Yıllar Boyunca Kobe Bryant - 4

ŞAMPİYON

-- 2009

Kobe, İntikamını Alıyor:

Üçüncü şampiyonluğunu kazanmasından yedi yıl sonra --saha dışında dikkati dağıtan olaylar, takımı kökünden değiştiren takaslar, Jackson'ın gidiş ve gelişi, ligin dibine yolculuk, sezonu erken bitirmeler, ve Boston'a kalp kırıcı bir yenilgiyle dolu yedi yıl-- Bryant, 2009 Finalleri'nde Dwight Howard'ın Magic'ine üstünlük sağlayarak, nihayet dördüncü yüzüğüne ulaştı.

Belki de daha mühimi, işe miras açısından bakarsak, Bryant, O'Neal'sız da kazanabileceğini kanıtladı; tıpkı O'Neal'ın da bunu Heat'te onsuz başardığı gibi. Ayrıca ilk Finaller MVP'si ödülünü de, çokça ilk maçtaki 40 sayısı sayesinde, kazandı. Playofflar boyunca defalarca gazetecilere yüzüğü ne kadar istediğini söyleyip duran Bryant, böylece geri kalan hayatı boyunca "O sadece bir yancıydı" cümlesini duymaktan kurtuluyordu.  

"Can sıkıcıydı" diyordu Bryant, O'Neal'a ihtiyacı olduğu hakkında söylenenlerle ilgili. "Çin işkencesi gibiydi; bir su damlasını, düşmekten korumaya çalışır gibi. Her zaman geri adım atabilirdim. Rekabete karşılık verme açısından, onsuz yapamayacağımı söylemeleriyle alakalı olarak, iyi hissediyorum diyebilirim, çünkü insanların yanıldığını kanıtladım."



-- 2010

Kobe'nin Beşinci Şampiyonluğu:

Asla gereksiz politik doğruculuk ya da sahte diplomasi ayakları yapmayan biri olarak Bryant, ne zaman sorulacak olsa, favori şampiyonluğu hakkında hep doğrudan konuştu: "Normalde klasik cevap şu olmalı, 'Hayır. Bence hepsi aynı değerde.' Ama bu doğru değil." diyordu bu yılın başlarında TNT'ye verdiği video röportajda. "2010'da Boston'ı yenip kazandığımız yüzük, benim için, açık ara bir numara."

Bryant'ın tercihi aslında çok da sürpriz değil. Gasol/Bynum/Odom çekirdeğine Metta World Peace'i ekleyerek, 2008'in intikamını almak için Boston'ın üstüne gitti. Devamında, kariyerindeki ikinci Finaller MVP'si ödülünü aldı ve, beşinci yüzüğüne ulaşarak, toplamda O'Neal'ı (5-4) geçti. "2010 Finalleri'ni kazandığımız için çok mutluyum" diyordu bu yılın başlarında, Lakers'ın ezeli rakibine karşı aldığı zaferin tadını çıkararak. "Şu anda karşınızda boku yemiş bir halde oturuyor olabilirdim. Eğer o şampiyonluğu kaçırsaydık, zavallının teki olurdum."


Kobe Bryant - Çocukluğun Sonu

(Bu kez bir Kobe hayranından yazı var. Aslında kendisini "transfer" ettik geçenlerde, ama bu kez postu ben yayınlamak zorunda kaldım. İyi okumalar.)



Kobe Bryant, 13 Nisan 2016’da 20 senelik görkemli kariyerine yakışır şekilde noktayı koydu, fakat bu emeklilik benim için NBA, Lakers gibi kavramlardan çok daha büyük bir şeyin simgesiymiş. Yeni yeni kafama dank ediyor.

