Vah Yazık


"tabancalı tişört giymesi eleştirildi ama işin aslı çok daha farklı çıktı.

g.saray’lı arda turan’la arsenal’in ispanyol yıldızı fabregas’ın giydiği silah figürlü tişörtün dolce gabbana tarafından bireysel silahlanmaya karşı ironik bir tepki olarak üretildiği ortaya çıktı.

ilk bakışta tepkilere sebep olmuştu. hatta bu yüzden bazı vakıflar arda turan’a tepki de göstermişlerdi. galatasaraylı futbolcunun üzerinde taşıdığı silahlı tişört geçtiğimiz günlerde olay olmuş ve bireysel silahlanmaya karşı olan çevreler tarafından ağır eleştiri almıştı. ancak arsenal’ın ispanyol yıldızı fabregas’ın da aynı tişörtle görüntülenmesi bu konuyu tekrar gündeme getirdi. üstelik tişörtün ekonomik değeri de öyle ucuz değil. şu anki fiyatının 105 dolar (150 tl) olduğu vurgulandı. tişört olayının farklı bir yönü unuyor. dolce gabbana adlı giyim şirketi 2008-09 yaz sezonu için scarface filmine yönelik özel bir koleksiyon hazırladı. bu koleksiyonun en çok tutulan parçası ise üzerinde al pacino’nun kullandığı silahın bulunduğu söz konusu tişört. dolce gabbana’nın bu tişörtü piyasaya sürerken hızla yaygınlaşan bireysel silahlanmaya bir dikkat çekmek istediği ve bunu da tişörtün üzerine al pacino’nun filmde kullandığı silahı koyarak ironik bir yaklaşımda bulunduğu ortaya çıktı."

Kaç gündür herkes Arda'ya sallıyor. Sövmeyen yok. Vakıflar bile kınadı. Şunu bir şekilde öğrenmek çok zor olmasa gerek. Ama nedir, "insan, bildiğini okur".

Dövme




Timoti


Lö Fırans Dö La Basket


Bunu biliyoruz. 07 finalleri'nde Henry Parker'ın yanına gelmiş ve hem o heyecanı yerinde yaşamış, hem de hemşosuna destek vermişti. Ama işin içinde Turiaf'ın da olduğunu ben bilmiyordum. O vakit gördüysem de unutmuşum besbelli. Az önce bir sitede dünkü maç sonrası görüntüleri izlerken, uçakta Turiaf'ın Henry'nin yanında oturduğunu gördüm. Acayip hoşumuza gitti. Tabii Warriors'ın play-off'la filan alakası pek olmadığından, Turiaf da farklı mecrada fink atıyor. Konuyla ilgili yine fotoğrafımız yok, ama ilintili bir şeyler bulduk.
Parker'ın Barça'lı olabileceği tahmini zor bir şey değildi ama, Deron'ı da saflarımıza kattık, mutluyuz. Zaten Kobe de bizde. Hobaa.

Çadır Karışık


Eddie House adamı deli gibi atıyor. Sağ köşeden soktu yine bir tane. Şut girdi, bu indi aşağı. Biraz sonra Rafer Alston bunun kafaya bi' tane yerleştirdi. resmi maalesef bulamadık, elde bu "horozlanma" görüntüleri var yalnızca. Neden vurduğu bilinmiyor. Ama sebep de olmayabilir;zenci işte. Eser vurur.

"Yok Kardeş Öyle Değil"


İki post altta bahsettiğim dalganın tam resmi.

Ders

Alex Ferguson ‘efsane’ olduğu kadar ilginç menajer. Takımını öyle bir motive etmiş ki, Fletcher’ın maç 3-0 giderken yaptığı penaltıyı anlamak mümkün değil. Bu nasıl bir egodur.. Artık maç kaybetmek değil, gol yemek bile onları mutsuz etmeye yetiyor. Fletcher, 2000’de UEFA’ya uzanan G.Saray’da kırmızı kart gören Emre’den hiç ders almamış belli ki.

