Mesut Ve Hoffenheim

Sezon öncesi hazırlık maçı yaptığımız Hoffenheim'ın, gelip de Bundesliga'ya damga vuracağını hangi birimiz tahmin edebilirdi ki?
İlk 2 hafta sonunda liderlerdi ve halen daha ilk 6'dalar. Bu tip çıkışların daha sonra durduğunu görüyoruz malum. O açıdan bakınca, Hoffenheim eğer kümede kalırsa bile başarıdır.

Bu hafta Werder Bremen'le oynadılar ve 5-4 mağlup oldular. Maç daha 30. dakikada 4-1 Bremen lehineydi. Daha sonra Hoffenheim 4-4 yaptı ama, son haftaların yükselişteki oyuncusu Mesut Özil'in 81'de attığı golle Bremen 5-4 kazanmayı başardı. Mesut 2 gol attı bu maçta.
Şu anda Bundesliga'nın hem en çok gol yiyen, hem de en çok gol atan 2. takımı durumunda Hoffenheim. Böyle giderse her maçları zevk vereceğe benziyor.

Bu maçtaki rakipleri Werder ise, zaten tek başına Bundesliga'nı gol ortalamasını yükselten bir takım. Geçen hafta da biliyorsunuz, 5 attılar deplasmanda Bayern'e. Bu hafta yine 5.
Mesut'a da değinmeden geçmeyelim. Schalke büyük ihtimalle başını taşlara vuruyordur. Mesut bu hızla giderse son durak Bayern diyeceğim ama, Bayern bu durumdayken gitmek ister mi, o da muamma. Daha yükseklere çıkar diyelim o zaman. Bayern de bu hafta Hannover'e yenildi. Klinsmann'ın "suyu ısınıyor".

J-Will


Nba'in harbiden "arıza" adamlarından olan Jason Williams, biz kendisini Clippers formasıyla beklerken, zart diye basketbolu bıraktığını açıkladı.
Çok da şaşırtıcı değil aslında. Kafasına eseni yapabilen bir adam o. Sebebini öğrenmek gerek. Neden bıraktı acep.
Ne olursa olsun, son 10 yıla baktığımızda, Nba'in sevilmesini sağlayan, izleyicilere zevk veren oyuncuların başında gelen J-Will'in oyunu bırakması, kötü oldu.

Başımız Sağolsun


Alpaslan Dikmen (1965- 2008).

uA'nın Genel Koordinatörü, görüp görebileceğiniz en büyük Galatasaray'lılardan. Kelimelerin tükendiği an bu, çıkmıyor hiçbir şey. 15 yaşındayken elime davul tokmağını veren adamdı, tribüne aşık olmamı sağlayan en büyük etken. L'Equipe'in "Ali Sami Yen 'Hell' " başlığı atmasının baş kahramanı, 00-01'deki Ali Sami Yen Hell tescillenmesinin finansal ve ruhsal sponsoruydu. Köşe yazıları çıksın diye beklerdik. Küçücük de bir oğlu vardı. Kültür adamıydı, okurdu. Bir yazısının sonunu şöyle bitirmişti stadda çıkan ufak el dergilerinden birinde:

"Sözlerimin sonunu duymadığın zaman,
Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman,
Değiştiriyorum son cümlelerimi,
Değiştiriyorum sonumu." (Hakan G. Kinyas ve Kayra)

Galatasaray emekçilerindendi. Çarşı hemen yazı yayınlamış, biliyorlar acıyı Optik'ten. Antu bizim muhatabımız değil zira, GFB'de kendi sitesinden baş sağlığı yayınlamış, cenazede de tam kadro orada olacaklarmış. uA sahipsiz kalmaz gerçi ama ne Yılmaz'ın ne Sebahattin'in Alpaslan abi kadar aktif bir şekilde haklarımızı savunacağını, ne de onun sahip olduğu bağlantılara sahip olduğunu hiç mi hiç zannetmiyorum. Mübarek gecenin sabahında aldı Rabb bizden. Büyük adamdı, Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Eşeğinkine Su Kaçırmak

Allan Houston tekrar Knicks'te.

