Ramil


Bizim Esvaphane'deki arkadaşlar, federasyonun siteden tek tek paylaştığı yeni formaları bir katalog haline getirmiş, iyi de etmiş. Ben de sezon başlamadan, bahsedecek şeylerden birkaç not bırakayım şuraya.

-- Antalya düz kırmızı ya da çubukludan birini çıkarsa, harika set. Seneye yapsalar.

-- Bursa fena sınıfta kalmış. Son dönemde her yıl birini gördüğümüz turuncu ya da mavi renk yok. 4 forma da yeşil ve beyaz renklerde.

-- Sivas sanırım en kötüsü. Mesela Galatasaray'la oynayacakken, katalogda görünen beyaz forma-siyah şort giyerlerse ancak kurtarır. Onu da kim akıl ettiyse, allahtan.

-- Göztepe'nin set çok şık. Çubuklu, siyah şortla tamamlanıyor. Mavi forma zaten başlı başına.

-- Kasımpaşa da Antalya benzeri. Mavi ya da çubukluyu çıkar, güzel set.

-- Başakşehir'in turuncu çok boğuk, ama diğerlerinde omuzla falan denge bulunmuş.

-- Osmanlı... Ne diyesin ki yani.

-- Trabzon 2000'lerin başındaki gibi siyah ya da laciverti kullansa yeniden ya.

The Palace Kavgası, 2. Bölüm


(İlk bölüm için şuradan, orijinali içinse şuradan.)



ÇIKIŞ STRATEJİSİ

Taraftarların O'Neal ve Jackson tarafından yumruk yediğinin görülmesi, Pistons taraftarlarını daha da öfkelendirdi  yuhalamaya ve sahaya bir şeyler fırlatmaya devam ettiler. Biraz sonra herkes, Indianalı oyuncuların ve antrenörlerin mümkün olan en kısa sürede içeri sokulması gerektiğini fark etti. Maalesef bu, bir sürü burnundan soluyan taraftarın arasından geçerek tünele doğru eşlik etmek anlamına geliyordu. Diğer sorun, Breen'in dediği gibi "o anda çok korkunç bir görünüşe sahip olan" Artest'ti. Gecenin en şaşırtıcı anlarından birinde, NBA çevrelerinde tanınan bir kişi olan (Worldwide Wes lakaplı) William Wesley, koltuğunu terk edip, Artest'i Haddad ve Shackleford'dan ayırmaya gitmişti. 



Steve Angel (kameraman, ESPN): Gözümün ucuyla, benim planımdan çıkmakta olan birini gördüm ve bu Artest'ti. Bakışlarımı ondan ayırmadım. Oldukça şaşkın görünüyordu, "Burada neler oluyor?" der gibi. Basitçe, şokta gibiydi.

Person: Ron'un o anda sakinleşmek ve sahadan çıkmak için yardıma ihtiyacı olduğunun farkındaydım. Bu yüzden yanına gittim. Bence o anda kendinde değildi  nerede olduğunun farkında değildi. Önce onun dikkatini çekmeliydim ve kimle konuştuğunu fark etmesini sağlamalıydım. Onunla göz teması kurdum ve sonrasında kendine gelmeye başladı.

Artest: Ben Wallace'ın o şekilde reaksiyon vermesini beklemiyordum, ve hayatımda hiç yüzüme bira yememiştim. Hiç kimse bana bir şey atmamıştı birkaç kez hariç tabii ve kimse gelip de yüzüme bira atmamıştı. [2005'teki Espn röportajından.]

Breen: Nihayet Artest'i sahanın öbür tarafına çekebilmişlerdi. Arkasına döndü ve sanki orada değilmiş gibi bakıyordu. Tamamen kendini kaybetmişti. Manzara buydu, kötü bir durumdaydı. Kafası başka bir yerlerdeydi ve yüzünde delirmiş bir ifade vardı.

Jalen Rose (forvet, Toronto Raptors): Adamım Wes, görünüşe bakılırsa doğru zamanda doğru yerdeydi Pistons'ın ön sıradan sezonluk kombinesine sahip. Ron Artest'i sakinleştirmeye çalışanlardan biriydi.

William Wesley: Büyümeyeceğini düşündüğüm bir olayın başladığına şahit oldum, ama büyüdüğünü fark edince, sorunun bir parçası olacağıma, çözümün parçası olmaya karar verdim.

Angel: Yaralanmak üzere olduğumu hissettiğim tek an, bir polis memurunun gaz spreyini çıkarıp çalkalamaya başladığı zamandı. Reggie Miller ona yalvarıyordu: "Lütfen yapmayın. Üstümdeki takıma binlerce dolar verdim."

O'Neal: Polis ilk 10 dakika hiçbir yerde yoktu, ve ondan sonra da gelip gaz sıkmaya başladı.

Pollard: Kontrol yoktu. Bir maç olmaktan çıkmıştı artık. Taraftarlarla ilgiliydi artık. Kural tanımıyorlardı. Onları ayıran bir hakemi dinleyecek değildiler. Sokak kuralları geçerliydi artık. Taraftarlar NBA ailesinden değildi. Sahadaki bu adamlara karşı dövüşsen de, yine de üzerinde diğer takımın forması var. Kimseyi öldürmeye çalışmıyorsunuz. Ama taraftarlar bunu bilmiyor, ve siz de onların ne düşündüğünü bilmiyorsunuz. Bu bütün senaryoyu değiştiriyor.

Larry Brown: Sahanın ortasında çaresizce durduğumu hatırlıyorum. Taraftara seslenmek için mikrofonu almaya çalıştım, ama çok fazla şey olup bitiyordu ve kafamda da çok şey vardı. Olan bitene şöyle bir baktığımda midem bulandı.

Person: Sonunda mikrofonu masaya koyarak oradan uzaklaştı, çünkü iyice tadı kaçmıştı.

Breen: Oyuncuları saha dışına çıkarmaları için sanki bir saat beklemiş gibi hissetmiştim. Ne zaman her şey kontrol altına alınsa, başka bir yerde kavga başlıyordu. Taraftarlar nihayet saha dışına çıkarıldığında yalnızca bir-iki tane değil, bir sürü taraftar vardı, çünkü tribünde olanlar hakkında çok endişelilerdi "Vay canına" demiştik. Güvenliği suçlamıyorum, ama olan bitenle nasıl başa çıkmaları gerektiğini bilmiyorlardı.

Jackson: Üst katlardaki bütün o seyirciler bizim bulunduğumuz kısma gelmeden önce salondan çıkmamız gerektiğini biliyordum. Onlar nispeten belalı kişiler, kaybedecek pek bir şeyi olmayan adamlar. Eğer oraya gelirlerse, birileri cidden zarar görebilirdi.

Person: Taraftarların aslan olduğu, bizimse hayatlarımızı kurtarmak için kaçmaya çalıştığımız Gladyatör-tipi bir sahnede kapana kısılmışız gibi hissediyordum. Hissettiğim buydu. Oradan çıkış yokmuş gibi. Çıkmanız için savaşmanız gerekmiş gibi.


Arbedenin akıllara kazınan anlarından biri, Jackson'ın üstündeki formaya taraftarlara doğru gösterir şekilde onlara bağırarak, insanlar içeceklerini kafasından aşağı dökerken meydan okurcasına tünele doğru gitmesiydi. Wesley ve diğerleri tarafından çekilmeden önce, önüne içecek atan bir taraftara saldıran O'Neal, bunu biraz daha kişisel bir şekilde deneyimledi. Başka bir Pistons taraftarı, içeri girmekte olan birkaç Pacers oyuncusuna bir sandalye fırlattı. Jamaal Tinsley içeri girmek için tünele doğru yürürken, kafasında bir faraş tutuyordu, ancak herhangi bir darbe almadan oradan geri döndü. Bütün Pacers ekibinin içeri girmesi imkansız gibi görünüyordu, ama başardılar.


Jackson: Ben uzaklaşırken, bir şeyler fırlatıyorlardı. Ben "Hadi, durmayın. Neyiniz varsa atın" kafasındaydım. Güvenliğimle ilgili bir endişem yoktu, çünkü kendimi koruyabileceğimi biliyordum.

Donaghy: İçeri girmek çok ürkütücüydü, çünkü tribünlerden bir sürü şey fırlatılıyordu; para, sandalyeler, farklı içecekler.

Breen: Havada uçuşan sandalyeler vardı; insanlar gayet sert cisimler bulup, birilerinin kafasına atıyorlardı. Kimsenin ciddi şekilde yaralanmamış olmasına inanmak zor. Kesinlikle inanılmazdı.

Bryant Jackson (içeri girmekte olan Pacerslılara sandalye fırlatan kişi): Ben, Bryant Jackson; altı çocuğum var. Doğru olanı yapmaya çalışıyordum... Keşke kapılmasaydım dediğim bir ruh hali içindeydim.

O'Neal: İnsanlar tükürüyordu. Tribünlerden bazı maddeler atılıyordu  süpürgeler, çöplerin atıldığı kovalar, sandalyeler. Peki ne için? Eğer birimiz başından yaralansa ve ölse, ne için olacaktı bu? Ateşli bir rekabetti; Pistons'ı ne kadar sevmiyorsam, buraya gelip oynamaya da o kadar saygıyla yaklaştım. Otobüse bindiğimiz andan ısınmaya çıkışımıza kadar, başımıza gelecekleri biliyorduk. Maç öncesi ısınmalarda bile kargaşa vardı. Bütün taraftarları bağırtıyorsunuz. Sporu spor yapan şey bu. Bunu sevmelisiniz. Ama bunun ötesinde, gerçekten basketbol oynadığımız, ya da bir rakibimize karşı oynadığımız için mi bizden nefret edildi? Mesele bu kadar basit.

Breen: Pacerslıların içeri girdiği yerin üstünde bir sürü kişi vardı. Ve ortalarında gayet düzgün giyinmiş bir kadın vardı. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Zavallı kadın. Şu barbarlığın tam da ortasında. Umarım başına bir şey gelmez. Ve ben bunları düşünürken, o bir şişe aldı, dolu bir şişe ve Pacerslılara doğru fırlattı. Gözlerime inanamadım. Bu çılgınlığa bulaşmayacak o şık giyimli kadın bile kendini kaptırabiliyordu ve bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunun kanıtıydı.

Larry Brown: Herkes eşini ve çocuklarını maça getirir, ve asla babalarını böyle bir olaya karışmış olarak görmek istemezler.

Ham: Karım ve oğullarım oradaydı. Ve küçük oğlum Donovan, ağlamayı orada öğrendi.

Breen: 4-5 yaşından büyük olamazdı. Ağlıyordu ve ondan çok da büyük olmayan abisi onu kolları arasına almış, kafasını okşayarak "Tamam, geçecek, merak etme" diyordu. Ve küçük oğlan çok üzgündü. Çocuğu öyle görmek korkunçtu, ama abisini o şekilde görmek daha dokunaklıydı. Tüm olan biteni bütün saflığıyla gösteriyordu.

Ham: Donovan perişan olmuştu  NBA'in onun için bittiğini düşünüyordu. Ona neler olduğunu açıkladım ve biraz yatıştı. Ama dehşete düşmüş bir sürü çocuk gördüm, bazıları ağlıyordu, bazıları yalnızca şoke olmuş vaziyette etrafa bakmaktaydı.

Blaha: Bill Laimbeer ve ben, Pistons benchine yakın taraftan maçı anlatıyorduk. Her şey, masanın diğer ucunda oldu. Ve bilhassa şoke olmamamın sebebi, Bill Laimbeer'ın olan-bitenden rahatsız olmuş gibi görünmemesiydi. Hiçbir şeye şaşırmıyor gibiydi.

