Çeviri: 'Flu Game'in Sözlü Tarihi



Bu, asla aklınızdan çıkmayacak görüntülerden biri: Michael Jordan --yaşamış en büyük basketbolcu-- 1997 NBA Finalleri 5. maçında, bitik bir halde Scottie Pippen'ın kollarına yığılmış vaziyette. Gribin vücuduna verdiği zararı kabul etmeyen Jordan, 38 sayılık performansıyla Bulls'un Utah'a karşı galibiyetinde en önemli etken olarak, takımının 7 yıldaki 5. şampiyonluğuna giden yolu açtı. Şimdi, yıllar sonra, maç günü orada bulunanlar, tarihin bir parçası olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmak için bir araya geldi.


BÖLÜM 1: Hava Atışına 40 Saat



Tim Grover (Bulls antrenörü): Takımın kaldığı otelde uyuyordum, gece saat 2 falandı. Michael'ın korumasından bir telefon geldi. HBO'da Dragonheart'ın başlamak üzere olduğunu söyledi, Michael da herkesin bundan haberdar olmasını istiyormuş. Ben de kapatıp geri uyudum. 10 dakika sonra tekrar aradı, ama bu kez bir şeylerin ters gittiğini söylemek için.

George Kohler (Jordan'ın koruması): Michael her yere kusuyordu. İtfaiye hortumu gibi etrafta savrulup perdelerin, zeminin, her şeyin üstüne kusuyordu.Öyle fena kusuyordu ki, gözleri yuvalarından fırlıyordu.

Michael Jordan: Kimse Michael Jordan'dan iyi kusamaz, ve bunu o gece kanıtladım. Bu dünyada basketbolda, kusmada, el sanatlarında ve yüzmede en iyisi benim.

Tim Grover: Besin zehirlenmesi gibi duruyordu, ben de George'a, Michael'a bir Alka-Seltzer vermesini ve sabah benimle görüşmesini söyledim.

Phil Jackson (Bulls Koçu): Odamda Dragonheart'ı izlediğimi hatırlıyorum ve biri kapıya vurmaya başladı. Kapıdaki George'du ve saçma sapan bir şekilde bağırıyordu -- buz makinesi ve Michael'ın çıplak olması hakkında birtakım cümleler.

George Koehler: Mike'ın ateşi kontrolden çıkmıştı, ben de onu koridora taşıdım ve onu soğutabilmek için buz makinesinin tepesinden içeri doğru koymayı denedim. Sessizce geldi, ben de onu içine bıraktım ve o iyice gömülene dek kovalarca buz yığdım.

Phil Jackson: Benim felsefem, her zaman oyuncuların tercihlerine güvenmek yönündeydi. O gece Michael'ı gördüğümde, ona açıkça, orada çıplak ve tepkisiz bir şekilde buzlar arasında yatmasına saygı duyacağımı söyledim. Olay bundan ibaretti.

Tim Grover: Sonraki sabah, Mike'ı kontrol ettim ve kesinlikle berbat görünüyordu. Islak ve çürümüş kuru üzüme benzeyen bir adam, otel koridorunda kıvrılmış yatıyordu. Onu son gördüğümden bu yana muhtemelen 30 kilo vermişti ve üstünde yüzlerce karınca geziniyordu. Bir gözü eksikti. Ama bu beni pek endişelendirmedi. Sonuçta bu Michael Jordan'dı. Hiçbir şey onu dize getiremez.

Michael Jordan: Ne kadar hasta olduğumdan emin değilim, ama o noktada dünyadaki "en hasta" NBA oyuncusu olduğumu biliyorum ve o zamandan beri daha "hasta"sı gelmedi. Emin olmak için Stern'ü günde üç kere arıyorum.

George Koehler: Michael nasıl hastalandı? Düşünelim. Büyük maçlardan önce ne yapıyorsa, yine onları yaptı: Basketbol görüntülerine çalıştı; üç yılanıyla beraber maç stratejisini konuştu; telefonu söküp yeniden taktı. Saunadayken çantasının içinde midye soslu makarna gördüğümü hatırlıyorum ama bu ona etki etmezdi. Bu adamı mağlup edemezsiniz.