Yukarıdaki sözler Vatan gazetesi'de sanırım yeni yazmaya başlayan Ali Gümen diye birinden. Yazarken kafası mı güzeldi, birinin akrabası, eşi dostu filan mı. Bilinmez. İroni yaptığını da hiç sanmıyorum.

...-2




Bu Kobe adamını bana biri açıklasın.
Maçtan önce yorumcuya gidip diyorsun ki: "Doug, maça öyle hızlı başlayacağım ki şaşıracaksınız. Bu maçı kaybetmeyeceğiz."
Çıkıyor ilk çeyrekte 15 sayıyı bırakıveriyor Rockets potasına. Maç boyunca play-off'un ne olduğunu hatırlatırcasına parmağında oynatıyor Rockets oyuncularını.
Artest'in ne çeşit bir adam olduğunu biliyoruz. Maç boyunca dirsek, omuz çalıştı Kobe'ye. 4. çeyrekte KB24'de ona bir dirsek çaktı, gitti ağladı hakeme Artest. Sonra da Kobe'nin üstüne yürüdü. Mamba takmayınca iyice sinirlendi etrafa saldırmaya başladı, hakemler de Crawford ve Stevie olunca maçı erkenden tamamladı. Kobe iki pozisyon sonra yanından patlayarak geçip şutu patlattığı Battier'e dönerek "sen misin lan beni savunacak" gibi bir hareket yaptı, teknik faul aldı. Peşinden gelen hücumda yaptığı şey de inanılmazdı. Hücumun bitmesine 5 saniye var, Kobe "elbow" diye tabir edilen boyalı alanın üst köşesinde sıkışmış. İkili, üçlü sıkıştırma. Aradan topu panyaya atıyor, alıp turnikeyle tamamlıyor. İnsan mental açıdan bu kadar olgun olur, rakibi bu kadar iyi okur, ona oynar.
Maç sonunda bunların hepsini soran Craig Sager'a cevabı şuydu Bryant'ın:
"Play-offlardayız. Basketbol oynuyoruz. Kaybetme lüksümüz yok. Bana karşı sert oynayan adama karşı ben de sert oynarım. Bunda sinirlenecek, çirkinleşecek bir şey yok. Pozisyonu tek izlemekle olmaz, bütün maçı izleyin anlayacaksınız."
Bu adamı bu yüzden seviyorum, kazanmasını istiyorum.
Alakası yok ama bir reklamdan ağzıma takılan şarkıyla bitireyim post'u, Phil Jackson'dan Mamba'ya gelsin:

"Oh baby you... You got what I neeeeeeeeeeed..."

...





Finaldeyiz evet ama, herkesin Barça taraftarı olmasından fazlasıyla rahatsızım. Güzel futbolun yanındasınız tamam da, o çizgiyi aşmasanız bir de. Gole deli gibi sevinenleri de anlıyorum, tabii ki Barça-Man finali, bir Man-Çelsi final tekrarından yeğdir ama, "finalde sikicez Mençıstırı" olayına girince olmuyor işte... Efendi gibi "futbolsever" olarak kalsana, ne o 7 ceddin katalan'mış gibi ağızlar.
Yalnız olayın ne hale geldiğini gösterecek en büyük örnek de şudur, Ali Okancı'nın blog'undan:

23: 37 Beyler abartmıyorum. Babam aradı. Ağlıyor telefonda. Olamaz böyle birşey. Babam ağlıyor. Barcelona gol attığı için, Chelsea'nin çirkin futboluna sinir olduğu için bağırıyor sevinçten...

Hönk


El Classico manzaralarından. İlginç tabii. Sağdaki dayıya dikkat.