Mike Brown: Tribünlerden sahaya nasıl geri döndüğümü hatırlamıyorum. Ama herkes bir şeyler atıyordu. Tam anlamıyla 22 kişinin 20.000 kişiye karşı savaştığını hissettim. Durumun böyle olmadığını biliyorum, ama bu, hayatımdaki en korkunç andı. Sonraki hatırladığım şey, soyunma odasına dönebildiğimizde, kıyafetlerimin ıslanıp yırtıldığıydı. Orada korkmadığını söyleyen kişi, bence yalan söylüyordur.

Person: Neyse ki, izdihama doğru ilerleyip, güvenli bir şekilde soyunma odasına dönebildik.




SOYUNMA ODASINA DÖNÜŞ



Indiana oyuncuları ve teknik ekibinin soyunma odasına dönmesinden sonra, Detroit oyuncuları ve teknik ekibi, olanlara inanamaz bir halde toplaştı ve şimdi ne olacağı merakıyla sahada kaldı. Maç, bitime 45.9 saniye kala resmen tatil edilmişti. Skor, Indiana: 97 - Detroit: 82 şeklindeydi.



Jackson: Soyunma odasına ulaştığımızda, Ron şunu söyledi: Takımımızda bu kadar çok gerçek zenci olduğunu bilmiyordum dostum. Zor şeyleri başaran, bir sürü çok sağlam adamımız vardı. Ben lise terktim. Jermaine de öyle. Jonathan Bender. Jamaal Tinsley'nin zor bir hayatı olmuştu. Ron, keza. Çoğumuz benzer durumlardan geçmişti, bu nedenle o anda hiçbirimiz durup düşünmemiştik bile. Ama ondan ya da bir başkasından, kendisi için orada olduğuma dair teşekkür beklemem. Çünkü ben zaten böyle bir adam olmayı seçmişim.

O'Neal: Bayağı hararetli bir soyunma odasıydı. Herkesin sinirleri laçka vaziyetteydi.

Jackson: Rick "Herkes sakin olsun. Herkes sakin olsun" kafasındaydı. Herkes hâlâ bir nevi korkuyordu. Jermaine'in sıçrayışını hatırlıyorum; aniden Hulk'a dönüşmüş gibiydi: "Bir dahaki kavgada siz amına koduklarım bizi tutmayın!" Ve Rick yerinden kalkıp Jermaine kadar büyüdü ve "Biz yalnızca yardım etmeye çalışıyorduk!" dedi. Ve böylece oyuncular ve koçlar kavga etmek üzereymiş gibi bir manzara ile sonuçlandı. Böyle görünüyordu.

O'Neal: Soyunma odasına girmek için savaşmalıydık. Tam anlamıyla savaş değil tabii, ama içeri girmek için insanları itmek ve sürüklemek zorundaydık. Bize yardım edecek güvenlik yoktu. Oraya doğru yürüyorduk ve yakalanmış ve aslında bizi oraya doğru sürüklüyorlardı Chuck ve diğer koçlar– ama kollarımız inik durumdaydı. Kollarımızı o şekildde tutmaları sayesinde attıkları her şey yüzümüze geliyordu, tartışma sebebi buydu. Sinirliydim, anlıyor musun? Bırakın da kendimizi koruyalım.

Jackson: Mike Brown ağzına bir darbe almıştı, ağzı kanıyordu. Koç'un yumruk yediğini fark ettiğimizde, "Hepimiz bunun içindeyiz. Herkes sakin olsun" diye düşünmüştük.

O'Neal: Rick'in aklından neler geçtiğini hayal edemiyorum. Bulunduğu durumu hayal edemiyorum. Yalnızca ikimizin hararetli bir konuşma yaptığını hatırlıyorum. Ve benim Rick'e olan saygım çok büyük. Onu seviyorum. Dünyada en sevdiğim insanlardan biri.

Jackson: Bunun ardından Rick "Otobüse binip buradan defolup gidelim" kafasındaydı.

David Craig (kondisyoner, Pacers): Birkaç insanı tedavi ettim  en kötü yaralanan, Dan Dyrek (fizik tedavi danışmanı) adında biriydi. Dan yüzüne darbe almıştı. Sanırım içeri girerken ona bir şey fırlatmışlardı.

Boyle: Tepemde büyük bir kesik vardı, ama çok önemli değildi, yüzeyseldi. Ama alnımdaki kesikler ciddi şekilde kanıyordu. Ronnie yanımda oturuyordu ve "Mark, sana ne oldu?" diye sordu. Ben de "Beni ezip geçtin" dedim. "Ah, farkında bile değilim. Çok üzgünüm." Ve gerçekten üzgündü. Ronnie iyi kalpli bir adamdı. Hâlâ öyle.

Mike Brown: Kıyafetlerimin berbat halde olduğunu biliyordum, etrafa kötü bakışlar fırlatıyor muydum, anımsayamıyorum. Eğer öyle olsa şaşırmazdım. Mümkün olduğunca çabuk bir şekilde eşimi aradım, çünkü beni tribünlerde görünce çok korkmuş. Onun iyi olduğundan emin olmalıydım.

Smith: Oyuncuların ailelerinin olduğu bölümde Ben Wallace'ın ailesi, Rip Hamilton'ın arkadaşları ve daha bir sürü kişi vardı. Ben'in ailesi, cüsseli, büyük insanlardan oluşuyordu. O dakikalarda yaşanan en garip şey, tekrarlarda ne olup bittiğine bakan bir oda dolusu insanı izlemekti. Biri boks maçı izlerken, boksörlerden biri yumruk savurup başarılı olduğunda ya da ıska geçtiğinde nasıl sesler çıktığını bilirsiniz? Odadaki herkes tekrarları izleyip, Ben'in kardeşinin Fred Jones'a yumruk savurup ıska geçtiği ana bakarak kahkahalar atıyordu. Bütün gece tek güldüğüm an oydu.

Jackson: Sakinleştikten sonra, Artest bana "Jack, sence başımız belaya girecek mi?" der gibi baktı. Jamaal Tinsley gülmeye başladı. Ben "Abi ciddi misin? Bela? Ron, eğer işimiz elimizde kalırsa şanslıyız" cevabını verdim. O soruyu sorduktan sonra, kafasının pek yerinde olmadığını anladım.

Pollard: Bu yüzde 100 doğru. Duyduktan sonra kahkahalarla güldük. "Evet, Ron. Evet, bazı sorunlar olacak dostum. Bir taraftara vurdun." İnanamıyordum. Yaptığı şeyin kötülüğünün şaşkınlığı içindeydi. Kendi içinde nasıl olduğunu bilmiyorum ama, dışardan görünüşü, "Vay be. Birinin bu tür bir deneyim yaşayıp datepki almayacağından emin olmaması için kafayı bulmuş olması gerek." dedirtiyordu.


Pacers için akşam bitmemişti. Takımdaki kimse, salona geç gelen polis tarafından tutuklanmadan, oradan çıkmalıydılar. 


Olko: California'da tatildeydim. Telefonum deli gibi çalmaya başladı. Hem arkadaşlarım, hem ailemden insanlar arıyordu. "Televizyonunu aç. Palace'ta bir şeyler oluyor." Ben de haliyle televizyonumu açtım ve yardımcı komiseri aramak üzere telefonu geri aldım  hızlı bir şekilde yoldaydı ve "Henüz Palace'ta değilim. Az sonra orada olurum. Seni birkaç dakikaya ararım," dedi  Çünkü Palace çok güvenli bir mekandı, orada sadece bir avuç polis bulundururduk.

O'Neal: Soyunma odasına geldiler ve bizi tutuklamaya çalıştılar. Oradan çıkarken kimsenin kelepçeli olduğunu görmemiştim. Tamamen bazı konuşmalar, tartışmalar ve çılgınca şeyler vardı.



"Aslında Stern ışığı üzerimize tuttu, çünkü bizi kolayca ligin dışına atabilirdi. Bu benim görüşüm. 3 milyon ceza almak acımasızcaydı, ama 3 milyon vermeyip ligden atılacağıma, 3 milyonu verip işimi korumayı tercih ederim." — Stephen Jackson 



Mike Brown: Bu adam "Burada kalmalısınız. Polis iki oyuncu ve bir koçu tutuklayacak" diyordu. Benim hakkımda konuşuyorlardı, çünkü eleman, benim onu tribünlerde arkadan yumrukladığımı söylüyordu. Neredeyse 20.000 kişi tarafından dövülmekten, tutuklanma eşiğine gelmiştim. "Vay anasını. Böyle bir şey gerçekten olmuyor, değil mi?" diyordum.

O'Neal: Biz şunu diyorduk: "Hayır, hiçbir yere gitmiyoruz. Indiana'ya dönüyoruz. Sizinle gelmiyoruz. Avukatımla konuşun." Onlarla böyle konuşmak zorunda kalmıştım. Konuşmaya geldikleri ilk kişilerden biriydim. "Bu da ne? Neden bahsediyor bunlar? Hayır, sizinle gelmiyorum" havasındaydım. Anlamıyordum. Orada yüzümüze ve vücudumuza, tanrı bilir nereden buldukları balyozlar atılıyordu. Ortada kan vardı. Yara-bere içindeydik.

Gray: Artest'i tutuklamaya çalışıyorlardı. Kevin O'Neill o akşam harika bir iş başardı. Polisle anlaştı ve alelacele Artest'i otobüse bindirebildiler.

Kevin O'Neill (asistan koç, Pacers): Bunu kendim yaptım. Pek büyütülecek bir şey değildi. Ronnie'nin nerede olduğunu merak ediyorlardı. Ronnie dışarı çıkıp otobüse binmişti bile. Hepsi bu.

Gray: Polis otobüse binmiş ve onu aşağı indirmeye çalışıyordu; onlara gelmeyeceği söylendi.

Olko: Asıl odaklandığımız şey, sandalyeyi fırlatan kişiyi bulmaktı. Ortadaki tek suç buydu. Videoyu izledik ve internete yükledik. Şaşırtıcı bir şekilde, aradığımız biri vardı, kendimizi tanıttık ve onu tutukladık, ve suçlu olduğunu itiraf etti. Artest'i almakla ilgili bir değerlendirmemiz yoktu.

Mike Brown: Polis departmanından birileri şunu diyordu: "Bakın, sizi buradan mümkün olduğunca çabuk çıkaracağız. Bazı taraftarların ayrılmasını istiyoruz, yani sizin rahat durmanıza ihtiyacımız var. Şu anda kimseyi tutuklamayacağız, çünkü bunu yapmak için etraf uygun durumda değil. Videoyu yeniden izleyip ileri bir tarihte herkese döneceğiz."

Jackson: Gecenin en iyi tarafı, en çılgın tarafı, biz otobüsteykendi. Çok fazla kışkırtılmıştık. Sadece maçı kazanmış gibi değil, kavgayı da kazanmış gibi hissediyorduk. Detroit'in kalbini yerinden söküp almış gibi hissediyorduk. Eve gidip de ceza ve uzaklaştırmaları görene dek tabii  sonrasında gerçekliğe tosladık.

Boyle: Uçağa bindik, ve sonra bir ara sırtım tutulmaya başladı. Antrenör tişörtümü çıkarmamı söyledi, biraz buz bağladım, koridorda aşağı-yukarı yürümeye başladım ve gevşemeye çalıştım. Kırık olduğunu bilmiyorduk. Yürümeye devam ettim ve Ronnie "Mark, sana ne oldu?" dedi. Ben de "Ronnie, bunu zaten konuştuk. Hatırlamıyor musun?" diye cevapladım. "Evet, doğru. Hatırlıyorum, üzgünüm." Olan bitenden çok etkilenmiş gibi görünüyordu.

