Martin O'Neill 1-0 gerideyken %100 hatalı, hatta komik bir gol yiyen kalecisi Mignolet'nin arkasında duruyor. Aynı zamanda 2-1 gerideyken de %100 hatalı bir kararla aleyhlerine penaltı çalan hakem Mike Dean hakkında da tek kelime etmiyor. Klas. Geçen sene devre arasında Steve Bruce'ün yerine Sunderland'e geldiğinde takım ilk 14 maçta sadece 2 galibiyet alabilmiş ve bu maçların yarısı kaybedilmişti. Çıktığı ilk maçında Blackburn'ü geriye düşmelerine rağmen son dakika golüyle 2-1 yenmişler, takip eden 9 maçta da 6 galibiyet almışlardı. Ligi 5 beraberlik ve 3 galibiyetle kapasalar da bu çok konuşulmamış, çünkü son haftalara düşme potasından uzak, orta sıra takımı olarak girdikleri için biraz salmışlardı. Çok konuşulansa, Manchester City'i yenen 5 takımdan biri olmaları, üstelik Etihad'da da City'i elinden kaçırmalarıydı. Son 5 dakikaya 3-1 önde girip beraberlikle ayrılmışlardı. Ki o bir puan geçen sene Manchester City'nin kendi sahasında rakiplerine verdiği tek puandı. Ayrıca bugün hala Manchester City evinde yenilmiş değil.
İşte o Martin O'Neill'in Sunderland'i bu sene hiç de geçen seneki gibi olumlu bir tablo çizmiyor. Aslında lige hiç fena başlamadılar, Arsenal deplasmanında berabere kaldılar ve ilk beş maçlarında da kaybetmediler. Ancak ortaya konan oyun hiç de iç açıcı değildi ve takımın skor yükünü sadece bir, (sayıyla 1) oyuncu çekiyordu: Steven Fletcher. Takım ilk 6 maçta sadece 5 gol atarken bu 5 golün tamamı Fletcher'dan geldi. Tyne-Wear derbisinde erken gol yediler, rakip erken 10 kişi kaldı ama istedikleri oyunu sahaya maç boyu yansıtamadılar. Top hızlı bir şekilde üçüncü bölgeye taşınamıyor, rakibin eksikliğinden faydalanılamıyordu. Gol bir şekilde duran toptan geldi son dakikalarda ama bir puanı bile hak etmemişlerdi bana kalırsa. Sonra içeride Aston Villa mağlubiyeti geldi. Dışarıda Everton'a kaybettiler. Yavaş yavaş hak ettikleri sonuçları almaya başladılar. Böyle diyorum çünkü Adam Johnson-Seb Larsson-Sessegnon ve Fletcher'dan oluşan hücum hattının bu kadar yavan ve monoton oynaması kabul edilemez. Fulham deplasmanında da ben onlar adına çizik atmıştım ama bu sene sıkça gördüğümüz çift dalmalara pozisyon faul olmasa bile kırmızı gösterme modasının son kurbanı Hangeland olunca Sunderland yine rakibinin erken 10 kişi kalmasından sonra oyunu domine edemese de bu sefer bir şekilde 3 gol bulup kazanmayı başardı. Bu arada ligin topla oynama oranı en düşük yüzdeli takımlarından birisi, belki de ilkidir tam bilemiyorum, Sunderland.
Steve Clarke'ın WBA'sından hiç bahsetmedik, aslında çok bahsetmemiz gerekiyor. Aslında neden Sunderland'den girdim bilmiyorum. Takır takır top oynuyorlar, maşallah diyelim. 26 puanla ligin 3. sırasındalar ve Sunderland galibiyetiyle serileri 4 maça çıktı. Bu onlar adına en üst kademede bir ilk. Üstelik Lukaku kenardan geliyor. Mesela Lukaku bugün kenardan gelip ne yaptı? Bir gol attı, bir topu direkten döndü, bir de asist yaptı. Bunların hepsini 10 dakika içinde yaptı. Maşallah diyelim. Maşallah.
19.11.2011, Queens Park Rangers'ın son deplasman galibiyeti. Wolverhampton karşısında. Ben Mark Hughes olsam ada saatiyle 16.10 gibi intihar etmiştim. Düşünün, takım sizin yönetiminiz altında ligdeki hiçbir deplasman maçını kazanamamış. Bu sene ilk 12 maçta bırakın kazanmayı, neredeyse öne bile (sadece 58 dakika önde kalmışlar şimdiye kadar, 27 dakika Tottenham deplasmanında, 31 dakika içeride Everton karşısında) geçememiş ve Manchester United deplasmanında koca ilk 45 dakikayı taş gibi oynayıp ikinci yarı başında da golü bulmuş (bugün takımın başında sahaya çıkan Mark Bowen taraftarlara inançlarını kaybetmemelerini söylerken haklı) ve maçı kazanma noktasına getirmiş. İç açıcı bir durum değil Hughes adına. Fakat suçlu Hughes mü ya da bugünkü oyunun sebebi, 3-1 kaybedilse bile, Hughes'ün ayrılması mı işte o konuda biraz şüphelerim var. Alex'ten sonra Fenerbahçe'nin iyi oynayıp kazanması gibi biraz yanıltıcı olabilir. Her ne kadar yerine gelen adam Harry Redknapp olsa da.