"Blog Kardeşliği"

Böyle geziniyoruz bloglarda, tabii hepsinde sağ tarafta linkler var. "Sevdiğim bloglar", "Tavsiye edilenler" falan filan.
Bunların büyük bir bölümünde aynı linkler var. Değişmiyor. Bazılarında da o kadar çok var ki, hepsine baktıkları bile inandırıcılıktan uzak.
Bazılarında ise, çok önemli bazı blogların ismi bile yok.

O hepsinde adı olanlar ya para veriyor diğerlerine, iş bizim sandığımızdan büyük;ya da diğerleri başka bir şey veriyor...

Bakış Açısı


Ben tam sopalığım, evet. Her defasında böyle, vizyon döneminde izlemediğim filmleri sonradan Vcd veya Net'ten indirip izliyorum ve ah-vah ediyorum:"Nasıl kaçırmışım ben bunu, niye gitmemişim!" E gitseydin ulan, elinden tutan mı vardı, göte bak. Sanki daha önemli işi vardı da.

Ama bu tepkilerin en büyüğünü dün gece verdim. Başıma başıma vurdu deminki lafları bu film.

Fragmanını izlemiştim ve yeterince etkilenmiştim zaten. Ama "bu kadar" iyi olduğunu bilsem, ilk günden giderdim sanırım.

Hani dünkü X-Files ile ilgili yazımda, dizi ve filmin kattıklarını yazmıştım ya, Vantage Point de, gerçeğin, bizim gördüğümüzden farklı olabileceğini, tam 8 farklı açıyla gözümüze gözümüze sokuyor. "Bence" kavramının ne kadar yanıltıcı olduğunu harika anlatıyor. "Görünenin", her zaman gerçek olmayabileceğini.
Ayrıca söylemem gerek mi bilmiyorum ama, bu türde çekilmiş en iyi filmlerden biri. Sadece konusu iyi değil yani.
Film boyunca kardeşimle, "Nasıl çekmişler abi bu filmi" diyip durduk. İzleyenler anlayacaktır ne demek istediğimi, izlemeyenler de izleyince çok iyi kavrayacak bunu.

Bu yazıyı okuyup, filmi izlemeyen ne kadar kişi varsa, hemen ilk 24 saat içinde bu filmi izleyin. Emin olun pişman olmayacaksınız.

"To Find The Truth..."

Malumunuz, geçenlerde gösterime girdi yeni X Files filmi. Yorumların geneli, filmin herhangi bir bölümün uzun versiyonu olduğu ve "sıçtığı" şeklinde. Onu bilemem, izleyip göreceğiz. Önceden böyle yorumları dinleyip/okuyup film izlemek de çok sakat. Sanki sen de aynı şekilde bulacaksın filmi, boşu boşuna önyargı oluşuyor az da olsa kafada.
"The X Files:I Want To Believe", 'To find the truth, you want to believe" cümlesiyle sunuluyor izleyiciye. Cümle üstünde analiz yapacak, edebiyat parçalayacak halim yok. Ne denebilir ki daha.

Bu dizinin işlediği konular, ne bileyim paranormal olayları geniş kitlelerin dikkatini çekecek şekilde sunması, aslında bir yandan çok da mühimdi.
Eminim dizi başladığından beri bu konularla ilgilenen kitle fazlasıyla genişledi.

Başkalarını bilemem ama, bu dizi benim hayatımda "bilinmeyeni öğrenmeye çalışmak", "görünenin ardındakini bulmak", "inat etmek", "gizemin peşinden koşmak" gibi düşünceleri aşılaması açısından, çok önemli. Bilemiyorum, her izleyende bu olmuş mudur ama, bana fazlasıyla işledi bu. Ve bunun için de şükrediyorum. Fazlasıyla. Sırf bu etkisi için, bombok olsa bile yine bu filmi izler, vefa borcumu öderim bir şekilde. İzlerken hangi yaşta olduğumun da önemi çok tabii. Hiç izlemeyip, şimdi izlesem bütün diziyi ve filmleri mesela, aynı şeyleri hisseder miydim;sanmıyorum.