Gray: Bence Artest yalnızca kendini savunduğunu, bunun bir nefsi müdafaa olduğunu düşünüyordu. Ben Wallace'ın özür dilemek için aradığını söyledi. Ben Wallace ve Matt Dobiek bunu reddetti. Ama Artest bunu birkaç kez söyledi.

Daniel Artest (Ron Artest'in kardeşi): Her şey olup bittikten 10 dakika sonra Ron ile konuştum. Normal bir konuşma gibiydi. "Bana bir şeyler fırlattılar ve ben de tribünlere gidip icabına baktım" dedi. Konuştuğumuz şekilde, ligin ona ağır bir ceza vermeyeceğini düşünüyordu. Muhtemelen bazı maçları kaçırabilir diye düşünüyorduk, en fazla beş falan.






SONRASINDA

Stern'ün sonraki gün yaptığı, şu şekilde başlayan açıklama ile lig çabuk davrandı: Dün akşamki maçta gerçekleşen olaylar şok edici, iğrenç ve affedilmezdi  NBA ile alakası olan herkes için utanç vericiydi. Bu, oyuncularımızın, maçlara gelenlerin niyeti ne kadar kötü ya da provokatif olursa olsun, neden tribünlere girmemeleri gerektiğini göstermektedir. Soruşturmamız sürüyor ve yarın akşama kadar tamamlanmasını bekliyoruz. Sonunda Stern, dokuz oyuncuya 146 maçlık onlara toplam 10 milyon dolara mal olan (en yüksek rakam Artest'indi: 4.9 milyon dolar) ücretsiz ceza verdi. Kaçırdığı 13 playoff maçını da sayarsak, 86 maçlık ceza, NBA tarihinde uyuşturucu madde harici alınan en büyük ceza oldu. Ama bu, ligin imajına aldığı en büyük darbeydi. Ligin alkol politikasına ve oyuncularla seyirciler arasındaki sınırın güvenliğine yönelik büyük değişiklikler süratle gelebilirdi. Stern'ün olaydan bir yıl sonra AP'ye söylediği gibi, lig şu dersleri çıkarmıştı: 

"1, oyuncular tribünlere gidemez. Bunu güvenliğe bırakmalılar ve herhangi bir kurnazlık yapmamalılar. 
2, taraftarların yalnızca bir bilet aldıkları için . 
3, güvenlik ve kalabalığın kontrolü hakkındaki prosedürlerimizi incelemeye ve güncellemeye devam etmeliyiz."



Smith: Ertesi sabah, kahvaltı masasında oturmuş, anlamaya çalışıyorduk. Kahvaltımı yerken, bir yandan da ayağımı yere vurup duruyordum. Çılgıncaydı. Her şey olup bittikten sonraki sabah bile hâlâ gergindik. Bunu asla unutmam.

Walsh: Artest'le ertesi gün konuşmuştuk. Sanırım sonraki gün maçımız vardı. "Sahada yere düşene ve o adamlar üstüme gelene kadar, orada kimseye vurmadım" diyordu.

Boyle: Kimse bu kadar ciddi sonuçları olacağını düşünmüyordu.

Montieth: (Pacers başkanı) Larry Bird, kariyerinde tanık olduğu şeylere dayanarak, Artest'e 10 maç ceza verileceğini tahmin ettiğini söyledi. Ondan sonra NBA yönetiminden, Stern'ün gerçekten baskı yapacağını öğrenmişler ve bu çok ciddi olacakmış. Ardından Bird, Sanırım 30 maç olacak diye düşündü. Ama bütün sezonu kapsayacağını hiç tahmin etmemişti.

Larry Bird: O akşam yapılan bir sürü hata vardı, ve Ronnie ile Pacers, asıl darbeyi alanlar oldu.

Stern: Bu örnekte, izleyicileri sahadan ayıran sınır ihlal edilmişti. Palace'taki olay, oyuncuların taraftarlara erişimi ve kabul edilemez oyuncu davranışı ile ilgiliydi. Maçlarımızda sınırlar olduğunu ve taraftarların yanı sıra, özdenetim ve profesyonellik sergileyen oyunculara karşı uygun davranış beklentisini pekiştirmemiz gerekiyordu. Önemli oyuncu uzaklaştırmaları ve olaya müdahil olan taraftarların gelecekteki Pistons maçlarından men edilmeleri, alınması gereken önlemlerdi ve tüm salonlarımızda taraftarlarımızın ve oyuncularımızın refahı için atılmış daha büyük bir çabanın parçasıydılar.

Billy Hunter (NBPA yöneticisi): Uygulamaya koydukları ceza çok fazlaydı. Tartışmanın gerçekleştiğini ve Ron ile Stephen'ın tribüne çıktıklarını asla göz ardı etmek ya da haklı çıkarmak istemiyorum. Bu hoş görülemez. Bu, oyun için iyi bir şey değil. Fakat yaptırımların sertliğine dair endişeliyim.

Jackson: Bence Stern ışığı üzerimize tuttu, çünkü bizi kolayca ligin dışına atabilirdi. Bu benim görüşüm. 3 milyon ceza almak acımasızcaydı, ama 3 milyon vermeyip ligden atılacağıma, 3 milyonu verip işimi korumayı tercih ederim.

Hunter: Tahkim kuruluna gittik ve O'Neal'ın cezasını başarıyla 25 maçtan 15'e indirttik. Kanıtlar, Steve ve Ron'un tribünlere çıkması kadar, mahkeme katılımının hemen sona erdiği konusunda oldukça netleşti.

O'Neal: Kızıma ne olup bittiğini asla söylemedim  okulda öğrendi. Bir gün eve geldi, anlamıştı ve şöyle dedi: "Baba, sen kavga ettiğin için mi cezalandırıldın?" Benim için zordu. Kızımla bu konuşmayı yapmak benim için çok zordu. St. Vincent Hastanesi'ndeki insanlarla konuşurken, oraya çok yakın olan Boys & Girls Club'a gitmek benim için zordu. Bir topluluğun lideri olarak benim için zordu. Bu konuşmaları yapmak ve bu kavganın sadece takıma değil, kamuoyunun bakış açısı üzerindeki etkilerini de görmek, zordu. Çoğu insan benim bütün davalarımı kazandığımı bilmiyor bile. Haklarım iade edildi. Bütün davaları kazandım  sivil, adli, ve ligden atılma.

Daniel Artest: Sezon boyu ceza almak, Ron'un çok da canını sıkmamıştı. Bir salon ayarladı ve çalışmaya başladı. Hep onun yanındaydım. Ben, Ron, James Jones, ve John Edwards. Her gün. Ron nasıl bir hayal kırıklığına uğradıysa, bunu bize hiç yansıtmadı.
  
Artest: O kadar çok para kaybetmem gerektiğine hâlâ inanamıyorum. Bunu başlatan ben değildim, yatırımlarım vasıtasıyla 7 milyon kaybettim ve henüz başlamayan bazı reklam anlaşmalarından oldum. [Olayın 5. yıldönümü sebebiyle gazetecilere verdiği demeçten.]






8 Aralık'da Oakland County savcıları, 5 Indiana oyuncusu (O'Neal, Artest, Jackson, David Harrison ve Anthony Johnson) ve 5 taraftarı (John Green, William Paulson, Bryant Jackson, John Ackerman ve David Wallace) adam yaralamadan suçladı. Yasal pazarlıklar aylarca sürdü. Neticede oyuncular karara itiraz etmeyeceklerini söylediler; sadece Green 30 gün tutuklu kaldı; haricindeki herkes para cezaları, denetimli serbestlik ve kamu hizmeti cezaları aldı. Beş taraftar da Pistons maçlarına girmekten men edildi. Savcı David Gorcyca şöyle diyordu: "Nathaniel Abraham'ı idare ettim, güya tarihteki en genç cinayet sanığını. Jack Kevorkian'ı ben idare ettim. Ancak bu dava tümüyle yürütüldüğünde ve bittiğinde bu, dünya çapında diğer davaların hepsinden daha fazla medya ilgisi topladı." 



Olko: Kaç dedektifim olduğuna dair sorular aldım. Bir taneydi. Kamuoyundaki diğer meselelerle uğraşıyorduk. Kaynaklarımı nereye harcamalıydım? Milyonerlerin davalarına mı?

McCosky: Bu iş aylarca sürdü ve insanların öldüğünü falan sanırdınız. İnsanlar olayın nasıl başladığı, kimin olaya dahil olduğu ve kimin barıştıran olduğu hakkında sağduyusunu kaybetmişti.

O'Neal: Herkes olumsuz şeyler hakkında konuşmaya karar vermişti. Dürüst bir şekilde, bunun yüzünden kıyafet kuralının geldiğini düşünüyorum. Çünkü aniden lig "kontrolden çıkmıştı". Ulusal kanallarda yorumcuları izliyordum, yorumcu olarak nitelenen kişileri, ve bunlar NBA'in çok hip-hop stili olduğunu söylüyorlardı. Ve güya yorumcu olan bu kişilerin ilk başta bunu söylemesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Müzik zevkiniz, kim olduğunuzu yansıtmaz. Kavgadan sonra, kıyafet kuralı yürürlüğe kondu.

Olko: Şaşırtıcı şeylerden biri, kamuoyundan aldığımız eleştirilerdi. Detroitliler, Pacers oyuncularını tutuklamadığımız için öfkelilerdi. Indianapolis halkı, Detroit takımının bir parçası olduğumuz için yalnızca Pacers oyuncularını yargıladığımızı söyledi  ki bu aptalcaydı. Tekrar söylüyorum: Ağır ihlaller vardı.

Ham: Bence medya mevzuları çarpıttı. Kontrolden çıkmış olan NBA oyuncuları, taraftar davranışlarının aksine, ön planda yer alıyordu. Taraftarlar, bir oyuncunun şut atabilmesi ya da dripling yeteneği hakkında konuşur, bu normal bir şeydir. Ama geçmişte, taraftarların oyuncuların çocukları ya da eşleri hakkında konuşması gibi şeyler gördüm  hatta biraz daha ileri gidersek, hikayenin bu kısmının olması gerektiği gibi ya da "NBA'de oynayan vahşi siyah çocuklar" şeklinde kapsamlı olarak ele alındığını sanmıyorum.



Bu arada Pacers, iki ayrı olayla karşı karşıyaydı: Artest olmadan o sezonun Playoff yarışında takımı nasıl tutacakları, ve Artest ile zaman içinde ne yapacakları. Artest olan bitenin ardından garip bir şekilde huzurlu görünüyordu, çıkaracağı hip-hop albümüyle daha çok alakadar gibiydi. Pacers ve Pistons, o sezonun Playoff'larının 2. turunda tekrar karşılaştılar, ve Detroit seriyi 6 maçta bitirerek, Spurs'e karşı kaybedeceği Finaller'e doğru yoluna devam etti. Takip eden yaz döneminde Artest ve Bird, her şey yolundaymış gibi Sports Illustrated kapağında boy gösterdiler. Fakat öyle değildi.



Montieth: İnsanlar o kavganın Pacers'ın ölüm fermanı olduğunu söylüyor. Katılmıyorum; Reggie Miller'ın emekliliğine de rağmen, sonraki yıl takımı bir araya getirdiler. Benim adıma sıkıntı, (Aralık 2005'te) Artest'in takasını talep etmesiyle başlamıştı.

