Sun


Tartışmasız son dönemde gördüğüm en iyi away formalardan-Sunderland away 09-10. Bu tip şablon hemen hemen renk ayırt etmeksizin başarılı sonuç verebiliyor. Bir esas renk, iki kollarda veya gövdede daha az kullanılan renk, yaka ve kolun ucu gibi yerlere konulan parlak renk. Hele o üçüncü renk bütün havasını değiştirebiliyor ürünün.

Yaka


Sanırım bir açıdan bu sezonun en çok dikkat çeken 2 forması bunlardır. Öyle yakalar yapmışlar ki, oyuncu koştukça fili fili sallanıyor. O yüzden de Uğur Boral'ın yakayı kesip de formayı giymesine insan sinir olsa da, bir şey diyemiyor. Bir de Fb'ninkinin uçları sivri ya, of of.
90'larda kaldı böyle yakalar aslında ama, demek ki tasarımcılar arada yine uygulayabiliyor. Halbuki son dönemde yaka konsa bile, şu şekilde oluyor:

Yani böyle. Hem istediğiniz tasarımı uygulamış oluyorsunuz, hem de oyuncu rahatsız olmuyor çok. Kaba bir görüntü olmuyor.

Jşkdşalsk


Daha önce bi'yerde yazmıştım. Ya Gs Formaları ya da burda. Fb'nin bu seneki formasına uygulanan tasarımın hiçbir takımda olmadığına dair. Bir örnek bulduk. Real'in ligde giydiği away. Zor anlaşılıyor tabii, düz forma olduğu içün.
Ama iyi gene de, 3 formanın ikisinde görünmüyor en azından desen, bıkmıyorsun. Tek örneği var, o da Real'de.

Olmaz Hemşerim

Dün Ntv'de Günlerin Getirdiği'ne denk geldim. Mustafa Üstündağ vardı açtığımda. Muro diyeyim de millet tanısın. Sonra 2-3 kişiyle şu Hanımın Çiftliği'ndeki şiddet sahneleri üstüne ufak röportaj görüntüleri verildi. Ümit Besen, Erol Büyükburç, Yaşar filan. Fikirleri sorulmuş. Ortaya çıkan şey şu:

"Adana insanı böyle şey yapmaz"

"Değil Adana'da, ülkemizin hiçbir yerinde böyle bir abi, baba olduğuna inanmıyorum"

"Adana insanı çok şekerdir, asla böyle şeylere tanık olmadım"

Şimdi tamam. Doğrudur. Bunda sorun yok. Hatta Adanalıların başka bir alametifarikası küfür konusunda da sandığımız gibi olmadıklarına dair şeyler söylendi. Eyvallah. Öylelerdir. Tamam.

O zaman şimdi mahallemizin saygın kişiliklerinden Kazım abi'ye soruyorum:Kazım abi, Çemişgezekliler nasıl insanlardır abi?
"Sorulur mu Lappapım, hepsi kral adamlardır". Eyvallah abim.

Birkaç kişiye daha sordum ettim-Hilmi abi, Fikri Amca, Zurnacı Besim Abi filan. Artı kendi bilgilerimi de ortaya koydum. Sonuç mükemmel. Ülkem insanlarının hepsi dahası, yörelerin hepsi şükela yerler. Sorun yok yani...

O zaman soruyorum size, bütün bu olumsuzlukları yapan kim? Yani onlar Sibiryalı filan mı? Adanalı süperdir, Balıkesirli şahanedir, İstanbullu zaten "İstanbullu", Ankara başkent, İzmir modern, Bursa filan tekstil şehri, Trabzonlular yiğittir, öyle şey yapmaz, Karslılar filancadır. Ve ee?

Kızına çöken, komşusunun kafasını kesen, kız arkadaşına mangallık et muamelesi yapan, karşı köye gidip 44 kişiyi gözü kapalı öldüren, protesto davasına milletin ekmek kapısına sıçan, her önüne geleni dolandıran, gördüğü her dişiyi "sikilecek nefes alan madde" kategorisine sokan kimler? Uzaydan mı indirildiler yani? Ne kadar gamsızız lan. Bir sürü olan-biten iş var, hala hemşehricilik. Sikeyim hemşehrinizi de sizi de. Benim hemşerim bunu yapmaz, onunki de yapmaz, öbürününki hiç yapmaz! Ananızın amı.