Son olarak, X Files'ın "To find truth, you must believe"i ile Ulak'ın "Bazen tek çare, bir hikayeye inanmaktır" ını birleştirip, yazıyı bitirelim.

Sabır


Geçen geziniyorum nette bir yerlerde, nasıl oldu ne olduysa, kendimi bir anda Mtv Yurop Müzik Ödülleri sayfasında buldum. Hani "Törkiş singır" ödülü filan da var. Oy verdik neyse-Hayko'ya tabii, ha Şeyhimiz oy vermedik diye bizi çarparsa onu bilemem. Hayko'ya "Nu-metal'in yükselen yıldızı" mı ne demişler. E şimdi bu benim kafama takılır ama.

Eğer bakılan kriter sertlikse evet;nu-metal denebilir Hayko'nun yaptığı müziğe. Ama nu-metal denen nanede, genelde rap öğeleri, rap'e yakın vokal vardır ve grupta bir dj bulunur. Bu Hayko'da varmı, yok. Rock deseniz, hafif kaçar. Hard Rock desek, o da tam karşılamaz. Progressive deseniz, o da bir nebze.
Aslında Hayko'nun yapmaya çalıştığı şey bariz ortada. Ama bu, biraz da bunu anlamaya çalışmakla ve onu tanımakla alakalı. Adamın saçını başını görüp, "Ay Hayko süpersiiiiiinnn" demekle veya "kanka nası baarıyo ama di mi" demekle olmuyor.
Hayko aslen bir "metalci". Meşhur olmadan önce(veya solo albümden önce diyelim), yıllarca metal gruplarında klavyecilik yapmışlığı var, bu kültürün içinden geliyor.
Solo albüm yapmaya karar verdikten sonra da, yapmak istediği müziği yavaş yavaş kabul ettirmek istediği için, yarı bilerek, yarı da şartlar elvermediği için, olabildiğince "yumuşak" bir soundla başladı. Bu tarz müziğin ülkemizde icrasının ve kabullenilmesinin ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Temelleri kendi atarak ilerlemek istedi.
İlk albümü malum. Konserlerde ise istediği kadar coşup, ortalığı birbirine katabiliyordu-esas yapmak istediklerini daha rahat sergileyebiliyordu. Zaten kendisinin de açıklamaları var, "konserler olmasa, yeterince yayılmazdı bizim mevzu"gibisinden. İkinci albümde biraz daha sertleşildi. Brütal kullanıldı rahatça. Ve dinleyici kitlesi de oluşmaya başladı yavaştan. Konserler de bir yandan bu kitleyi arttırıyor ve sağlamlaştırıyor. Hayko'nun çok dolaşan ve çok konser veren bir sanatçı olması, avantajı.
Üçüncü albüm ise, ki tahminen 09 baharı gibi çıkacak, daha da sert olacak ve, Hayko'nun yapmak istediği müziğe daha da yaklaşılmış olacak. Tam olarak istediği sertliğe 3. albümde mi, yoksa dördüncüde mi ulaşacak, onu göreceğiz.
Yani sözün özü, yapılmak istenen müzik türünün adı, "Metal". Bunu sanırım, 3. albümden sonra daha rahat söyleyebileceğiz.

Hayko'nun bu yaptığı, ülkemiz müzik tarihi ve kültüründe daha önce pek görülmemiş bir olay. Kendi müziğini kabullendirmek ve kendi kitlesini yaratmak için, neredeyse en dipten başlıyor ve harika bir planlamayla adım adım ilerliyor. Sabırla.

Tam olarak istediği şeyleri yapmaya başlayınca neler olacak, bilemiyoruz. Ama çok büyük şeyler olacak gibi. Belki de bu sabrın ürünü, ülke sınırına taşacak, bu samimi adamın yaptığı kaliteli müzik, daha fazla insana ulaşacak. Umarız bu olur.

