2000 Slam Dunk'ın Sözlü Tarihi




Sporda var olan saf atletik yeteneğin en açık sergilendiği sahne olan NBA Slam Dunk Yarışması, Julius Erving, Michael Jordan ve Kobe Bryant gibi oyuncuların şöhretini artırmasına yardımcı oldu. Ancak 2000 yılı itibariyle, bir dizi tekdüze ve akılda yer etmeyen yarışmanın ardından, organizasyon ihtişamını öyle kaybetmişti ki, 1998 ve 1999'da düzenlenmedi bile. Vince Carter: Toronto Raptors'ın 23 yaşındaki, gelecekteki süper yıldızı. Lütuf, güç, yaratıcılık, havada kalma süresi ve şovmenliği rakipsiz bir şekilde bir araya getiren ilk yıldız olan Carter, önceki sezon lige girdiği andan itibaren hayranlarını koltuklarından zıplatmayı başarmıştı. Hem taraftar, hem de medya, onu benzer şekilde Jordan'dan sonraki en iyi maç içi smaççısı olarak görüyorlardı, uçar gibi vurduğu smaçlar sebebiyle ona "Air Apparent" ve "Air Canada" gibi lakaplar takılmıştı bile!

Yani yarışmaya ismini yazdırdığı zaman Carter'dan beklentilerin yüksek olduğunu tahayyül edebilirsiniz. Katılımcılar arasında --aynı zamanda takım arkadaşı ve kuzeni de olan-- Tracy McGrady, Steve Francis, Ricky Davis, Jerry Stackhouse ve Larry Hughes gibi isimler olsa da, gözler Carter'ın üstündeydi. Hiçbir yarışmacının Vince'ten fazla kaybedecek şeyi yoktu. Eğer bu ortamda kazanamasaydı, beklentileri karşılayamamış olurdu. Ve eğer kazanırsa da, yapması gereken bu değil miydi zaten?

Kimsenin bilmediği şey, üç finalistin tüm zamanların en büyük gösterisini ortaya koymak için bir araya geleceği, ve hâlâ 15 yıl önce o cumartesi gecesi Oakland'da olduğu kadar hayrete düşürücü, Carter'ın performansının smaç yarışmaları düzleminde bir altın standart olarak tarihe geçeceğiydi.


Vince Carter: Smaç yarışmasına katılma fırsatını elde etmek çocukluk rüyamdı, hayatım boyunca istediğim bir şeydi. Tabii ki pazar günkü maç ve diğer organizasyonlar harika ama cumartesi günü ve smaç yarışması, tamamıyla benim için yaratılmış gibiydi.

Dee Brown, 1991 Slam Dunk şampiyonu ve Carter'ın 99-00 sezonundan takım arkadaşı: Bir Florida çocuğu olarak, Vince'i Raptors'ta birlikte oynamadan önce de, olarak tanıyordum. Lisedeki smaç yarışmasını kazanırken onu gördüğümü hatırlıyordum. O yılın Slam Dunk'ına, bir sürü smaç yarışmasına katılmış, ve hepsini kazanmış biri olarak geliyordu.

Jerry Stackhouse, 2000 Slam Dunk katılımcısı ve o zamanın Raptors yardımcı koçu: Chapel Hill'de hazırlık maçları yaptığımızı hatırlıyorum. Birisi şut çekerdi, ve top çembere doğru inerken Vince topu alıp değirmen vururdu. Konu sıçrama kabiliyeti ve zamanlama olduğunda onun özel biri olduğunu bilirdiniz. İnanılmaz bir atletti.

Kenny Smith, TNT yorumcusu ve üç kez Üç Sayı Yarışması katılımcısı: Çoğu insan bir smaççı olarak Vince'in neler yapabileceğini biliyordu, ama onu daha önce bir yarışmada hiç görmemişlerdi. Mesela, maç esnasında bir fastbreak sırasında vurulacak smaçtan öte, bir smaç yarışmasında bu yaratıcılığa sahip olup olmadığını kimse bilmiyorlardı,

Brown: İnsanlar Vince için oradaydı, buna şüphe yok.

Smith: Vince'i görmüştüm. Daha önce hiç şahit olmadığımız şeyleri yapabileceğini biliyordum -- ama bu seviyede değil.

Carter: Büyüdükçe, smaç yarışmalarını kaydetmeye ve onları çalışmaya başladım. Kafamda çözmeye çalışıyordum --ortalama bir adamdan biraz daha farklı olabilir ve bu yüzden garip gelebilir-- smaçlar harikaydı, tamam, ama şunu bilmek istiyordum: Neden bu smacı yapıyor? Ne göstermeye çalışıyor? Aradığı görüntü ne? Mevzuyu bu şekilde inceledim. Ona kilitlenmiştim. Takılıp kalmıştım.



Bin smaca değer fotoğraf. Üçüncü smaç için Carter, McGrady'den gelen pasla topu bacaklarının arasından geçirdi; bu smacın ilham kaynağı, yarışmadan bir hafta önce derginin birinde gördüğü bir fotoğraftı -- ve bunu daha önce hiç denemeden uygulamıştı.

Hazırlanmak için bir ay falan varken, Carter ve Mcgrady, her antrenmanın ardından, bazı şeyler denemek için zaman ayırdılar. Yarışma gecesi Carter'ın kafasında 4 ya da 5 smaç vardı, ama hayatının en büyük şovu öncesi daha en baştan kafasını karıştıracak şekilde bütün planını gözden geçirdi.

Carter: Biz sahaya çıkmadan hemen önce, ben hâlâ smaçların sırasını çözmeye çalışıyordum. Kafam yanmıştı. Sırayı korumalı mıydım? Yoksa gelişine girişecek miydim? Smaç yarışmasını gecelerce hayal ettim, rüyalarıma giriyordu. İlk smacın akılda kalacak bir şey olmasını istiyordum. Kendi kendimi mükemmel olma adına feci baskı altına sokuyordum.

Paul Jones, spor muhabiri: (Olaydan hemen önce) Carter'la yaptığım röportajı asla unutamam. Ona hazır olup olmadığını, nasıl yapacağını düşündüğünü sordum. Omuzları çökmüştü, yere bakıyor ve "Dostum bilmiyorum, bilmiyorum" diyip duruyordu. "Şaka mı yapıyorsun" diye düşünüyordum.

Carter: Yarışmaya gelecekken, bizi salona götürecek araç orada değildi. San Francisco'da kalıyorduk, herkese onları otelden alıp Oakland'a götürmek üzere birer araç tahsis edilmişti. Ama ortada yoklardı. 2'de dışarıda olmamız gerekiyordu. Saat geldi ama ortada arabalar yoktu. Diğer All-Star'ların arabaları gelmişti, ama bizimkiler hâlâ görünürde yoktu. Beş kişiydik ve bizi San Francisco'dan Oakland'a götürmek üzere bir sedana sıkışmak zorundaydık. Neredeyse beceremiyorduk. İşler çok fena boka sarmıştı. Feci stresli bir ortamdı ve Jonesy ile yapılan röportaja dek bunların hepsi birer etkendi.

Jones: Röportaj için tüneldeydim, ve onu sahaya çıkarken gördüm; oraya adım attığı an bütün vücut dilinin değiştiğine şahit oldum.

Carter: Başka bir manyak olmuştum. Maç öncesi rutinimi gerçekleştirmek üzere sahaya çıkmıştım, ama önce turnike çizgisine doğru gittim --belki analiz işini biraz abartıyordum-- aniden yeteri kadar iyi olmadığı hissine vardım: Bir sürü panyadan topu geri alarak smaç denenmişti, biliyorsunuz, özel bir tarafı kalmamıştı. Orada durmuş, sahaya bakıyordum, ve yarışmadaki diğer oyunculara saygı duyuyordum; yeteri kadar iyi olmadığını düşünüyordum.

Hakemden ilk smacı yapmak üzere topu almadan önce, ne yapacağımı bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Şöyle düşündüm: Görünüşle neyi başarmak istiyorum? Yaratıcılığı, havada asılı kalmayı arıyordum, ve yıllardır üstünde çalıştığım bütün şeyler. Bütün bu yıllar, gelip bir harekete, bir âna akıyor. Ve işte buradayım, hareketimi dünyaya göstermeden dakikalar önce, aynı şöyleydim: Oh tanrım, şimdi ne yapayım?

Fikri buldum: 360 değirmen. O anki dürtü buydu. Gerçekten bu smacı yapmayı düşünmemiştim, çünkü bunu haftalar önce denediğimde, ucu ucuna yapıyordum. 360'ı olaya dahil ettiğim zaman, özellikle ilk denemelerimde, çemberden uzak kalıyordum. Yeterince yükseğe çıkamıyordum. Bu yüzden başlangıçta onu bir kenara koymuştum.

Ama her smacın içinde, zorluğu da arttıracak bir şaşırtma unsuru olmasını istiyordum. Kolu geri çekerek değirmen vurmak zaten yeterince zordu, ama bunu ters şekilde yapmak? Meydan okuma buradaydı. Eğer bunu becerirsem, gecenin geri kalanı iyi geçer, şeklinde hissediyordum.


Çabuk ve pürüzsüz bir hareketle Carter yerden havalandı ve kolunu geri çekerken aynı zamanda sağından ters tarafa 360 derece dönüp smacı yaptı; top filenin içinden geçer geçmez yere indi ve kalabalığa doğru haykırdı.



Smith: Ortam ayarı yapan, bu smaçtı. Asla bir smaç yarışmasında bunu beklemezsiniz. Ve Vince beklemiyordu. Gidip "Tamam, şu işi halledeyim" demedi. "Kapıyı kıracağım" dedi.

Glen Grunwald, 1997-2004 arası Toronto Raptors Genel Menajeri: Sihirli bir andı. Olayın etkisine kapılmamazlık edemezdiniz. Bütün salon da olsa. Nefes kesiciydi.

