Nerden Nereye 106



...



...




Çaktılar falan ama bu açıdan verimli maçtı. Çakallık yapıp ayrı ayrı kullanmak istemedim. Elmander-Isaksson anca öyle...

Retro 256


Altın-1-



Sıcak bir yaz gecesi, dışarıdan gelen hafif bir rüzgar; televizyonda o zamanlar Ntvspor da yok. Meclis Tv’den fırsat buldukça gelen Trt 3 ve arada sportif şeyler yayınlayan Ntv var. NBA’in yayın hakları Kanal D’de. Ülkede spor yayıncılığı felaket durumda yani. Bu felaket içinden yükselen de bir Golden League var; Kenan Onuk’un anlattığı, Cüneyt Koryürek’in yorumladığı (nur içinde yatsın rahmetliler).

                Herkesin izlerken sıkılmadığı bir-iki tane spor dalı elbette ki vardır. Ben kendimi hatırladığım zamanlardan beri sportif olarak karşıma çıkan her şeyi izlerim ama halter ve atletizmin yeri hep başkadır. Naim Süleymanoğlu Atlanta 96'da beni haltere bağlamıştı misal, rahmetli dedem sayesinde güreş izleyen biri oldum. Sydney 2000'deki bayan okçuluk takımımız sayesinde okçuluğa merak sardım. İstanpool 99 sayesinde yüzme-atlama ile tanıştım ve sevdim -o da ayrı efsane şampiyonaydı yazmak gerek bir ara-. Yani hep bir olayla oldu bir spora merak sarmam. Atletizm’de ise o kıvılcımı Golden League yaktı. O sıcak yaz gecelerinde arada bir yapılan o 7 yarış beni gördüğüm anda ekrana çiviliyor, hipnotize şekilde izlememi anlamaya çalışmamı sağlıyordu. Hep dert yakınırız ya çok iyi-bilgili spiker yorumcu yok diye, işte Kenan Onuk-Cüneyt Koryürek ikilisi o denli iyilerdi ki bu alanlarda verdikleri anektotlar, anlattıkları eski olaylar-anılarla insanı o yayına öyle bir bağlıyorlardı ki, sanki bir peri masalı izler gibi hissediyordu insan kendini flkşdjhs (Daha sonraları Kenan Onuk yerine Murat Kosova geçti mikrofona).

                Son yıllarda (ki en son 2010 da yapılmış ama o külçe verilmesinin bırakılma tarihi olan 2003’den beridir farklı gözle bakarım) yine çok değerli insanlar –özellikle Caner Eler- anlatsa da ne yazık ki eski tadı yok benim için. Eski yıllarda yapılan 7 yarıştan (Paris-Brüksel-Roma-Berlin-Oslo-Zürih-Monaco) 5 ini kazanmak yeterliyken, daha sonra Monaco’nun takvimden çıkmasıyla 6’da 6 yapanların kazandığı bir mücadele halini almıştı. Bu belirtilen yarışmaları kazananların sahiplerine son yapılan müsabakanın ardından stadyumda baya kanlı canlı külçe altınlar verildi. Daha sonra para ödülü olarak verilse de o külçe altınları öyle görmek bile insanı ayrı heyecanlandırıyordu.  Şu an Diamond League adıyla tüm dünyada yapılsa da eskiden böyle çok müsabaka yapılmadığı için daha kaliteli atletler daha çok bir arada yarışır, çok iyi dereceler çıkartıp efsanevi mücadeleler yaparlardı.


                Bu uzuuunca girizgahtan sonra geçelim asıl anlatmak istediğim kısımlara. Çok da güzel hikayelere sahne olurdu bu Golden League mücadeleleri. E ucunda altın var sonuç olarak ki sponsor dışında pek de gelir getirmeyen bir spor olan atletizmde böyle miktarlar önemlidir. İşte ilk kahramanımız Bernard Barmasai de bu ödülün cazibesine takılan isimlerden biri. Ödülü kazanmak için sadece iki yarış daha kazanması gereken Bernard ödül uğruna vatandaşı olan Christopher Koskei’ye rüşvet öneriyor ve daha sonrasında bu ortaya çıkınca da ödül yarışından diskalifiye ediliyordu.[ http://www.outsideonline.com/outdoor-adventure/running/Hitting-the-Wall-2001.html] Dile kolay zamanının dünya rekoru kırmış önemli atletlerinden birinden bahsediyoruz, düşünün bi Kennenisa Bekele birisine ödül için rüşvet teklif ediyor "kırışırız hacı" diyor, büyük olay yani. Daha sonraları Maraton'a falan geçse de çok çok büyük başarılar kazanamadı sonraları Bernard.