İlgi

Son zamanlarda blog'umuza olan ilginin arttığını görüyorum. Umarım böyle devam eder. Burası yayılacaksa, belli şekillerde yayılacak:Arkadaşlar vesilesiyle, tanıdıklar vesilesiyle, ve de nette linkimizin bulunduğu yerler sayesinde. İlk ikisi sağolsun işe yarıyor. Ama üçüncüsü en etkisiz olanı. O da ilerde çoğalacaktır elbet. Link koyacak olan blog ve site sahiplerine bağlı. Bu işler böyle. Biz de beğendiğimiz, işinin ustası blog ve sitelerin linklerini koyuyoruz.
Ama mesela bazı abilerimiz var, sağolsunlar çok yardımcı oluyorlar. 8 harflik ufacık bir kelime, belirsiz sebeplerden bloglarına çok geliyor. Sanki o 8 harf olunca blog kapatılacak! Cıs!

Biz destek olsun diye, her gördüğümüz blogun ismini yan tarafa yazalım, millete 8 harf çok gelsin. Eminim o "kardeşlik"in içindeki blogların yarısından daha iyiyizdir. Ama dedim ya, neyimiz eksikse artık.

Ahmet Çakar


"Shaq adamsa, Miami'yi şampiyon yapsın."

"Ancelotti bana hikaye anlatmasın!"

"Fener Sevilla'yı elesin, bikini giyerim."

"Arkeolog gibi adam." (De Sanctis için)

"Pele kim ya!"

"Real Madrid takım değil."

"Mistik güçler işin içine girdi, bundan sonra nereye gideceğimiz belli olmaz, finalden sonrası varsa oraya da gidebiliriz." (3-2'lik Türkiye-Çek Cum. maçı için)

"Yanlış anlama ama... Aman, yanlış anlarsan anla, bana ne! sende genetik deformasyon var. Bugün senin dna'ni inceletsek, yeni bir gen buluruz orada: A.Z. geni... Nedir bu gen? Anti-Zico geni." (Gürcan Bilgiç'e)

"Durun bi dakka, Şimdi ingiltereyi futbolda model olarak gösteriyorlar.Tamam, size ingilteredeki modeli anlatayım. Bi kere futbolcuların yüzde 20'si gay..."

"Gürçan Bilgiç:Siz olsanız hasan şaşı sağ bek oynatır mısınız? Hakan sen?
Hakan Can: Hayır.
Gürçan Bilgiç: Serdar bali sen?
Serdar Bali: Hayır tabii.
Gürçan Bilgiç: Hocam sen?
Ahmet Çakar: Soru sapık!"(Altıpas)

"Ahmet Çakar: Ben her gece başımı yastığa koyduğumda vicdan muhasebesi yapa...
Hakan Ünsal
: E hocam senin de son zamanlarda vicdanın rahat değil galiba hiç...
Ahmet çakar: Her kim kiiii vicdan muhasebesi yapmıyorsa adam değildir, şerefsizdir, insan değildir!" (Altıpas)

"Ahmet Çakar:Siz Zico'nun kellesini istediniz bu sezon başında. Kazığa oturtacaktınız... Kazıklı Voyvoda'sınız yahu...
Kazım Kanat:Hocam sen nesin?
A.Ç.: Ben Drakula'yım.
K.K.:Hocam ne diyosun? Saçmaladın iyice. Sen Ahmet Çakar'sın ya!
A.Ç.:(Kısa bir süre ciddi ciddi düşünür ve...) O da tartışılır!" (Santra)


Ahmet Çakar'ı seviyoruz...


Not:Diyaloglar EkşiSözlük'ten alınmıştır.