Reklam

Az-çok ilgilenenler bilir. Edebiyat dünyası'nda reklam meselesi çok tartışmalıdır. Yapılsın-yapılmasın, gerek var mı-yok mu, ay benim sevdiğim yazar popülerleşmesin gibi sorular döner durur. Belli popülerlikte yazarlar veya amacı zaten popüler olan yazarlar için sorun yok da, ufaktan tanınmaya başlanan veya kalite olarak hakkı verilmeye başlanan yazarlar açısından sorun büyük.

Dün bu ayın Tempo'su girdi eve (bu arada Tempo'nun şu Dolce Vita serisi harika. Koleksiyonluk yani direkt). Bakıyorum ne var ne yok. Yine Umberto 5 dk.lık bi'şey yazıp göndermiş filan. Allah bilir kaç para alıyordur, helaldir ona gerçi o ayrı. Birden zıraank diye Ziyan'ın tam sayfa reklamı karşıma çıkmasın mı. E ama şimdi...

Kendisi öyle kabul etmese de veya belki tam olarak öyle sınıflandırılmasa da (Ayrıntı'dan çıksa, seriye dahil olurdu, o başka) Hakan abimizin yazdıkları "yeraltı" türünde. Tanıyanı da azdı fakat, bir şekilde çoğalıyor. Bu bir yandan iyi tabii ama, bizim memlekette pek de önem verilmeyen bir dinamik var insanlar arasında:özentilik. Görmek de yetiyor ama, bazı duyduklarımız var ki, of of. Demek istediğim şudur, önünü almak mümkün değil, ama elden çıksın:Bu adamı anlamaycak olan, okumasın kardeşim. Okumasın. Çünkü belli bir seviyenin altında olup da Günday okuyan adam, hemen tribe giriyor. "Abi ben de böyleyim ya, hayat çok boktan falan fişman". Siktir. Azil gibi lens takan da duyduk. Bir dönem bir üniversite sınıfının hepsinin K ve K okuduğunu da duyduk. Boklara bak hele. Önce bulduğunu sik, sonra da "kayıp genç" triplerine gir.

Çok koptuk. Toparlayalım. Gençlere söv söv bitmez nasılsa.

Reklam hem iyi, hem kötü. En azından Hakan Günday açısından bakınca. İyi;çünkü, onu tanımaya ve okursa sevip anlayacak olan adamın ona ulaşma şansı artar otomatik olarak. Kötü;o zaman da onu okumayacak olan kişinin de okuma ihtimali artacak.
Bir de işin eleştiri ve kabul edememe sorunu var işte. Ne bileyim, çıkar eleştirmenin biri der, "Hakan Günday çizgisini bozdu." Lan ne çizgisi, eminim o reklamın yayınlanmasında yazarın herhangi bir kararı bulunmuyordur.

Bir kısmı özenti kontenjanından olsa da, Hakan dayının okurunun arttığı, okuru bırak seveninin arttığı kesin. Sırf "Ekşi sözlük" teki ("ekşi" demek de suç oldu ya artık, tam yazalım) tepkiler yeter. O yüzden bize düşen, işin mali kısmına bakmak belki de. Son röportajlarından birinde, son dönem çalışmadığını ve kitaplardan gelen parayla idare ettiğini söylüyordu. Bu güzel tabii. Yani ülkede yazarak bir şeyler kazanmanın olasılığını düşünürsek hali hazırda, bu söyledikleri insanı sevindiriyor. O bir şekilde memnunsa da, gitsin best-seller olsun isterse, sanki her okuyan anlıyor onu da. Anca birkaç hafta tribe girer kendi kendine, sonra yine salak salak hayatını sürdürmeye devam eder. Farkındalık.