Carter: Salondaki uğultu gerçekdışıydı. Planlamamda bunu hesaba katmamıştım. Hem de hiç. Vücudumda inanılmaz derecede adrenalin vardı ve artık yeterince yüksekliğe çıkmak konusunda endişelenmeme gerek yoktu. Smacın sonunda yere indiğimde, ekstradan bir kere daha sıçradım. Gidip bir tane daha değirmen vurabilirmişim gibi hissediyordum.

Smith: Hayatımda ilk defa biri smaç yaparken, insanların daha yakından izlemek için diğer taraftan kalkıp geldiğini gördüm.

Carter: O anda her şeyi çekip koparabilecekmişim gibi hissediyordum. Kusuruma bakmayın ama, "Siktir, işte başlıyoruz" gibiydi.


Ama birisi mecburen bu hareketin ardından sahneye çıkmalıydı. Ve Stackhouse'un ismi anons edilirken, Carter'ın sahayı infilak ettirmesinden bu yana bir dakika anca geçmişti.


Stackhouse: Sırayı nasıl belirlediklerini bilmiyorum, ama alfabetik olmadığına eminim -- Mcgrady ve Francis'in ikisinin de "S"den önce ve "Carter"dan sonra geldiğini söyleyebilirim.

Terrence Ross, Raptors oyuncusu ve 2013 Slam Dunk şampiyonu: Stack'e saygısızlık olmasın, ama Vince'in yaptıklarından sonra, herkesin kafası bunlarla doluydu. Zor olmalı.

Stackhouse: Ben hâlâ onun smacının ihtişamının etkisi altındaydım. Onun ardından sıram gelmişti, zaman işlemeye başlamıştı ve herkes hâlâ onun smacı hakkında konuşuyordu. Bir nevi şanssızlıktı. Başıma gelen buydu: Tarihe, Vince Carter'ın ardından sahaya çıkan adam olarak geçmiştim. Neyse o. İnsanlar görmemiş olabilir, ama ilk denememde iyi bir smaç yaptığımı hissetmiştim -- güçlü bir çift elle vurulmuş 360.

Smith: Sadece iyiydi (gülüyor). Vince'in yaptığından sonra mı? Evet, yalnızca iyiydi.


Stackhouse'un smacının ardından, saha içi muhabiri Cheryl Miller ona "Böyle bir hareketin ardından geliyor olmak nasıl bir şey?" diye sordu ve güldü. Jerry'nin cevabı "Gördün..." şeklinde oldu.


Carter: Diğer smaççıları izledim ama yani... İlk smacın ardından başka bir kafadaydım. Resmen smaç sıramı bir kenara atmış ve kafam karışık şekilde hangi yönde gideceğimi çözmeye çalışıyordum. Şimdi ne yapacaktım? Her smacın ardından, o kişiye el uzatıp tebrik ettiğimi hatırlıyordum, ama ben hâlâ kendi ânımdaydım.


İlk turda 50'yi bulduktan sonra Carter erkenden havaya girmişti. Ama aslında herkesin beklediğinden daha büyük bir rekabetin içindeydi -- McGrady ve Francis ilk smaçlarının ardından 45'er puan almışlardı, ve ona 49 puan kazandıran ikinci smacında McGrady, sert bir çift el değirmen smacı için Carter'dan bounce pas almıştı (o yıl, her yarışmacının bir smacında takım arkadaşından yardım alması gerekiyordu). Gerçek bir yarışma vardı şimdi.


Carter: Sakinleşemiyordum. Tracy'nin ne yapabileceğini biliyordum. Steve Francis'i ve ne yapabileceğini görmüştüm. Ricky Davis'in de geri adım atmayacağını biliyordum.

Brown: Tracy McGrady. Başka bir yarışmayı kazanabilirdi. Eğer Vince olmasaydı kazanabilecek olan 3 kişi vardı.

Stackhouse: T-Mac olaya dahil değildi. Toronto'da Vinsanity çılgınlığı yüzünden biraz gölgede kalmıştı. Ama Tracy tek başına bakınca gayet iyiydi.

Carter: Aslında yapmak istemiyordu. Bunun için rica etmek zorunda kaldım. En baştan bunu hiç yapmak istemiyordu. Ben de "Dünyanın ne yapabildiğimizi görmesi gerek" diyordum. Bu yeteneğe sahipti. Yani zor bir yarışın içindeydim. Ama benim için kaybetmek, birinin çıkıp akıl almaz bir şey yapmasıyla gerçekleşebilirdi ancak.


İkinci smaç denemesinde çaylak oyun kurucu Francis, kendine bir bounce pas attı ve havada yatay vaziyette geri çekilerek bir smaç vurarak 50 puanı aldı. Carter başka bir (bu kez potanın arkasından gelerek yaptığı) akrobatik değirmen smaç ile onu takip etti ve 49 aldı.




Carter: Bununla yapmaya çalıştığım ters dönerken değirmen yapabilme kabiliyetini göstermekti -- ama çemberin altından. Yani yine vücudunuzu çemberin altından ve arkasından getirmeniz gerekiyordu. 360'ı yaparken. Kolay bir smaç gibi gelebilir, ama bu çaba sarf ettiğim başka bir smaç dahaydı sadece.

Tyler Ennis, Milwaukee Bucks guardı: Hakkı verilmemiş bir smaçtı.


İkişer smacın ardından, katılımcıların yetenekleri sınırsız gibi geliyordu. Shaquille O'Neal ve Kevin Garnett gibi All-Star oyuncular sahayı kuşatmış, kameralarını ayarlamış, korkuyla karışık bir saygı ile ayakta dikiliyorlardı. "İtiraf etmeliyim dostum" diyordu Garnett o zaman, "Hayatımda böyle bir şey görmedim. Francis bir astronot gibi zıplıyordu. O ve Vince Carter, From the Earth to the Moon tarzı işler yaptılar bugün."


Stackhouse: Herkes Vince'i bekliyordu, tahmin ediyordu. Şimdi ne yapacaktı?

Carter: Bütün oyuncular "Ne yapacaksın?" diye sorup duruyordu. KG, McDonalds smaç yarışması esnasında benimleydi, böylece beni görmüş ve ne yapabileceğimi bilir durumdaydı. "Şimdi ne var? Şimdi ne yapacaksın?" diyip duruyordu ve ben de "Bak şimdi" dedim.

Brown: Ben 91'de bütün smaçlarım için çalışmıştım. Vince eski smaç yarışmalarını çalışıyordu, ama yaptığı şeyler tamamen doğaçlamaydı.

Carter: Belki yarışmadan bir hafta önce, bir dergiye göz atıyordum ve dikey sıçramaya yardım edecek, "sıçrama ayakkabısı" diye bir şeyin reklamını gördüm. Havadayken topu bacaklarının arasından geçiren bir adamın fotoğrafı vardı. Bunu gördüm, sayfayı çevirdim ve tamam; işte buydu. Başka bir düşüncem olmadı. Bu bir epifani değildi: Oh, bu yarışma için iyi bir fikir. Ama o gece sahadayken, bu görüntü kafamın içinde birden patladı.

Çünkü o zamana dek bütün rutinimi değiştirdim, o halde orada bir şey bulmam gerekiyordu. Tracy ve ben hiç beraber çalışmadık. Oraya gidene kadar bu takım arkadaşı kuralını bilmiyordum. Çembere doğru yürüdüm ve ona tüm söylediğim "Bana gereken çemberin sağında durman, topu bel hizasında sektirmen --aslında göğüs hizasıydı ama, ben havadayken bele denk gelecekti-- ve çekilmen" oldu. O da "Ne yapacaksın amına koyim?" dedi. "Bana güven."

Dışardan duyulmasını istemiyordum; ona söyleceğim ve herkes görecek edecek. Kulak misafiri olduklarından değil, ama insanların beni ona açıklarken görmelerini, el hareketimi görmelerini, Tracy'nin yüzündeki reaksiyonu görmelerini istedim. Her şeyin sürpriz halinde ve o anda olmasını istedim -- hiç smaç kaçırmama konusunda titiz davranmamın sebebi bu. İlk pasın biraz yüksek kaçmasından sonra muhtemelen smacı yapabilirdim, ama boşverdim. Aslında yalnızca sıçradım ve indim, böylece siz hâlâ ne yapacağımı bilmiyordunuz.


Bay Carter'la takılmak. Kolunuzun içiyle yapabilmek varken, neden ellerinizle asılıp puan toplamaya çalışasınız ki? Çünkü tehlikeli, bir defa. Carter, bu dördüncü smacından önce, kolunu kırabileceğinden endişeleniyordu.

Söylemeye lüzum yok, ikinci hareket de işe yaradı. Vince topu havada yakaladı, aynı posterdeki gibi, topu bacaklarının arasından geçirdi, bir elinden diğerine verdi, ve sert bir şekilde smaçladı. Ahali çıldırmıştı; Kenny Smith, daha sonra meşhur olacak "Bitti!" cümlesini bağırıyordu, tıpkı Carter'ın kameraya bakarak aynısını söylediği gibi.


Ross: Benim favorim buydu. Daha önce öyle bir şey görmemiştim.

Carter: Tracy smaçtan sonra "Sen manyaksın" demişti.

Smith: Bu bacak arası smacın yapıldığı an, yeni bir smaç trendinin belirlediği andı. Bugünlerde bazıları için basit bir smaç gibi görülebilir. Fakat o, milletin hayal gücünün, bu tür şeylerin mümkün olduğunu düşünmesine izin veren bir trend yarattı.

Carter: Bitti, diye düşünüyordum. Kuzenimle daha önce hiç denemedim bir smaç yaptım. Bitti. Hiç denemediğim, yalnızca bir dergide fotoğraf olarak gördüğüm, yapıp yapamayacağımdan emin olmadığım bir smacı yaptım. Sadece... Bitti. O anda özgüvenim arşa çıkmıştı. Bitmişti.

Smith: Ben de öyle düşünüyordum. Böyle anlara hazırlanabileceğinizi sanmıyorum. Bu tip olayları , hevesiniz ya da hevessizliğiniz sahici olmalı. "Bitti!" Artık hep bunu duyuyorum. İnsanlar gelip bunu telefon zili yaptıklarını söylüyorlar.