O'Neal: Ron özellikle ne yapmış olursa olsun ve bazı sorunları vardı neyi düşünüyordu bilmiyorum. Bana hiç gelip bir şey söylemedi. Eminim, Stephen o yaptıklarını koruma amacıyla yaptı. Ben de aynı şekilde. Bunların ardından takas olma isteyen birini görünce, insan ister istemez kıllanıyor.

Walsh: Birçok oyuncu (arbede esnasında) Ronnie'yi savundu. Jermaine ceza aldı, Jack ceza aldı. Bir sürü adam cezalandırıldı. O kalkıp takas olmak istediğini söylediğinde bu, takımı bambaşka bir durumun ortasına sürükledi. Takıma zarar vermesinin ardından oradan açmak istiyor gibi hissettiler.

Jackson: Evet, Ron takasını istediğinde ihanete uğramış gibi hissettim. 3 milyon zarardaydım. "Pekala, biz kariyerlerimizi tehlikeye attık ve sen bizi bırakıp gidiyorsun?" falan gibi hissediyorduk. O yıl harika bir takımdık. Esasen ligin en iyi takımıydık. Yani bu biraz zorumuza gitti.

Walsh: Ron'a "Pazartesi oturup bu konuyu konuşacağız" dedim. Tüm söylediğim buydu. Ama o, pazar günü kalkıp yeniden takasını istedi. Ben de pazartesi onunla buluştum ve "Bak, seni takas edeceğim" dedim ve olay bundan ibaretti.



Pacers, 25 Ocak 2006'da Ron Artest'i kadro dışı bıraktı ve sonra Peja Stojakovic karşılığında Sacramento Kings'e yolladı. Kavganın ardından Artest'in Pacers için çıktığı maç sayısı 16'ydı.



O'Neal: Kendini kariyerinden ödün verdiğin bir pozisyona sokuyorsun. Kazancından ve ailenin hayat tarzından ödün veriyorsun, ve sonra bütün bunların sebebi olan kişi, bir anda orada olmak istemiyor. Kimse olan-biteni bilmiyor. Bir odaya koyulmak ve orada saatlerce oturmak. Hapiste yerini ayırtmak. Ve tüm sezon boyunca. Takım, duruşmalar ve diğer meseleler için Detroit'e uçuyor. Toronto'ya bile gidemiyorsun. Oraya gitmek için gerekli izinleri almak zorundasın. Kimsenin bunlardan haberi yok.

Jackson: Eninde sonunda, bu Ron'un kararıydı. Hâlâ NBA'de olduğumuz ve işlerimize sahip olduğumuz için şükrediyoruz. Hayat devam ediyor ve bir kişi yüzünden her şeyi bırakacak değiliz. Genel tavrımız buydu. Onunla da olsa, onsuz da olsa.

O'Neal: Kavganın ardından, birçok saha dışı kaynaklı meseleyle, olaylarla uğraştık, ve bu artık çok iyi hissettirmiyordu. İyi hissettirmiyordu. Bir değişiklik istenecek noktaya gelinmişti. Donnie Walsh da eminim o da böyle hissediyordu. New York'a gitmesinin sebebi bu.

Rose: Ben Detroitliyim. Bu olayın Detroit'te bıraktığı kara leke, ulusal bir bakış açısıyla, sadece tipik Detroit'teki aynı eski abartıydı. Bir Pacer bakış açısıyla, 2000 yılında final oynayan bir takımdan taraftarların kucaklaşmayı başardığı ve yalnızca iyi basketbol oynamayı değil, sorumlu bir vatandaş olmayı da takdir ettiği taraftar kitlesinin çok destekçi olmadığı bir yere dönüşmüştük. Gerçekten bir takımın üst düzey bir ekip olmaktan, marjinal bir topluluğa dönüşmesini görmüştük. Hepsini göstermeyi bıraktılar. Ve sonra oyuncularla, saha dışında, onları değişiklik yapmaya başlamak zorunda bırakan olaylar yaşandı.

O'Neal: Nihayetinde, işler artık sadece basketbolla alakalı değildi. İyi hissettirmiyordu. Maçlara çıkmak iyi hissettirmiyordu. Bölünmüş bir şehir gibiydi. Bu tarafta, arkanızda duran insanlara sahiptiniz; fakat öbür tarafta, tam tersi.








YANSIMALAR

2005-2006 sezonunda Pacers, ilk turda Nets'e elendi; ve daha çok, uğraştıkları yasal problemlerle duyuldukları sonraki 4 sezon boyunca Playoff göremediler  bilhassa (Ekim 2006'da bir striptiz kulübünde olaya karışan) Jackson ve (2007'de marihuana ile yakalanan) Shawne Williams'la ilgili olanlarla. Pacers 2007'de Jackson'ı Golden State'e, 2008'de O'Neal'ı Toronto'ya takasla yolladı ve 2009'da, bir süredir maçlarda ve idmanlarda yer almayan Tinsley'nin kontratını satın alıp oyuncuyu serbest bıraktı. Ayrıca "karakterli oyuncular" barındıracaklarına dair taahhütte bulunup, Danny Granger, Paul George ve Tyler Hansbrough gibi oyuncuları draft edip, yeniden yapılanmaya gittiler. Taraftarlar, yıllar sonra ilk kez takım için heyecanlıydılar. Ama bu, çok uzun bir 6 yıl olmuştu  ve takımın devamlılığı çok hasar görmüştü.

Bu arada Rick Carlisle, 2011'de Dallas ile yüzüğe ulaştı, bir sezon öncesinde de Artest, Lakers ile aynı başarıya ulaştı; o final serisinin son maçından önce, Pacers yöneticileri ve eski takım arkadaşlarından özür diledi. O'Neal'ın daha sonra söylediği gibi, "Takımınız bir arada değilse, asla kazanamazsınız. Bu özürlerin bir sebebi vardı". Artest gitmiş olsa bile, herkes bunları söyleyemezdi.



Pollard: Rüya gibiydi, kötü bir rüya gibiydi; zihnimde baktığım zaman, puslu ve rüyaya benzeye bir flashback'i andırıyordu. "Vay anasını. Bu gerçekten oldu mu?" der gibi oluyordunuz.

O'Neal: Televizyonda ne kadar kötü görünüyorsa, şahsen benim gözümde 20 kat daha kötüydü.

Mike Brown: Kasetleri izlemek, adaleti yerine getirmez. Çok, çok, çok korkunç bir andı. Bu yüzden eğer işler boka sararsa, mesela hakem bir oyuncuyu oyundan atıyorsa, ben en fazla dilimi falan ısırırım. Olacaksa olur. Umarım oyunu yeterince umursuyorlardır.

O'Neal: Avukatlarıma, jüriye ve hakime söyledim: "Siz böyle bir durum karşısında ne yapardınız? Uçarak kafama isabet eden bir sandalye beni öldürse, eşim ve çocuklarım ne yapacaktı? Kim bu hikayeyi anlatacaktı? O zaman hikaye neye benzeyecekti?" Basketbolla hiçbir ilgisi olmayan bir şey hakkında konuşurken, gerekli olan herhangi bir şekilde korumak için, ekibin lideri olarak pozisyon aldım. Basketbolla hiçbir ilgisi olmayan.


"Bu olanlar için Indianapolis şehrinden ve Indiana eyaletinden yeterince özür dileyebilir miyim bilmiyorum. Dünyada bu şehre sunabilecek kadar özür olup olmadığından emin değilim. Bu şehir benim için çok şey ifade ediyor. Çok şey. Hâlâ çok şey ifade ediyor." 

 

Jermaine O'Neal 


Walsh: Sanki bir korku filmi izleyip, olacakları durduramamak gibiydi. Takımımızı yok etti ve daha da bir araya gelemedik.

Gray: Bir parmak şıklamasının ardından bütün bir kulübün talihinin değişmesi ve bunun yankılarının yıllarca sürmesi inanılmaz.

Jackson: O zamandan beri daha çok saygı duyduğum kişi, Ben. Artık maçlardan önce tokalaşıp konuşuyoruz. Ben'e saygı duyuyorum. Ben, yaptığı şeylerde hatalı değildi. Ron yalnızca bir moronun yapacağı şeyleri yaptı. Gerçekten bencilceydi. Ben sadece kendini koruyordu ve o anda çok şey yaşadı. Sahadaki en büyük adam olmasa bile, faul yapılacak en yanlış kişiydi.

Ben Wallace: Herkesin ders çıkardığını umduğum, talihsiz bir olaydı.

Anthony Johnson (guard, Pacers): Bu olay gerçekten harika bir takımı parçalara ayırdı. Bütün bir sezon, yetenekli bir takım, boşa gidiverdi. [Yine 2009'da Espn.com'a verdiği röportajdan.]

Jackson: O yıl şampiyon olabilirdik dostum. En iyi takıma sahiptik, en iyi genç takıma. Reggie Miller gibi bir Hall of Famer'ımız vardı. Yapbozun tüm parçalarına sahiptik: Harika hocalar, harika takım, harika takım sahibi, harika genel menajer. Ve her şey tıkır tıkır işliyordu. Bence bazıları hâlâ biraz kızgın ve "Harika, bir şampiyonluk kazanma şansım vardı ve Ron bencilce davranıp bunun içine etti" diyenler var.

Mike Brown: Tüm bu uzaklaştırmalar ve diğer şeylere karar verildiğinde, benim ve tüm takımın ümitleri, hayalleri ve rüyaları yıkıldı.

O'Neal: Dürüst bir şekilde, o takımla bir değil, birden fazla şampiyonluk kazanabilme şansımızın olduğuna inanıyorum.

Pollard: Pacers hâlen yaraları sarmaya çalışıyor. Dünyadaki kimse beni, bu kavga kadar başka hiçbir şeyin bir organizasyonu bu kadar geri götüreceğine ikna edemez.

Walsh: Beni yılbaşından önceki gün arayıp bu konuyu sorabilirsiniz ve bu yüzde yüz moralimi bozacaktır. Konuşmayı sevdiğim bir konu değil.

Adam Silver (günümüzün NBA başkanı): Detroit'teki kavganın NBA'in imajı üzerinde derin ve geniş kapsamlı bir etkisi oldu  o gece orada olan takımlar ve oyuncuların çok ötesinde. Ama Pacers için, olumsuzluklar bitmek bilmedi. Olay, takımın halkla olan derin bağını zedeledi ve bunu düzeltmek için yıllar gerekti.

O'Neal:
Bu olanlar için Indianapolis şehrinden ve Indiana eyaletinden yeterince özür dileyebilir miyim bilmiyorum. Dünyada bu şehre sunabilecek kadar özür olup olmadığından emin değilim. Bu şehir benim için çok şey ifade ediyor. Çok şey. Hâlâ çok şey ifade ediyor. Bütün ülkenin gözü önünde tanık oldukları şeylerden ve şehre, topluma ve içinde bulunduğum organizasyona yaşattığı utançtan dolayı özür dilerim? İnsanların o olan-bitene, o kavgaya karışanların bu işten kurtulamayacaklarını anlayıp anlamadıklarından emin değilim. Bunlardan sıyrılamadık. Bütün takım çatırdamış görünüyordu.

Larry Brown: Bu takım, Indiana, asla toparlanamadı. Bence bunun bizim çocuklar üzerinde büyük etkisi oldu. Gerçekten bizim oyuncularımızdan birçoğunun olayı sonlandırmaya ve kontrolü elde tutmaya çalıştıklarına inanıyorum. Maalesef, işin içinde iki takım vardı, çamur herkese bulaştı. Yalnızca iki takım değil, tüm lig genelinde. Bunun bir parçası olmak korkunç bir şeydi.