Dönüş


Geçen hafta şu karikatürü koymuştu Aceto usta bloga, Barça-Milan ve Gs'nin halini gösterir şekilde. Bu 3 takımın da taraftarı olan benim için üzücü bir durumdu tabii. 3'ü de çok parlak başlamamıştı sezona. Gs istisna sayılır ama, onlar da tam güven vermemişti, artık yerine oturuyor her şey-görebilene.
Gs, 2 maçtır 4 atıyor. Hücum iyi işliyor, bir de sakatlar düzelse.
Barça, 2 haftanın hıncını alırcasına 6 attı dışarda Gijon'a. İzleyemedik, diziye takıldık. Yine de iyi haber. Messi 2 tane attı.
Milan, zorlanacağına, kolay geçti bu maçı. 2 haftada 6 puan alan Lazio karşısında 4-1'i buldular. Bunda Kaka'nın oynamasının büyük payı var. Evet, belki Ronaldinho vardı diğer maçlarda, geri dönen bir Sheva vardı ama, bu takım, "Kaka'nın takımı". Ve döner dönmez de "ağırlığı koydu". Bir de gol attı. Hücumda Pato-Kaka-Dinho üçlüsü oynamaya başlayıp, birbirlerine alışsalar, korkunç şeyler olacak. Defansta Nesta acil dönmeli. Senderos da yok, o da sakat sanırım. Hala "4 sol bek"ten kurulu defans.
Bu maçla ilgili dikkati çeken bir nokta da, Dinho'nun headband'ını değiştirmiş olması. E geç bile kaldı. Malum, kendi kreasyonundan eşyalarkulanıyor, bu da takımın forma sponsoruyla ters düşüyor. Maalesef Kapitalizm denen şeyin insafı yok.

Son olarak; Adriano döndü. Inter fena geliyor. Dehşet bir hücum hatları var ve Mourinho eldeki malzemeyi nasıl kullanacağını çok iyi biliyor. Torino'yu da çok rahat geçtiler.

Törkiş Benitez


Rafa Benitez, malum, yerli-yersiz oyuncu kesmesiyle, son zamanlarda yayılan şekliyle "rotasyon" yapmasıyla meşhur. Gerrard bile kesilebiliyor, ne bileyim Torres hat-trick yapıyor, ertesi maç yok falan.
Bizde örneği yok pek, niye, çünkü futboldan habersiz "skor" yazarları başta, ve yine futboldan anlamayan "kahve milleti insanları" da ardılı olmak üzere, bütün ülke hocaya "şarlar" hemen. Hoca da tırsar, zaten yönetim de kulağını çekmiştir vs.
Az önce Bjk maçının haberine bakarken, bir yandan da 11'lere göz attım. Beşiktaş, 2 hücum silahı ve asını oynatmamış (Holosko ve Delgado), ayrıca bir daha forma şansı bulmasına ihtimal verilmeyen Üzülmezlerin İbrahim de kadroda. Ve de formda Uğur İnceman da yok. O iki tane takımın hücumda temel direği olan oyuncu, sonradan oyuna giriyor. Dinlendiriyor desem, bu hafta Avrupa maçı yok bildiğim kadarıyla. Buna "takıma güven" mi denir artık, ne denir bilmiyorum. Delgado'nun yokluğunda hücumu yönlendirmesi için Sağlam Tello'yu mu düşündü, S.Özkan'ı mı, yoksa S.Kurtuluş'u mu? Kim oynatacak Bobo ve Nobre'yi, kim besleyecek?
Bu aslında güzel, ama olumsuz bir sonuçta zerre sabır göstermeyen camia ve taraftara sahip olmak da işin acı tarafı. Maç eğer berabere bitseydi, çıkan sesleri tahmin edebiliyoruz. O yüzden, Sağlam bu tarz bir yöntem benimseyecekse, işi var. Henüz futbol kültürümüz oturmuş değil.

Hücum Ve Hücum


Efenim şu anda Gs'nin elinde, Avrupa'da nadir bulunan hücum ekiplerinden biri var. 11'i düşündüğümüzde, bunların en az 4'ü sahada oluyor. Ligde çoğu zaman beşi. Ve bu kaliteli malzeme de, çoğu kez verimli-zevkli-göze hoş gelen-sonuca giden futbola ön ayak oluyor. Bugün de olduğu gibi.
İlk yarı harika bir futbol var. Yenen gol mü? Hiç mi bir kere gelip, gol atan takım görmediniz?