Sorun

Utah-Bullz maçı. İsmail Şenol sunuyor. KK, Derrick Rose'un soğukkanlılığından bahsediyor. Şenol araya giriyor:

"...biz buna NBA'de Tim Duncan sorunu diyoruz. Ehehe."

Biz de NBA maçlarını izlerken bir sorundan bahsediyoruz ama, neyse şimdi boşverin.

O


Ah be dayı, doğru aileyi tutturdun ama, yanlış kişiye odaklandın. 2 gün sonra yengeye çökmez inşallah.

"... Stern Başkaan"


Önce haberi okuyun. Buyrun.

Artık şu manzarayı görmek mümkün değil yani NBA'de. Hadi atak sırasında ayakta olmak, veya şu meşhur ilk sahaiçi isabeti bekleme ritüelini geçtim. Adam takımından biri gidip içine vurunca, veya rakip pivotu potaya sokunca nasıl ayağa kalkmayacak lan? Nasıl zenci tepkisi verecekler? Nasıl orda "wassup niggaz" çekecekler? Siktiniz lan NBA kültürünü. Olmadı zencileri de almayın. Beyaz-beyaz takılırsınız.

Takım elbise kural getir, ayağa kalkma. Yakında şortlar filan da diz üstüne çekilir. "Ne o lan, efendi gibi giyinin" deyu. Dövme de yasaklanır.

Sikim salakları. Gidip illa merkezi mi basalım? Getto'dan adam toplayıp "sahaya ineriz ananızı sikeriz" mi çekelim?

Sepp

"Ronaldo ve Messi'nin Dünya Kupası'nda yer almaması, Fifa açısından problem olmaz."

Bunu diyen Fifa başkanı Sepp Blatter. Yarrakkafaya bak. Biri Urziceni'yi filan Cl'ye sokar, diğeri halihazırda yeryüzünün en iyi 2 oyuncusunun Vörldkap'ta yer almamasını sorun olarak almaz. Heriflere bak la. Senin açından sorun yok da, futbolsever adam her maç Tunus-Kuveyt izlemek istemez-Dünya Kupası bu. Her kupa kendi yıldızını çıkarırmış. Bak sen.

Adfslkdfşskdfşsk


(İşbu post, dünkü maç ve sonucundan bağımsız yazılmaktadır)

Yazmayı ertelemiştim ama, şu entry beni dürtükledi:

"her topu aldığında/rakipten kazandığında sanki hayatında ilk defa top görmüş birisi ya da büyüklerin maçına adam eksikliğinden alınmış çocuk gibi panikleyip ellerini açarak "nereye atayım??" demesine ve asla ileriye oynayamamasına hastayım.

caps koyacaktım ama sahada izlemek yeteri kadar sinir bozuyor..."


Mustafa Sarp'a başlarda olumlu gözle bakmamıştım. Gelişine yani. Çünkü biliyordum "ne kadar" olduğunu. Sonra olanlar hepinizin malumu. Gelen goller. Samimiyeti. Hırsı. Attığı gollerdeki deli sevinci. Bu görülenler, Kewell'dakine benzer bir sempati yarattı Sarp'a karşı. Ve de insanlar böyle durumlarda sevdikleri oyuncuların olumsuzluklarını göremezler çoğunlukla.Futboldan anlayanlar tabii.
Mustafa Sarp, Galatasaray seviyesinde bir oyuncu değil. Bunu okuyanların bir kısmı "E Sabri de değil!" diyebilir içinden, ama o farklı bir örnek.

Olay şu:Sarp, orta sahada topu aldığı ve ufaktan ileri doğru salındığı periyotların çoğunda, topu aldıktan 2 saniye sonra filan, ellerini yana açarak "nereye atıyım yaa!" şeklinde bir tepki veriyor.
...
Çok kıroca veya bilmemnece olabilir ama, ben bir hoca olsam ve oyuncum sahada bunu yapsa, maçı, kariyeri, takımı kulübü bırakır, girer onu sahada döverim. Direkt söylüyorum bak.