NBA ile tanışmam 2001’de Iverson’ın tek başına aldığı Lakers – Sixers final serisinin ilk maçıyla oldu. O gün (o an tekrarı ya da özeti olduğundan bihaber) denk gelip izlediğim maçta mahalledeki Tufan abi'nin dilinden düşmeyen bir ismi duyunca heyecanlanmıştım, Shaq. İsmini duyduğun birini görmek, o yaşların da etkisiyle direkt Lakers ve Shaq tarafına ilgi duymamı sağladı, Iverson, izlediğim o maçta 80 de atsa kararım değişmezdi sanırım. 1 hafta sonra ise NBA’e dair anımsadığım ilk net anımı yaşadım. Haftasonu (şimdi baktım da Cumartesi sabahı imiş) sabah erkenden çizgi film izlemeye kalkınca yine aynı maça denk geldim; fakat maç bitmiş, dev adam Shaq ve arkadaşları altta bulunan fotoğrafı veriyordu. İlk maçta yenildiğini gördüğüm takımı kazanırken görmek saçma bir mutluluk oluşturdu bende. Muhtemelen o gün dışarı çıkınca Tufan abi'ye koşmuşumdur.



Neyse, tarihi biraz ileri saralım. 2002 ve 2003’te de NBA’e ilgim sağdan soldan duyduğum skorlar ve ertesi gün tekrarını izlediğim Jordan’ın son All-Star maçından öteye gitmedi. O maça dair hatırladığım iki an ise hala aklımda. İlki Dünya genelindeki izleyicilerden gelen yorumlardan birinde “Bu maç hiç bitmesin” tarzı bir mesajın olmasıydı. İkincisi ise maç sonunda Kobe’nin serbest atışları… 2001’den kalan Lakers sempatisiyle 3’ünü de atsa maçı kazanacakları bir anda Kobe’nin kaçırmasına epey sinirlenmiştim. Diğer uzatmada yaşananlara dair hiçbir şey yok hafızamda.



2004 Final serisi, uğruna alarm kurduğum ilk NBA maçlarıydı. Kobe’nin çektiği sıkıntıları, Malone – Payton transferleri açıklandığında kopan yaygarayı ve sene boyu süren sakatlıkları babam ve mahalle abilerinden duymamın da etkisiyle, merakım üst boyuta çıkmıştı. NBA’de duyduğum ilk isim Shaq’a olan ilgimin Kobe’ye kayması da büyük oranda o sezon gerçekleşti. Tecavüz skandalı, Shaq figürünün özellikle ülkemizdeki etkisi, genç Kobe’nin Shaq’la ilişkisi yakın çevremde ve sağda solda kulak misafiri olduğum her ortamda insanların Kobe’den uzaklaşmasına yol açsa da benim için tam tersi geçerli. Evdeki PlayStation’da NBA Live 2003’te defalarca aldığım Lakers’ta Kobe ile yaptıklarım, (yaşın da etkisiyle) estetik smaçları ve üçlüğü dominantlığa tercih etmem ve (epey sonradan fark ettiğim) genel kesim tarafından nefret edilen karaktere beslediğim ekstra ilgi, Kobe’yi benim için NBA’in en önemli figürü haline getirdi. 2004 Finalleri 2. Maçın sonundaki canlı izlediğim basketi de bunun resmî ilanı oldu.

2005’te Shaq gitmesine rağmen takım değiştirmedim; hatta Miami’ye çocukça bir nefret dahi besledim, çünkü ben o büyük kavgada Kobe’nin tarafındaydım. Christmas maçında Kobe’nin çabasına rağmen kaybetmeleri o sezona dair hatırladığım tek an.



2006, hem Kobe’nin kişisel kariyerinin hem de benim NBA'le alakamın o ana kadarki zirve dönemi oldu. 2005 sonbaharında yeni eve taşınmamız, ablamın üniversite için evden ayrılması gibi birçok önemli gelişme hayatımı etkiledi. NBA TV’nin uydu üzerinden izlenebildiğini bilmem ve eve uydu yayını alınması için direttiğim kısa dönem hala aklımda. Ablamın artık yanımda olmaması ve lise sınavına gireceğim sene olması sebebiyle eve internet alınmamış, gündüzüm gecem NBA TV izlemekle geçer olmuştu. Kobe’nin sezon ilerledikçe deli atmasıyla 2005 sonlarına doğru amcamlara gidip internetten, NTV’nin sitesinden NBA TV’nin aylık programının çıktısını alıp odama asıyor, Lakers maçlarının olduğu günleri her ayın başında işaretliyordum. 81 attığı gece hayatımın en özel anlarından, tekrar yazmak yerine şuraya bırakayım. O sene yalnızca NBA TV sayesinde bile izleyebildiğim sayısız özel performans, verilmeyen MVP ödülü, Suns serisindeki smaç, son saniye basketi, 6. Maçtaki Tim Thomas… Lakers ve Kobe benim için artık bir hobiden çıkıp, futbolun da önüne geçerek bir tutkuya dönüştü.