Scottie Pippen (Bulls forveti): Yalnızca biraz makarna yedi, ama sonra bunlardan 10 kilo kadar (23 pound) yemeye karar verdi; çünkü 23 şanslı numarasıydı ve kötü talihiyle bir uçak kazasına falan yol açmak istemiyordu. Ama bunun onu hasta ettiğini sanmıyorum. Burada bir "faul" olduğuna ikna oldum.

Jerry Sloan (Jazz koçu): Yıllardır bu maç öncesinde Michael Jordan'ı nasıl zehirlediğimiz konusunda onlarca komplo teorisi duydum ve bunların hepsi doğru. Jeff Hornacek oda servisi yapıyor gibi Michael'a yaklaşıp Lysol ve dimetil cıva dolu bir şişe verdi, Michael da bunu üç yudumda bitirdi. Sonra beş şişe daha isteyip onları da bitirdi. Jeff'e her şişe için 100 dolar bahşiş verdi ve hepimiz buna bayıldık.

Marcus Acker (Basketbolsever): Ben de Michael Jordan'ı zehirledim. Takımla aynı otelde kalıyorduk ve ben de iki oğlumu, Bradley ve Keenan'ı etkileyecek bir şeyler yapmak istedim.


BÖLÜM 2: Hava Atışına 3 Saat


5. maça çok az kalmışken, Jordan hâlâ bir iyileşme belirtisi göstermiyordu. Son dakikada mucizevi bir iyileşme olmazsa, Jordan'ın oyuna başlamaması kesin gibiydi.

Phil Jackson: Maç günüydü ve salona gitmek üzere otobüse binmiştik. Hâlâ tek başına ve çıplak halde durmayı seçiyor olan Michael hariç herkes oradaydı.

Ron Harper (Bulls guardı): "Lanet olsun, Mike olmadan bu maçı kazanamayız" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendisini dışarda bırakılmış hissederdi.

Luc Longley (Bulls pivotu): Ron ve ben Michael'a bakmak için yukarı çıktık. Onu koridorda yatarken bulduk, epey kötü görünüyordu. Yüzü bembeyazdı ve erimiş gibiydi; yılanlarından biri de onu yutmaya çalışıyordu.

Ron Harper: Açıkçası onun için maça gelmemek en iyisi olabilirdi, fakat buna yanaşmayacağını biliyorduk. Cennette ya da dünyada herhangi bir güç onu bu maçta oynamaktan alıkoyamazdı. Biz de onu bir duş perdesine sarıp otobüse taşıdık.

Michael Jordan: Size gelmiş-geçmiş en iyi basketbolcu olmadığımı söylemeye çalışan herkes Han Solo gibi metal haline getirilmeli ve ahtapotla beslenmelidir. Ben 2.50 boyundayım. Beni kimse yenemez.

Phil Jackson: Salona vardığımızda Michael hâlâ oynayacak durumda değildi. Koridorda bir yığının üstünde yatıyor ve 20 saniyede bir falan nefes alıyordu. Bazı bilgece cümlelere ihtiyacı olduğunu seziyordum. Ona doğru diz çöktüm, göz kapaklarını açtım ve şunları söyledim: "Michael, bugün basketbol." Ve ben konuşmamı bitirdiğimde gidip işedi. Ona erişebildiğimi söyleyebilirdiniz.


BÖLÜM 3: Maç Zamanı -- İlk çeyrek


Jordan'ın hasta olduğu dedikoduları yayılmış, hava atışına dakikalar kala, salondaki --rakip oyunculardan medya ve seyircilere kadar-- kimse oynayıp oynamayacağını bilmiyordu. Salon anonsçusu kadroları okurken belirsizlik sürüyordu: Önce Scottie Pippen, ardından Dennis Rodman, Luc Longley ve Ron Harper. Nihayet, Jordan'ın adı söylendi. Basketbol zamanıydı.