O'Neal: Eğer ayrılmazsam ki vermek zorunda olduğum en zor kararlardan biriydi organizasyonun bundan kurtulamayacağını hissediyordum. Indiana'da bir restorana oturduğumuzda çok fazla sevgi gösterilen, hatta bizim yerimize hesabın ödendiği bir çevredeydik. Ya da her nereye giderseniz, sevgi gösterilerine maruz kalıyordunuz. Buna şahit oldum. Burası insanların her gün çalıştıktan sonra eve geldiği ve televizyonlarını açıp maçları izledikleri o ufak ve çalışkan şehirlerden biriydi; çünkü bu maçlar hayatlarının bir parçasıydı. Ve böylece yaşadıkları zor zamanları aşabildiler. Indiana, ülkedeki en çok işsize sahip eyaletlerden biri? Yani bu insanlar çok zor dönemler geçirebiliyorlar. Bu pek hoş bir şey değil, kimse için  baştan başlamamız gerekiyordu. Ayrılmak istemiyordum, çünkü kariyerimi daima burada bitirmek istedim. Bu yüzden bu yıl yaptıklarından son derece gururluyum, çünkü taraftarlar tekrardan mutlu olabilecekleri bir şeye sahipler. 



CEZALAR

 Ron Artest: 73 normal sezon ve 13 Playoff maçı için uzaklaştırma. Hafif adam yaralama suçundan ceza aldı.

 Stephen Jackson: 30 maçtan men edildi ve Artest'le aynı sebepten ceza aldı.

 Jermaine O'Neal: 25 maç uzaklaştırma aldı, tahkim yoluyla bu ceza 15'e indirildi, ve iki hafif adam yaralama davasında yargılandı.

 Anthony Johnson: 5 maçtan men edildi ve o da hafif adam yaralama suçundan ceza aldı.

 David Harrison: Hafif adam yaralama suçundan ceza aldı.

 Ben Wallace: Altı maç uzaklaştırma aldı.

 Chauncey Billups: Bir maç uzaklaştırma.

 Reggie Miller: Bir maç uzaklaştırma.

 Elden Campbell: Bir maç uzaklaştırma.

 Derrick Coleman: Bir maç uzaklaştırma.

 John Green: Hafif adam yaralama suçundan ceza aldı ve 30 gün tutuklu kalıp, iki yıl denetimli serbest sıfatı taşıdı.

 Charlie Haddad: Anthony Johnson, Jermaine O'Neal ve Pacers'a dava açtı. O'Neal, Haddad'a 1.686.500 dolar tazminat ödemekle cezalandırıldı. Haddad bir performans alanına girmekten yerel bir kuralı ihlal konusunda mahkemeye karşı gelmedi ve iki yıllığına denetimli serbestlik, 100 saat kamu hizmeti ve ilçe çalışma programında 10 haftasonu geçirme cezaları aldı.

 David Wallace: Bir yıl denetimli serbestlik ve kamu hizmeti cezası aldı.

 Bryant Jackson: Suçunu kabul etmese de, kendisine yöneltilen bir ağır, bir de hafif adam yaralama cezalarına karşı çıkmamış. İki yıl denetimli serbestlik aldı ve 6.000 dolar tazminat ödedi.


(Bu yazı için birden fazla görüşme talebini reddeden kişiler: Metta World Peace, Reggie Miller, Jamaal Tinsley, Austin Croshere, Anthony Johnson, Bill Walton, Chad Forcier. Rasheed Wallace'tan menajeri aracılığıyla bir görüşme talep edildi, ama yanıt gelmedi. Richard Hamilton, bir sözcü aracılığıyla, görüşmeyi reddetti. NBA, Ron Garretson ve Tommy Nunez Jr. ve kariyerleri sürmekte olan, o maçtaki diğer iki hakem için görüşme taleplerini reddetti.)





Nerden Nereye 245


Twitter'da denk gelmişsinizdir bu görsele, son 1 haftadır. Bu seride bulunması elzem.

Künk


Dün kör oldum maçı boyu, amına koyim. Genelde iç sahada falan laci şortla giyeceklerinden biraz azalır bu "doz" ama, Nike logosu bile beyaz. O ne abi, ne yapmaya çalıştınız. Hiç mi göz yok. Normalde bu kalıpta, enseden dolaşan şeridin ve yanlardaki kalın çizgilerin lacivert olması gerek. İkisi de yok. Biri bile yetermiş azıcık dengelemeye. Ama ne bileyim, kimin kulübü olduğu belli sonuçta. Diğer işlerden anlıyorlar da, bu işten mi anlayacaklar; laf benimkisi de.

Kuzu


Rayo Vallecano, bu sezonki 3 formasında, iç saha formasında günümüzdeki hali olmak üzere, kulübün farklı dönemlerindeki armaları kullanmış. 3. forma olan siyahta ilk armaları, deplasman forması olan kırmızıda 70'lerden 90'lara dek taşınan arma kullanılmış (bir yandan da 2 ve 3. formalarda, önceki 2 sezonda gördüğümüz gökkuşağı deseni, kol ve yakalara yedirilmiş). Harika. Buna benzer, Milan birkaç sene önce şunu yapmıştı. Belki 3 formasında da farklı arma kullanan ilk takım olmuştu. Vallecano'nunki de ilk olabilir. Umarız ilerde Galatasaray'da da, 3 forma için olmasa da, bu tip dokunuşlar görürüz. Hadi monokrom falan yapılamıyor, al beyaza şunu kondur mesela, zaten hep olduğu gibi koyuyorlar, bununla bir dış şeridi bir şeyi olur da, daha belirgin görünür anasını satayım.

Hasbelkader



Açık renk deplasman forması (2. ya da 3. demiyorum, çünkü o sunuşa göre değişebiliyor) gayet oturmuş olan iki kulübün, bu yıl "deneme haklarını" kullandıklarını görüyoruz. Biri Brezilya ile aralarındaki etkileşime atfen sarı; diğerinde de stadın karşısındaki Best-Law-Charlton üçlüsü formaya gömülmüş. En son ne zaman beyaz yerine başka bir açık renk kullandılar, ben hatırlayamıyorum mesela.


Nerden Nereye 244



(via şurası)

Mecnun


Sevilla'nın bu sezonki 3. forması, Atlanta Hawks'ın siyah forması ile aynı desene sahip. Daha önce bir NBA takımı ile bir futbol takımı arasında böyle bir şey gördüm mü, hatırlamıyorum.


Nerden Nereye 243








The Palace Kavgası, 1. Bölüm

(Orijinali şurada. Uzun olduğu için ikiye ayırarak koyuyorum. İkinci bölüm için de şuradan.)




"Bence o gün çoğumuz bencilce kararlar verdi. Lindsey Hunter ve Richard Hamilton ile yüzleşme konusunda bencilce karar verdim. Bu benim bencilce kararımdı. Ron, tribünlere çıkarak bencilce bir karar verdi. Hepimiz bencilce kararlar verdik, ama aynı zamanda birbirimizi koruyorduk. Bunun doğru ya da yanlış olduğunu kestirmek zor."
 Stephen Jackson

Görüntüler on yıl sonra dahi aynı derecede etkili. Detroit Pistons'a karşı rahat bir galibiyetin son dakikalarında, Ron Artest'in kafasında bir bardak patlıyor. The Palace'ın tribünlerine ve spor tarihinin kara sayfalarına doğru sıçrıyor. Sonrası kaos. Oyuncular taraftarla kavga ediyor, taraftarlar oyuncularla; bir sandalye fırlatılıyor, şişeler uçuşuyor  saniyeler içinde sporcu ve seyirci arasındaki sınır ortadan kalkıyor, arena davranışının toplumsal akdi parçalara ayrılıyor.

O gece olanlar, kaybedilen maaş çeklerindeki 10 milyon doların ve ligden uzaklaştırmalarla kaybedilen 146 maçın çok ötesine geçti. Bu arbede, Pacers'ı önce bir yüzük adayından önemsiz bir playoff takımına, nihayetinde de umutsuz bir lotarya ekibine dönüştürdü. Artest, onu ülkenin en tiksinç sporcularından Metta World Peace olmaya götüren tuhaf bir yolculuğa çıktı. Stephen Jackson ve Jermaine O'Neal'in kariyerleri, hiç kimsenin öngöremeyeceği anlık kararlarla sonsuza dek lekelendi. Medya; güvenlik, taraftar davranışı ve seyircilerle oyuncular arasındaki zorlu ilişkiyi haftalarca tartıştı. Bu, NBA'in en büyük kabusunu canlandırdı: Sporcuların şımarık serseriler olduğu önkabulunun doğrulanması.

"Boğuşmanın gerçekleşmesine neden olan, kabaca yarım düzine unsur vardı" diyordu, o dönem Indianapolis Star için Pacers'ı yazan Mark Montieth. "Eğer Artest, Ben Wallace'a o sert faulü yapmasaydı, bunlar gerçekleşmezdi. Eğer Ben Wallace o şekilde reaksiyon vermese, bunlar olmazdı. Eğer hakemler olayı kontrol altına alsa, bunlar olmazdı. Eğer o taraftar, elindeki içeceği fırlatmasa, bunlar olmazdı. Burada bir devamlılık var, olaylar silsilesi var. Bir tanesini çekip alırsanız, bunlar gerçekleşmezdi."

Bu sözlü tarih için, o akşam orada bulunanların ve olaya şahitlik edenlerin çoğuyla konuştuk  ismi geçen herkes, 19 Kasım 2004 tarihindeki ünvanı ile anılıyor. Ya da ilerde NBA tarihindeki en rezil gece olarak bilinecek "The Malice at the Palace" şeklinde.




BELİRLEYİCİ MAÇ



Sezon başlayalı henüz iki hafta olmuştu, ama bu maç, iki taraf için de kritikti: Artest'in Rip Hamilton'a yaptığı sert faul ile hatırlanan Doğu Konferansı Finalleri 6. maçından sonra, iki taraf için ilk buluşma, cuma gecesi ESPN ekranlarındaydı. Jermaine O'Neal ve Jamaal Tinsley kritik 6. maçta sakatlanmıştı ve Pacers, bütün yazı kendilerinin daha iyi bir takım olduğunu düşünerek geçirmişti. İki taraf da kadrolarına eklemeler yapmıştı: Detroit yedek oyunculardan Corliss Williamson, Mehmet Okur ve Mike James'i elden çıkarıp, Antonio McDyess, Carlos Delfino ve Derrick Coleman'ı kadrosuna kattı; Indiana ise Al Harrington ile Stephen Jackson'ı takas etti  ama husumet devam ediyordu.



Jermaine O'Neal (forvet, Pacers): Ne kadar iyi olduğumuzun farkında değildik. Saf yetenekle 61 galibiyet almıştık. Bu ligde olay, olgunluk, deneyim ve yeteneğe bakıyor; ve biz o yıl, bunların hepsine sahip olduğumuzu hissettik. Gerçekten bunu hissettik.

Anthony Johnson (guard, Pacers): Temel olarak (2004 Konferans Finalleri'ndeki) takımımızı korumuştuk, ve galiba daha iyiye gittik. [Anthony Johnson'ın cümleleri, 2009'da Espn.com için yaptığı yorumlardan alınma.]

Darvin Ham (forvet, Pistons): Bizim ve Indiana'nın arasındaki, yoğun bir rekabetti. O zaman Pacers'ın başındaki Rick Carlisle, bizi bırakıp gitmişti. İki takım da benzer tarzda oynuyordu.

Mike Breen (o geceki ESPN yorumcusu): Sezon başındaki önemli maçlardan biriydi.

O'Neal: Birbirimizi sevmezdik. Eskiden televizyonda gördüğümüz Knicks-Bulls tarzı rekabetlerden biriydi: Millet birbirini itiyor, kavga-dövüş falan. Bizim gözümüzde böyleydi.