Altınsay

Buyrun efem:http://www.sporyazarlari.com/FFutbol/futbol-genel/ibrahim-altinsay/06-05-2009/sampiyonlar-liginden-affimizi-isteyelim/104524.aspx

Şehr-i Hüzün_Albüm Yorumu


Nedendir bilmiyorum ama, benim bir albümü özümseyip, iyice anlayıp kararımı verme sürem bayağı uzun. Aslında iyi oluyor, çünkü bir albüm veya şarkı hakında erken karar verip sonra tükürdüğünü yalamak kötü oluyor. Bir de uzun süre bekledik bu albümü, öyle olunca daha bir ihtimam gösterdik.
"Beklentilerimi karşıladı" kabilinden bir cümle söylemeyeceğim, çünkü belli bir beklentim yoktu, şu vardı ki, daha sert olabileceğini düşünüyordum. Olmadı. Belki diğer albümlerinde.
İlk göze çarpan, albüm fotoğrafları ve genel hallerinde de gözlemlenebileceği gibi, olgunlaşmaları. Müzikal açıdan olsun, özellikle şarkı sözleri açısından olsun, "olgunlaşma", bu albümle ilgili söylenebilecek belki de ilk kelime. Kendileri röportajlarda filan da bahsediyorlar, şehir değiştirmeleri onları çok etkilemiş. Ayrıca kıyafet vs. anlamında da kendini gösteriyor bu olgunlaşma. Tabii Efe'nin fötr şapkayla turntable başında dolanması çok abes ama, yapacak bir şey de yok.
İlk albüm çıkıp da, mecburi tür yakıştırmaları yapılınca, insanlar ilk olarak "nu-metal" demişti Manga'nın yaptığı müziğe. Halbuki çok daha farklı ve karmaşıktı onların yaptığı. Ve de nu-metal demek için, bahsi edilen müziğin daha sert olması gerekiyordu. Böylece geriye sadece "alternatif rock" demek kalıyordu. Bu albüm de öyle. Başka ne desek yanlış olur. Ekşi'de bir entry'de "post-modern arabesk rock" denmiş. Yanlış bir tanımlama sayılmaz. Bu, arabesk'in popüler müzik türlerine yaptığı etki hakkında uzun uzadıya bir yazmak gerek aslında. Sanıldığından çok daha derine tesir eden bir kültür Arabesk.
Albüm başlangıç ve bitişlerinde "Gün doğumu" ve "Gün batımı" isimli intro ve outro'lar var. Gün doğumu çok iyi, özellikle Ney kullanılması muhteşem. Albümde Ney kullanılması da müziklerinin olgunlaşmasının bir başka yönü olarak görülebilir(3-4 parçada var ney). Gün batımı'nın ise yarısı enstrümental, yarısı ise maNga hayranlarının ses kayıtlarından ibaret. Bu da hoş bir ayrıntı olmuş. Manga fan club üyeleri filan sanırım.
Toplam 5 enstrümental parça var 16 parçalık albümde. Albümün hareketli/tempolu şarkıları Evdeki ses, Sessizlik sona erdi, Hepsi bir nefes ve Dünyanın sonuna doğmuşum. Geri kalanları da olumsuz/duygusal şarkılar ki, albümün temelini bunlar oluşturuyor. Olgunlaşma ve değişim dediğimiz hadise bu şarkılarda anlaşılıyor esas. Dikkat çekici sözler mevcut bu şarkılarda.

İlk albümde yalnızca "esasen rap vokali yapan, bazı şarkıları da iyi söyleyen" kişi durumundaki Ferman Akgül "level atlamış" vaziyette bu albümde. Eğer Şehr-i Hüzün iyi bir albümse, bunda en büyük pay Ferman'da. Bu albümle daha çok takdir toplayacağı kesin.
Albümde çok fazla piyano/klavye kullanılmış ve bu da olumlu yansımış durumda. Özellikle Hayat bu işte'de doruğa çıkıyor piyanonun güzel kullanımı. Tuluyhan Uğurlu'nun prodüksiyon aşamasında desteği olduğunu duymuştum bir yerlerden.

Evdeki ses'in cover'ının yeni albümde bulunacağı kesindi, ama "bu şekilde" değil. Daha önce Rock'n Coke'da çaldıkları hali bu değildi Evdeki ses'in. Çok değişmiş. Kendi adıma, o düzenlemeyle olsa daha iyi olabilirdi sanki.