2007 yazında internette dolaşırken bulduğum LakersTR oluşumu ise Kütahya gibi bir yerde hiç görmediğim benim gibi manyakların başka şehirlerde de olduğunu gösterdi bana. Tartışmalar, yorumlar, 15 – 35 yaş arası alakasız birçok insan Lakers ve Kobe’den bahsediyordu. Sezonun başlamasıyla forumda geçirdiğim zamanın süresi artıyor, artık oradaki insanlarla NBA dışı konularda da konuşmaya başlıyordum. 2008 Şubat’ta gelen Gasol ve Lakers’ın ligde tekrar iddialı konuma gelmesi bu oluşumun klavye başından çıkıp gerçekten bir araya gelmesini sağlamış ve buluşmalar düzenlenmeye başlanmıştı. Kuzenimde kaldığım bir gün, forumda neler olmuş diye bilgisayarın başına oturmam ve atılan tonla yeni mesaja anlam vermeye çalışırken Gasol ismini görmem, şu an öyle gelmiyor olsa da o dönem hayatımdaki en tatlı sürprizlerdendi.



2008 – 2011 arasında Lakers tekrar ligin zirvesindeydi. Evet, bu takıma ilk ilgi duyduğumda da benzer konumdaydılar, fakat artık ben taraftar ve bilinçli bir izleyici, Kobe ise oyununun olgunluk döneminde bir süperstardı. En büyük eleştiriyi bencilliği üzerinden alan Kobe, yanına Gasol’ü alıp ligi darmaduman ederken bu sefer gençliğinde Shaq’la yaşadığı ego savaşına hiç girmemişti. Fakat rekabetçi ruhu hala aynı, hatta Shaq’sız başarılı olamayacağını düşünen büyük kitle yüzünden daha da kamçılanmış durumdaydı. Liseye hazırlanırken, Kobe’nin kişisel rekorlarını geliştirmesi için sabahlarken, üniversiteye hazırlanırken, Kobe’nin Lakers’ı şampiyon yapması için alarm kurdum.

Sonraki 2 sezon, 2003’ten beri Lakers’tan en çok uzak kaldığım dönemdi. Başka şehirde üniversite, yurt hayatı, sorunlu internet, üniversite öğrenciliğine alışma evresi… Aynı dönem Lakers için de saçma sapan geçti sayılır: Büyük umutlar ve hayal kırıklıkları… Ligin o dönem en iyi uzunu ve kısası sayılabilecek Howard ve Nash’i kadrosuna katan takım, beklentilerin aksine tepetaklak oldu. Savaşan tek isim ise yine Kobe’ydi. Takımı en azından Playoff’a taşıyabilmek için her maç 45 dakika ortalamayla oynayan Kobe, tam NBA ve Lakers’tan uzaklaşma sürecimde beni tekrar hayata bağladı.

13 Nisan 2013’te ise Kobe’nin kariyerinin en kötü günüydü ve ben en iyi gününde olduğu gibi yine canlı izliyordum. Normal sezonun son maçında Playoff’a kalabilmek için evinde Golden State’i yenmesi gereken Lakers, Kobe’nin üstün çabalarıyla maçı kazandı; ama Kobe maçın sonlarına doğru bir anda yere yığıldı. Hareketlerinden ciddi bir şey olduğu anlaşılsa da yürüyebilmesi, burkulma vb. bir ihtimali düşündürdü. Gerçek ise 1-2 saat sonra ortaya çıktı: Kobe, aşil tendonunu koparmıştı. “Minimum 6 ay tedavi”, “o yaşta bir sporcunun geri dönmesi zor”, “emeklilik kararı alabilir”… "Kobe playoff’a soksun, belki Spurs’ü eleriz" diye düşünürken, 2 saat içinde tüm her şey çöp oldu. Bir anda oturup ağlamaya başladım. Birkaç gün ne olduğunu soran insanlara durumu açıklayamıyor, haberi duyan ve ilgimi bilenlere ise niye bu denli etkilendiğimi açıklayamıyordum. Şimdi az çok kavrayabiliyorum, o sabah bir anda çocukluk kahramanımı kaybetmiştim.