                Herkesin kendince bir idolü vardır atletizmde. Bizden bir önceki nesil Carl Lewis’i sever mesela, Emil Zatopek hayranları vardır, Jesse Owens, Ed Moses... bu sırayla gider. Kişisel olarak böyle “heh işte bu” diyebileceğim tek isim copy paste yapmadan adını yazmakta zorlansam da Hicham El Guerrouj (a-ha valla yazdım bu kez) benim için bu tanıma en uyacak isimdir uzak ara. Gerek yenilmezliği, gerek centilmen-neşeli tavırlarıyla çok çok büyük sporcuydu. Olimpiyat şanssızı idi o da, Olimpiyat harici katıldığı her yerde birinci olsa da o arenada hep bir şanssızlık çalıyordu kapısını. Hiç unutmam Noah Ngeny Sydney’de onu geçtiğinde okula gitmek için hazırlanıyordum. Epey üzülmüştüm Hicham’ın şanssızlığına okulda da epey kafa şişirmiştim olayı anlata anlata, son düzlükte tam kazandım derken traktör gibi gelmiş geçmişti Noah. Genç bir atletken de Atlanta’da finalde düşmüştü. Neyse ki Atina’da çifte zafer(1500-5000) yaşadı da bir nebze de olsa kariyeri güzel bir şekilde sona ermiş oldu. Çünkü Golden League dediğinde aklıma hep Hicham ve onun koşarken sallanan zinciri geliyor aklıma-tam 4 kez jack pot yaparak bu alanda da rekorun sahibi olduğunu belirteyim. Jack pot = bu belirlenen yarışlar sonucunda ödülü almaya hak kazanmak- kırdığı rekorları da canlı olarak izlemiş olmak cidden ayrı gurur veriyor kişisel olarak. Büyük adamdın be Hicham, neşeliydin espriliydin ama tüm stada soytarılık da yapmazdın.



                Wilson Kipketer… Küçükken dünya rekortmeni olan atletlerin her yarışı kazanacaklarına inanırdım ve kazanamadıklarında da çok sinirlenirdim garip şekilde. Bu gariban abimiz de 800 metrede eski dünya rekortmeni ve bu 800 metre de kadın-erkek demeden en nefret ettiğim mesafe galiba. Bu gariban adamcağız eski ülkesi olan Kenya’da sıtmaya yakalanmış ve bir daha asla eskisi gibi olamamıştır-eskisi dediğim de 3 yıl boyunca tüm müsabakalara ambargo koymuş, dünya rekorları kırmış, 3 kez dünya şampiyonu olmuş vs bir adam- tabi 8 yaşındaki ben bunu nereden bileceğim. Sayıp sövüyorum ekran karşısında nasıl alamaz diye, İsviçreli Andre Bucher ile olan mücadeleleri görülmeye değerdi, Andre o formu 3 sene koruyabilmiş olsa da o sıkıcı yaz günlerinde bu ikilinin yaptıkları mücadeleleri izlemek gerçekten insana çoook büyük keyif veriyordu. Ha sonra Rudisha geldi dediğimi -rekortmen yarışları kazanır- kanıtladı ama olsun, büyük bir hastalığı yenip yine iddaalı konuma gelmek ancak büyük şampiyonlara yakışan bir olaydır ve Wilson Kipketer’de olimpiyat altını olmamasına rağmen benim için büyük bir şampiyondur.

                Şimdilik yazıyı burada keselim, serinin diğer bölümünde de Maria Muttola-Tattiana Lebedeva gibi ciddi anlamda altın atletler sizinle birlikte olacak.
                