1. Sahada senin takımın 11 kişidir muhtemelen o anda. Senin o "nereye atıyım abi yaa" çektiğin sahada hiç kimseyi bulamadıysan, dön kaleciye. Elini-kolunu da açma. Dön kaleciye bir daha başlasın oyun, sana da vermesinler kanattan gidelim. Hey yarabbi ya.

2. Bu hareket, sahadaki oyuncuları olumsuzluğa sevk eder. O yaptığını gören futbolcu doğal olarak "aha sıçtık" çekmez mi. Lan adam bildiğin "topu verecek kimse yok" diyor. "Ben kabiliyetsizim" olmuyor orda, "atcak kimse yok" oluyor. Yapma işte onu. Rahat dursun elin-ayağın. Eşşek kadar adamlar, Galatasaray'da oynayan adamlar, halı sahada "gelin de pas veriyim lan" felsefesine dahil göbekli dayılar gibi el-kol açıyor allahım ya, duvara kafa atıcam şimdi.
Hasan Şaş çok yapardı bunu sağolsun. Tek başına deli gibi depar atıp ilerde tek kalınca, sonra orta açacak veya pas atacak kimse kalmıyordu tabii, bu da iki elini yana açıp panik yapıyordu.

3. Bu takımın başına gelen adam Frank Rijkaard. Cruyff yetiştirmesi. Tarihin en büyük futbolcularından. Total Futbol dinine mensup. Az-çok onu aktarmaya çalışıyor bu takıma, değil mi? Bu Total Futbol denen nanede, başta gelen zorunluluklardan biri, oyuncuların birbirine ideal mesafede, veya topu aktarabilecek uygun mesafede olmalarıdır. Peki değiller mi diğer oyuncular uygun mesafede de bu böyle yapıyor? Hayır, genelde bu yakınlık -ideal olmasa da- oluyor. Ama dayı atamıyor. Öyle bir sorun var.

Abi, şu modern futbol denen şeyde, belki de en önemli mevkii defansın önü. Ön libero. Dmc. Her ne haltsa. Ordaki oyuncu, hele de Gs'de filansa, ve de belli bir düzey futbol oynamak hedefse, iyi top dağıtabilmelidir. Oyun görüşü olmalıdır. Linderoth bu konuda yeterli, ama o da maalesef sakat genellikle. Topal desen, bu kadar değil ama, onun da bu ara kafa bi' yerlerde.
Sikerim öyle işi, olmadı Ayhan geçsin oraya, biz de Allah ne verdiyse gidelim Çift santrfor da olsun , her bi' bok olsun. Rijkaard geldi şudur-budur diyoruz, uğraştığımız şeylere bak.

Bayram

Bülent Uygunsuz istifa etti.
Bütün Türkiye ve futbol aleminin bayramı kutlu olsun, ellerinizden öperim.

Teşekkürler

Yüzde altmışbilmemkaç topla oynamak, üst üste 500 pas yapmak, yedi tane hücum oyuncusuyla oynamak... Bunların hiçbir takıma hiçbir şeyi almak için yetmeyeceğini gösterdiğin, savunmanın da çok çok çok çok önemli olduğunu öğrettiğin, daha önemlisi bundan sonra olabilecek felaketlerin önizlemesini bize gösterip "arif olan anlar" dediğin için teşekkürler Ankaragücü.

Kendimizi kandırmayalım. Beklediğimiz, geldiğine sevindiğimiz Elano'nun bu olmadığı, hatta Arda'nın da momentumunu kaybetmesinde önemli rolü olduğu aşikar. Sakatlığında çok aradığımız Ayhan, onsuz günlerini aratıyor. Servet sağ stopere geçince verimi yüzde 40 azalıyor. Ve tabii ki çok gol kaçırıyoruz. Üç maçtır nazar boncuğu diyoruz, ama artık herkesin şapkayı önüne koyma vakti geldi sanırım.

Hön

Kafama takılan bi' mesele var. Daha doğrusu en başta milletin tepkisini almak istiyorum. Bizim blogun pek gireni-çıkanı yoktur ama, hep girenlerin tepkisini alsak bile yeter. Hüseyin filan.