Carter binayı avucunun içine almıştı ve jürinin, salondakilerin ve yarışmayı izleyen dünyadaki milyonların kalbini kazanmıştı. 20 dakikalık bir zaman aralığında, yıldızdan süpernovaya evrilmişti. Fakat çığır açan smacını henüz yapmamıştı.


Carter: "Yapana dek taklit et" durumlarından biriydi. Kendime güvendiğimi göstermek istiyordum, ama biliyor musun, hâlâ karmaşa içindeydim: Ben şimdi ne halt edeceğim? Önceki yıl, Gary Payton'ın Seattle'da düzenlediği yardım maçında oynuyordum. Çemberin üstüne kadar sıçrayıp, içine bırakıyordum; tıpkı üniversitede smaç yapmamıza izin vermedikleri zaman gibi. O arada kolumu çemberin içine sokup topu içine bırakmaya karar verdim. Tamam, güzel, ama şaşırtma unsuru nerede? Bunu erteleyecektim.

Şimdi çözmeye çalışıyordum: Pekala, sağdan mı geleceğim, soldan mı? Tutarsam, ne kadar asılı kalacağımı nasıl belirleyecektim? Düşünüyordum, eğer kolumu kırarsam, Butch (O dönemin Raptors koçu) beni öldürecekti. Tüm bunlar kafamdan hızlıca geçiyordu.

Uzaklaşarak biraz zaman kazanmaya çalıştım. Daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Çembere doğru yürüdüm, nefes verdim. Yukarı baktım. Güzel, tamam, diye düşünüyordum, sanırım burası sıçrama bölgesi olacak. Çemberin ön tarafına baktım. Burası da tutunma bölgesi. Kolumu ovaladım ve düşündüm. Eh, hadi bakalım.



Brown: Ne zaman yarışma hakkında konuşsak, ona "Tribüne oyna" diyordum.

Carter: Görülüyor ki, o noktada tezahürat peşinde değilim. Salonun sessiz olmasını istiyorum. Normalde, bir smaç yarışmasını izlediğinizde, herkes çıldırır, insanlar çığlık çığlığadır, "Aman tanrım, o neydi öyle?!" falan derler. Ama kaç kez bir smacın insanların dilini yutmasına sebep olduğuna şahit oldunuz? Tekrarı izleyene kadar kimsenin tek kelime edemediği bir smaç. "Bir saniye, yoksa sen..." diye düşünene kadar. Yirmi bin insan, ne olduğunu anlamak için aynı anda dev ekrana bakmak zorundaydı. Ondan sonra o uğultu geldi. İşte istediğim buydu. Ve onu aldım.

Bir düşünün: 2000'den önce yıllarca, hep gördüğümüz smaçlarla Slam Dunk'ları izledik. Biraz aklınızı karıştırmak istedim.


Gerektiği kadar sıçradı ve kolunu çembere asmasına yetecek sertlikte smacı vurdu; Carter bir 50 daha almıştı. Sonunda rahatlamış, gecenin bittiğini düşünüyordu ve sadece bir smaç daha kalmıştı. Jüri masasında oturmakta olan Julius Erving'e saygısını gösterecek bir hareket yapmaya karar verdi ve faul çizgisinin biraz önünden bir çift el smaç vurdu. Gecenin en düşüğü olan 48 puan aldı ama bunun önemi yoktu. Daha şimdiden bu sahnede görülmüş en akılda kalıcı performansı ortaya koymuştu.


Smith: İnsanların o gece hakkında konuşmayı bırakacaklarını sanmıyorum. Açıkça, yanına ancak Jordan ve Wilkins'in kapışması yaklaşacak şekilde, tarihteki en iyi smaç yarışmalarından biri olarak sayılmakta.

Carter: Şovu bitirmek için sahaya adımımı atarken, beni ilk selamlayan kişi Julius Erving'ti. Eğer beni tanıyorsanız, Dr. J'in benim kahramanlarımdan biri, tüm zamanlardan en favori karakterlerimden olduğunu bilirsiniz. Yarışmayı kazandınız, ödülü kaldırdınız, ve oradan giderken gördüğünüz ilk kişi, kahramanınız? Hani daha iyisi olamazdı.

Grunwald: Ligin büyük gösterilerinden birinde, dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için böyle bir olay, Raptors camiası için harikaydı. Eğlenceliydi. İmajımız yükselişteydi. Rakip sahalara gidip, daha önce hiç görmediğimiz yerlerde Raptors formaları görmek müthişti. Gerçekten kulübün algılanma şeklinin değiştiğini hissedebiliyordunuz. O gece şüphesiz, kalıcı bir etki bırakmıştı.

Brown: İnsanlar maçlarımıza onun smaçlarını görmek için geliyordu. Ve yapmadığı zaman deliriyorlardı! Vince o noktada kıvılcım saçıyordu, ve yarışma onun gelişiminin ve Raptors'ın Kanada'daki gelişiminin bir parçasıydı. Bugün NBA'de bunun hakkında konuşan çocuklar var -- Kanadalı çocuklar. Vince'i izlediler; beni değil. Bu onların smaç yarışmasıydı.

Ennis: Çok ufaktım ama yine de bunu ailemle izlediğimi hatırlıyorum. Onun için ve takım için büyük bir andı, ve onu gelmiş-geçmiş en iyi smaççılarla aynı kefeye koydu.

Ross: Onu izlerken 10 ya da 11 yaşındaydım. Herkes halihazırda Vince'i maçlarda yaptığı smaçlar sebebiyle seviyordu, ama bunun ardından, sadece onu orada görmek ve bununla eğlenmek için gelir oldular -- Vince'in farklı bir yüzünü görüyormuşuz gibi hissettiriyordu.

Carter: Aşırı gerçekdışıydı. Bu kadar yılın ardından senin zamanında yaptığın gibi seni izleyen ve yaptıklarını taklit etmeye çalışan birini tasavvur etmesi zor.


Onüç yıl sonra bu, ikinci yılındaki Terrence Ross, Carter'dan sonraki dördüncü Raptor olarak yarışmaya katıldığında onun bile tahmin edemeyeceği şekilde gerçekleşecekti.



Ross: 2013 Slam Dunk'ta Toronto'yu temsil ediyordum ve onlara bu yarışmayı kazandıran tek kişi, Vince'ti; o yüzden bunu bir şekilde dahil edeceğimi biliyordum. Onun formasını giyme fikrim vardı, ama doğru smaca ihtiyacım vardı. Aslında fikri DeMar (Derozan) verdi. Bu değişik 360-değirmen smacını, birkaç yıl önce (2011) kendisi deneyecekti ve bana söylemişti. Ardından bunu, o sezon sonradan Toronto'ya gelen Vince ile konuştum.

Carter: Bundan sonra Twitter'da kamuya açık bir şekilde Terrence'a ulaşmamı isteyen insanlardan bir şeyler duydum, ama benim ne haddime ki? Şahsen, ona birebir teşekkür edip, o gece yaptığı şey için saygımı gösterene kadar beklemek istedim. Onun için ne anlama geldiğini bilmiyordum. Belki yalnızca "Tamam, güzel, minnettarım, Vince, her neyse" şeklinde düşünüyordu, ama şahsen benim için daha anlamlı bir şeydi.



Ross: Bana smacı gördüğünü ve minnettar olduğunu söyledi. Ben "Bu durumda olduğum için çok memnunum" falan diyordum kendi kendime. Çılgıncaydı.

Carter: Bugünlerde insanlar "Ah, neden ünvanını korumadın?" diyorlar. Evet, yapabilirdim. Ama bunun üstüne bir kariyer inşa etmek istemedim -- insanların bunu benden her yıl beklemesini istemedim. Eğer kazanmasaydım, tamamıyla farklı bir kariyerim olacaktı. Bilirsiniz, geriye bakınca, deneyebileceğim ama yapmadığım iki smaç var. Ve size ne olduklarını söyleyemem. Olmaz. Kimseye söyleyemem.

(Orijinali şurada. Burada da konuyla alakalı başka bir sözlü tarih var.)

Nerden Nereye 230




Vancouver Grizzlies'in Sözlü Tarihi



(Orijinali için buradan.)

GİRİŞ:

Roy Rogers, üstünde Vancouver Grizzlies'in kendini belli eden açık yeşil-siyah-kırmızı logosu bulunan bir beyzbol şapkası giymiş olan yolcuyu gördüğünde, geçen ay Washington DC'de bir trende oturuyordu.

Şimdi Washington Wizards'ta asistan koçluk yapan Rogers, 1996'da profesyonel basketbol kariyerine başladığı takımdan geriye kalan şeyi görünce gülümsemesine engel olamadı. Ancak o genç adamın omzuna dokunmaktan ve Vancouver Grizzlies'in altı yıllık kısa ve alçakgönüllü tarihinden hikayeler anlatmaktan kaçındı.

"Hiçbir şey söylemedim, yalnızca şapkayı uzaktan beğendim, ve  'Vay be, ne güzel' dedim" diyor Rogers.

"20 yıl önceydi. O şapkaları takan bu çocukların bazıları, takım buradayken muhtemelen doğmamıştı bile."

Vancouver Grizzlies'in oyuncuları, antrenörleri, yöneticileri ve taraftarları için çizgi film logosuna sahip bu takım, 90'ların kitsch'inin bir parçasından daha fazlasıdır. Yaklaşık 20 yıl önce Vancouver'da ilk maçlarını oynayan Grizzlies, bazı sevimli anıların ve bolca hayal kırıklığının kaynağı.

Sürekli kaybetmeyi kabullenemeyen oyuncuların hayal kırıklığı.

Takım sahiplerinin ve NBA tarafından getirilen kısıtlamaların, daha iyi hale gelmelerini engellediğini hisseden yönetimin hayal kırıklığı.