Sonuç olarak, iyi bir albüm Manga'dan. Etraftan gelen tepkiler de olumlu. Sevilmiş edilmiş, belli. Şahsen tek dileğim, 3. albüm ile arayı çok uzatmamaları. Bunu çok bekledik çünkü. O bekleyişe de değmiş gibi duruyor şimdi.

Bosh Ve Eşek

06-05-09

Antipati

Büyüdükçe daha itici oluyor. Hep karşılaştırıldığı Messi'den daha iyi olsa bile, şu tavırları yüzünden yeterince takdir görmeyecek. Herkes istiyor ve bekliyor. Şu final gerçekleşsin de, sonucu görüp herkes rahatlasın.

Mvp


"Chosen 1" projesi yolunda emin adımlarla ilerliyor ve ilk büyük hedefe ulaşıldı:Normal sezon Mvp ödülü. Önceki 2 All-Star ile birlikte toplam 3 Mvp'si oldu 'Bron'un. Jordan'ın 14 tane var Mvp'si. Bu elemanın olayı da MJ'i alaşağı etmek olduğuna göre, daha çok yolu var. Hele şampiyonluk olayını nasıl yapacak bilemiyorum. Göreceğiz. Yaş 24. En az 10 yılı var önünde.
"Kim olmalıydı" sorusuna da cevabımı vereyim hazır böyle bir post yazmışken:Benim oyum Wade'e. Ama hepimizin bildiği gibi, maalesef Mvp ödülü sadece kişisel performansa verilmiyor. Eğer öyle olsa, ödülün sahibi belli yoksa.

Oha

Sabah sabah, gerçekten çok ilginç. Yorum filan yapamam sanırım. Kısaca söyleyeyim, bir süredir blog çevrelerinde meşhur olan, yazılarıyla dikkat çeken F.Dutchman yazarı Joe Jonese Ateşdağlı, aslında bir sanal karaktermiş. Gerçi okuyan oradan da okur açıklamayı ama, ben yine de sizi şöyle alayım.

Semi


Bos-Orl maçını ekranın yarısını kaplayan "Mardin'de saldırı" yazısı ve sürekli değişen alt cümleler eşliğinde izleyince, doğal olarak maksimum zevki alamıyorsunuz. Terör saldırısı değilmiş bir de. Tam olarak belli değil henüz ama, hangi tanımlayamayacağım zihniyet yedi bu haltı, merak ediyorum.
Seri hakkındaki görüşüm, "her şey olur" gibisindendi. İlk maç sonu da zaten "öyle olacak" diyor. Bir tarafın "düzen"i yok. Ne oyun kurucu var(ki oyun kurucu "döktürdü" yine bu maç), ne top indirilebiln süperyıldız, esas oyun kuran adamının sağı-solu belli değil, büyük paralar döktüğün yıldız oyuncun da bir garip. Bu Magic oluyor.
Diğerinin ise en büyük güvencesi, manevi lideri yok. Benchten gelen en önemli potaaltı desteği yok, Scalabrine 30 dk'ya yakın süre alıyor. Rondo düşüşe geçmiş. Falan filan.
Yani "günlük performanslara" göre değişecek bir seri. Veya "anlık hatalar". İşte o hatalardan, hele de maç sonu abartısız binlerce oldu. Hele 35 saniye kala Hido'nun 8 saniye ihlali var ki...
İkisi de son periyot boyu ikramdan ikrama koştu. İhale Orlando'ya kaldı. Stan dayı gerçekten çoğu zaman kenarda dellenmekte haklı.
Magic 28-30'dan 65-37'ye bir seri yakaladı. Ama arkasından maçı koparacak hareketleri yapamadı;bir sürü boş şut kaçırıp, bir ton saçma-sapan top kaybettiler. Karşı taraf da "istemem kalsın" çekince, aldılar maçı. Böyle garip maç sonu görmemişimdir herhalde.
Bulls serisinin ilk 5 maçında bokunu çıkaran Rondo, döküldü bu maçta. Hatta bir faul atışı var. Hani anlarım, kısa gelir şut. Ama çemberin 1 metre soluna nasıl atılır ki, kafan nerde? Buna rağmen 2 asistle t-d'ı kaçırdı, öyle de garip. 7 top kaybı var.
Hidayet de yine vasattı. Ray&PP, 4/24 attı, nasıl seri geçsin bunlar.