Dime #12


-Indiana Pacers hakkında cevaplanmayı bekleyen sorularım var. Böylesine elit bir savunmayla ve berbat bir hücumla nereye kadar gidebilirler? Bu çekirdek NBA'de şampiyonluğu zorlamaya yeter mi? Paul George bir süper yıldız adayı mıdır, veya franchise player olabilir mi? Son sorudan başlayalım. Paul George bir süper yıldız adayı değildir. Üzerine takım kurulabilecek bir oyuncu olduğunu, veya olabileceğini hiç sanmıyorum. Ancak şu kesin, bu takıma Danny Granger'dan daha iyi liderlik yapabilecek kapasitesi fazlasıyla mevcut. Her şeyden önce Granger'dan daha çok sorumluluk alıyor ve potansiyeli de ondan çok daha fazla. Şöyle diyeyim, Ocak ayında Indiana Pacers'ta Paul George yerine Lebron James oynasa takım sahada bundan daha iyi gözükmezdi. Emin olun. Yalnız şöyle bir sıkıntısı var, içeride ve dışarıda oyunu değişkenlik gösterebiliyor. Pacers ligin iç sahada en iyi takımlarından biri. Paul George da 21.5 sayı, 8.1 ribaunt, %49.6 üçlükle oynuyor Bankers Life Fieldhouse'ta. Ancak şehir dışına çıktıkları zaman bu istatistik 13.2 sayı, 7.6 ribaunt ve %27 üçlüğe kadar düşüyor. Çaylak senesinde iyi bir dış savunmacı olarak göze çarpmıştı. Geçen sene çoğu maçta parlasa da inanılmaz düşüş yaşadığı ve saha dışı sorunlarıyla anıldığı dönemler olmuştu. Bu sene oyunu inanılmaz bir boyuta yükseldi ve MIP'nin en büyük adaylarından biri. Ancak süper yıldız? Önce dış saha maçlarında, sonra playoff'ta, sonra da önümüzdeki 3 senede görmek lazım. Bu iş bu kadar kolay olmamalı. Diğer iki soruya yerim kalmadı, kabaca üzerinden geçeyim. Pacers geçen sene 100 pozisyona vurduğumuzda ligin en iyi 7. hücumuydu, bu sene 29. sıradalar. Ancak ligin en iyi savunması onlara ait. Maç başına 98.8 sayı yiyorlar 100 pozisyonda. Bu inanılmaz bir rakam. Bu savunmayla ligdeki her takımı devirebilirler. Bu öyle bir savunma ki bu sene $13.66 milyon alan (en değerli Pacer) Roy Hibbert, takımının deplasmanda Bobcats'i 70'lerde tutması halinde bench oyuncularına 100'er dolar vereceğini söyleyebiliyor, ki maçı 103-76 kazandılar. Playoff'ta tur atlayabilirler. Miami Heat'i sonuna kadar zorlayabilirler. Ancak bu hücumla finale çıkmaları veya şampiyon olmaları çoook zor.