Scot Pollard (pivot, Pacers): Bir takımla sezon öncesinde, sezon içinde ve playoff'ta oynadığınızda, kendiliğinden bir rekabet başlayıveriyor. Böyle yani. Ben Sacramento'dayken, aynı şeyi Lakers'la yaşamıştık. Bir senede 6-7 kere daha fazla maç yapıyorsunuz, adamlara aşina olmaya başlıyorsunuz, ve aranızda bir husumet oluşmaya başlıyor.

O'Neal: İşlerin yolunda olduğunu hissediyorduk. Biz daha genç olan taraftık. Daha iyiydik. Ve daha yetenekli olandık. İyi olduğumuzu biliyorduk  o dönem en iyi dereceye sahiptik ve onlar da son şampiyondu. Şöyle bakıyorlardı: "Patron biziz. Ayakta kalan biziz. Hepiniz bize geleceksiniz." Bu tip bir rekabet vardı ortada.

Mark Montieth: Ron iyi durumdaydı. Eğer ilk yedi maçın falan rakamlarına bakarsanız, harika oynuyordu: 20'nin üstünde bir sayı ortalaması, ve kariyerinin en iyi üçlük ortalaması. O gece, Detroit'e karşı, devrede 17 sayısı vardı. Üçlükleri yağdırıyordu. Domine ediyorlardı.


Pistons son çeyreğe 5 sayı önde girdi, sonra da üst üste 10 şut kaçırdı. O arada Indiana, Austin Croshere ve Stephen Jackson ile üçlükler buldu. Ama maç giderek tatsız bir hâle gelmeye başlamıştı. 6.43 kala, bir ribaund mücadelesinde Rip Hamilton, Jamaal Tinsley'ye arkadan dirsek vurdu  Pacers yedekleri ayaklandı, ki haksız değillerdi; rahatça teknik faul çalınabilecek bi pozisyondu. Sonra 1.25 kala, arada 11 fark varken Wallace, turnikeye giderken Artest'i sert bir şekilde engelledi  faul çalınmadı. Jackson iki faul atışı kullanıp skoru 97-82 yaparken maçın bitimine 57 saniye kalmıştı. 


Sekou Smith (Indianapolis Star, NBA yazarı): Maçın bitimine 3 dakika kala, Mike (Montieth) bana doğru eğilip, "Dostum, bu fauller gittikçe sertleşiyor" dedi. Hakemlerin oyunu kontrol altında tutması gerektiğini söyleyip duruyordu.

Stephen Jackson (guard/forvet, Pacers): Maç sonuna doğru, takımdan birinin Ron'a "Şimdi bir tane yapabilirsin" dediğini hatırlıyorum. Bunu duydum. Sanırım birisi serbest atış kullanıyordu. Birinin Ron'a "Şimdi bir tane yapabilirsin" demesi, maç içinde dalaştığın bir oyuncuya faul yapabilirsin anlamına geliyordu.

O'Neal: Bunun hakkında konuştuklarını hatırlıyorum. Ben bundan 2-3 dakika önce kenara alınmıştım. Onları dağıtmıştık. Ortadaki husumeti görebilirdiniz.

Mike Brown (asistan koç, Pacers): Ron ve Ben arasında ufak bir elektriklenmenin başladığını görebilirdiniz. Bir o potada faul oluyordu, bir bu potada; sonra sert bir faul, ve faulün ötesinde bazı sorunlar. Maç kontrolden çıkmıştı. Hakemlerin iki oyuncuyu da atmasını umuyordum.

Mark Boyle (radyo spikeri, Pacers): Atılmaları için sebep yoktu. Şaşırmıştım. Yoğun bir maçtı -- sert bir rekabet. Ama maçın sonucu belli olmuştu.

Larry Brown (koç, Pacers): Maçın, oyuncuları 45 saniyeliğine içeri yollayacak kadar kontrolden çıktığını sanmıyorum.

Montieth: Reggie Miller oynamamıştı. Anthony Johnson da. Scot Pollard da. Hepsi günlük kıyafetler içindeydi. Carlisle'ın hakkını vermek lazım  o gün eli o kadar bol değildi.

Jackson: Faul yapılacak doğru kişi Ben değildi, çünkü eğer yanılmıyorsam, kardeşi yakın zamanda ölmüştü ve bazı sorunları vardı. Onu ben savunuyordum, sayı yapmasına izin verdim. Zamanın geçmesi için yaptım. Sonra Ron birden ortaya çıktı ve ona vurdu. "N'oluyor lan" demiştim. Ne döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu olduktan sonra, her şey çok çabuk gelişti dostum.

Boyle: Ronnie pota altında Ben'e faul yaptı ve sonra Ben, Ronnie'yi itti; ardından Ronnie çekildi ve basının olduğu masaya doğru bir nevi sürüklendi.

Ben Wallace (forvet/pivot, Pistons): Bana vuracağını söylemişti ve yaptı. Herhangi bir şeydi. Mücadelenin ortasında olmuştu.

Larry Brown: Ligdeki herkes sert faullere maruz kalır. Bunun için yer ve zaman vardır. Belki bir oyuncuya faul yapar ve son saniyelerde gelebilecek bir şuta izin vermeyip, onu çizgiden sayı bulmaya zorlarsınız. Ama maç bittiğinde, ligdeki çoğu adamın, birine zarar vermeyi deneyeceğini sanmam. Bu pek görülmemiş bir şey ve bence bu yüzden Ben böyle karşılık gösterdi.






HAKEM MASASI



Her iki takımdan da birçok oyuncu, öfkeli durumdaki Wallace'ı sonunda (ve açıklanamaz bir şekilde) hakem masasına yatmaya karar veren Artest'ten uzak tutmaya çalıştı. Yanıtın yavaşlığı Wallace yaklaşıyor, takım arkadaşları engel oluyor ve hakemler kendi aralarında konuşuyor olayın tırmanmasına mahal verdi.




Donnie Walsh (CEO ve başkan, Pacers): Ronnie uzaklaşmaya çalışmıştı, çünkü ona "Eğer kendini çok coşkulu, kontrol dışına çıkabilecek gibi görürsen, oradan uzaklaş ve düşüncelerini toparlamaya çalış" denmişti. Oraya gidip masaya yatmasının sebebi buydu. Çok heyecan yapmaması ve yanlış bir şeye karışmaması içindi.

Tom Wilson (Detroit Pistons ve Palace Sports ve Entertainment CEO'su): Hakem masasına uzandığında, doğal sınırı çekmişti. Kalabalık ve onun arasında hiçbir şey yoktu. Normal olarak, bench var. Veya sandalyelerin üstünden tırmanır ya da masanın üstünden tırmanırsınız  o anda seni çılgınca bir şey yapmaktan alıkoyan veya insanların seninle ilgilenmelerini sağlayacak bir durum arz ediyor.

Montieth: Bir bakıma, o masaya uzanarak, insanları pasif bir şekilde tahrik etti. Evdeki insanlara konuşacakmış gibi oradaki kulaklığı aldı. Şebeklik yapıyordu bir nevi. Kendi aklınca, "Bakın, ben burada bir şey yapmıyorum. İyi biri olmaya çalışıyorum" demeye çalışıyordu. Bu şekilde bir işe yaramadı.

Boyle: Orada bir kulaklığımız vardı, çünkü maç sonlarında röportaj yapmak üzere oyuncuların oraya gelmesini bekliyorduk. Ronnie'yi bir süredir tanıyorduk  o durumda Ron Artest'in önüne açık bir mikrofon bırakmamızın imkanı yoktu. Mikrofon açık değildi.

Wilson: Bu neredeyse kendinizi soyutlamak ve her şeyin ötesine geçirmek için "Ben çok havalıyım" tribine girdiğiniz bir şey gibiydi. Kalabalığın böyle anladığını düşünüyorum.

Boyle: Belki orada yarım düzine asistan koçtuk, ilaveten de koçun sevdiği ya da bir sebepten borçlu olduğu kişiler. O günlerde böyle geniş teknik ekiplerin varlığı normaldi. Ronnie masada yatarken, Chad Forcier isimli genç bir asistan, bir köpekmiş gibi Ron'un karnını ovalıyordu, ben de ardından şöyle düşündüm: Neden bu adamlar dışarı çıkarılmıyor?  

Montieth: Artest kulaklığı taktı, ve Reggie de onları çıkarıp yerine koydu. Reggie olayı kontrol altında tutarak ve Ron'un başında bekleyerek gerçekten önemli bir iş yaptı.

Boyle: Bizim takımda çenesi düşük oyuncular vardı. Stephen Jackson dövüşecek birilerini arıyordu. Burnundan soluyordu. Ronnie masada yatıyordu. Ben geri çekilmiyordu. Bir grup yanlış adam vardı ortada.

Mike Brown: Kimse Detroit Pistons'lı oyuncuları geri çekmiyordu. Aralarında tanıdığım ve aramın iyi olduğu tek kişi Ben'di. Yanına gittim ve onu kenara çekip konuşmaya çalıştım. Eskiden lakâbı Debo'ydu, ben de bunu kullanmaya çalıştım. "Debo, Debo. Buna değmez. Geri çekil. Debo. Hadi," diyordum. Biraz yavaşladı ve sonunda nihayet onu durdurabildim.

Jackson: Beni en çok hayal kırıklığına uğratan  biz Ben ve Ron'u ayırmaya çalıştıktan sonra, Ben'in birçok takım arkadaşı hâlâ konuşmaktaydı. Yardım etmeye çalışmak üzereyim, Rick Carlisle'ın yanındayım ve Rip Hamilton ile Lindsey Hunter'ı görüyorum, onların konuştuğunu görüyorum ve Pekala diye içimden geçiriyorum.

Hunter: Ben Rip'i durdurmaya çalışıyordum, çünkü Rip 60 kilo falandı ve kendisi benim küçük kardeşim gibidir. "Rip, otur şuraya. Başına bir şey gelmeden ortalıktan çekil" falan diyordum. Ve Derrick Coleman da "Hadi, şu adamları geri çekelim" diyordu. Böylece ben de uzaklaştım ve bu, tam da Stephen'in gelip bir şeyler söylemeye başladığı zamandı. Ve, bakın, ben boks yapıyorum. Dövüşmek için çok yaşlıyım falan ama, bütün o insanların önünde kavga edecek biri değildim. Fakat 9-10 yıl boks yapmışlığım vardı, yani benim içim çok bir sorun olmazdı bu.

Jackson: O anda dövüş modundaydım. "Hepiniz saygısızlık yaptınız dostum. Bunu bitirmeye çalıştık. Eğer dövüşmek istiyorsanız, biz de gerekeni yaparız" kafasındaydık. Bir sürü kuru gürültü vardı, sadece atarlı-giderli konuşmalar.

Hunter: Böyle bir durumda takım arkadaşlarınızı ve kendinizi korumak istersiniz. Kimsenin arkadan darbe almadığına emin olmaya çalışıyordum. Yalnızca bir nevi yapmacık bir şekilde sırıtıp "Jacko, bu kadar insanın önünde kavga etmek istemezsin" diyordum. Pozisyon alıp birbirimizi kesiyorduk ve oradan bir sıkıntı çıkmadı. İnsanlar Rip'in ne kadar öfkeli olabileceğini bilmiyordu ve o anda delirmiş gibiydi. Gerçekten çileden çıkmıştı.