Fazlasıyla kargaşa içinde bir seri olacak. 4-3'e yolu var.
Son olarak:Eddie House adamından ve 7-8 kişi rotasyon yapıp "yüzük istiyoruz" diyen takımlardan tiksiniyorum.

xxx

Diğer maç hakkında ayrıntılı konuşamam, izleyemedim. Ev içi konum ayarlayamama yüzünden. Gerçi linklerin sağı-solu oynuyor, garantisi yoktu ya, neyse.
Lakers sıçtı. Kısası bu. Sonlara doğru "Yao sakatlandı" dedi Hüseyin, ne kadar ciddi, bilmiyoruz. Kobe 31 şutta 32 sayı buldu. Nereye kadar böyle kastıracak, göreceğiz. Houston hiç beklemediğimiz şeyler yapabilir. Şaşırmamalıyız. Düşünsenize, Denver-Houston Batı finali görme ihtimalimiz var. Benim için sorun yok, Stern delirir.

Kırmızı Şeytan Ribery


Manchester United The Guardian'ın haberine göre Franck Ribery için 63 milyon paund teklif etmiş. Giggs'in sonunu görüp geleceğe yatırım mı dersiniz, Ronaldo gidici mi dersiniz, ne derseniz deyin. Ribery takviyeli Man U, ortalığı yıkar. Türk medyasında da ilk Lappappa'da haber, ona göre.

Azutabel Edum Kotas

Blog işinin hakikaten iyice boku çıkıyor. Bilen-bilmeyen, 2 tıkla açıyor blogu, hep şikayet ettiğimiz "bir şey bildiğini sanıp ahkam kesen" spor yazarı modelinin alt versiyonu ortaya çıkıyor bu şekilde. Biz yazmaya utanıyoruz artık. İyi de oluyor aslında, görüyoruz ne kadar biliyorlar.
Az önce bu furyanın güzel örneklerinden birine rastladım. Ne içmişlerse ondan istiyorum. Buyrun, yazı budur.

Hayal

Şimdi 'Bron'u filan boşverin de, çok büyük bir idealim var artık. İleride inşallah bir futbol dergisi'nde yazar olacağım. Orda böyle fıstık gibi yazılar yazacağım, böyle uzun uzun. Sonra bir de blog açacağım, oraya da dergi için yazdığım yazıları koyacağım. Hem orda işimi halledeceğim, hem de blog bir yandan yürüyecek. Nasıl, zekice değil mi? Piyasanın amına koyucam bu yöntemle.
Kimsenin aklına gelmemişti bu evet, çok zekiyim ben.

MVP

LeBron James kariyerinin ilk MVP odulunu aldi. Hayirli olsun, detaylar eve gecince.

D. Gezmiş

Sizce Deniz Gezmiş Marksist miydi?

Olabildiğince Marksist'ti. Ne kadar imkanı oldu da Marks'ı okudu ki...

BİZİM DEVRİMCİLER UCUZCU
O dönem, hareketin içinde olanların ideolojik altyapıları sağlam değil miydi?


Evet, değildi. Biz üniversiteye cahil geldik. Kemalizm'i de bilmiyorduk. Doğan Avcıoğlu öğretti, Nazım Hikmet öğretti... Ama şimdikiler bizden daha cahil. Kaldı ki devrimci olmak için Marksolog olmaya gerek yok... Sınıf bilinci yeter. Marksist değil, duyarlı olmak lazım. Bizim devrimciler biraz ucuzcu. Cebine bir tabanca koyan devrimci oluyor.

xxx

Deniz Gezmiş'in 68 hareketi içinde en yakınlarından olan Bozkurt Nuhoğlu'nun Vatan'daki röportajından. Eskiler farkındalığa sahip tabii, inşallah bu "kaldırım taşı anarşistleri" de ilerde akıllanır. Neye yarar tabii, o ayrı. Anca Nuhoğlu gibi hayıflanırlar. "Ne salakmışız lan biz" derler.