Ron Harper: Michael'ı el arabasıyla sahanın ortasına getirdik. Hâlâ bilinçsiz durumdaydı, ama bunun kendisine engel olmasına izin vermeyeceğini biliyorduk.

Scottie Pippen: İlk çeyrek başladı, ve Mike'ın hiç enerjisi olmadığını rahatça söyleyebilirdiniz. 5-6 dakika geçti ama onda hâlâ hayat belirtisi yoktu.

Tim Grover: Bir mola aldık, ve ben Michael'ı kontrol etmeye koştum. Klinik olarak ölmüş haldeydi, en az 10 dakikadır ölüydü.

Phil Jackson: Tim orada yarım saat filan Michael'ın göğsüne vurdu, kalp masajı yapıyordu. Ahâli sabırsızlanmaya başlamıştı, ama ben Mike'a muhtemelen oynayamayacağını söyledim.

Michael Jordan: Ölü olmak oldukça güzeldi. Cennette İsa'ya itaatsiz melekleri geri alması için bir çukur açmakta yardım ederek biraz eğlendim. Ama koç, oynamak için çok hasta olduğumu söylediğinde, bu bende bir kıvılcım uyandırdı. Dünyaya geri dönüp rekabet etmem gerektiğini biliyordum.

Toni Kukoc (Bulls forveti): Tanıdığım en rekabetçi kişi o. Bir keresinde salonda, yukardaki o büyük ekrana dokunamayacağına dair 50 dolarına bahse girdim ve o ânında beni yanlış çıkarmak için uğraşmaya başladı. 3 yıl salonda yaşadı, her gece oraya dokunmaya çalıştı. Ve oraya dokunamadığında, emin olun bunu yapmaya çok yakındı.

Tim Grover: Michael'ın bedenini içeri taşıdık ve zorlukla nefes alıp çırpınıyordu; az kalsın çöpe atıyorduk.

Scottie Pippen: Oyun yeniden başlamıştı ve biz MVP olmadan oynamak zorunda olmanın baskısı altındaydık. Ama sonra salonun diğer tarafından bir ses duyduk: "File topa aç, ve Şef Michael onun karnını doyuracak!" Bu Michael'dı! Dönmüştü!

Michael Jordan: Sizi Cennetten geri getirecek bir uçak ya da o tip bir şey yoktur. Çöp poşetinden bir paraşüt yapıp maça doğru süzülmek zorundaydım.


BÖLÜM 4: İkinci Çeyrek



Jordan'ın oyuna dönmesiyle, maçı anlatan Marv Albert o ânın enerjisini şöyle yakalamıştı: "Hey, şuraya bakın! Bu Michael Jordan, ve o ölmemiş! Vay canına! Aman tanrım, 30 yıllık kariyerimde böyle bir şey görmedim. Gerçek bir zombi. Aman tanrım!" Gelişiyle heyecan yaratmasına karşın, hâlâ gribin etkisi altındaydı ve büyük oranda adrenalin sayesinde sahada durabiliyordu. Aksi gibi, Bulls 16 sayı gerideydi ve Jazz hızla arayı açıyordu.

Michael Jordan: Sahaya tamamen kazanma niyetiyle çıkmıştım. Hayatım boyunca hiçbir basketbol maçı kaybetmemiştim ve bu da ilki olmayacaktı.

Karl Malone (Jazz forveti): Michael'ın çok yoğun, rekabetççi bir duruşu vardı ama ben endişeli değildim.

Dennis Rodman (Bulls forveti): Karıncalar, gövdesi ve kollarındaki etin çoğunu yemişti --iskeletini görebilirdiniz-- ve yine, bir kez daha, oyunun kontrolünü eline aldı.

Scottie Pippen: Michael'ın stratejisi genellikle, doğrudan potaya doğru giderken topu kafasının üstünde tutup "Sıcak çorba! Sıcak çorba!" diye bağırmaktı ama bunu yapmak için enerjisi yoktu. O da geçici çözümler aramaya başladı.

