden bunu bir şekilde dahil edeceğimi biliyordum. Onun formasını giyme fikrim vardı, ama doğru smaca ihtiyacım vardı. Aslında fikri DeMar (Derozan) verdi. Bu değişik 360-değirmen smacını, birkaç yıl önce (2011) kendisi deneyecekti ve bana söylemişti. Ardından bunu, o sezon sonradan Toronto'ya gelen Vince ile konuştum.
Carter: Bundan sonra Twitter'da kamuya açık bir şekilde Terrence'a ulaşmamı isteyen insanlardan bir şeyler duydum, ama benim ne haddime ki? Şahsen, ona birebir teşekkür edip, o gece yaptığı şey için saygımı gösterene kadar beklemek istedim. Onun için ne anlama geldiğini bilmiyordum. Belki yalnızca "Tamam, güzel, minnettarım, Vince, her neyse" şeklinde düşünüyordu, ama şahsen benim için daha anlamlı bir şeydi.
Ross: Bana smacı gördüğünü ve minnettar olduğunu söyledi. Ben "Bu durumda olduğum için çok memnunum" falan diyordum kendi kendime. Çılgıncaydı.
Carter: Bugünlerde insanlar "Ah, neden ünvanını korumadın?" diyorlar. Evet, yapabilirdim. Ama bunun üstüne bir kariyer inşa etmek istemedim -- insanların bunu benden her yıl beklemesini istemedim. Eğer kazanmasaydım, tamamıyla farklı bir kariyerim olacaktı. Bilirsiniz, geriye bakınca, deneyebileceğim ama yapmadığım iki smaç var. Ve size ne olduklarını söyleyemem. Olmaz. Kimseye söyleyemem.
Ara
Arşiv
-
▼
2018
(41)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/02 - 12/09 (3)
- ► 11/18 - 11/25 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 10/21 - 10/28 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (2)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 07/08 - 07/15 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/10 - 06/17 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 05/20 - 05/27 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (3)
- ► 04/15 - 04/22 (2)
- ► 03/25 - 04/01 (1)
- ► 03/18 - 03/25 (1)
- ► 03/11 - 03/18 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (1)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 02/11 - 02/18 (1)
- ► 02/04 - 02/11 (1)
- ► 01/21 - 01/28 (1)
- ► 01/07 - 01/14 (1)
-
►
2017
(80)
- ► 12/31 - 01/07 (2)
- ► 12/24 - 12/31 (1)
- ► 12/17 - 12/24 (1)
- ► 12/03 - 12/10 (1)
- ► 11/26 - 12/03 (2)
- ► 11/19 - 11/26 (1)
- ► 11/12 - 11/19 (2)
- ► 10/29 - 11/05 (2)
- ► 10/22 - 10/29 (1)
- ► 10/15 - 10/22 (1)
- ► 10/08 - 10/15 (1)
- ► 10/01 - 10/08 (1)