Ve yıllardır kaybetmekten bıkan taraftarların ve şehirle bütünleşmeyi beceremeyen bir grup zengin Amerikan sporcunun hayal kırıklığı.

Ardından Grizzlies'i öldürmek ve onları başka bir şehre götürmek için iki girişim vardı, nihayetinde takımın birçoklarının örnek bir NBA yapılanması oluştuğunu düşündüğü Memphis'e taşınmasıyla sonuçlandı.

Başlangıçtan yirmi yıl sonra, bazıları Grizzlies deneyiminin her zaman başarısızlığa mahkum olduğuna inanıyordu, ama diğerleri de bir takımın kötü zamanlamanın kurbanı olup olamayacağını merak ediyordu. Dünya son 20 yılda çok değişti. İnternet ve sosyal medya sayesinde daha da küçülmüş görünen, giderek küreselleşen bir dünyada, belki uluslararası izleyicisini benimseyen NBA, Pasifik Limanı ile olan tarihi bağlarla, 49. paralelin kuzeyindeki bir şehirde gelişebilir.

Vancouver'ın NBA takımı belki en baştan kötü bir fikirdi, ama belki sonunda yükselişe geçen bir retro modası gibi, zamanının hemen öncesindeydi.

BÖLÜM 1: Baştan eli-kolu bağlı (1994-1995)



Grizzlies bir liste hazırlamaya çalışırken, bir yandan da NBA tarafından getirilen kısıtlamalarla mücadele etmeye çalıştılar. Yalnızca onlar ve Toronto Raptors'a ilk 3 yıllarında drafttan ilk seçimlerini yapmaya izin verilmediği için değil -- ayrıca ilk iki sezonlarında salary cap'in tamamını kullanmalarına müsade edilmiyordu.

"Vancouver'ı Toronto ile aynı dönemde olaya dahil etmek, bir nevi benim kişisel meselemdi. Birçok insan onları gizli favori olarak gördü, ama onlar aynı zaman içerisinde hem lige dahil olmak, hem de takımlarını toparlamaya çalışıyorlardı. Ve bence, hem doğu hem de batıyı temsil açısından zamanlama önemli." Jerry Colangelo, 1995'te, dönemin "Kulüpler Birliği başkanı" gibi bir şeyken. 

Squire Barnes, Global BC Sports Director: Bunu kimse beklemiyordu. Bir çeşit, gökten düşen şimşek gibiydi. Toronto'nun gelecğini biliyorduk, ama Arthur Griffiths'in NBA ile bağlantıları vardı, ve bu bağlantıları --başta Jerry Colangelo olmak üzere--  yeni binasına bir kiracı bulmak için kullandı. Kimse gerçekten NBA işini düşünmüyordu. Yıllardır, insanlar belki bir MLB takımına sahip olabileceklerini düşünüyorlardı. Bu boş bir umuttu. NBA? Kimse NBA'den bahsetmiyordu.

Arthur Griffiths, takım sahibi (1994-1997): Genişleme masasındaki bazı adamlar, bizim aniden 2-3 draft hakkı sahibi olup, pat diye onları geride bırakıp, onlardan daha iyi takımlar olacağımızı düşünüyorlardı. Birdenbire onlardan iyi hale geleceğimizi akıllarından geçiriyorlardı. Ve bu lotarya sistemi, bir yandan mümkün de. Ama aniden Vancouver ya da Toronto, New Jersey, Philly ya da Clippers'tan daha mı iyi olacak? Endişelerden biri buydu. Ücreti ödedik, çeki yazdık, ve sonuçta acı çektik.

Stu Jackson, başkan ve genel menajer (1994-2000): Ben Wisconsin Üniversitesi'ndeydim. İkinci yılımızı henüz bitirmiştik ve NCAA'e katılıp ikinci turda elenmiştik. O zaman, yaz olması lazım, önümüzdeki sezona iyi girecek bir takıma sahiptik, ama NBA lig ofisindeki Russ Granik tarafından arandım. Bana Kanada'da açılacak olan bir kulüple ilgilenir miyim diye sordu. Ben de "Pek sanmıyorum" cevabını verdim.

Jackson: Arthur ile St. Louis'te tanıştı, tekrarlamam gerekirse; çünkü Milli takım ile yaz kampındaydım ve oraya uçtum. Birkaç saatliğine buluşma imkanımız oldu ve onunla görüşmemin ardından, fikri daha ilgi çekici bulmaya başladığımı söyleyebilirdim.

Steve Daniel, baş istatistikçi (1995-2001): Bunun ne kadar eğlenceli olabileceğini tahayyül edemiyordum. Nasıl bir işe giriştiğimizi bilmiyordum. Grizzlies ekibi çok az kişiden oluşuyordu. Beş kişiydik. Her zaman ufak bir gruptuk ama iyi insanlardan oluşan bir grup.
Bu beni başlangıçta şaşırtmıştı. Hazırlıklı olduğumuzu söyleyemem.

Lionel Hollins, asistan koç (1995-2000): 7 sezonda ortalama 53 galibiyet almış bir Phoenix'ten geliyordum, yani buraya gelmek ve Suns'taki oyuncularda görmediğim bir heyecana şahit olmak, ikinci kez düşünmemize sebep bırakmıyordu; şimdi onların gelişim kaydetmesi için uğraşıyor ve iyi oyuncular haline gelmelerini umuyorduk.

Brian Winters, baş antrenör (1995-1997): Koçluk yapmak, koçluk yapmaktır; sadece rekabet etmeye makul bir NBA takımıymışız gibi bakmamızı sağlayacak bir oyun sistemi yartmaya çalışırsınız; ve açıkça bilirsiniz ki, günün sonunda, elinizde tonla galibiyet yoktur: Olacağı budur.

Noah Croom, asistan genel menajer (1995-2000): Sistem, genişleme takımlarının elini-kolunu bağlamak üzere tasarlanmıştı. Orlando'nun katılımına dek gider, iki draft hakkınız olur, takım sahipleri üzgündür, ya da en azından aidatlarını ödemeyi bir şekilde istemedikleri için mutsuzdur ve genişleme takımları ilk zamanlar bu kadar "başarı" kazanabiliyordu.

Winters: Muhtemelen elimiz-kolumuz bağlıydı, ama takım sahibi buna razıydı. Bir genişleme takımı istemişlerdi, o zaman buna razı olacaklardı. Benlik bir şey yoktu, ama bu bir kulüp inşa etmeyi imkansız hale getiriyordu, bu uzun zaman alacaktı.

Griffiths: Eşit şartlardaki bir ortakmış gibi çek yazma fırsatımız vardı güya, ama öyle değildik. Bize salary cap'in hepsini kullanma imkanı verilmedi, draftta en iyi oyunculara... erişme imkanı verilmedi, ve basketbolda anca bu kadar oluyor.

Jackson: Bahane üretmek istemezsiniz. Kurallar, NBA tarafından belirlenen kurallardı. Demek istiyorum ki, bugüne kadar yapılan en kısıtlayıcı genişleme kuralları olduğunu kimsenin iddia edeceğini sanmıyorum. Kolaydan daha zora gittiler, ve sonra yine daha kolaya döndüler.



Başlangıç sezonlarında Grizzlies, 1995 draftında 6. sıra ile ödüllendirildi ve Oklahoma State'ten 2.13'lük pivot Bryant Reeves'i seçtiler. 

Jackson: Bir takım inşa ediyorsanız, şans faktörü de yanınızda olmalı, ve maalesef bizim için --Toronto'yu da ekleyebilirim-- o yıl kötü şans bizimleydi. O draft için "beş oyunculuk draft" diyebilirim. Joe Smith vardı, 1 numara, ki aralarından en kötü kariyer onunkisi oldu; ilaveten Jerry Stackhouse, Rasheed Wallace, Antonio McDyess ve Kevin Garnett vardı. Onların dördü de All-Star oldular.
İlk drafta dönüp baktığımda, oradan dört tane All-Star çıkacağını bilemezdim. Bu, kurallar tarafından bize gelen kötü şanstı.

Winters: Reeves dört yıllık bir kolej oyuncusu olarak geliyordu, bir pivottu ve bizim pivotumuzdu. Posttan oynamaya çalıştık, onun gücünü kullanmaya... O güçlü, sağlam bir çocuktu, iyi bir sağ hook'u vardı ve çember civarında el hassasiyetine sahipti. Onu belli bir şekilde kullanmalıydı. Şu dönemde, üç sayının daha yaygınlaşmasıyla, Bryant Reeves gerçekten sıkıntı çekebilirdi, çünkü postta çok fazla pick-and-roll ve hareket yapılıyor. Ama o böyle biriydi, siz de ona göre oynamalısınız.

Jackson: Uygun durumdaki en iyi oyuncuyu almak istersiniz, ve biz kulübü başlatırken kuvvetli hissediyorduk; bir ön alan oyuncusu almak, ofansif açıdan merkez belleyeceğimiz bir oyuncu, öncelik listemizde üst sıradaydı. Bizim aklımızda, kendisi alabileceğimiz en iyi pivottu.

"Ona neden Big Country ("Büyük Arazi")dediklerini anlayabilirdiniz. O içerde tam bir taşra adamıydı, aklında basit şeyler vardı, balığa gitmeyi severdi, pazarları kiliseye giderdi, gerçekten mütevazı biriydi." Larry Riley, dönemin Grizzlies baş scoutu.

Milt Palacio, oyun kurucu (1999-2000): Çok sessizdi. İşe gelirdi, işini yapardı. Soyunma odasında harika biriydi, her zaman milleti motive etmeye çalışırdı. Kulübün vitrindeki ismi olduğu sürekli aklının bir köşesindeydi.

Antonio Daniels, oyun kurucu (1997-1998): Ona baktığınızda, kesinlikle onun hakkında ne düşünüyorsanız, oydu.

Ona bakınca, çok tatlı konuşan dev bir ayıcık görüyordunuz, dünyanın en kibar insanı. O kesinlikle buydu.

Reeves, en cool kişiydi. Ne çok yükselir, ne çok düşerdi. Davranışları gibi gözükürdü.