Lig filan

Demek ki bütün gün "abi Barça-Real maçından sonra bu çekilmez yaaa" şeklinde konuşmamak gerekmiş. Bir nevi göte patladı. 3 gol, 3'ü de kendi alanında müthiş. Önce harika bir aşırtma vuruş. Tabii öncesinde Gökhan Zan denen... tanım bulamıyorum ki abi adama. Neyse, onun "ayağının altından" geçen topa Güiza koştu ve çok iyi vurdu. Bu tek vuruşun güzel örneği. 2. gol desen, hakikaten Barça-vari bir gol oldu. Üstüste pas yaptı Fb, ardından Hızlı bir üçlü paslaşmayla çizgiye yakın alanda topla kaldı Bilgin ve sonra Semih'e uzattı çok güzel, Semih de tavana. Bu organize golün güzel örneği. Son gol de tam "one man show". 50 metre depar, sonra o da tavana. Direkten içeri.
Fenerbahçe bütün sezon nerdeydi, insan merak ediyor. O "şampiyonluğa koşan" Beşiktaş nerdeydi, o da diğer kayıp.
Diğer notları yazayım son olarak:

-Şu Rüştü'nün "yenilen gol sonrası itiraz" olayı bokunu çıkardı artık. Neyine itiraz. Zan adamı da kart gördü aynı pozisyona itirazdan. Sen hayvan kadar cüssenle Semih'ten darbe al savrul, ayağından top kaçır. Sonra itiraz.

-Gökhan Gönül abartısız "efsanevi" bir oyun oynadı. Sanırım hayatında ilk kez stoper oynadı ve top geçirmedi. Bir tane bile. Son dakikada da bir depar atıp hücuma çıktı ki, bir de gol attırsaydı, of of.

-Beşiktaş, ligin ilk 6 sırasındaki takımlara karşı hala galibiyet alabilmiş değil. Ve bu takım şampiyon olacak. Hey yarabbi lige bak.

-İlk iki sıradaki takımlar yenildi. Bizim gerizekalı Gs, bu hafta kazansa, yine ilk 2 için iddialı olacak. Onu bırak daha komiği, "şampiyonluk gitti" deyu hocayı kovan Trabzon, yeniden iddialı duruma geldi. Nasıl işler bunlar.

-Bir de ligin dibi var ki...

Vukuat





Maçla ilgili ne yazabilirsin ki daha. Ben sadece maç sırasında ve sonrasındaki brkaç izlenimi vs. yazacağım. Bir de maksat foto koymak, tarihi belge olsun. Nıhah.

-Hani bir Can Yücel şiiri var, Yeni Türkü besteleyip söylemişti de, "Başka türlü bir şey-benim istediğim-ne ağaca benzer-ne de buluta" der o şiirde. Ben de diyorum ki dünkü maça ithafen, "Başka türlü bir şey-benim izlediğim-ne ağaca benzer- ne de buluta". Daha ne olsun.

-Maç içinde tabii, Rıdvan da çok sevdiği için filan, söz birçok kez Messi'ye geldi. Bir pozisyonla ilgili de en sonunda şu tip bir şeyler söyledi:"Messi ordan... çok iyi yapar". O aradaki boşluk, bizim arkadaş arasında filan kullandığımız "ordan amına bile kor abi" nin devamıdır. Ama tabii Rıdvan hoca söyleyememiştir. Olsundur, biz anladık. Güldürdü hoca çokça zaten maçta. Her Barça maçını o yorumlasa keşke.