Ertesi sezon Kobe, beklenenden de erken döndü: İlk basketinde yine ağladım, ama bir şeyler değişmişti artık. Kabullenmeye çalışırken Kobe’nin vücudu kaldırmadı ve bir sezon daha kapandı. Ertesi sene biraz daha iyi gözüktü, sırf onun için tekrar alarm kurmaya başladım derken yine bir anda sezonu kapadı. NBA’e ilgim azalmış, Lakers’a ise hiç kalmamıştı. O boşluğu sinema, çevre vs. ile doldurmaya çalıştım 1-2 sene. Buna alışmam lazımdı, artık Kobe yoktu.

Bu sezon başında, Kobe ligde 20. Sezonunu kutlarken felaket maçlar geçiriyordu. Bense tüm çocukluğuma ihanet ederek artık bırakması gerektiğini savunuyor hatta ona küfür bile ediyordum. Her şey bırakma kararını açıklamasıyla değişti. Bu, Kobe’ye layığıyla veda edebilmem için bir fırsattı. O kadar erken açıklaması gittiği her yerde göreceği ilgi ve saygıyı artıracağı için kendi lehine olsa da, bu egoist yaklaşım benim için hiç sıkıntı değildi. Benim sevdiğim Kobe buydu zaten.



13 Nisan 2016, malum tarih geldi. 24 yaşında, Kobe için son kez alarm kuruyordum. Annem-babam fark etmesin diye sessiz ya da kulaklıkla açtığım tonla maç gibi, ev arkadaşım uyanmasın diye sesi kısıp televizyon başına oturdum. Tek beklentim 2-3 zor şut sokması, maçı kazanmasıydı. Maça bol şutla giriş yapan Kobe yüzdesiz bir maç çıkarmasına rağmen atmaya devam ederek kariyerine selam çakıyordu, takım da savunma yapmayarak sezona. Maçın son 4 dakikasında ise büyülü bir şeyler olmaya başladı. 37 yaşındaki Kobe, 10 sene önceki, 15 yaşında izlediğim adama dönüştü. Attığı tüm şutlar giriyor, farkı kapatıyordu. Son molaya girdiğinde tek dileğim eline son bir maç kazandırma şansı geçmesiydi ve tanrı, kader, karma her neyse bunu sağladı:

Kobe, son maçında üstelik 60 atarak maç kazandırdı.

2 kez sakatlığı yüzünden ağladığım adam bu kez beni mutluluktan ağlattı. 23 Ocak 2006 sabahı okula giderken, gördüğüm herkese anlatmak istediğim coşku son kez benleydi. Kobe basketbola, ben çocukluğuma veda ettim. Olmasaydın yıllarca neye tutunurdum bilmiyorum ama, beni bu kadar uzun süre yüz üstü bırakmayan biri ya da bir şey olacağını hiç sanmıyorum. Eyvallah Kobe…  


Yıllar Boyunca Kobe Bryant - 3


"LİDER"

-- 2005 

Kobe nişancıya dönüşüyor:

İşleri kendi tarzıyla –en büyük ortağı Shaq olmadan ve Phil’in koç dokunuşlarından yoksun bir şekilde- halletmeye çalışması Kobe’nin beklediği şekilde sonuçlanmadı. Lakers 2005 Playofflar’ını kaçırdı, Kobe kariyerinde ilk defa postseason’da yer alamadı ve bütün bir sezonu tamamlayamayan Rudy Tomjanovich koçluğunda takım savunma verimliliğinde ligin sonuncusu oldu. Bryant’a gelince, rakamları güçlüydü (27.6 sayı, 23.3 PER) fakat kaybetmek onu ancak All-NBA 3. Takım’a seçilmeye düşürdü ve dünyaya-karşı-ben felsefesine büyük bir darbe yemiş oldu.