-Şimdilerde Detroit'te yeni bir hotel-casino satın alan Cleveland Cavaliers'ın sahibi Dan Gilbert zamanında Lebron James'ten önce şampiyon olacaklarını iddia ederken ne düşünüyordu bilmiyorum ama (belki Lebron'un bir daha basketbol oynayamayacak derecede sakatlık yaşaması, veya hayatını kaybetmesi, veya Miami'deki aşının tutmaması ve Lebron'un Ohio'ya geri dönüp Cleveland'la şampiyonluk yaşaması) Cleveland Cavaliers üst üste ikinci sene draft'ın ilk sırasından seçim yapmaya çok yakın. Charlotte Bobcats yeniden her dört maçından birini kazanmaya başladı, Washington Wizards Wall'ın (WWW) dönüşüyle kötü takımdan, vasat takıma dikey geçiş yaptı ve şu an ligin en kötü basketbolunu oynayan takım Cavs. Bir kötü haber de geride bıraktığımız hafta Varejao'dan geldi, sezonu kapıyor. Zach Lowe şöyle bir yazı yazmış, okuyunuz. Kyrie, Uncle Drew gibi oynayınca bu takımı izlemesi pek keyifli ancak hepsi bu. Ön alan Tristan Thompson ve Tyler Zeller'a emanet ve onları yedekleyen isimler ne yazık ki Luke Walton, Kevin Jones (gerçi bugün Grizzlies'la yaptıkları takasa göre Speights de takıma katılıyor) falan. Byron Scott'ın Waiters'ı Syracuse'daki rolü gibi kenardan getirmesi önemli bir takım içi hamle oldu. İniş çıkışları sürse de Sacramento karşısında 33 sayı bulabilecek potansiyeli var. Topla inanılmaz hızlanabiliyor ve içeri penetreleri çok etkili. Monta Ellis mi yoksa Dwayne Wade mi olacağını dış şut istikrarı belirleyecek, ve savrukluğunu minimuma indirmesi lazım ama çaylak diye göz yumuyoruz. Bir de yine Kyrie var, Blazers deplasmanında muazzam bir Irving vs. Lillard düellosu izledik ve kazanan Kyrie oldu, özellikle şu post move'lar çaylak oyun kurucuya ders niteliğindeydi. Ancak hepsi bu...

-Houston'da düzenlenecek All-Star maçının beşleri açıklandı, sürpriz yok. Doğu: Rondo-Wade-Lebron-Melo-Garnett, Batı: Paul-Kobe-Durant-Griffin-Howard beşiyle sahada olacak. Bir de formalar açıklandı, ki teğmenim blogda daha önce değinmişti — ondan kaçar mı mevzu forma olunca. Şurada da eski All-Star'lardan forma pasajları var. Öncelikle çoğu kesimin beğendiği gibi ben All-Star'ın takım formalarıyla oynanmasını beğenen ve destekleyenlerden değildim, görünce söyleyeyim dedim. Bu özel bir organizasyon ve özel formalar dikilmesi hoşuma gidiyor. Ancak son senelerde modern dizaynlar üretme adına iyice göz yoran formalar gördük. Hele 2008'deki şu cümbüşten sonra düzenli olarak psikolojik destek almaya başladığım yalan değil. 2010-2011-2012 ve en son 2013'te de Batı'yı kırmızı, Doğu'yu mavi çıkartarak bir standarda oturttular forma işini. Ben yine de bu standardın, eskiden birçok örnekte gördüğümüz gibi ve son örneğinin de 2009'da olduğu gibi iki taraftan birinin (ev sahibi) beyaz, diğerinin kırmızı/mavi giymesi gerektiğini düşünüyorum. Dikkat: All-Star yedekleri bu perşembe TNT maçlarından önce açıklanıyor.


-Sezon öncesi NBA Europe Live kapsamında Avrupa'da NBA takımlarının kendi aralarında veya Avrupa takımlarıyla hazırlık maçı yapması güzel bir fikirdi. Bunu normal sezona taşımak ise... sanmıyorum. Geçtiğimiz günlerde Detroit Pistons ile New York Knicks Londra'da O2 Arena'da karşı karşıya geldi ve Knicks deplasmanda (!) rakibini 102-87 mağlup etti. Konuya girmeden önce flashback parantezi açıyorum — Sezonun çok önceki bölümünde TNT'nin yayınlayacağı maçta Popovich, yıldızları Duncan, Parker ve Manu'yu (hayır Danny Green sen bir yıldız değilsin ve ben senin adını bu üç oyuncuyla "Spurs'ün Yıldızları" konseptli aynı cümle içinde anmayacağım) dinlendirdiği için komisyoner David Stern tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Bu cezanın sebeplerinden biri de Miami taraftarının Spurs'ün yıldızlarını çıplak gözle izleme şansının sezonda bir kez olması ve bunun da gerçekleşememesiydi. Flashback'ten sonra konuya girelim. Evet, Stern Bey, siz bir şeyler düşünüyorsunuz. Muhtemelen Pistons yönetiminin de bunda niyetini aldığınız için benim tezim çürüyor ama yine de soracağım, Pistons taraftarının elinden Carmelo'yu izleme imkanını (ç)almış olmuyor musunuz? Belki bir Knicks-Pistons maçı daha var The Palace'ta ama Melo o maç öncesi sakatlanıp oynayamasa ne olacak? Keza Spurs de finale çıkıp Heat'le karşılaşabilir, bunlar olasılık. Bakın bütün NBA takımlarının sahasında 41 maç oynayıp, Pistons'ın 40 maç oynaması ve birini Londra'da oynaması adaletsizliğine girmiyorum bile. Beyimiz ekliyor: "I think multiple NBA international teams. Twenty years from now? For sure. In Europe." çok ağır konuşmamak için kendimi zor tutuyorum.