John Stockton (Jazz guardı): Ne zaman onu savunmaya çalışsak, takla atar gibi bacaklarımızın arasından geçti ve nerdeyse sıçramadan, topu yerden potayla buluşturdu. Çoğunlukla kaçırdı, fakat takım arkadaşları ribaundları toplamaya devam etti, böylece o da denemeye devam etti. O çeyrekte 183 şut filan kullandı ve 17 sayı buldu; ki bu da onlar için gayet faydalı oldu.

Greg Ostertag (Jazz pivotu): Her takla attığında, yerde biraz ıslaklık kalıyordu. Bu da zeminin kayganlaşmasına sebep oldu.

Michael Jordan: İnsanlar her zaman bana böyle takla atmayı nerede öğrendiğimi sorar; işin aslı şu ki, bu benim düşünme bataklığımda her zaman çalıştığım bir şey.

Steve Kerr (Bulls guardı): Michael asla kimsenin kendi düşünme bataklığına gelmesine izin vermez, ama söylediğine göre, orada kendisine İncil'den hikayeler anlatan bir kurbağa varmış.


BÖLÜM 5: Üçüncü Çeyrek 



Devre arası boyunca Jordan'a biraz daha iyileşmesi için bazı sıvılar verildi ve soğuk havluya sarıldı, ama yorgunluk bir kez daha onu esir alıyordu. Çeyreğin çoğunu, takım arkadaşları oyunu dengede tutmaya çalışırken kenarda geçirdi. 

Tim Grover: Michael devre arası boyunca birkaç kez ölmüştü, ve üçüncü çeyrek başladığında hâlen oynamaya hazır görünmüyordu. Onu bençe taşıdık ve yeniden hayata dönmesi için bekledik.

Toni Kukoc: Beyninin bir kısmı, boş göz çukuru ile takılıyordu, ve kolunu cimciklerseniz biraz kımıldıyordu işte.

Michael Jordan: Cennete yeniden döndüğümde İsa, onu çukurları kazmakta tek başına bıraktığım için kızgındı. Ondan özür diledim ve biraz sırt masajı yaptım; ve ona masaj yaparken, gömleğinin altında gizlenmiş bir şişlik hissettim. Bunlar bir meleğin kanatlarıydı! Ve herkes İsa'nın kanatları olmadığını bilir. Çabucak bunun bir sahtekâr olduğunu düşündüm -- muhtemelen İsa'nın çukura atacağı itaatsiz meleklerden biriydi. Bu muhtemelen gerçek İsa'nın tehlikede olduğu anlamına geliyordu, ve ben de onu kurtarmanın bana düştüğünü biliyordum.

Scottie Pippen: Michael'ın yeniden oyuna girmesiyle planımız, sürekli onlara faul yapıp maçın temposunu düşürmek ve Michael'a enerjisini toplaması için zaman sağlamaktı. Ne zaman bir Jazz oyuncusu topu alsa, hemen onu yere düşürüyor ve hakem düdüğü çalana dek sarılıyorduk.

Karl Malone: Bunu bana o gün milyonlarca kez yapmış olmalılar, ama ben bundan hiç rahatsız olmadım. Beni rahatsız eden tek şey, ismimin olmadığı gömlekleri giymek ve bir gün dünyadaki bütün portakal sularının tükenmesi ihtimaliydi.

Phil Jackson: Jazz yeniden kontrolü ele alıyordu, ve Michael'a muhtaç olduğumuz açıktı. Onun yanına gittim, dermansız ellerini ellerime aldım ve şöyle dedim: "Michael, istersen ölü olarak kalmayı seçebilirsin; ama ölü olmak, senin artık dünyadaki en iyi basketbolcu olmadığın anlamına gelir."

Michael Jordan: Sahtekâr İsa'nın sırtına masaj yapmayı kestim ve lavaboya gitmem gerekmiş gibi davrandım. Sonra ipucu bulmak için İsa'nın kral dairesine girdim. Yedek yatak odasına doğru bir melek ışıltısının izini takip ettim ve gerçek İsa'yı dolapta elleri bağlı buldum. Tam ben onu kurtaracakken Koç'tan benim artık yaşayan en iyi basketbolcu olmadığımı söyleyen bir mesaj aldım. İsa'yı kurtarmaya vakit yoktu, maça geri dönmeliydim.