Daniel: Bir buçuk yıllığına iyiydi. Boston'da 41 sayı attı ve sonraki yıl ve biraz daha sonrasında gayet iyiydi. Sonra onunla basın toplantısında büyük boyutlarda bir çekin de yer aldığı büyük bir kontrat imzaladılar.O Boston maçından sonra, oldukça iyiydi.

Sonra birden kendine bakmamaya başladı. Onu Memphis'te son gördüğümde, koridorda zorla yürüyordu.

Jackson: Alçak posttan skor bulma yeteneğine sahipti, yeterli bir pas becerisi vardı... ve iyi bir fiziği vardı.

NBA genişleme draftında, her takımın Grizzlies ve Toronto Raptors'dan koruyabileceği 8 oyuncusu vardı. Grizzlies, New York Knicks'ten yetenekli ama dengesiz oyun kurucu Greg Anthony'yi ilk tercih olarak seçti, ama o ve Blue Edwards, Vancouver'ın 13 tercihinden, bir yıldan fazla takımda kalan yegane iki oyuncu oldular.

Jackson: Uzun vadede, çoğunun üç yıldan uzun süre bizimle olmayacağını hissediyorduk. Gidebilirler diyorduk, kendi kendimize; ama biz gerçekten, tecrübeli oyuncuların desteklediği genç oyuncularla işe girişmenin önemli olduğunu hissediyorduk.

Hollins: Genişleme böyle bir şeydi. Bazı isimlere sahiptik, ama ille de büyük oyuncular olması gerekmiyordu ve bizim elimizde ilerde yıldız olacak oyunculardan oluşan bir temel yoktu; biz de bir yerden başlama çalışıyorduk.
Winters: Bu oyuncular ya kariyerlerinin sonuna doğru gelen tecrübeli oyuncular, ya da draft edilen fakat pek memnun kalınmayan isimlerdi.

Daniel: Lawrence Moten ve geri kalan isimler, bu oyuncuların hepsi, tek boyutlu oyuncular gibi gözüküyordu. Gerçekten iyi insanlardı, ama iyi insanların sizi başarıya götürme garantisi yoktur.

"Bütün olay hakkında olumlu hissediyorum. Bu şehir basketbola aç, ve bizim elimizde gençlikle tecrübenin bir araya getirdiği bir karışım var. Umuyoruz ki, bazı insanları şaşırtacağız." Byron Scott, 1995.

BÖLÜM 2: İlk yıl iyimserliği

Vancouver Grizzlies tarihinin zirve noktası, 5 Kasım 1995'te yaşandı. İlk galibiyetlerini deplasmanda Portland Trail Blazers'a karşı almalarının ardından, GM Place'de Minnesota Timberwolves'la oynadılar. Uzatmada rüzgar tersine dönmüştü; üç şampiyonluk görmüş Byron Scott bir floater denemesinde bulunup kaçırdı. Ama henüz kariyerindeki 17. maça çıkmış olan Chris King, zaman sona ererken ribaundu aldı ve sayıyı yaptı.

Sonra Grizzlies 19 maç üst üste kaybetti.

Hollins: Yakın geçen bir maçtı ve gerideydik; Chris King'in son saniyedeki sayısı maçı kazandırdı ve 2-0 olmuştuk: Herkes heyecanlıydı.

Croom: Harikaydı, evdeki ilk galibiyet ve uzatma, unutulmayacak anlardı.

"Kolejdeki 4 yılım da Wake Forest'ta geçmişti ve böyle bir şey yaşamamıştım. Her zaman olmasını istemiştim, ama hiç olmamıştı. Sanırım hayallerim gerçek olmuştu." Chris King, forvet, 5 Kasım 1995.

Rich Manning, pivot (1995-1997): Hâlâ duvarımda asılı olan bir fotoğraf var. Heyecanın en üst seviye olduğu andan, herkes bağırır ve çığlık atarken. Bu inanılmazdı.

Croom: Portland'daki ilk maçı hatırlıyorum, Trail Blazers'ı yenmemizi; ve sonra gelip evde Timberwolves'u uzatmada yenmemizi. İnsanlar artık işimizin kolay olduğunu düşünüyordu. Ama açıkça, öyle değildi.

Hollins: Belki çoğu genişleme takımı kadar kötü olmayacağımızı düşünmüştük ve birden işler değişip arka arkaya 19 kez yenildik. Yani çoğu genişleme takımı kadar kötüydük.

Winters: 20 maçın 18'ini kaybettiğimiz bir serimiz vardı, bu her neyse, herkes neden böyle olduğunu merak ediyordu. NBA zor bir yer, kimse size rahat bir maç yüzü göstermez. Rekabet seviyesi yüksekti ve biz basitçe, yeteneksiz bir takımdık.

Hollins: Charles Barkley, Michael Jordan, Shaquille O'Neal ve Kobe gibi oyuncuların bu şehre gelmesi yönünden, insanlar onları izlemek adına heyecanlıydı. Bu açıdan, taraftarlar için kesinlikle heyecanlı bir tarafı vardı bu işin.

Manning: Birçok taraftar için bu, tarih yazmakta olan bir takımı yakından görmek için ilk fırsattı. Oğlumun lise basketbol takımında asistan koçum, ve bana Michael Jordan'a karşı oynayıp oynamadığımı soruyor.

Eğer Grizzlies'in en akılda kalan galibiyeti ilk iç saha maçları idiyse, en akılda kalan mağlubiyetleri de muhtemelen o 19 maçlık mağlubiyet serisindeydi. Günlerden 30 Kasımdı, ve Michael Jordan'lı Chicago Bulls şehirdeydi. Bulls normal sezonda 72 galibiyet alıp sonunda şampiyonluğa ulaştığı yolda ilerlerken, Grizzlies maçın bitimine 9 dakika kala, 12 sayı öndeydi. Tam da o ara, Grizzlies'in yedek oyun kurucusu Darrick Martin, Air Jordan'a trash talk yapmaya karar vermişti...

Daniel: Darrick Martin'in Bulls benchi tarafından tepki aldığını gördüm, ama ne dediğini duymamıştım. Ama benche geldiğinde Jordan'ın reaksiyonunu gördüm. Benche geldiğinde kafasını iki yana salladığını görebiliyordum. Scottie Pippen ve diğerleri de oradaydı. Bunları yapmak isteyeceğiniz bir takım değillerdi.

"Darrick Martin yaz boyu Michael Jordan'la birlikteydi; o, Space Jam'de yer alanlardan biriydi. Darrick filmin onları bir nevi arkadaş haline getirdiğini düşünmüş olmalıydı, çünkü bütün yaz beraber takılmışlardı ve Darrick de bunun ona trash talk yapma hakkı verdiğini düşünüyordu. Darrick --açıkça ne söylediğini belirtemem ama-- bağırmaya başladı: 'Ah, Mike, bu akşam olmayacak Mike!' Ve onların benchine koşup yine bağırdı: 'Sizi yeneceğimizi söylemiştim Mike!'" Antonio Harvey, gazeteci, 2014.

Winters: Çok talihsizdi (gülüşmeler). Tam olarak bunları mı söyledi bilmiyorum ama, Michael Jordan'a bir şeyler dedi, ve Bulls o akşam biraz ağırdan alıyordu ve biz de iyi oynuyorduk. Hatırladığım, Michael'ın son çeyrekte 25 sayı falan attığı.
Byron Scott onu savunmaya çalışıyordu, ve ben içimden "İşi bayağı zor" diyordum; ama Darrick ona bir şeyler söyledi ve Michael da maçı kazandırmasının ardından bizim benche doğru gelip parmaklarını sallayarak "Bir daha benimle böyle konuşmayın" dedi. O bir maç daha kazanmıştı, biz de bir maç daha kaybetmiştik.

1995-1996 derecesi: 15-67.
Ortalama seyirci: 17.183.

BÖLÜM 3: Kayıp fırsatlar (1996-1999)



Sonraki sezonlarda da aynı senaryo yaşandı. Her yeni sezonda yüksek umutlarla bir kolej öğrencisi draft edildi (ama lig kuralları gereği hiç üst sıralardan olmadı). Grizzlies çift haneli mağlubiyet serilerinden önce yalnızca sezon öncesi hazırlık maçlarında alınan galibiyetlerle taraftara ümit verdi.  

Big Country'nin temel olduğu yapıda, Grizzlies, 1996 draftında 3. sıradan 19 yaşında Shareef Abdur-Rahim'i seçecekti ve o da ilerde takımın gelmiş geçmiş en skorer oyuncusu olacaktı.

Palacio: Shareef tam bir canavardı. Top hassasiyeti olan, yetenekli şut atabilen bir 4 numara. Bir genişleme takımında oynuyorsanız, gözler her akşam sizin üzerinizdeyse, işiniz zordur: Reef için de böyleydi.

Daniels: Reef çok sessiz biriydi ve Shareef hakkındaki en çılgın şey, eğer dizleri o halde olmasa ne kadar üst düzey olabileceğiydi. Shareef bir saf yetenekti ama en tepeye çıkamadan vücudunun onu yarı yolda bırakması büyük bir şanssızlıktı.

Grant Long, forvet (1999-2002): Bence o fenomen bir oyuncuydu, karakter olarak da keza. Tepeden tırnağa A kalite bir adamdı. Çok çalışan biriydi, harika bir arkadaş ve takım oyuncusuydu, her zaman öğrenmeye niyetliydi. California'dan erken yaşta gelmişti ve Grizzlies'te önemli bir oyuncu konumunda olsa da, hâlâ öğrenmeye uğraşan bir oyuncuydu. O, salonun bir tarafında çalışırdı, ben de diğer tarafında olurdum, ama çalışmamızı aynı yerde tamamlardık; sohbet ederdik, benden oyunla ilgili bir şeyler kapmaya çalışırdı. Hâlâ öğrenmek için uğraşırdı, bir süperstar olsa bile, ve ben her zaman bu yönünü takdir ettim.