- ► 09/24 - 10/01 (2)
- ► 09/03 - 09/10 (1)
- ► 08/27 - 09/03 (1)
- ► 08/20 - 08/27 (1)
- ► 08/13 - 08/20 (3)
- ► 08/06 - 08/13 (1)
- ► 07/30 - 08/06 (2)
- ► 07/23 - 07/30 (2)
- ► 07/16 - 07/23 (1)
- ► 07/09 - 07/16 (1)
- ► 07/02 - 07/09 (2)
- ► 06/25 - 07/02 (3)
- ► 06/18 - 06/25 (2)
- ► 06/11 - 06/18 (2)
- ► 06/04 - 06/11 (1)
- ► 05/28 - 06/04 (1)
- ► 05/21 - 05/28 (1)
- ► 05/14 - 05/21 (2)
- ► 05/07 - 05/14 (2)
- ► 04/30 - 05/07 (1)
- ► 04/16 - 04/23 (2)
- ► 04/09 - 04/16 (2)
- ► 04/02 - 04/09 (3)
- ► 03/26 - 04/02 (2)
- ► 03/19 - 03/26 (3)
- ► 03/12 - 03/19 (2)
- ► 03/05 - 03/12 (3)
- ► 02/26 - 03/05 (1)
- ► 02/19 - 02/26 (2)
- ► 02/12 - 02/19 (3)
- ► 02/05 - 02/12 (1)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/15 - 01/22 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (2)
- ► 01/01 - 01/08 (2)
-
►
2016
(127)
- ► 12/25 - 01/01 (1)
- ► 12/18 - 12/25 (1)
- ► 12/04 - 12/11 (1)
- ► 11/27 - 12/04 (2)
- ► 11/20 - 11/27 (2)
- ► 11/13 - 11/20 (2)
- ► 11/06 - 11/13 (3)
- ► 10/30 - 11/06 (2)
- ► 10/23 - 10/30 (1)
- ► 10/16 - 10/23 (5)
- ► 10/09 - 10/16 (2)
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 09/25 - 10/02 (3)
- ► 09/18 - 09/25 (3)
- ► 09/11 - 09/18 (2)
- ► 09/04 - 09/11 (2)
- ► 08/28 - 09/04 (2)
- ► 08/21 - 08/28 (2)
- ► 08/14 - 08/21 (2)
- ► 08/07 - 08/14 (2)
- ► 07/31 - 08/07 (3)
- ► 07/24 - 07/31 (4)
- ► 07/17 - 07/24 (2)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
- ► 07/03 - 07/10 (2)
- ► 06/26 - 07/03 (4)
- ► 06/19 - 06/26 (3)
- ► 06/12 - 06/19 (3)
- ► 06/05 - 06/12 (3)
- ► 05/29 - 06/05 (2)
- ► 05/22 - 05/29 (4)
- ► 05/15 - 05/22 (4)
- ► 05/08 - 05/15 (2)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
- ► 04/24 - 05/01 (3)
- ► 04/17 - 04/24 (2)
- ► 04/10 - 04/17 (6)
- ► 04/03 - 04/10 (2)
- ► 03/27 - 04/03 (2)
- ► 03/20 - 03/27 (3)
- ► 03/13 - 03/20 (2)
- ► 03/06 - 03/13 (4)
- ► 02/28 - 03/06 (3)
- ► 02/21 - 02/28 (2)
- ► 02/14 - 02/21 (3)
- ► 01/31 - 02/07 (2)
- ► 01/24 - 01/31 (3)
- ► 01/17 - 01/24 (4)
- ► 01/10 - 01/17 (2)
- ► 01/03 - 01/10 (3)
-
►
2015
(105)
- ► 12/27 - 01/03 (3)
- ► 12/20 - 12/27 (3)
- ► 12/13 - 12/20 (3)
- ► 12/06 - 12/13 (5)
- ► 11/29 - 12/06 (2)
- ► 11/22 - 11/29 (3)
- ► 11/15 - 11/22 (3)
- ► 11/08 - 11/15 (3)
- ► 11/01 - 11/08 (4)
- ► 10/25 - 11/01 (3)
- ► 10/18 - 10/25 (3)
- ► 10/11 - 10/18 (2)