-Bu Real Madrid, Barça maçından sonra sadec 1 kez berabere kaldı. O da Madrid derbisiydi işte.(Orda da fena kurtuldular ya, ayrı. Salak damat) Bu takım La Liga'da 17 galibiyet-1 beraberlik almış peşpeşe. Yani 1 devreyi mağlubiyetsiz kapatmış, neredeyse hepsi de galibiyet. Bu takımın dün ne hale düştüğünü gördük. Sizce "sorun" Barcelona'da mı, yoksa La Liga takımları çok güçsüz de, o sebepten mi Real böyle bir seri yaptı. Daha çok ilki gibi. Aradaki fark çok büyük. Ki bir de "Barça'ya kaleci lazım hacı", "sol bek laızm dayı" deyip duruyoruz. Olmasın onlar da bir zahmet. Yeter bu. Bulmuş da kıllısını istiyor millet. Hep bir Galacticos merakı. "Buffon gelsin", gelmesin a.k, yok mu hiç Valdes-Buffon arası bir şey.

-Pek dillendiren olmuyor doğal olarak, bu galibiyet, bu dominasyon, bu zafer, Total Futbol'un zaferidir.

-"6" filan, feci. Evet. Ama görebildiğim kadarıyla izleyenler şunun farkında değil:Mesele 6 atmak değil, 6 pozisyonda da 6 gol atabilirsin (bkz. 6-2'lik Man-fb maçı), 3 gider atarsın, 3 de duran top olur. Formül çok yani, futbol bu. Amaa, Barça'nınki öyle değil ki. Bunun başında bir tane de "1"var. Aslında 16 veya 26 bu. Bu kadar ezilmez yani, yok böyle bir örneği daha gerek normalde, gerek büyük derbilerde. Bu konuda daha da aydınlanmanız için sizi şu yazıya yönlendiriyorum. Aslında bu da 4'te filan kalırdı da, 6 olması işin "El Classico"luğundan. cila yapalım dediler. Hem 100 oldu. Oh.

-Messi maçta bir nevi serbest gibi oynadı. Buna şeklen, Eto'o ve Henry'nin biraz arkasında, ortada da diyebiliriz-orta üçlü'nün önünde gibi belki de. Rıdvan hoca maçta "bu futbolcu refleksidir" dese de, bana Guardiola hamlesi gibi geldi. Chelsea maçını izleyenler anlar bu meseleyi.

-Dünya'nın hiçbir stadında, burada, yani Barnebau'da olduğu kadar hakeme baskı yapılmıyor tribün tarafından. O sessiz-sedasız oturan ahali, bir faul, bir haksız kararda nasıl galeyana geliyor. İnanılmaz. Çoğu kez subjektif olsa da bu reaksiyonlar, kimi kez futbolu bilmekle de çok ilintili olabiliyor-Nba'de de örnekleri var. Basitçe baksan "nerden görüyo lan o adam faulu taa tepeden" dersin. Ama öyle değil.

-"Raul ve Casillas'a üzülüyorum" diyenler var. Raul'ün nesine acıyacağız, bayrak adam diye mi. Burada acınacak adam, (kaçıncı kez hem de) Casillas'tır. Nba'de de böyle çok adam var "takım değiştirse keşke" dediğim. Iker de öyle. Yazıktır, 05-06'da da öyleydi az-çok ama, dünkü hal... tanımsız yani. Gitsin-mitsin desen de, adam oranın çocuğu, nereye gidecek. Çok az ihtimal. Ama keşke gitse. Bıkmıştır bu defansların arkasında oynamaktan. 6 golün 4'ün de yapacağı hiçbir şey yok. Hiç hem de. Hele Messi'nin 2. gol. Abov...
Şu hale bak abi, bildiğin "ızdırabını..." diyor adam.

1

Şu 1 Mayıs manzaraları hakkında bir şeyler karalamak istiyordum. Belki sadık(!) blog takipçilerimiz hatırlar, zamanında seri birkaç yazı yazmıştım bu "kolpa solculuk" ve "kolpa solcular" hakkında. Sağolsun Vincenzo abimiz resimler eşliğinde, kısa da olsa gerekenleri yazmış. Direk sizi o yazıya yönlendiriyorum. Çok tepem atarsa ben de bir daha sallarım burdan. Aklını-beynini siktiğim ergenleri.