Jackson: Ben ve Rip yakınızdır, iyi arkadaşız. Ama o zaman, duygular tavan yapmıştı. Sinirleri bozuktu çünkü rencide olmuşlardı. Onlara 15 fark atmıştık. Gerçekten öfkelilerdi, böylece karşıdakileri istedikleri gibi tahrik ediyorlardı. Ben de bunun üstüne o zaman "Eğer istiyorsanız, alacaksınız" demiştim.

Boyle: Tommy Nunez Jr. o günkü hakemlerden biriydi, ufakça biridir. Deli gibi onları ayırmaya çalışıyordu. Ron Garretson kendisini sakatlayacakmış gibi görünüyordu ve kimsenin hatırlamadığı üçüncü hakem de Tim Donaghy'di.

Tim Donaghy (NBA hakemi): Onlar (Artest ve Wallace) birbirinden ayrı durduğu sürece, olayın kızışacağını düşünmedik.

Smith: Bu çılgınlık patlak verdiğinde, Garretson sahanın ortasındaydı. Bütün o Artest ve Ben Wallace arasındaki aksiyon esnasında, sahanın bir tarafından, öbür tarafına dek sürüklenmişti.

Donaghy: Onları ayırmaya çalıştıktan ve bunu yapamayacağımızı fark ettikten sonra geri çekilip neler olduğunu izlemeye çalıştık; böylece oyunu tekrar başlattığımızda kimin atılması ve ne yapılması gerektiğine dair fikrimiz olurdu.

Jackson: Diskalifiye edilen oyuncuyu içeri göndermek konusunda çuvalladılar. Bu konuda korkunç bir işe imza attılar. Olan biteni berbat şekilde yönettiler.

Montieth: İnsanlar Joey Crawford gibi hakemler ve onun çabuk düdüklerinden şikayet ediyor. Sizi temin ederim ki, eğer bu maçı Joey Crawford yönetseydi bunlar olmazdı, çünkü olayı kontrolü altına alabilirdi. Teknik faulleri çalar ve saha içine giren insanları dışarı alırdı.

Ben Wallace: "Bunu bir daha yapmam" ya da "Bunu yapmazdım" demek kolay değil; çünkü benzer bir durumda, nasıl reaksiyon vereceğinizi bilemezsiniz. Birçok şeyin hızlıca gerçekleştiği, nadir görülecek bir durumdu.

Jim Gray (saha içi muhabiri, ESPN): Sorun Pistons takımıydı. Bunu başlatan Pistons'tı; orada saldırgan olan, Pistons taraftarları ve Wallace'dı.

Jackson: Kesinlikle Ron'u daha düzgün zaptetmiş olmamızı dilerdim, masanın orada tutmayı, kulaklıklarla meşgul olmasını. Bence sorumluluk tüm takımın. Eğer o güne geri dönebilsem, takımı toplayıp bench'in önünde durur ve sakinliğimizi koruyup olayı anlamamızı sağlamaya çalışırdım.



SIÇRAMA



Wallace'ın Artest tarafından itilmesinden 90 saniye sonra, Artest taraftarların küfürleri eşliğinde hakem masasında yatmaya devam ediyordu. İki takımdan 10 oyuncu ve koçlar sahanın ortasında toplaşmıştı ilgi odağı, henüz sakinleşmemiş olan Wallace'dı ve diğer herkes de kendi bench'inin önünde ayakta duruyordu. Sebep ne olursa olsun, kimse Artest'i o masadan kaldırmadı. Usanmış bir Wallace nihayet kolundaki bandı Artest'in bulunduğu yöne doğru atmaya karar verdi. 



Mike Brown: Ben artık Ron'a doğru gitmiyordu, ama bilekliğini çıkardı ve ani bir hareketle, kolumun üstünden Ron'a fırlattı. Fırlattıktan sonra dönüp nereye gittiğine baktım ve açık bir şekilde Ron'a gelmemişti  ama bir açıdan olayları başlatan hareket oldu.

Gray: Ron'a birkaç metre mesafede, basın için ayrılan yerde oturuyordum. "Ron, orada dur. Seni maç sonu röportajı için alacağım" dedim. Tamam, dedi. Bu diyalogla onun göğsüne bir şey atılmasının arasında 20 saniyeden fazla süre geçmiş olamaz.

Bob "Slick" Leonard (radyo yorumcusu, Pacers): Bira bardağı arkamızdan atıldığı anda, ellerim Ron'un üstündeydi.

Mike Brown: Nal oyunu gibi işte. O taraftar, bira, kola ya da her neyse, onu attığı için daha 'şanslı' olamazdı.

John Green (Artest'e içecek fırlatan taraftar): Asla birini vurmayı amaçlamamıştım. Bardağı attığım anda fizik kuralları aklımdan çıkmıştı. Umarım bir daha The Palace'ta kimse herhangi bir şey atmaz.

Ron Artest (forvet, Pacers): İçecek bana atıldığında yatıyordum  yüzümle göğsümde buz ve cam parçaları vardı. Bundan sonrası nefsi müdafaaydı. [O gece Jim Gray'le yapılan bir telefon röportajından.]

Jackson: Her erkek yüzüne bir şey atıldığında dönüp öcünü almak ister.

Gray: Aniden doğruldu, masadan indi ve radyocu grubun üstünden atladı.

Wilson: Hakikaten ışık hızıyla aynı hızda gerçekleşen ve muhtemelen olabildiğince yavaş olan anlardan biriydi. "Haayıııııır" der gibiydik.

Boyle: İçgüdüsel veya refleksif olarak, ayağa kalktım ve Ronnie beni çiğneyip geçti. 5 omurum kırıldı. Şimdi beni güldüren şey ise, karımın "Eğer Ronnie'nin tribünlere gitmesini engelleseydin, bunlar olmazdı" demesi. Benim cevabım da şöyle oluyor: "Evet, tanrım, orada Ronnie'yi durdurabilecek olsam, NFL'de oynardım." Partnerim Slick Leonard, benden daha kurnazdı  oradan uzaklaşmıştı.

Leonard: Mark yola çıktı ve Artest ona doğru koştu. Onu gördüğümde "Bu şeyler bitene kadar Basın Odası'na gidelim" dedim.

Mike Brown: Artest'i yakalamak için atıldım. Bu sadece bir reaksiyondu, çünkü eğer tribünlere giderse, işlerin çığrından çıkabileceğini biliyordum. Onu yakalayamadım ve benim için onu kovalamayı sürdürememek normaldi. Nasıl oldu bilmiyorum ama, bir anda kendimi tribünlerde buldum.







ARBEDE



Artest, bardağı atan kişiyi yakalamak için tribünlere doğru ilerledi, yanış taraftarı (Michael Ryan) itti, sonra üzerine dikildi ve onu iki eliyle sarsmaya başladı. Gerçekte bardağı atan kişi, yani John Green, Artest'i arkadan yakaladı ve kafasını sıkıştırmaya çalıştı. Başka bir taraftar, yakından Artest'e bir bira fırlattı  sert bir yumrukla karşılık veren Stephen Jackson'a da sıçratarak. Bu arada Ben Wallace'ın kardeşi David, Fred Jones'u neredeyse indiriyordu; ama her iki takımın koç ve oyuncuları araya girdi. Maçı ESPN için yorumlayan efsane oyuncu Bill Walton, sonradan bu olan biteni "Benim için 30 yıldır NBA'in dibi gördüğü anlar" diyecekti. İşte olayı yaşayanların hatırladıkları. 



Ham: Her şeyin içine sıçıldı.

Auburn Hills Polis Şefi Doreen E. Olko: Palace için zilyon tane güvenlik planımız vardı, bütün ihtimaller için. Ama hiçbiri, bir oyuncunun tribünlere çıkmasını içermiyordu. Bu hiç kimsenin öngöremeyeceği bir şeydi.

Michael Ryan (taraftar): Artest tepeme çıkmış, beni yumrukluyordu. Bana "Sen mi yaptın" diye soruyordu. "Hayır dostum, hayır!"

Montieth: Bir sürü insan size Artest'in tribünlere tırmanıp taraftarlara vurmaya başladığını söyleyecektir. Aslında, hayır; tribünlere çıktı ve yanlış kişiyi içeceği attığını düşündüğü kişiyi– yakaladı ve "Bunu sen mi attın?" dedi. Ama ona vurmamıştı.

Mike Brown: Bilinen sonraki şey, Jackson'ın tribünde görülmesiydi.

Jackson: İnsanlar takım arkadaşı olduğunuz biriyle birlikte olmanın ve sezon boyunca ailenizden daha fazla onu görmenizin nasıl bir his olduğunu anlamıyor. Eğer yanlış bir şey yapıyor olsa bile, gidip ona yardım etmememi nasıl beklerler? Tribünlere çıkmak külliyen yanlış bir hareket. Bir genç olarak, arkadaşların için orada olman gerektiğini öğrenirsin, ama katiyen tribünlere çıkmayı düşünmezsin. Asla tribünlere gitmek ve orada takım arkadaşlarımın taraftarlarla kavgasına yardım etmek gibi bir durumda kalacağımı düşünmemiştim. Ama o zaman, takım arkadaşımın orada dövüştüğünü bilerek ve ona yardım etmeden orada dikilemezdim.

Montieth: Eğer yanlış hatırlamıyorsam Artest, Ben Wallace'ın kardeşi tarafından, arkadan bir yumruk yedi.

David Wallace (Ben Wallace'ın kardeşi): Ânın hararetine kapılmıştım. Düşünmek için zamanınız yoksa, her zaman bir düşünme süreci söz konusu olmuyor.

O'Neal: Benimle birlikte seyahat eden, kendime özel güvenlik görevlim vardı. Beni yakından korurdu. Tribünlere bakıyordum ve kalabalığın oyuncuları dövdüğünü görüyordum. Onlara yardım etmek için hakem masasının üstünden atlayıp geçtim ve güvenliğim beni durdurdu. Arkamıza döndük ve insanlar bizi yere yatırmaya çalışıyordu. Gördüğüm ilk kişi Fred Jones'tu. Birileri ona dalmıştı.

Jackson: Benim ilk tepkim, gidip Ron'u yakalamaktı. Ama tribünlere çıktığım gibi, başka bir eleman suratına bira fırlattı. Reaksiyonum karşılık vermek oldu. Takım arkadaşım için orada olduğuma pişman değilim. Ama tribünlere gidip oraya taraftarlarla kavga ettiğim için pişmanım. Tamamen yanlıştı, ama kardeş olarak gördüğünüz biri zarar görüyorsa, çok düşünmüyorsunuz. Tek düşündüğünüz, oraya gidip yardım etmek. Takım arkadaşı olmanın, beraber olmanın, takım arkadaşın için orada olmanın anlamı bu. Birçok insan benim oraya serserilik amacıyla oraya gittiğimi düşündü. Aklımdaki tek şey, takım arkadaşımın tribünlerde dövüştüğü, ve benim onun yanında olmam gerektiğiydi. Şüphesiz, ben tribünlere doğru ilk adımı attıktan sonra, bunun sonuçları olacağının farkındaydım. Ancak ben sahada durup, kariyerim ve param için endişelenerek orada kanlar içinde dikilmektense, takım arkadaşımın canlı ve sağlıklı olduğunu bilerek bu sonuçlarla başa çıkabilirim.






Mike Brown: Yerimde otururken ben de darbe yedim. Ron yanlış kişiyi yakalamıştı, ve bardağı atan kişi arkadan bana vuruyordu çünkü ben Ron'u tutup oradan dışarı çekmeye çalışıyordum. Tam anlamıyla kaos vardı.

Chris McCosky (Pistons yazarı, Detroit News): Jamaal Tinsley'nin tribünlere gitmemesi için uğraşıyordum, ve benden kolayca kurtuldu. Gayet başarısız bir girişimdi açıkçası.