- ► 10/04 - 10/11 (3)
- ► 09/27 - 10/04 (3)
- ► 09/20 - 09/27 (3)
- ► 09/13 - 09/20 (2)
- ► 09/06 - 09/13 (3)
- ► 08/30 - 09/06 (1)
- ► 08/23 - 08/30 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/07 - 06/14 (2)
- ► 05/31 - 06/07 (2)
- ► 05/24 - 05/31 (2)
- ► 05/17 - 05/24 (2)
- ► 05/10 - 05/17 (2)
- ► 05/03 - 05/10 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (2)
- ► 04/12 - 04/19 (2)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (2)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (2)
- ► 03/01 - 03/08 (2)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 02/15 - 02/22 (4)
- ► 02/08 - 02/15 (2)
- ► 02/01 - 02/08 (3)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (3)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/04 - 01/11 (2)
-
►
2014
(151)
- ► 12/28 - 01/04 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (3)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (2)
- ► 11/30 - 12/07 (2)
- ► 11/23 - 11/30 (2)
- ► 11/16 - 11/23 (2)
- ► 11/09 - 11/16 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (3)
- ► 10/19 - 10/26 (2)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ► 10/05 - 10/12 (3)
- ► 09/28 - 10/05 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (4)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/07 - 09/14 (3)
- ► 08/31 - 09/07 (2)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (2)
- ► 08/10 - 08/17 (2)
- ► 08/03 - 08/10 (2)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 07/20 - 07/27 (3)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/06 - 07/13 (4)
- ► 06/29 - 07/06 (4)
- ► 06/22 - 06/29 (4)
- ► 06/15 - 06/22 (4)
- ► 06/08 - 06/15 (3)
- ► 06/01 - 06/08 (4)
- ► 05/25 - 06/01 (4)
- ► 05/18 - 05/25 (2)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/04 - 05/11 (3)
- ► 04/27 - 05/04 (3)
- ► 04/20 - 04/27 (3)
- ► 04/13 - 04/20 (4)
- ► 04/06 - 04/13 (3)
- ► 03/30 - 04/06 (2)
- ► 03/23 - 03/30 (2)
- ► 03/16 - 03/23 (5)
- ► 03/09 - 03/16 (2)
- ► 03/02 - 03/09 (4)
- ► 02/23 - 03/02 (4)
- ► 02/16 - 02/23 (5)
- ► 02/09 - 02/16 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (6)
- ► 01/26 - 02/02 (3)
- ► 01/19 - 01/26 (3)
- ► 01/12 - 01/19 (3)
- ► 01/05 - 01/12 (5)
-
►
2013
(349)
- ► 12/29 - 01/05 (5)
- ► 12/22 - 12/29 (8)
- ► 12/15 - 12/22 (6)
- ► 12/08 - 12/15 (5)
- ► 12/01 - 12/08 (3)