Daniel: Gerçekten çok iyiydi, ama rahat biriydi bir yandan. Onun gibi biri ve Kevin Garnett arasındaki fark, sanırım her şeyden çok tutkuyla alakalı. Shareef gerçekten iyi olmak istiyordu, ama zirveye çıkmak için bazı eksikleri vardı.



Abdur-Rahim Vancouver'da bir yıldız yolma yolunda ilerlerken, 1996 draftında taraftarların açık şekilde dikkatini çeken bir oyuncu daha vardı. Victoria'da (Kanada) büyüyen Steve Nash, Phoenix Suns'ta kendine bir isim yaratmaya çalışıyordu, ve birçokları, kariyeri boyunca beklentileri aşmakla uğraşacak oyuncunun takas edilmesini umuyordu. 

14 Kasım 1996'da GM Place'teki taraftarlar hareketliydi; NBA'de ilk 5 çıktığı ilk maçta Vancouver Grizzlies'e 92-89 yenildikleri maçta 17 sayı-12 asistle oynadı. 
Griffiths: Steve'le imzalamak, taraftarları ayağa kaldırırdı. Steve'i görmek için çok heyecanlıydılar, özellikle kariyerinin o safhasında. 

Jackson: Mümkün olduğunca yukarıdan seçim yapmak istiyorduk. Steve kolejde iyi bir oyuncuydu, bu açıktı; ama aklımızda, ve NBA'deki çoğu kişinin aklında Nash, draftta seçilecek bir oyuncu değildi. Diyeceğim, draftta yapmaya çalıştığınız şeylerden biri, bir all-star oyuncu kapmaya çalışmaktır; Steve daha çok olgunlaştı.

Croom: Gerçekten sonraki yıllarda takas yoluyla Nash'i almaya çalıştık. Ama bence Vancover'a gelmemek, Steve Nash için en iyisi oldu. Uzun ve başarılı bir kariyeri oldu: Kısmen ilk zamanlar üstünde çok baskı hissetmeyeceği bir pazarda oynaması sebebiyle, ek olarak da Jason Kidd ve Kevin Johnson'ın koruması altında olduğu için

NBA'de 17 yıl oynadı, ve eğer Vancouver'a gelseydi, erken dönemde her akşam 35-40 dakika oynayacaktı ve sizi temin ederim ki, böylece o sahip olduğu uzun ve başarılı kariyere sahip olamazdı. Tek başına bizim kaderimizi ciddi şekilde değiştirebilecek olduğunu sanmıyorum. Kendi hızıyla gelişmeyi becerdi... ve bu onun için harika oldu.

İkinci sezonun ortaları gibi, takım 8-35'lik dereceye sahipken, Stu Jackson baş antrenör Brian Winters'ı kovdu ve sezon sonuna dek koçluk görevini üstlendi. Sonraki sezon Jackson, yetkileri eski Orlandı Magic koçu Brian Hill'e devretti.



Winters: İkinci yılda daha genç bir takım vardı. İlk yıldakinden daha gençtik ama bu gidişatı zorlaştıran bir şeydi. Shareef'i draft ettik, ama sadece 19 yaşında olmasına rağmen ilk 5 başlayıp takımı taşıyacaktı; ama işler böyle yürümüyor. Ne kadar yetenekli olursa olsun, 19 yaşında bir oyuncu, takımı taşıyamaz.

Jackson: O dönem takımın biraz bitkin olduğunu hissettik, ikinci yılında bir takımda olması gerektiği gibi yeterli çabayı sahaya koyamıyorduk. Oyunculardan kişisel gelişim göremiyorduk, en azından bunun olmasını umuyorduk.

Winters: Stu yılın geri kalanında takımın başına geçti ve, dürüst olmak gerekirse, benden daha fazla maç kazanamadı.

Daniels: Her zaman söylüyorum, eğer geri gidip bir şeyi değiştirecek olsaydım, çaylak sezonumu oturup izleme imkanı bulmak isterdim, böylece NBA seviyesinde olmak için ne gerektiğini izler ve öğrenirdim.

George Lynch, forvet (1996-1998): Her yıl bir koç değişikliği, e bu da işleri zorlaştırır. Koç değişiklikleri ve farklı oyun felsefelerine maruz kalırsanız, bu tecrübeli oyuncular için iyidir, ama siz gençsiniz ve her koçun ayrı felsefesi var... bu zor olabilir.

Roy Rogers, pivot (1996-1997): Taraftarlar zorlanıyordu. Oyuncular daha da zorlanıyordu. Bu alışık olduğumuz bir şey değildi, ve hoşumuza da gitmiyordu. Ancak buna alışık bir şekilde büyüdüyseniz ya da sizi çok yormuyorsa, dayanmanız gereken bir gün geliyordu. Bu, nasıl açıklayacağını bilmediğiniz şeylerden biri; ama öyle bir şey ki, sizi içten içe yiyip bitiriyor ve hayatınız boyunca etkisini üstünüzden atamıyorsunuz. Eve gidiyorsunuz ve yemek her zamanki gibi kokmuyor. Kazanıyorsanız, yemek her zaman daha güzeldir.

Hollins: Oyun stilimiz şöyleydi: Eğer skor 80'lerde ise, kazanma şansımız oluyordu. Sayı atamıyorduk. Şutları sokamıyorduk. Savunmamız fena değildi, ama oynadığımız takımlar ilk 3.5 çeyrekte ikinci viteste giderken, sonra beşinci vitese geçiyorlardı ve maçı kazanıyorlardı. Her şekilde kaybedebiliyorduk. 51 sayıyla maç kaybettik.

Daniels: İlk iki maçımızı kazandığımızı hatırlıyorum. O günlerde soyunma odasında röportajlar verdiğimizi ve playofflar hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum.

Sonra arka araya 13 maç kaybediyorsunuz. İçinde bulunduğunuz vaziyet hakkında konuşmak istiyorsunuz... tam bir sefalet.



Bölüm 4: Kanada yok




Takım kadrosu tamamen Amerikan oyuncularla doluydu ve bazıları, farklı yaşam tarzı yüzünden 49. paralelin kuzeyinde zorluk çekiyordu.

Bazıları televizyonda ESPN'i ya da gevrek reyonunda Cap'n Crunch'ı bulamadığından şikayet ederken, bir kısmı da şehri iyi hatırlıyordu. 

Jackson: Oyuncular için bu kültürel bir mesele değildi, daha çok, bir ekonomi ve yaşam tarzı meselesiydi.

Lynch: Yağmur yağdığında güzeldi aslında.

Mike Bibby, oyun kurucu (1998-2001): Ben oradayken çok yağmur yağardı. "Aman tanrım, her gün yağıyor" diyip duruyordum.

Long: Şöyle diyeyim, Vancouver'da 100 gün kaldıysam, 80'i yağmurluydu. Ama buna dikkat etmezdin, yine de harikaydı! İnsanlar yine de pusetlerinde bebekleriyle yağmurda dolaşıyordu. Her dışarı çıktığımda yanıma şemsiye almamın sebebi vardı, ve "Buna değmez" derdim. Yağmur yağacağını bilmeme rağmen arabamı yıkardım, yağmur yağmasına rağmen insanları Stanley Park'ta görürdüm; bir süre sonra yağmura kayıtsız hale geliyordunuz. Oradaki kültürün bir parçasıydı ve buna alışıyordunuz.

Hollins: Vancouver harika bir şehirdi, ABD'deki tüm şehirlerden farklıydı. Kozmopolit ortam, dünyanın her yanından insanlar, müthiş restoranlar.

George Lynch: Gümrük sorunu biraz can sıkıyordu. Washington'da durup, eşyaları gümrükten geçirip, ondan sonra Vancouver'a uçabiliyorduk. Oradayken oyuncu olarak Vancouver'ın tadını çıkaramıyordunuz; çünkü daima maç yapıyordunuz ve deplasmanlar için başka bir şehre uçma durumundaydınız, ve sezon bittiğinde, şehirden ayrılıyordunuz. Bu durum yüzünden hoş karşılanmadığınızı hissediyordunuz ve şehirle gerçekten bütünleşemiyordunuz.

Mike Bibby: O yaşta başka bir ülkeye gitmek biraz korkutucu. Çabuk büyümek zorundaydım. 19 yaşındaydım, 20'ye yeni girecektim, çocuklarımla birlikte başka bir ülkeye taşınıyordum. Bu manzara beni korkutuyordu.

Manning: Oklahoma hakkında endişelenen çocuklar da var, Vancouver daha fazla para öderse, piyasa değerlerine ulaşamayacaklarını düşünüyorlar. Her oyuncu değeri kadar para kazanmak ister. Eğer daha fazla vergi ödeyecekseniz, daha fazla para kazanmak istersiniz.

Hollins: Basın odasına geldiğimizi ve oradaki bütün televizyonlarda hokey maçlarının açık olduğunu hatırlıyorum. Bir tane bile NBA maçının açık olduğu televizyon yoktu. Çok garipti. Kanada'da ESPN yoktu. TSN bir sürü curling maçı gösteriyordu. Bizim için alışma meselesiydi. Nerede, sezon sırasında ülkenin bir numaralı sporu olan NBA; nerede hokeyin 1 numaralı spor olduğu ve curling gibi bir sporun bile basketboldan önde olduğu Kanada.

Jackson: Amerikan oyuncular, pek bilmedikleri bir yerde oynamak konusunda endişeliydiler. Amerikanlardan utanıyorum, önyargı sahibi Amerikanlardan utanıyorum.

Long: Ama insanlar böyleydi işte. Ben ve ailem için harika bir deneyimdi. Vancouver'daki kadar hiçbir yerde toplu taşımayı bu kadar kullandığımı sanmıyorum. Harika bir şehirdi, harika insanlar aynı zamanda.