Jackson’ın 2005-06 sezonundaki dönüşü aynı zamanda Kobe’nin de kariyerinin en iyi istatiksel sezonuyla çakışması demekti. Bu birliktelik, uzun bir yükseliş serisini de beraberinde getirdi. 20 Aralık 2005’te, blowout galibiyetle sonuçlanan maçta Bryant Mavericks potasına ilk üç çeyrekte 62 sayı gönderdi. 75 veya 80 sayıya erişebilecek durumda olmasına karşın Jackson, galibiyetin de cepte olmasıyla Kobe’yi son periyot için dinlendirmeyi tercih etti. “Maç çantadaydı, hatta buzdolabındaydı” dedi Kobe daha sonra; “Benim oyuna geri girmem için hiçbir sebep yoktu.”

Bu acımasız gösteri Kobe’nin skor yeteneğiyle özetlenebilir veya Mavs koçu Avery Johnson’ın üzüntüsüyle. “Ona cevap veremedik.” dedi Johnson. “İkili sıkıştırma denedik, zone denedik, arka alanda tuzaklar kurduk, ve hiçbiri işe yaramadı. Bu gece bizimle işi pişirdi.”


-- 2006

81 Sayı:

Bryant’ın 2005-06 serüveni rekor kitaplarına ve istatistik nerd’lerine çalıştı. 35.4 sayı ortalamasıyla ligi bu alanda ilk kez zirvede tamamladı, ki bu 1960’tan beri ismi Jordan olmayan oyuncular arasında çıkılan en yüksek rakamdı. Kariyer rekoru olan 28 PER’e ve Basketball-Reference sitesinin database’ine göre bir oyuncunun ulaştığı en yüksek rakam olan 38.7 usage rate’e ulaştı. Altı kez 50+ sayı attı, ki bu da Jordan’ın 1987’deki performansından sonraki en yüksek rakamdı. Her gece 27.2 şut deneyerek bu alanda üç sayı çizgisi lige giriş yaptığından beri en az bu kadar şut deneyen Jordan ve Allen Iverson gibi oyuncuların arasına katıldı. Kobe zincirlerinden kurtulmuş bir şekilde önümüzdeydi.

Bir ay kadar sonra, 62 patlamasının ertesinde, kendi kendini anlatan bir başarıyla rekor kitaplarına giriş yaptı: 81. 22 Ocak’ta Raptors’a karşı alınan galibiyette Kobe 28/46 saha içi isabeti, 7/13 üçlük, 18/20 serbest atışla oynayarak kariyer rekoru olan ve Wilt’in de 100 sayısının ardından NBA’de bir maçta bir oyuncunun uşlaştığı en yüksek ikinci sayı olan 81 sayıyı attı. Bryant’ın 81’i Jordan’ın 69 olan kariyer rekorunu da patlatmış, ve üç sayı çizgisi lige girdiğinden bu yana atılan en yüksek sayıları (David Robinson, 1994’te 71 sayı ve David Thompson, 1978’de 73 sayı) tarihe gömmüştü. Robinson ve Thompson’ın aksine Bryant, sezon sonundaki sayı krallığına oynamıyordu, o sadece sıradan bir kış gecesi çıldırmıştı.

81’den tam on sene sonra, Bryant’ın kariyerini yansıttığından dolayı ESPN’in derlediği röportaj serisinde sorulduğunda o zamanın Raptors koçu Sam Mitchell sözlerini esirgememişti; “Ondan nefret ediyorum. Eğer bir daha onu göremeyeceksem, ki bu kısa süre sonra gerçekleşecek, belirteyim ondan nefret ediyorum.” Bryant ise kendi bölümü adına o performansın “hayal kurmanın gücü için vasiyetname” olduğunu eklemiş ve devam etmişti: “Sahaya çıkan ve 80 atmanın imkansız olduğunu düşünen tonlarca oyuncu var… Ben hep 80’i atabileceğimi düşündüm. 90’ı atabileceğimi düşündüm. 100’e ulaşabileceğimi düşündüm. Her zaman.”


-- 2007

Takas talebi:

2006-07 sezonu Bryant yeni forma numarası olan 24’le ortaya çıktı, ikinci kez sayı krallığına ulaştı, ikinci kez üstüste sezonun en iyi beşi ve sezonun en iyi savunma beşlerine seçildi, fakat playofflar’da yine herhangi bir gelişim kaydedilemedi. İkinci kez üstüste, Bryant ve unutulmaya yüz tutmuş yardımcı kadrosu –daha sonra Kobe’nin adını bir iki kez daha anacağı Smush Parker dahil- playoff’a ilk turda veda ediyordu.