Dennis Rodman: Aniden büyük bir gayzer Michael'ın suratına püskürdüğü ve onu hayata döndürdüğü zaman, vaziyet bizim için kötü görünüyordu.

John Stockton: Birinin durup dururken şöyle bağırdığını duydum: "İsa bir sahtekâr ve ben yaşayan en büyük basketbolcuyum!" Ve Jordan'ın sahada yırtındığını gördüm. Topu hakemin elinden aldı, ve bir takım arkadaşı onu sakinleştirene dek 30 tane tomahawk smacı yaptı. Hiçbiri sayı olarak değer kazanmayan 30 smaç.


BÖLÜM 6: Son Çeyrek


Evindeki son 23 maçı kazanmış olan Jazz, 4. çeyreğe 72-67 önde girmişti. Eğer Jordan hastalıkla verdiği savaşı kazanıp, maçı etkileyecek bir performans ortaya koyamazsa, Bulls'u rahat bir şekilde üst üste 2. şampiyonluktan mahrum bırakabilirlerdi. 

Hugh Evans (hakem): Michael'ın 91 Finalleri'ndeki meşhur "Foam game"inde hakemlik yapmıştım. Köpükle sarmalanmış olduğunda bile 46 sayı atmasına rağmen, bu kez başaramayacağını düşünmüştüm. Ama yanılmışım.

Scottie Pippen: Mike son çeyrekte oyuna girdi ve çoğunlukla şu onun "Islak Pick-And-Roll" dediği oyunu oynayarak bizi 10-0'lık bir seriye taşıdı. Aramızdan biri ona perdeye geliyor ve sonra o, topu ağzına sokuyor, bir boşluk buluyor, topu ellerine tükürüp şutu kullanıyor.

Steve Kerr: Topu-ağzına-koymak yüzde 90 daha az verimli hale getiriyordu, ama bunun önemi yoktu. Mike o kadar iyiydi.

Karl Malone: Michael son çeyrekte gerçekten kendine geldi, ama ben korkmuyordum. Korktuğum şeyler, garajımın dışındaki ahlaksız kuşlar ve üstünde elektrik verip vermediğiyle alakalı uyarı bulunmayan çitler.

Michael Jordan: Bitime 5 dakikadan biraz daha fazla varken maç yakın gidiyordu, ve ben yine çok iyi basketbol oynamaktan ölmek üzereydim. Herkes bitkin gözüküyordu, ve bu bana bir fikir verdi.

John Stockton: Michael yanıma geldi, elimi tuttu ve bana, sahanın ortasında konuşmak istediği bazı iş meseleleri olduğunu söyledi. Oraya doğru yürüdük, ve şunları söyledi: "Merhaba. Ben dünyadaki en iyi basketbolcuyum. 2.5 metreyim ve 97 yaşındayım. Herkes basketbol oynamaktan öldüğünden beri, sahada bir süreliğine rahatlamalıyız. Bitime 60 saniye kaldığında, yine basketbol oynayabiliriz." "Hayır" demeyi denedim, ama o çoktan bunu herkese söylemek için ortadan kaybolmuştu.

Ron Harper: İki takım da oturup bir yuvarlak kurdu ve 4 dakika kadar dinlendi. İyi olmuştu bu. Ama 60 saniye kala hepimiz yine zıplamaya, bağırarak koşturmaya başlamıştık.

Dennis Rodman: Mike topu aldı ve ona faul yaptılar. Faul çizgisine gitti ve --bir trash talk uzmanı olarak-- Malone'a dönüp "Karl, ilk şutu sokacağım. Sonra ikinciyi kaçırıp ribaundu alacağım, ... topu Scottie'ye vereceğim, sonra da üçlük çizgisinin dışında boşa çıkacağım." Ve elbette, tam olarak bunu yaptı.