- ► 11/24 - 12/01 (5)
- ► 11/17 - 11/24 (6)
- ► 11/10 - 11/17 (7)
- ► 11/03 - 11/10 (6)
- ► 10/27 - 11/03 (7)
- ► 10/20 - 10/27 (8)
- ► 10/13 - 10/20 (5)
- ► 10/06 - 10/13 (6)
- ► 09/29 - 10/06 (5)
- ► 09/22 - 09/29 (6)
- ► 09/15 - 09/22 (6)
- ► 09/08 - 09/15 (6)
- ► 09/01 - 09/08 (8)
- ► 08/25 - 09/01 (5)
- ► 08/18 - 08/25 (6)
- ► 08/11 - 08/18 (9)
- ► 08/04 - 08/11 (2)
- ► 07/28 - 08/04 (6)
- ► 07/21 - 07/28 (5)
- ► 07/14 - 07/21 (6)
- ► 07/07 - 07/14 (7)
- ► 06/30 - 07/07 (6)
- ► 06/23 - 06/30 (11)
- ► 06/16 - 06/23 (4)
- ► 06/09 - 06/16 (5)
- ► 06/02 - 06/09 (5)
- ► 05/26 - 06/02 (8)
- ► 05/19 - 05/26 (8)
- ► 05/12 - 05/19 (9)
- ► 05/05 - 05/12 (7)
- ► 04/28 - 05/05 (5)
- ► 04/21 - 04/28 (6)
- ► 04/14 - 04/21 (7)
- ► 04/07 - 04/14 (8)
- ► 03/31 - 04/07 (7)
- ► 03/24 - 03/31 (9)
- ► 03/17 - 03/24 (9)
- ► 03/10 - 03/17 (10)
- ► 03/03 - 03/10 (11)
- ► 02/24 - 03/03 (8)
- ► 02/17 - 02/24 (6)
- ► 02/10 - 02/17 (6)
- ► 02/03 - 02/10 (7)
- ► 01/27 - 02/03 (7)
- ► 01/20 - 01/27 (7)
- ► 01/13 - 01/20 (11)
- ► 01/06 - 01/13 (8)
-
►
2012
(496)
- ► 12/30 - 01/06 (8)
- ► 12/23 - 12/30 (6)
- ► 12/16 - 12/23 (10)
- ► 12/09 - 12/16 (9)
- ► 12/02 - 12/09 (12)
- ► 11/25 - 12/02 (10)
- ► 11/18 - 11/25 (13)
- ► 11/11 - 11/18 (11)
- ► 11/04 - 11/11 (15)
- ► 10/28 - 11/04 (9)
- ► 10/21 - 10/28 (8)
- ► 10/14 - 10/21 (10)
- ► 10/07 - 10/14 (10)
- ► 09/30 - 10/07 (11)
- ► 09/23 - 09/30 (7)
- ► 09/16 - 09/23 (11)
- ► 09/09 - 09/16 (7)
- ► 09/02 - 09/09 (6)
- ► 08/26 - 09/02 (9)
- ► 08/19 - 08/26 (10)
- ► 08/12 - 08/19 (6)
- ► 08/05 - 08/12 (7)
- ► 07/29 - 08/05 (9)
- ► 07/22 - 07/29 (8)
- ► 07/15 - 07/22 (6)
- ► 07/08 - 07/15 (8)
- ► 07/01 - 07/08 (9)
- ► 06/24 - 07/01 (9)
- ► 06/17 - 06/24 (13)
- ► 06/10 - 06/17 (14)
- ► 06/03 - 06/10 (6)
- ► 05/27 - 06/03 (9)
- ► 05/20 - 05/27 (9)
- ► 05/13 - 05/20 (12)
- ► 05/06 - 05/13 (12)
- ► 04/29 - 05/06 (5)
- ► 04/22 - 04/29 (8)
- ► 04/15 - 04/22 (6)
- ► 04/08 - 04/15 (6)
- ► 04/01 - 04/08 (9)
- ► 03/25 - 04/01 (12)
- ► 03/18 - 03/25 (8)
- ► 03/11 - 03/18 (12)
- ► 03/04 - 03/11 (6)
- ► 02/26 - 03/04 (10)
- ► 02/19 - 02/26 (10)
- ► 02/12 - 02/19 (10)
- ► 02/05 - 02/12 (10)
- ► 01/29 - 02/05 (11)
- ► 01/22 - 01/29 (12)
- ► 01/15 - 01/22 (9)
- ► 01/08 - 01/15 (11)
- ► 01/01 - 01/08 (12)
-
►
2011
(437)
- ► 12/25 - 01/01 (11)
- ► 12/18 - 12/25 (10)
- ► 12/11 - 12/18 (12)