Bryant gerçeği görmüş gibi gözüküyordu: Bütün bu atılan şutlar ve sayılar onları postseason’da başarılı oldurmaya yetmiyordu. Hepsinden öte, Bryant 2006-07’de 50 sayı barajını on kez geçmişti, ki bu 1963-64’ten beriulaşılan en yüksek rakam, ama hala hiç mutlu değildi. Mart ayında üstüste yedi maçta attığı 65, 50, 60, 60, 43, 23, 53 sayılık bir seri vardı ama hala hiç tatmin olmuş gözükmüyordu.

Mayıs 2007’de, Lakers’ta geçirdiği süre on seneyi de aştığında, Kobe takımın yeniden yapılanması gerektiğini de atıfta bulunarak takas olmayı istedi. “Takas edilmek istiyorum, evet” dedi ESPN radyosuna. “Nitekim sonuca vardığımızda, başka alternatifimiz kalmadı anlıyor musunuz? Gideceğim ve Plüton’da oynayacağım.” Sonra durumu yeniden değerlendirdi ve Lakers tabii ki onun ayrılmasını engelledi. Yardım yoldaydı.


-- 2008

Şafaktan önceki karanlık:

Bryant’ın takas talebinin üzerinden bir yıl geçmeden, GM Mitch Kupchak, Kobe’nin kariyerini tamamen değiştirecek bir takas gerçekleştirdi. Şubat 2008’de, Lakers, Memphis’in İspanyol uzunu Pau Gasol’ü kadrosuna kattı. Yetenekli ve akıllı Pau, gelişmekte olan pivot Andrew Bynum’a ve çok yönlü bir PF olan Lamar Odom’a katılarak uzun, fiziksel ve becerikli ve Kobe’yi tamamlayacak bir ön alan rotasyonunu oluşturmuş oldular.

Gasol takasından sonra, Lakers sezonu 22-5’lik seriyle kapadı ve playoff’ta sırasıyla Nuggets, Jazz ve Spurs’ü eleyerek 2008 NBA Finalleri’ne ulaşmayı başardılar. Bu sezon sonu serisi aynı zamanda Kobe’nin ilk ve tek normal sezon MVP ödülünü de ona kazandırdı.

2004’ten bu yana ilk kez NBA’in en yüksek mertebesine geri döndüklerinde, Kobe finallerin iki maçında 30 sayı barajını aşmıştı ama Boston’ın Kevin Garnett, Paul Pierce ve Ray Allen’dan oluşan heybetli Big 3’sinin üstesinden gelememişti. Durumu iyice kötüleştirense, 6. ve son maçta Celtics’in Lakers’ı küçük düşürmesi, 39 sayı farkla biten maçta Kobe’yi de 7/22 şut yüzdesinde tutması olmuştu. Bu yıl, Kobe gazetecilere o sezondan sonra Journey’nin Don’t Stop Believing şarkısını dinlediğini ve o şarkının önümüzdeki iki sezon için onun motivasyonu olduğunu çünkü Boston’daki seyircilerin kutlamalar için her maçta o şarkıyı dinlediğini söylemişti. “Her bir gün aynı şarkıyı dinliyordum çünkü bana orada yaşadığım duyguları hatırlatıyordu.” diyordu.

Celtics karşısındaki intikam beklemek zorundaydı fakat Kobe’nin off-season’ı bir anda acıdan zafere dönüşmüştü. ABD 2008 Olimpiyat takımının bir üyesi olarak Bryant, finalde Gasol’ün İspanya’sını yenerek altın madalyayı kazanmıştı. 2008-09 sezonu başladığında, Los Angeles Daily News’in haberine göre Bryant, altın madalyasını Gasol’ün soyunma odasına asmıştı çünkü onun bundan rahatsız olmasını ve bunu motivasyona çevirmesini istiyordu. “Bu Haziran’da geçen seneki gibi ikinci sırada kalmayacaksın.” demişti.