Croom: Oyucuların çoğu gelişmiş zevklere sahip değildi ve ABD dışında pek zaman geçirmiş değillerdi. Onları Vancouver'a gelmeye ikna etmek zordu.  O yıllardan edindiğim tek bir tecrübeden bahsetmek gerekirse... birçok oyuncu Vancouver'a gelmeyi özlüyor, birçok oyuncu Vancouver'da bir NBA takımı olmamasına hayıflanıyor. Burada belli zaman geçirmiş herkes burayı sevmişti.

Rogers: Vancouver'da inanılmaz güzel zaman geçirmiştim. İki yıl önce ailemin evindeki eski bir dolabı temizlerken, bir maçlarına gidip soyunma odalarına uğrayıp tanıştığımda verdikleri ve hâlâ arada sırada giydiğim bir Vancouver Canucks forması buldum.

O günü asla unutmayacağım, soyunma odasına gittim, ve Pavel Bure ile tanışma imkanı buldum, çünkü onun harika bir oyuncu olduğunu düşünüyordum.

Eğer Vancouver hakkında bir önyargı varsa, bunu kimse 1999 draftında Grizzlies tarafından seçilen Maryland guardı Steve Francis kadar hissetmemiştir. Francis, Grizzlies ile anlaşmayı reddetti, sonucunda Vancouver'ın NBA'in bataklığı olduğunu tescilleyen (Houston Rockets'la yapılacak) takas için inat etti.



Jackson: O gün itibariyle onun en değerli oyuncu olduğunu düşünüyordum -- ki hâlâ öyle düşünüyorum. Genel menajer olarak takım sahiplerine karşı sorumluluğunuz vardır, hedefleriniz, camianın değerine eklenir. Steve Francis'i seçmiştik ama onun burada oynamak istemediğini anlamıştık; o, bu takıma gelmek istemeyen ilk oyuncu değildi, ama o şüphesiz, bunu çok bariz, çok gözle görülür şekilde dile getirmişti.

Bibby: Sanırım Vancouver 3 ya da 4 yıl arka arkaya oyun kurucu seçti draftta. Francis "Ben bir oyun kurucuyum ve beni seçtiler" dedi. Muhtemelen "Ben 2 numarada oynamak istemiyorum" diye düşünüyordu.

Daniel: Onun burdaki halini tasvir etmesini alın, üçle çarpın; işte o kadar kötüydü.

Jackson: Vaktiyle çoğu kişiye olduğu gibi, onun da burayı seveceğini hissetmiştik. Ama bu olmadı, ve bunu yüksek sesle dile getirdi; bu, kulübün dikkatini dağıttı, ve sonuçta onun takasına giden yolu açtı.

Long: NBA'de draft edilmiş bir oyuncunun, nasıl olup da "O takım için oynamam" diyebileceğini aklım hiç almadı. Eğer ben bir genel menajer olsam, onu NBA'de hiçbir takımda istemem.

Griffiths: Draft seçimlerinden bazıları gerçekten kötüydü. Francis tam bir zayiattı.

Jackson: Geri dönüp bakınca, her şeyi bir daha yapma fırsatım olsa, yaptıklarının hesabını sorardım. "Seni takas etmiyoruz." Ama bunu sonradan anladık, ve bizim vizyonumuz bu konuda her zaman belliydi.

1996-1997: 14-68. Ortalama seyirci, 16.571.
1997-1998: 19-63. Ortalama seyirci, 16.108.
1998-1999: 8-42. Ortalama seyirci, 16.718.



Bölüm 5: Uzun veda (1999-2001)




Vancouver Grizzlies boş yere çırpınırken, bazıları bir fırsat gördü. Tribünler boş ve Kanada doları da düşüşteyken, bir grup Amerikan yatırımcı bir NBA kulübünü işleri düzeltmek için bir vasıta olarak gördüğü için, konu hakkında araştırma yapmaya başladı. Wal-Mart mirasçısı Nancy Walton'ın eşi Bill Laurie, birçoklarının şüpheyle baktığı şekilde, takımı satın alıp St. Louis'e taşımak istediğini belirtti.

NBA bunu reddetti ve takımın sonraki sezon da Vancouver'da kalacağı şekilde işler ayarlandı. Sonra Grizzlies, batmak üzere olan şirketleri üç kuruş karşılığında elde eden Illinois'li Michael Heisley tarafından satın alındı. 2014'te ölen Heisley, Vancouver'da --bir iç saha maçında O Canada'yı söyleyecek kadar ileri giderek-- bir "kazanan" yaratmak istediğini belirtti ama takım, 2001-2002 sezonunda Memphis'e taşındı. 

Jackson: Dövüşün ortasındayken, o kadar odaklanmazsın... Uyaran işaretlere dikkat etmemiştim açıkçası, ama iyi bir takım yaratmaya çalıştım.

Long: Bill Laurie bizimle tanışmaya geldi, şu, şu ve şu olacağımızı söyledi ve sonra 1-2 zayıf pas verdi ve artık takımı almıyordu.

Barnes: Bu adamı NBA buldu. Vancouver'da salondayken, takımı resmen satın almamıştı, Brian Hill'le birlikte yürüyordu ve kameralarımızdan biri... Brian Hill, Laurie'ye "Hey, St. Louis'deki salon nasıl bir şey?" diye sorarken yakaladı. Güzel, peki Bill Laurie onları burada tutmak istiyorsa, bunu neden sorsun? Bu açık bir sırdı, ve NBA bunu kabul etmeyecekti.

"Komite, Vancouver ve taraftarlarına Grizzlies destekçileri olmak için yeterli zamanı tanımadığı gerekçesiyle, yapılan anlaşmaya hazırlandığı şekliyle onay vermek istemiyordu, ve Mr. Laurie'nin St. Louis'ye olan ilgisi ışığında anlaşmanın taraflarına, diğer şeylerle birlikte bu endişesini de dile getirdi."
Russ Granik, NBA komisyoner vekili 

24 Ocak tarihinde, Orca Bay, Grizzlies'in yeni sahibini duyurdu -- Michael Heisley, takımı Vancouver'da tutacağını garanti eden bir Amerikan işadamı. 



"Vancouver'ın birinci sınıf bir NBA kenti olacağı konusunda çok iyimserdik. Bence harika bir takım sahibi elde ettiler, ve bence çalışmaya niyetli biri, ve diğer NBA kulüpleri gibi başarılı olmaması için de bir sebep göremiyorum. Eğer elimde olsaydı, eğer evrak işlerini halledebilseydim, Bay Heisley'nin başvurusunu daha çabuk işleme alabilirdik..." David Stern, NBA komisyoneri, 2000.

Long: Takımın taşınabileceğini bilmiyorduk, ve sonra David Stern'in "takımı kim alırsa alsın takımı başka şehre taşıyamayacağını" söylediğini öğrendik, böylece yerimizde kaldık. David Stern konuştu, ve bunu söylediğinde, kanun hükmünde sayılırdı.

Daniel: Heisley takımı aldığında, şehirde kalma niyeti olmadığı belliydi.

Jackson: Takım sahibinin değişeceğiyle ilgili iddialar çıktığında, beni kaygılandıran kısmı, gelen kişinin takımı Vancouver'da tutmak isteyip istemeyeceğiydi. Maalesef, en büyük korkum gerçek oldu.

Daniel: Çevremizdeki insanlara ve bu grupla görüşmemize dayanarak, hiçbir şekilde takımı Vancouver'da tutma niyeti yoktu, ki bu korkunçtu. Hayatımda bulunduğum en kötü görüşmeydi.

Heisley takımı aldığında, aralarında Dick Versace, Tom Penn, Chuck Daly ve daha birçok kişinin bulunduğu bir grupla birlikte aldı. Personelden yedi kişiyi kahvaltıya davet ettiler. "Hey, bizimle beraber Waterfront Hotel'e kahvaltıya gelin" dediler.

Oraya gittik ve orada bir odada, yedisi de birer koltukta oturuyordu ve bizim için koltuk yoktu. Bir saattir falan oradalardı. Önümüzde kahvaltı tabaklarıyla oturup ne iş yaptığımızı sorarken bizi ayakta duran barbekünün önünde sıraya sokup tek tek her birimize ızgara yaptılar.

İşte şimdi işiniz için endişeliydik. Ne yapmak istedikleriyle ilgili harika bir başlangıçtı. Makul miktarda bir şok duygusuyla oradan ayrıldık. Hepimiz gittik ve içmeye oturduk. Saat henüz 11'di. İşte bize kendilerini böyle sundular.

Jackson: Kesinlikle, sizi şüpheye sevk edecek işaretler ortadaydı.

Barnes: Bence insanlar Michael Heisley'nin samimi biri olduğuna inanmak istedi. NBA buna inanmak istedi. Ama kesinlikle öyle biri değildi. O da Bill Laurie gibiydi, Laurie'den çok daha sinsi olmasının haricinde, ve zamanla Memphis için de yapacağını yaptı; neredeyse NBA'in bu noktada yıpranmış olduğunu düşünüyordum.

Sahanın dışında bu kadar drama varken, Grizzlies çırpınmaya devam ediyordu. Takım 1999-2000 sezonuna 3 galibiyet ve 3 mağlubiyetle başladı, ama ardından takım 11 maçlık bir yenilgi serisine yakalandı ve bu seri, 2.5 yıldır takımın başında olan Brian Hill'in sonu oldu. Yerine, kuruluşundan bu yana takımla birlikte olan Lionel Hollins getirildi.

Long: Ekibimiz, yaptığımız işe güvenmeyecek noktaya gelmişti. Bu koçun tepkisi değildi, ama bu kadar çok maç kaybedince, siz de "Acaba doğru yolda mıyız?" diye sormaya başlıyorsunuz.

Lionel buradaki adamlardan biriydi, NBA'i anlıyordu, zaten eski bir oyuncuydu da, birçok oyuncuyla arası iyiydi ve ne noktada olduğumuzu söylüyordu; bazı olumsuzluklar olacak elbet. Anladığımız dilden konuşuyordu, ve bize sezonun geri kalanında yardımcı oldu.