- ► 12/04 - 12/11 (7)
- ► 11/27 - 12/04 (4)
- ► 11/20 - 11/27 (9)
- ► 11/13 - 11/20 (10)
- ► 11/06 - 11/13 (10)
- ► 10/30 - 11/06 (7)
- ► 10/23 - 10/30 (5)
- ► 10/16 - 10/23 (10)
- ► 10/09 - 10/16 (8)
- ► 10/02 - 10/09 (9)
- ► 09/25 - 10/02 (7)
- ► 09/18 - 09/25 (7)
- ► 09/11 - 09/18 (9)
- ► 09/04 - 09/11 (6)
- ► 08/28 - 09/04 (6)
- ► 08/21 - 08/28 (8)
- ► 08/14 - 08/21 (9)
- ► 08/07 - 08/14 (8)
- ► 07/31 - 08/07 (8)
- ► 07/24 - 07/31 (10)
- ► 07/17 - 07/24 (7)
- ► 07/10 - 07/17 (8)
- ► 07/03 - 07/10 (7)
- ► 06/26 - 07/03 (5)
- ► 06/19 - 06/26 (7)
- ► 06/12 - 06/19 (8)
- ► 06/05 - 06/12 (12)
- ► 05/29 - 06/05 (8)
- ► 05/22 - 05/29 (8)
- ► 05/15 - 05/22 (6)
- ► 05/08 - 05/15 (4)
- ► 05/01 - 05/08 (7)
- ► 04/24 - 05/01 (10)
- ► 04/17 - 04/24 (9)
- ► 04/10 - 04/17 (10)
- ► 04/03 - 04/10 (13)
- ► 03/27 - 04/03 (10)
- ► 03/20 - 03/27 (9)
- ► 03/13 - 03/20 (5)
- ► 03/06 - 03/13 (11)
- ► 02/27 - 03/06 (7)
- ► 02/20 - 02/27 (10)
- ► 02/13 - 02/20 (7)
- ► 02/06 - 02/13 (14)
- ► 01/30 - 02/06 (3)
- ► 01/23 - 01/30 (9)
- ► 01/16 - 01/23 (12)
- ► 01/09 - 01/16 (8)
- ► 01/02 - 01/09 (13)
-
►
2010
(653)
- ► 12/26 - 01/02 (13)
- ► 12/19 - 12/26 (12)
- ► 12/12 - 12/19 (10)
- ► 12/05 - 12/12 (10)
- ► 11/28 - 12/05 (7)
- ► 11/21 - 11/28 (5)
- ► 11/14 - 11/21 (6)
- ► 11/07 - 11/14 (9)
- ► 10/31 - 11/07 (7)
- ► 10/24 - 10/31 (7)
- ► 10/17 - 10/24 (7)
- ► 10/10 - 10/17 (7)
- ► 10/03 - 10/10 (11)
- ► 09/26 - 10/03 (8)
- ► 09/19 - 09/26 (9)
- ► 09/12 - 09/19 (8)
- ► 09/05 - 09/12 (10)
- ► 08/29 - 09/05 (5)
- ► 08/22 - 08/29 (10)
- ► 08/15 - 08/22 (7)
- ► 08/08 - 08/15 (5)
- ► 08/01 - 08/08 (7)
- ► 07/25 - 08/01 (8)
- ► 07/18 - 07/25 (7)
- ► 07/11 - 07/18 (10)
- ► 07/04 - 07/11 (16)
- ► 06/27 - 07/04 (17)
- ► 06/20 - 06/27 (12)
- ► 06/13 - 06/20 (17)
- ► 06/06 - 06/13 (13)
- ► 05/30 - 06/06 (19)
- ► 05/23 - 05/30 (12)
- ► 05/16 - 05/23 (8)
- ► 05/09 - 05/16 (11)
- ► 05/02 - 05/09 (13)
- ► 04/25 - 05/02 (13)
- ► 04/18 - 04/25 (16)
- ► 04/11 - 04/18 (26)
- ► 04/04 - 04/11 (14)
- ► 03/28 - 04/04 (19)
- ► 03/21 - 03/28 (18)
- ► 03/14 - 03/21 (22)
- ► 03/07 - 03/14 (21)
- ► 02/28 - 03/07 (19)
- ► 02/21 - 02/28 (17)
- ► 02/14 - 02/21 (10)
- ► 02/07 - 02/14 (21)
- ► 01/31 - 02/07 (8)
- ► 01/24 - 01/31 (19)
- ► 01/17 - 01/24 (16)
- ► 01/10 - 01/17 (26)
- ► 01/03 - 01/10 (25)
-
►
2009
(691)
- ► 12/27 - 01/03 (26)