-Suns koçu Alvin Gentry, tıpkı eski Bucks koçu Scott Skiles gibi yönetimle anlaşmalı bir şekilde takımdan gönderildi/ayrıldı. Phoenix Suns'ın ne onunla, ne bir başkasıyla, ne de Phil Jackson'la, bulunduğu konumdan daha iyi bir yere çıkması imkansız ancak bu ne onun gönderilme/ayrılma sebebi, ne de bu paragrafın konusu. İlginç olan, Zach Lowe'ın Gentry ile yaptığı Suns'ın sorunlarına ve geleceğine değindikleri şu röportajdan sonra bu ayrılığın gelmesi ve ligde gönderilen son üç koçun Bucks ve yenilgi kelimeleri yanyana geldikten sonra olması. Brooklyn Nets, Bucks'a yenildikten sonra Avery Johnson, Indiana Pacers'a kaybettikten sonra Bucks koçu Scott Skiles ve son olarak yine bir Bucks yenilgisi sonrası Phoenix Suns koçu Alvin Gentry. Kendisiyle dört sene çalışan Steve Nash'e mikrofon uzatıldığında bu olayın eski koçunun yararına olabileceğini söylüyor: "Obviously, I’m sad for Alvin (Gentry), but in some ways maybe this is a good thing for him. He’s a great coach, a really good coach and any club would be lucky to have him as a coach, that’s for sure. He’ll land on his feet for sure because he can really do a good job.” Hatırlatma, Suns'ın yeni koçu Lindsey Hunter olacak ve bu ilk koçluk deneyimi.

-Öncelikle Kobe Bryant'la alakalı Nike'ın şu reklamını bir izleyin. Şimdi bir daha izleyin. Bir daha. Kendinize geldiniz mi? Heh. Miami Heat ile Los Angeles Lakers'ın Staples Center'da oynayacağı maçın hikayesini, Lebron ile Kobe'nin atışmalarını falan anlatmaya en başından başlıyorum. Staples Center'a gelmeden önce Heat son 11 maçında 6 yenilgi (Pistons, Bucks, Bulls, Pacers, Blazers, Jazz), 2 OT galibiyeti (Magic, Mavericks), 3 normal galibiyet (Wizards, Kings, Curry'siz Warriors) almıştı. Önce James ve Wade konuştu: "No one will ever be able to compare what we went through. Even though they’re not winning and they’re losing a lot of games, it’s still nowhere near what we went through." ve kimsenin kendilerinin yüzleştikleri kadar büyük bir baskıyla yüzleşmediklerini ve asla yüzleşemeyeceklerini söylediler. Kobe şöyle cevapladı: "What does it matter? What does he want, a cookie for that?" gazı alıp ESPN'le şöyle bir röportaj yaptı. En çok Jordan'la birebir oynamak istediğini, Lebron'u birebirde yenebileceğini, hatta zorlanmayacağını, kendisini en çok zorlayabilecek ismin Durant olacağını ama onu da yeneceğini söyledi ama kritik quote şu: "I played T-Mac. I cooked him. Roasted him. Wasn’t even close. Ask him, he’ll tell you. When I was about 20, we were in Germany doing some promotional stuff for that other sneaker company and we played basketball everyday. We were in the gym all the time. We played three games of one-on-one to 11. I won all three games. One game I won 11-2. After the third game he said he had back spasms and couldn’t play anymore." daha sonra T-Mac şu tweet'te böyle bir şeyin asla yaşanmadığını söyleyerek Kobe'yi yalanlıyor ama kime inanacağınız size kalmış. Neyse Heat-Lakers maçı 2 James, 2 Wade smacıyla acayip başladı, Kobe üç çeyrek boyunca devreye giremedi, son çeyrek üçlükleriyle takımını oyuna ortak etti ama sahada çok acayip bir Lebron James vardı ve 17/25'le 39 sayı, 8 asist, 7 ribaunt, 3 top çalmayla takımına maçı kazandırdı. Maçtan sonra Kobe, Lebron hakkında: "He does that consistently, though. He's just a phenomenal player. He's one of the best that we've ever seen." demek zorunda kaldı. Yıllardır ikilinin NBA Finalleri'nde karşılaşmasını bekliyoruz. Son 6 senede ikisi de finaldeydi (2007: Lebron vs. Spurs, 2008: Kobe vs. Celtics, 2009: Kobe vs. Magic, 2010: Kobe vs. Celtics, 2011: Lebron vs. Mavericks, 2012: Lebron vs. Thunder) ama hiç karşı karşıya gelemediler. Gelemeyecekler gibi de gözüküyor. Bu üzücü. ESPN LA'den Dave McMenamin ve Arash Markazi bu olasılığı şurada tartışmışlar diyerek bu uzun paragrafı da noktalıyorum.