Sizce, bir takımın oynanan maçı rahat alması mı sizi daha çok sevindirir son tahlilde, yoksa son anda, ucu ucuna mı? Bunu daha genel de sorabiliriz. Takımınızın başarıya rahat ulaşması mı bünyeyi daha çok sevince boğar, yoksa bizim '06 şampiyonluğu gibi maçını bitirip de 16 dakika bekledikten sonra ulaşması gibi zoraki olması mı?

Mesela şöyle söyleyeyim:96-00 arası, hele de 98-00 arasındaki dönemde, ben dahil çoğu Gs taraftarı maçları izlemiyordu bile. Neden? Çünkü biliyorduk takımın ne kadar iyi olduğunu. 0-2 geri düşsek yine rahattık. Çok değişik bir his o. Öyle olunca da şampiyonluk daha farklı karşılanıyor.
Veya Barça açısından. Geçen sene sik-daşak yayarak alındı lig. Hatta daha da erken olabilirdi. Diğerleri de malum. Peki bu sene Real zorlasa, -ki zorlayacak- her şey son hafta belli olsa. Averajlar vs. O zaman daha mı tatlı gelir acep. Tabii ki rekabetin çapı da önemli bu durumda.

(Oynanan oyun açısından bakmak da var mesela. Yani deli gibi oynayıp son dakikada gol yiyip berabere kalsan sövecek misin hemen? Bu mu her şey.)

Ama 06'da öyle miydi mesela. Her şey son anda belli oldu ve delirdik. Siz hangisini tercih ederdiniz?
Anket filan uğraşamayacağım, böyle daha iyi. Yazan yazsın yorum kısmına görüşünü. Ona göre bir şeylere ulaşalım işte.

Uzun


Hatırlarsınız belki, geçen sene bu ablanın haberleri sunarken giydiği etek yüzünden, medya birbirine girmişti. Yok etik miymiş, yok estetik miymiş. Olaya bakınca 2 ihtimal vardı. Ya kamera açısı kaynaklı bir görüntüyü bu, olağan. Ya da klasik, kanal veya yönetmenin dişiliği kullanıp reyting aşırma çabası. Kendisi de çıkıp "ne var, normal bir görüntüydü" filan demişti. Olayın nette filan (doğal olarak) abartılmasını da kınamıştı. Haklıydı kadın. Ama milletçe abazayız işte. Resim ararken seçenekler içinden "özge uzun etek" çıktı. Düşün. Adam ona muhtaç.
Şimdi abla Haberturk'e geçmiş. Yapacağı programın ismi "Özge Uzun ile Uzun Geceler"...

Fragmanda filan bir ses tonu var, of of. Yurdum delikanlısı ona bile "gider", o derece.
E sen önce diyorsun o ufak görüntüden nolucak, sonra miniyle çıkıp program tanıtımları filan. "Nası olucak" o iş. Ses tonu baygın. Sanki 18+ sunacak.
Sonra yok efendim konsept bu. Siktir. Bildiğin cinselliği satıyor herifler.

Sikeyim bu ülkenin medyasını da, hakim sınıfını da. Amına kodumun ülkesinde.

LAAAA


Bilmiyorum farkettiniz mi, son zamanlarda en sık söylenen tezahüratlardan biri, şu (bizdeki haliyle yazayım) "... saldır gaLAAAAtasaraaaaay". Hıncal sövmüştü hatta, 90 Dakika izleyenler hatırlar-haklıydı. İlk kimde çıktı bilmiyorum ama, artık herkes söylüyor. Ne kadar kolay işler. Onlar söylüyor, biz de söyleyelim.
Acaba ne kadar kişi bu melodinin hangi şarkıdan çıktığını merak edip de gidip şu ablanın albümünü almıştır. Veya abla farkında mıdır şarkısından esinlenip yapılan tezahüratın bu kadar söylendiğinin. İlginç işler. Albümü satmaz veya kendi parlamaz ama, şarkısından tezahürat yapılır, bir şekilde kitlelere ulaşırsın. Ama amacına ulaşamazsın.