- ► 12/20 - 12/27 (27)
- ► 12/13 - 12/20 (26)
- ► 12/06 - 12/13 (24)
- ► 11/29 - 12/06 (6)
- ► 11/22 - 11/29 (8)
- ► 11/15 - 11/22 (16)
- ► 11/08 - 11/15 (16)
- ► 11/01 - 11/08 (24)
- ► 10/25 - 11/01 (15)
- ► 10/18 - 10/25 (8)
- ► 10/11 - 10/18 (15)
- ► 10/04 - 10/11 (15)
- ► 09/27 - 10/04 (14)
- ► 09/20 - 09/27 (17)
- ► 09/13 - 09/20 (1)
- ► 09/06 - 09/13 (5)
- ► 08/30 - 09/06 (15)
- ► 08/23 - 08/30 (11)
- ► 08/16 - 08/23 (17)
- ► 08/09 - 08/16 (11)
- ► 08/02 - 08/09 (17)
- ► 07/26 - 08/02 (23)
- ► 07/19 - 07/26 (10)
- ► 07/12 - 07/19 (9)
- ► 07/05 - 07/12 (10)
- ► 06/28 - 07/05 (6)
- ► 06/21 - 06/28 (16)
- ► 06/14 - 06/21 (17)
- ► 06/07 - 06/14 (5)
- ► 05/31 - 06/07 (12)
- ► 05/24 - 05/31 (20)
- ► 05/17 - 05/24 (10)
- ► 05/10 - 05/17 (22)
- ► 05/03 - 05/10 (26)
- ► 04/26 - 05/03 (14)
- ► 04/19 - 04/26 (12)
- ► 04/12 - 04/19 (20)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (9)
- ► 03/15 - 03/22 (6)
- ► 03/08 - 03/15 (16)
- ► 03/01 - 03/08 (7)
- ► 02/22 - 03/01 (15)
- ► 02/15 - 02/22 (12)
- ► 02/08 - 02/15 (15)
- ► 02/01 - 02/08 (4)
- ► 01/25 - 02/01 (11)
- ► 01/18 - 01/25 (10)
- ► 01/11 - 01/18 (4)
- ► 01/04 - 01/11 (11)
-
►
2008
(884)
- ► 12/28 - 01/04 (6)
- ► 12/21 - 12/28 (13)
- ► 12/14 - 12/21 (7)
- ► 12/07 - 12/14 (8)
- ► 11/30 - 12/07 (8)
- ► 11/23 - 11/30 (12)
- ► 11/16 - 11/23 (14)
- ► 11/09 - 11/16 (20)
- ► 11/02 - 11/09 (23)
- ► 10/26 - 11/02 (14)
- ► 10/19 - 10/26 (9)
- ► 10/12 - 10/19 (12)
- ► 10/05 - 10/12 (7)
- ► 09/28 - 10/05 (15)
- ► 09/21 - 09/28 (14)
- ► 09/14 - 09/21 (21)
- ► 09/07 - 09/14 (25)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (4)
- ► 08/10 - 08/17 (20)
- ► 08/03 - 08/10 (6)
- ► 07/27 - 08/03 (5)
- ► 07/20 - 07/27 (9)
- ► 07/13 - 07/20 (9)
- ► 07/06 - 07/13 (12)
- ► 06/29 - 07/06 (16)
- ► 06/22 - 06/29 (7)
- ► 06/15 - 06/22 (7)
- ► 06/08 - 06/15 (19)
- ► 06/01 - 06/08 (15)
- ► 05/25 - 06/01 (17)
- ► 05/18 - 05/25 (21)
- ► 05/11 - 05/18 (29)
- ► 05/04 - 05/11 (22)
- ► 04/27 - 05/04 (32)
- ► 04/20 - 04/27 (14)
- ► 04/13 - 04/20 (15)
- ► 04/06 - 04/13 (43)
- ► 03/30 - 04/06 (46)
- ► 03/23 - 03/30 (46)
- ► 03/16 - 03/23 (23)
- ► 03/09 - 03/16 (17)
- ► 03/02 - 03/09 (40)
- ► 02/24 - 03/02 (39)
- ► 02/17 - 02/24 (24)
- ► 02/10 - 02/17 (32)
- ► 02/03 - 02/10 (22)
- ► 01/27 - 02/03 (10)
- ► 01/20 - 01/27 (20)
- ► 01/13 - 01/20 (14)