-Bu bölümümüzde ben yine bir denemeye gidiyorum ve adını "Sayılarla NBA'de bu hafta" koyuyorum.

20.000: Lebron James, Golden State deplasmanında kariyerinin 20.000. sayısına ulaştı ve buna ulaşan en genç oyuncu oldu. Bu milestone olaylarında Kobe'nin rekorlarını birer birer kırarak ilerliyor, korkutucu. Aynı maçta kariyerinin 5.000. asist rakamını da geride bıraktı, hala korkmadıysanız...

58: Atlanta Hawks'ın Chicago Bulls deplasmanında maç boyunca attığı toplam sayı. Çift haneye çıkan tek oyuncu var, Mike Scott. İşin boyutunu dramatikleştiren şeyse, Hawks'ın her saha içi isabetini 3.5 sayı olarak kabul edersek kazanan yine Bulls oluyor 97-92 ile. Hawks önceki senelerdeki Mike Woodson'ın Hawks'ına dönmeye başladı ve normal sezonun görece en sıkıcı, umursamaz, zevk vermeyen maçlarını oynuyorlar — evet Wizards dahil. Bir kötü haber de Lou Williams'tan; diz sakatlığıyla sezonu kapadı.

52: Kevin Durant uzatmada kazandıkları Mavericks maçında NBA genelinde sezonun en yüksek rakamına ulaştı. Bunu 13/31 gibi iyi olmayan bir şut yüzdesiyle yaptı ama 21/21 serbest atışı inanılmaz. İnanılmaz olan başka şey, bir sonraki maçta Denver karşılaşmasında yine 21 kez serbest atış çizgisindeydi ve bu sefer bir tane kaçırdı. Bu hafta 21 serbest atış atan oyunculardan bir diğeri de James Harden. Dün MLK Day'de Bobcats karşısında 100-94 kazandılar ve Harden 29 sayısının 19'unu (19/21) serbest atış çizgisinden buldu. Şaşırmadık.

25: Russell Westbrook iç sahada oynanan Denver Nuggets maçında maçın ilk 20 dakikasında 9/12 ile ,ki bunların 7 ya da 8 tanesi 15-17 ft'den atılan mid-range şutlar, 25 sayı buldu. Maçı 12/20 ile 37 sayı atarak bitirdi ama ilk yarıdan orta mesafeleriyle Nuggets'ın fişini çekti. Bu performans akıllara geçen sene Lakers'la oynadıkları serinin 4. maçını (15/26 ile 37 sayı) ve Miami final serisinin 4. maçını (20/32 ile 43 sayı) getirdi. Bunlar Westbrook'un iyi şut yüzdesiyle 35 üzeri attığı ilk maçlar değil. Üçünün ortak özelliği, Westbrook'un bu sayılara, kullandığı şutların yarısından fazlasında orta mesafe isabeti kaydedip ulaşması. Alakalı videolar: Denver maçından sonraki Dallas maçında şu, ondan sonraki -yine- Denver maçında bu oldu. Bu çocuğu çok seviyorum ya.