George Blaha (radyo ve televizyon spikeri, Pistons): Radyo için çalışan Rick Mahorn basın masasının ortasındaydı ve oradaki bayanlara bir şey olmadığından emin olmak istedi  istatistikçilerden biri, azıcık yaralanmıştı. Ricky orada kontrolü sağlamaya çalışıyordu.

Mahorn (radyo yorumcusu, Pistons): Bazen hayatta ne gerekiyorsa onu yaparsın.

Larry Brown: Oğlum saha içi görevlisiydi. Derrick Coleman onu ve beni korumaya çalıştı, bizi kendisine yakın tuttu. Ligde bir sürü sert adam gördüm. Kendisi, muhtemelen benim gördüğüm en sertlerinden biriydi. Sonra Rasheed'in insanları durdurmaya çalıştığını gördüm. Stephen ve Jermaine'in ardından tribünlere gitti ve ortamı sakinleştirmeye çalıştı.

Blaha: Rasheed gerçekten mantıklı bir adam. O daima insanların en çok önemsediği şeye dikkat eder. Bu beni şaşırtmadı. Kesinlikle iyi tanınmayan biri; benim için ise, harika bir insan.

Smith: Orada yalnızca yaşlı güvenlik görevlileri vardı. İnsanları oradan çekip sahaya indirecek kişiler bulunmuyordu. O geceki asıl çılgınlık, iki takımın oyuncuları birbiriyle kavga etmeyi kesmesiydi: Kavga, taraftarlar ve Pacers arasındaydı.

Jim Mynsberge (Auburn Hills şef yardımcısı): Arena'da işleri halletmek için yalnızca üç polis bulunuyordu. Buna göre iyi iş çıkardılar denebilir.

O'Neal: Güvenlik yoktu. Ligdeki en büyük salonlardan birinden bahsediyorsunuz ve taraftarların hayal kırıklığı içinde olduğunu söylüyorsunuz: Çünkü birincisi, onların takımını darmadağın etmiştik; ikincisi, 22.000 kişinin de kötü insanlar olduğunu söyleyemem elbette  ama orada bize zarar vermek isteyen ciddi bir grup insan vardı.

Rick Carlisle (Koç, Pacers): Orada sanki hayatım pahasına dövüşüyor gibi hissettim.

Ham: Ben, Antonio McDyess ve Tayshaun Prince, orada olan-bitene inanamaz bir şekilde duruyorduk. Biz saha içine giren bir grup veteran, Derrick Coleman, Elden Campbell falan düşmanca değil, oradakileri ayırmak amacıyla oradaydık. İnanılmazdı, sıfır kontrol vardı. Biraz daha fazla güvenlik önlemi beklerdiniz.

Wilson: Gayet iyi eğitilmiş olan ekibimiz, anında oraya gidip, onları sahaya döndürmeye çalışmıştı. Jermaine O'Neal'i yakalamaya çalışıyorlardı, ve onlara haklarını vermeniz gerek, çünkü söz konusu olan kişiler, normal ebattaki 50-55 yaşlarındaki insanlar; ve aşırı kızgın durumdaki sporcuları durdurmaya çaışıyorlar.

Melvin Kendziorski (yer gösterici, Pistons): O, zapt etmeye çalıştığım kişilerden biriydi. Buna karşı koydu, ve beni yakalayıp hakem masasına doğru fırlattı. "Vay anasını, ne oldu öyle?" dedim. Beni bir bez bebek gibi fırlatmıştı. Oldukça büyük bir adamdı. Bunun ardından boyun ve sırtımdan sakatlandım ve bir süre tedavi gördüm.

Mike Brown: Olayların ortasında kalmak korkunçtu, çünkü nereye dönseniz, kavganın kucağına düşecek gibi hissediyordunuz. Yirmi kişiye karşı binlerce insan. Muhtemelen durum bu değildi oradaki insanların yüzde 99.9999'u sizin kadar korkmuş ve dehşet içindeydi ama herkes size karşıymış gibi görünüyordu.

 

Artest 40 saniye kadar tribünlerde kaldı, sonra nihayet Pacers bench'ine doğru çekildi. Kavgaya karışmayanlar oyuncular ve taraftarları ayırmaya çalışırken, ortalığı sakinleştirmek mümkün görünmüyordu  eğer bir şey olursa, çok daha büyüyecek gibi geliyordu.  



Joe Dumars (genel menajer, Pistons): 10 yıl içinde ilk kez bitime 1-2 dakika kala kalkıp aşağı inmiştim. Ortaya koyduğumuz oyundan memnun değildim, o gece bizi ezmeleri, benim için hayal kırıklığıydı. İki dakika kala kalkmıştık. Soyunma odasına indiğimizde, bütün bu kargaşadan haberim olmuştu ve neler olduğunu merak ediyordum.

John Hammond (asistan genel menajer, Pistons): Joe'ya şunları söylediğimi dün gibi hatırlıyorum: "Hey, Joe, ya gerçekten iyi bir şeyler oldu, ya da gerçekten kötü bir şeyler oldu." Sahada bir mucizenin gerçekleşip kazandığımızı düşünmüştüm.

Dumars: Kargaşa beni kesinlikle hazırlıksız yakalamıştı. Gelen sesler filan, bir şeylerin cidden kötü şekilde gerçekleştiğini söyleyebilirdiniz.

Hammond: Joe ve ben soyunma odasına gittik, televizyon açıktı, ve sahada olup bitene bakıyorduk. Tekrarları vermeye başlamışlardı. Hayret içerisindeydik.

David Stern (maçı televizyondan izleyen NBA komisyoneri): "Hasiktir..." demiştim. Ve sonra Russ'ı (Granik) arayıp dedim ki, " 'Şu' maçı izliyor musun?" Hayır, dedi. Ben de "Güzel, aç 'şu' maçı, inanamayacaksın" şeklinde cevapladım. [2006'da Bill Simmons ile yaptığı röportajdan.]


Sakinleşmemizin ardından, Artest bana "Jack, sence başımız belada mı?" der gibi baktı. Jamaal Tinsley gülmeye başladı. Ben de "Abi ciddi misin? Bela mı? Ron, eğer işimiz elimizde kalırsa şanslıyız demektir." Bu, o soruyu sormak için kafasının yerinde olmadığını gösteriyordu.
-- Stephen Jackson 


Chuck Person (başkan yardımcısı, Pacers): Farkı 20'ye çıkardıktan sonra yerimden ayrıldım, gidip keyifle oturdum. Tek duyduğum, birinin koşarak gelip "Hey Chuck, Ron tribünlere çıktı" demesiydi. Sahaya indim ve tam bir kaos vardı, kıyamet kopuyordu. Koç Carlisle'a gittim, oyuncuları sahadan çekmemiz gerektiğini söyledim. Şu cevabı verdi: "Maç henüz bitmedi." Ben de "Peki ama oyuncular tehlikede" karşılığını verdim.

Donaghy: Maçın devam edemeyeceği noktaya gelmiştik. Biz geri çekildik ve uygun bir anda sahadan çıktık, çünkü hakemler güvende hissetmiyordu.

Larry Brown: Ligdeki çoğu kavga gerçekleşir ve biter, ama bu olay ilerledikçe ivme kazandı ve büyüdü. Orada olmak, bunun bir parçası olmak, genç insanların buna tanık oluşunu görmek berbat bir şeydi. İçinde olmak istemeyeceğiniz bir şeydi, ve umarım bir daha yaşanmaz.

Donaghy: Tam bir karmaşaydı, hayatın için kaygılanacağın türden. O noktada biri silah ya da bıçak çıkarır mı, bilemiyordunuz. Taraftarlar sahaya iniyordu ve oyuncuları dövüşmeye davet ediyordu. Bu daha önce görülmemiş seviyede bir şeydi.

Breen: Diğer taraftan korkunçtu, çünkü taraftarlar kavgaya katılıyordu. Ama bizim olduğumuz taraftaki (maçın anlatıldığı yer) izleyiciler karışmadı. Devam ederken, yanımızdaki taraftarların bazıları aşağı inmeye başladı ve şöyle düşünmeye başladım: Tanrı aşkına; bu, spor tarihindeki en feci kavga olabilir.

Wilson: Hemen önümdeki Pistons formalı iki kişi, Pacers bench'inin olduğu tarafa doğru ilerliyordu.



Alvin "A.J." Shackleford ve Charlie Haddad isimli iki taraftar, nihayet tribünden inen ve amaçsızca Pacers bench'inin oralarda dolaşan Artest'e yüzsüzce yaklaştılar. Taraflar birbirlerini şöyle bir süzdü. Artest, Shackleford'a vurdu, ve ardından Haddad'ı da devirdi. Haddad kalkar kalkmaz, O'Neal ona doğru koştu ve, vurmak için yumruğunu kaldırdı; ama yerler ıslak olduğu için, yumruğu sallarken kayıp düştü. Ve bu geliş, isabetli ama nispeten etkisiz bir yumrukla sonuçladı.



Pollard: Bazı taraftarlar sahaya inmiş, "Şuna bir tane vuracağım" "Bunu indireceğim" diyerek dolanıyordu. Sonra onlara yaklaştıklarında "Ouv, buna boyum yetmez" diyorlardı.

Gray: Eğer Jermaine O'Neal ona hakkıyla vurabilseydi, o eleman ölürdü. Orada kaydığı için şanslıydı.

Jackson: Bunu göremedim, ama duyabiliyordunuz. O kadar gürültünün içinde, yine de o yumruğu duyabilirdiniz.

Wilson: Bir anlığına Tanrım, bu adamı öldürecek, diye düşünüyordunuz.

Pollard: Vurmaya çalıştığı adam şanslıydı. Orada bir yerlerde bir taraftarın, arkadaşımın yerdeki bira yüzünden kayıp da (ya da her neyse) yumruğu savuramaması sayesinde hayatta olduğuna dair hiçbir şüphem yok. İyi ki kaydı, çünkü şimdi başı belada olabilirdi; belki de hapse girecekti.

O'Neal: Bunu yaptığımda, sahaya çıktığımda, herkes ortadan kaybolmuştu. Aniden, artık konumuz oyun ve eğlence değildi. "Pekala, Pacers'a zarar verelim" değildi. Etrafımızdaki insanlar bizi korumaya başlamıştı. Sevindiğim nokta buydu. Kaydığım için mutlu olduğumu söyleyemem. Birçok insanın böyle düşündüğünü biliyorum, ama ben kimseye zarar vermek istememiştim. Ama bu durumda, ben yalnızca kendimi ve takım arkadaşlarımı korumaya çalışıyordum.

Jonathan Bender, (forvet, Pacers): Bütün olayım, üstünüze koşan 16.000 kişiye karşılık yalnızca birkaç güvenlik görevlisine sahip olduğunuzu bilerek Jermaine'in önüne geçmek ve herkes için sükuneti sağlamaktı. Yalnızca biri gelip bana zarar verecek gibi olursa kendimi koruyacağım ihtimaline karşılık, ihtiyatlı davranıyordum.

Charlie Haddad (O'Neal'ın vurduğu taraftar): O akşamı zar-zor hatırlıyorum.

O'Neal: Bunu kimse bilmez – bunlar olup bitmeden önce Pistons güvenliği, o adama binayı terk etmesini söyledi. Aynı adamın Yao Ming'i tehdit ettiğini kimse bilmez. İnsanlar bunu bilmiyor. İnsanlar bu olaya karışan kişilerin yediği haltları bilmiyor. Ama oyuncularla ilgili her şeyi biliyorlar. O adam oyuncularla kavga başlatmak için tezgah kuruyordu ki, para kazanabilsin. Bu bir gerçek.