Scottie Pippen: 26 saniye kalmıştı, ve içimde, sonucu bu hücumun belirleyeceğine dair bir his vardı. Topu aldım ve tam şuta kalkacakken Mike'ı dışarda gördüm, iskelet kollarıyla pas istiyordu. Ben de ona pas verdim.

Steve Kerr: Top Michael'a geldi ve o da pozisyon aldı, ama sonra tavan ekranındaki görüntüsü yüzünden dikkati dağıldı. Nasıl kendisinden iki tane olabileceği hakkında kaygılanmıştı. Ekrandaki adamla penislerini karşılaştırmak için şortunu indirdi, onun gerçekten kendisi olduğunu anladı, korktu sonra bir çocuğun elindeki gazozu aldı ve ekrana fırlattı. Sonra yeniden sahaya baktı, geri çekildi ve --savunmacının eli yüzündeyken-- şutu yolladı. Çuf. Deliksiz. Utah'ın şampiyonluk umutlarına bir hançer.

Michael Jordan: Öyle mutluydum ki, bağırsaklarımın bacaklarımın arasından sarkmasını umursamadım. Yeniden dünyadaki en iyi basketbolcuydum, ve bunu kimse benden alamazdı.


BÖLÜM 7: Maç Sonu


Jordan'ın kritik üçlüğü, bitime saniyeler kala skoru 88-85'e getirdi ve böylece o akşam 38 sayıya çıktı. Utah durumu kurtarmaya çalıştı, ama Bulls geri adım atmadı ve 90-87 ile 5. maçı kazandı.

Scottie Pippen: Kazanmamızın ardından Mike bir çocuk gibi kollarıma yığıldı; onu hiç bu kadar tükenmiş ve dermansız görmemiştim. Ama sonra bir şey onu yeniden diriltti. Benden ayrıldı, bençe koştu, bir silah aldı ve kafama sıktı.

Ron Harper: Mike beni de kafamdan vurdu.

Luc Longley: Michael beni Scottie'yi, Ron'u ve Dennis'i vurdu, sonra da dönüp kendisine sıktı.

Michael Jordan: İsa'yı o sahtekârdan kurtarmak için cennete dönmeliydim, ve takım arkadaşlarımın da bana yardım etmesine karar verdim.

Luc Longley: Diğer dördü doğrudan cennete gitti ama ben bir sebepten cehenneme gittim. Hâlâ da oradayım.

Ron Harper: Benim kafam bozulmuştu, çünkü çok uzun ve yorucu bir maçtan henüz çıkmıştık ve Mike bizi 4 gün-4 gece meleklerle savaşmaya getirmişti.

Dennis Rodman: Meleklerin pençeleri vardı. Yoktur dersin, ama vardı. Bu, onlara karşı verdiğimiz şanlı savaşla ilgili en sevmediğim noktaydı.

Scottie Pippen: Biraz zaman aldı, ama sonunda büyük delikte itaatsiz meleklere tuzak kurduk ve gerçek İsa'yı kurtardık.

Michael Jordan: Ben yaşamış en büyük melek-katiliyim.

Scottie Pippen: İsa, onu kurtardığımız için bize teşekkür hediyesi olarak biner dolar ve birer kalem verdi. Sonra dünyaya dönüp hayatlarımıza devam etmemiz için bizi bıraktı.

Michael Jordan: Benim en büyük olmadığımı söyleyen herhangi biri, kendisini itaatsiz meleklerle dolu bir deliğe atabilir. Hakikat şu ki, ben 1 numarayım ve geri kalan her şey palavra.


(Yardımları için İpek'e teşekkürler. Yazının orijinali için şuradan.)


2002


Blogdaki önemli işlerden biri olan 2002 Batı Finalleri Sözlü Tarihi'ni hem yeniden "sunmak" ve göz önüne koymak, hem de linkleri bir araya getirmek için bir post atayım dedim. İlk bölüm şurada, ikinci şurada, son bölüm de şurada. Bu vesileyle Niko Yenibayrak'a da selamlar.