Bu maçın "yıldız ismi" Lincoln, sürpriz ismi ise Alparslan Erdem oldu. 3.golü Alparslan neredeyse tek başına attırdı. Lincoln ise oyunun genelinde de iyiydi ve biri "no-look" olmak üzere(yani son gol) 2 asiste imza attı. Sanırız eleştiriler diner artık.
Geçtiğimiz maçın kötülerinden Volkan'ın iyi oynaması ve iyi sol bekin oyundan çıkıp, yerine giren sol bekin de iyi oynaması, hem hoştur, hem de kadro derinliğinin sonucudur. Sonuçta bir şekilde cezalı, sakat ve formsuzlar olacak. Onların yerini de birileri dolduracak.

Baros, 2 maçta 4 gol attı. Bunun Türkçe meali, "açıldı". Veya "başladı" da diyebiliriz.
Umarım bu takım, sezon boyunca eldeki kadronun "potansiyelini" sahaya yansıtır da, olması gerekenler olur.

Not:Çok "rağbet gören" bir blog olmadığımızdan, Hüseyin'in söylediği analizi, gece yazacağım. Merak edenlere duyurulur. Acelemiz ne, değil mi.

Hücum Futbolu ve Galatasaray

Sezon başından beri bas bas bağırıyoruz bu takım iyi olacak diye. Bugün ileride çok iyiydik, Nonda birkaç tane kaçırdı yine ama sonunda attı. Problem değil. İstatistiklere baktım da biraz önce şu iki tanesi maçı anlatıyor zaten. Pas: Galatasaray 470- 163 Kocaeli. Topla oynama oranı: %70- %30.

Lincoln sazı aldı eline, iki asist, ve daha bir sürü güzel hareket. Volkan ters kademelerde çok başarılıydı, diğer tarafta Hasan hiç mi hiç sırıtmadı. Servet golde biraz ağır kalsa da Meira'yla beraber oturtuyorlar yavaş yavaş. Takımdaki bu hücum yönündeki değişimin, çok pozisyona girilmesinin en büyük kahramanı Meira bence. Tandemdeki teknik kapasitesi yüksek stoperlerin futbolda ne kadar önemli olduğunu yıllardır görüyoruz her yerde. Kendi içimizden örnek Pope. Ayhan bu takımın gerideki sorunlarının cevabı. Kontrataktan çok gol yiyoruz, ön liberomuz golde nerede, ileride. Topal'ın en iyi yaptığı iş kontralarda geri iyi dönüp rakibi ilk karşılayan oyuncu olması, olmayınca Ayhan orada aksıyor. Bir de Ayhan'ın her topu geriye oynaması delirtti beni bugün. Meira 20 metre topla çıkıp göbekte ona veriyor, paşam tek top geri. Aydın ilk yarı çok çalıştı, bal yapamadı, ikinci yarı da kendini kulübede buldu. Sağda Yaser tercihi tartışılabilir. Serkan Kurtuluş alınıp Hasan açığa çekilebilirdi, ya da çok şey beklenen Ferdi alınabilirdi oyuna. Eğer sakatlık yoksa kafadan Aydın'a biraz daha şans verebilirdi, neyse. Kewell her hafta üzerine koyuyor, gelince zartzurt eden elemanlar da ağzı açık izliyor.
Baroş oldukça iyiydi. İlk yarı sonu kaçırdığı da nazar boncuğu olsun. Nonda da atmaya devam ediyor, atmasından çok sırtı dönük oynayıp top tutabilmesi önemli olan. Ümit'i de kullanmayı öğrenebilirsek oralarda "tam süper olacak".

Bir şey de Kocaeli taraftarıyla alakalı;

Antalya diye tezahürat yaptılar, aldılar ellerine. Devamlı atılan maddeler, küfürler... Büyük takımlar yapınca problem, küçükler yapınca devam, bir şey yok. Bakalım karar ne çıkacak. Dereli de fena değildi. Salih'ten bekliyoruz detaylı bir analiz.