Takım, Hollins'in idaresi altında bir parça gelişim gösterdi, ve sezonu galibiyet sayısında kulüp rekoru ile bitirdi. Maalesef, --grupta sonunculuğu getiren-- bu 22 sayısı ve 16.718'den 13.899'a düşen ortalama bilet satış sayısı, lig genelinde sondan üçüncü sıradaydı.

Bibby: Bence değişiklikler bize etki etmemişti. Ama taraftarlar etkilenmişti ve bu bize tesir etti. Oraya çıkıp işimizi yaptık, ama tribünlerde kimse yoktu.
Çok maç kaybettik. Herhalde bıraksalar maçlara da gelmezdim.

Long: Elde ettiğimiz derece, yetenek toplamımızın karşılığı değildi. Elimizde Shareef vardı, Mike Bibby vardı, Dickerson, Big Country. Kaliteli bir grup oyuncusunuz. Gençken, o kadar genç değillerdi; nasıl oynadıklarını anlamışlardı ve çok yetenekli oyunculardı. Bu adamlarla 10-12 maçlık mağlubiyet serilerinin gerginliğini yaşamak şaşırtıcıydı. "Şu yüzden bu takım bu halde" diyecek bir şey olduğuna inanmıyorum.

Griffiths: Takımı iyi şekilde pazarladık, salondaki atmosfer fena değildi, şov harikaydı, ama sonuçta olay kazanmaya bağlı.  Doğru oyuncuları ve kimyayı bulmakta zorlandık.

Bibby: Toronto kadar heyecan verici değildik. Onların Vince Carter'ı vardı. Bizde çemberin üstünde uçan adamlar yoktu. Bu, maçlara gelen insanlar açısından da bizim canımızı sıkıyordu.



2001: Genel menajer Jackson ve koç Hollins'in yerlerinin Billy Knight ve Sidney Lowe'la değiştirildiği bir off-season'ın ardından, Grizzlies çırpınmaya devam etti, ve seyirci sayısı da ligin diplerinde gezmeye devam etti. Heisley takımın o sezon 40 milyon kaybedebileceğini söyledi, ve NBA'den başka şehire taşınmak için keşif izni aldı.

Bazıları takımın bu kadar çok kaybetmesine şüpheyle bakarken, bazıları da Heisley'nin kurumsal destek ve taraftar desteği sağlamak için yeterince çaba göstermediğini savunuyordu, ki takma yakın kişiler de maddi açıdan sorunlar olduğunu doğruluyordu.  

Croom: Talihsizdi. O zaman ekonomi de iyi durumda değildi. Dollar 65 sentti ve sponsorluk ve bilet gelirlerini Kanada doları ile alıp, oyuncuların ücretlerini Amerikan doları ile ödemek, sıkıntı yaratıyordu. Bu durum devam edemezdi, bir şeyler verilmeliydi. Bence bu her şeyden evvel, sapmaya sebep oldu. Dolar eşit olsaydı, işler farklı olabilirdi. Seyirci sayısı iyiydi, hesap-kitap fena değildi, ama ABD doları bazında baktığımızda, durum gerçeği yansıtmıyordu. O açıdan bakınca, işler kötüydü.

Jackson: Üç mesele vardı: Toronto'da olduğu gibi mevcut kurumsal destek eksikliği. İkincisi... dolar ve döviz kuru. Sadece en yüksek oyuncu ücretini Amerikan doları ile ödemek bile sizi kaybetmekten beter hale getiriyordu. Zamanında, Toronto ile karşılaştırıldığında, yerel yayıncılık faaliyeti anlamında gerideydi. Bunlar sürdürülebilirliği belirleyen üç ana başlıktı.

Hollins: Belki de kulübü başka bir seviyeye taşıyacak bir yöne gittiğimizi düşünüyorduk. Maalesef takım sahibi değişiklikleri ve kendi

Daniel: Memphis'e taşındığımız gibi her şey değişti. Bir güney kültürü geliştirdiler. Vancouver'da yapmadıkları her şeyi yaptılar. Bu yüzden kaldım. Birinci sınıf bir organizasyon haline geldiler.

1999-2000: 22-60. Ortalama seyirci: 13.899.
2000-2001: 23-59. Ortalama seyirci: 13.737.



Bölüm 6: Grizzlies 2.0? (2001-Günümüz)

Vancouver'daki Grizzlies deneyimi 6 yılın ardından sona erdi ve makul miktarda iz bıraktı. Bazıları, kötü kişisel kararlar için yönetimi suçladı. Diğerleri zorlu iş koşullarını suçladı. Çokları da şehirle bütünleşmedikleri için oyuncuları suçladı.

Taşınmanın ardından Abdur-Rahim ve Bibby'nin takaslanması ve Reeves'le Michael Dickerson'ın bir süre sonra sakatlıklar yüzünden basketbolu bırakmak zorunda kalmasıyla, Vancouver Grizzlies'ten Memphis Grizzlies'e geçiş tamamlanmıştı. 

Yıllar sonra, çoğu oyuncu ve çalışan Vancouver'ı güzel hatırlıyor, ve bazıları, etkisi artan küreselleşme ve temas döneminde bir NBA takımı Kanada'nın batısında doğup serpilebilir mi, merak ediyor.

Griffiths: Hayatımın sevdiğim bir dönemiydi. Oyunu seviyordum, deneyimi de sevdim. Bugünlerde şu soruyu sıkça soruyorum: Basketbol geri gelecek mi? NBA'le ilgili bir hayal kırıklığı var ve bu bir nevi tehdit. Günün sonunda, sağlam bir hayran tabanı var.

Croom: Yakınlarda döneceklerini sanmıyorum. Takım sahipleri bu yıl başlayan televizyon anlaşmasına göre çok para kazanacaklar, bunu yeni sahiplerle paylaşma yanlısı olmayacaklardır...

Barnes: The Aquilinis (Vancouver Canucks'ın sahipleri), duyduğum kadarıyla, birkaç yıl önce Vancouver'a gelebilecek bir takım var mı diye merak edip, bazı girişimlerde bulunmuş. Sorunlardan biri... Orca Bay'in hem Grizzlies, hem de Canucks'a sahip olsaydı, eğer büyük bir sponsora gidip "Hey, Canucks'a her yıl bir milyon veriyorsunuz, Grizzlies'a da sponsorluk yapar mısınız?" deseydiniz, onlar da "Evet, tabii, o bir milyonu verin, ikiye bölelim, yarısı Grizzlies'in, yarısı da Canucks'ın olsun" derlerdi. O sırada Aquilini Grup'un hissettiği, kendi pazarını yok etmek gibiydi.

Jackson: Eğer kulübü başka yere taşımak gibi bir fırsat varsa, Seattle'ın ilk sırada olacağından şüphe ederim, ama tercih edilme yönünden Vancouver, önümüzdeki yıllarda kesinlikle diğer Amerikan şehirleriyle aynı klasmanda olacaktır.

"Vancouver deneyimini yaşamamış olmamızı isterdim. Harika şehir, ve biz onları hayal kırıklığına uğrattık ve kendimizi de... Oraya geri döneceğimizi sanmıyorum. Bence orası harika bir şehirdi, ve sanırım biz fırsattan yararlanamadık." -- David Stern, 2008'de bir ESPN podcast'inde en büyük pişmanlığı hakkında Bill Simmons ile konuşurken. 

Croom: Kısa vadede hiçbir takım taşınmayacak. Eğer kurulu bir düzen olsaydı, bence Vancouver listenin dibinde olurdu. Seattle'ın, Vancouver, potansiyel olarak Las Vegas ve Kansas City'den daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Yatırım yapmaya hazır olan doğru bir takım sahibi geldiğinde, bunu reddetmezdim. Akıl almaz bir şey değil, ama kısa vadede bunun olacağını sanmıyorum. Bence Seattle gibi bir market, NBA'in potansiyelini daha fazla ortaya koyacaktır.

Barnes: Sanırım biraz erken geldiler. NBA, Avrupalı oyuncuların liglerinde oynayabilecekleri konusunda fazla kafa yormamıştı. Eğer bu olay 90'lı yılların sonunda olsaydı, Vancouver, oraya gelmeye niyetli olmayan Amerikalı oyunculardan çok, Avrupalı oyuncuların peşinden gidebilirdi.

Palacio: Bunların hepsi geride kaldı, bütün tv kanalları elinizde, internet var, şimdi daha çılgınca olabilirdi. Şimdilerde Toronto Raptors'ın geliştiği gibi, Grizzlies de gelişebilirdi.

Vancouver'dayken insanlar sizi tanıyordu; ama siz oradan ayrılınca insanlar "Sen nerede oynamıştın?" falan diyordu.

Şimdi bakınca, zordu. Şimdi sosyal medya ile birlikte, bence Vancouver o zamankinden biraz daha iyi durumda olabilirdi.

Daniels: Artık hangi markette olduğunuzun önemi yok, çünkü sosyal medyayla birlikte, nerede olursanız olun, büyük isim yapabilirsiniz. Artık Lakers, New York ve Chicago, serbest oyuncularla ilgili konularda, eskisi kadar cazibe sahibi değil açıkçası. O kadar cazip değiller, çünkü Facebook'unuz var, Instagram'ınız var, oyuncuların kendi markalarını yaratabilecekleri mecralar var.

Barnes: Bir ilüzyon gibi. Sanki hiç olmamış gibi. NBA Vancouver'a hiç uğramamış gibi. Vaktiyle ligin bir parçası olduğumuzu düşünmek çok tuhaf geliyor. Oradaydık, belli bir süre oralarda görünmüştük, ama şimdi hiç oralarda olmamışız gibi geliyor, ve sanki kendi yarattığımız bir hikaye hakkında konuşuyoruz.

Hollins: İnsanlar bana hâlâ "Ben Grizzlies'teydim" diyor ve ben de "Ne zaman?" diyorum, çünkü oraya gelen bazı insanları hatırlamak gerçekten zor.

Winters: Kaybetmekten başka, bununla ilgili her şey güzeldi.



Not: Yazıyı yayımlamamın ardından 2 saat geçmeden şuna denk gelmem...