6: Los Angeles Lakers son 6 deplasmanını, Portland Trail Blazers son 6 maçını kaybediyor. Blazers 15-15'ten sonra W5, L6 serileriyle 20-21'e geldi. Playoff savaşı veriyorlar ama kalabileceklerini sanmıyorum. Çok iyi niyetli kadroları var ve ilk beşleri bu savaş için yeterli seviyede ama ligdeki en kötü bench de onlarda, bu yüzden de ilk beşin üzerine çok yük biniyor ve sezonun kalan bölümünde yorgunluktan canları çıkacak. Onlardan daha çok L6 görebiliriz W5'in yanında. Bu çirkinliği yapmazsam olmaz.

-Brandon Roy, Blazers'taki sakatlık lanetini Timberwolves'a taşımış olabilir mi? Sezona Rubio'nun geçen seneden kalma sakatlığıyla girdikleri yetmezmiş gibi Love da elinden sakatlanmış ve ilk ayı kaçırmıştı. Sonra Roy herkesin beklediği üzere dizini yine eline aldı, Budinger keza diz sakatlığı yaşadı ve muhtemelen sezon bitene kadar dönemeyecek, Lee de aynı şekilde, Kirilenko ufak bir sakatlık yaşayıp döndü, geçenlerde Love yüzük parmağından sakatlandı ve ameliyat olduğu için bir 2 ay daha kaçırması bekleniyor, üzerine Pekovic'i de kaybettiler ve son olarak Alexey Shved. Neyse ki Pek ve Shved'in sakatlıkları çok ciddi değil ama bu nedir abicim böyle? Yokluktan normalde süre alamayacak adamlara (Amundson, Stiemsma) ciddi süre vermeye başladılar. En son Mickael Gelabale ve Chris Johnson'la imzaladılar ve bu adamlar da ciddi süreler alıyor, öyle veya böyle katkı da veriyor. Güzelim Playoff kadrosu Batı'da kurda (heh heh) kuşa yem oluyor sakatlıklar yüzünden. Yazık.

-"How's your ankle?" Stephen Curry. "Most annoying question reporters ask you?" sorusuna bu cevabı veriyor. Aynı sorudan bıkmış olabilir, ama onun bilekleri Warriors'un geleceği için büyük önem taşıyor. Denver maçında yeniden burkulduktan sonra Miami ve Spurs maçlarını kaçırmak zorunda kaldı. Warriors, Heat karşısında bozguna uğradı, Spurs'ü de beklendiği gibi yenemediler. Hornets maçında döndü, iyi oynamasa da kazandılar ve dün MLK Day'de Clippers karşısında 4'ü son çeyrekte olmak üzere 6/8 üçlükle 28 atarak takımına maçı kazandırdı. Bu sene All-Star olmayı herkesten fazla (sanırım abartıyorum) hak ediyor. Yürüyedursun!

Panik


2 hafta önceki Real-Celta kupa maçını izlerken, birkaç dakika geçtikten sonra "Ya bu Celta Adidas giymiyordu sanki..." dedim içimden. Hemen koşup kontrol ettim. Yanlış hatırlamıyordum, sezon başında yeni formalarını görmüştüm, ve mallar Li-Ning markaydı. Sonra "ne ayak" diye bakındım. Resmi sitelerine girdim, her yerde hala Li-Ning formalı fotolar. "Allah allah" falan. Forma sitelerine bakınca anlaşıldı. Detaylar burada. Herhalde önden ahaliyi ısındırmak için Copa Del Rey'de Adidas giyildi. Gerçi elendiler ama, sonuçta gördü herkes. Her türlü Li-Ning'den iyidir Adidas tabii. Şu kalıbın kullanılması da, reklamla birleşince şık bir görüntü ortaya sunmuş. Belki de gelmiş geçmiş en iyi forma-reklam uyumlarından biri. O simetri...


Retro 255


"Geldi"





20 Ocak 2013.