Alt kümeden üst kümeye yeni çıkan takımı baştan aşağı yenilemek genelde Bülent Uygun'un kafasındaki plan olarak bilinir. Üstelik QPR hali hazırda üst kümedeyken sahipler böyle bir yeniliğe gitmek istedi. Amaç elbette takımın bir önceki sezondan daha iyi yerlere gelmesi ama bu oralarda da bu şekilde olmuyor. Olmayınca da ceza hocaya kesiliyor. Takımın sezon boyunca çıktığı ideal 11 (öyle bir 11 yok gerçi ama) %65-70 oranında yeni transferleri barındırıyordu. Böyle olunca ayaklarınız ne kadar kaliteli olsa da uyum asla yakalanmıyor ve kazanamadıkça o güveni de kaybediyorsunuz. O güven kaybedildikçe de üst üste puan kayıpları geliyor ve ligin dibine demir atıyorsunuz. Geçen sene de teknik direktör değiştirip takımın başına Hughes'ü getirmişler ve son anda kümede kalmayı başarmışlardı. Bu sene de Harry Redknapp'ın gelmesiyle bunu kovalayacaklar. Redknapp'ın elinde sihirli değnek yok. Elbette artık bundan daha kötü olamazlar ama ben kümede kalmalarını hala çok zor ihtimal olarak görüyorum. Belki yine son hafta... Şimdi baktım, bu sefer de Anfield'a gidiyorlarmış.
Öte yandan United bildiğimiz United. Kötü oynadıkları maçta 8 dakikada atılan 3 golle kazanmayı bildiler. Evans'ın kafasını bu sene ilk defa görmüyoruz. Fletcher en son 1-6'nın 1'inde skor tabelasında yer almıştı. Bir de tabii bezelye. Sir'ün takımı bu sene 13 maçın 6'sını geriden gelip kazandı. Şampiyonlar Ligi'ni de işin içine katarsak 18 maçın 9'u. Engin Kehale "bu sezon United'a karşı boş kale görsen dışarı vuracaksın yine de ilk golü atmayacaksın" diyor ama Everton, Tottenham ve Norwich City gibi kayda değer istisnalarımız da yok değil. Tabii bir de Galatasaray. AMK.
Stilian Petrov evinde izlediği maçlarda, Villa Park'ta olanlarında, 19. dakikada bütün seyircilerin kendisi için ayağa kalkıp ona destek amaçlı alkışladıklarını görünce ağlıyor mudur? O anı düşününce benim tüylerim diken diken oluyor. Aston Villa seyircisi biraz fazla duygusal, ya da romantik bir seyirci. İstisnasız her futbolcularını çok severler, bazılarına tam anlamıyla taparlar. Oyuncu kulüpten herhangi bir büyük takıma, ama ihanet ederek, ama para kazandırarak, ne şekilde giderse gitsin onu da ilk maçında, hatta daha sonraki bütün maçlarında yuhalarlar. Ama Stan'e yaptıklarıyla inanılmaz bir saygıyı hak ediyorlar. Aston Villa-Arsenal hakkında söyleyeceklerim bu kadar. İlk yarıyı izlerken uyuyakaldım, ikinci yarı linke geçtim, o da takılıyordu falan. Zaten Szcesny'nin kayarak ceza sahası dışına kadar çıktığı pozisyon dışında da kayda değer (ikinci kez kullanıyorum, çok sık kullanmam) bir şey olmadı sanırım. Ya da olduysa oldu artık ne yapalım olmuşla ölmüşe çare yok. Öfff neler diyorum.
Günün izlemediğim maçlarına bakınca Wigan-Reading göze çarpıyor hemen. Wigan'ın 1-0'dan 2-1'e çevirmesi, son dakikalarda yiyip maç biterken atarak kazanması ve tabii ki Jordi Gomez'in hat-trick'i. Roberto Martinez ligin bu dönemlerinde de kazanabiliyormuş. İzlemedim ama Norwich'in Everton'a EVERTON'DA çelme takabileceğini hissediyordum. İnanılmaz formdalar. Ligin başında QPR'dan bile bet gözüken savunmalarını toparlamayı başardılar ve Bassong'un son dakika golüyle Goodison Park'tan da bir puanı kopardılar. Stoke da Fulham'ı 1-0 yenmiş. Sadece Crouch'ın indirip Adam'ın attığı golü değil ben bütün 90 dakikayı kafamda hayal edebiliyorum.
Edit: Al-Habsi şöyle bir gol yemiş. Yazdığım her karakter boşuna :(((
Yarın daha seksi maçlar var;
15.30 Swansea-Liverpool
17.00 Southampton-Newcastle
18.00 Tottenham-West Ham United
18.00 Chelsea-Manchester City
Newcastle ve Tottenham için kötü gidişe dur demek için fırsat haftası. Galler'deki maç da epey ilgi çekici Rodgers'ın Liberty'e dönüşüyle ama tabii Benitez'in City'e karşı neler yapabileceği, Benitez olmasa bile haftanın maçı Stamford Bridge'de. Toparlayamadım sonunu idare edin.