Nerden Nereye 119



2013 Draft Notları



Geçtiğimiz gece gerçekten çok ilginç ve sürprizlerle dolu bir draft izledik. Oyuncuları değerlendirmeden önce şunu söylemem lazım ki, 2013 draftı David Stern'ün son göreviydi. Herhalde salondaki dayılar aralarında anlaşmışlar ki, her fırsatta Stern'i yuhaladılar. Sanırım daha önce bu amcaya böylesine nefret gösterilmemişti. Hatta Stern bir kaç kere yuhalamalara karşılık "sizi duyamıyorum" ve "daha iyisini yapabilirsiniz" gibi iğneleyici laflar söyledi. Neyse sonunda biz de  kurtulduk, onlar da. Ben özleyeceğimi sanmıyorum, hatta ne yaparsa yapsın artık, bahçesine domates biber mi eker... Oyunculara geçecek olursak: Bu seneki draft NBA'in kaderini ne kadar değiştirir bilinmez ama 2013 draftının birçok büyük yeteneği lige kazandırdığını söyleyebiliriz. İlk turun ilk on seçimine şöyle bir bakalım:



#1 CAVALIERS: Anthony Bennett

D.T: 14.03.1993
Poz: PF
C: Freshman
Okul: UNLV
Boy: 2.01
Kilo: 108.5

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 15.8             2P%: 57.6
RPG: 8.0               3P%  38.3
BPG: 1.2               FT%  69.6
ToPG: 1.9             MinPG: 27.2

Artıları:
* Fiziksel temastan kaçınmaması
* Ofansif yetenekleri, orta mesafe şutu, yeri geldiğinde üç sayılık atışları
* Ofansif ribaund yetenekleri
* 2.08 cm kulaç uzunluğu

Eksileri:
* Savunma olarak cüssesine nazaran Pf pozisyonuna göre ağır kalması
* Yetersiz post oyunu
* Şut tercihlerindeki hatalar. Özellikle dış atışlara olan merakı
* Defansif gayretinin yeterli seviyede olmaması

Özetle:
Mike Brown'ın Bennett'i hangi pozisyonda oynatacağını merak ediyorum. Pf olarak tercih ederse Tristan Thompson'ı kesmesi gerekecek. Pivot pozisyonunda ise Zeller ve Varejao var tabi. Pivot olarak kısa olduğunu biliyoruz. Fakat günümüz uzun forvetleri oldukça hızlı ve patlayıcı güce sahipler. Anthony'nin takım içerisindeki oyuncularla uyumundan ziyade savunmasını NBA seviyesine nasıl çıkartabileceği bir soru işareti. Ofansif yetenekleri onu özel bir oyuncu yapıyor tabii ki. Fakat birinci sıra seçimi olacak kadar iyi mi, görecegiz.



#2 MAGIC: Victor Oladipo

D.T: 4.5.1992
Poz: SG/SF
C: Junior
Okul: Indiana
Boy: 1.95 cm
Kilo: 95.5 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 14.0             2P%: 65.5
RPG: 6.0               3P%  52.9
APG: 2.3               FT%  71.8
ToPG: 2.5             MinPG: 27.6

Artıları:
* Orta mesafe ve üçlükten yüksek yüzdeli atışları
* Pozisyonuna göre iyi bir ribaundçu oluşu
* Defansif gaytetleri ve mücadele azmi
* Rakiplerinin üzerilerine korkusuzca saldırması

Eksileri:
* Oyun kurma ve top dağıtımı konusundaki yanlış seçimleri
* Kendi hucumunu yaratmadaki problemler (hızlı hücumlarda top elindeyken 8.1%'lik bir top kaybı oranına sahip)
* Penetrelerinde kendi sağını çok kullanması
* Top sürme (özellikle sol eliyle) girişimlerindeki fazla top kaybı oranı

Özetle:
Bu seçim Orlando'nun istediği şey miydi bilemiyorum ama bu oğlan gerçekten büyük bir yetenek. Özellikle savunması ile takımı ateşleme ve momentumu değiştirme konusunda çok iyi işler yapacaktır. Ayrıca gayet iyi bir atlet. Savunmaları, şutu ve hızlı ilk adımı ile zorlayacak bir sürü silahı bulunuyor. En azından bu sene Magic maçlarını izlemem için büyük bir neden olacak kendisi.



#3 WIZARDS: Otto Porter

D.T: 3.6.1993
Poz: SF
C: Sophomore
Okul: Georgetown
Boy: 2.05 cm
Kilo: 91 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 16.2            2P%: 50.4
RPG: 7.5              3P%  42.2
APG: 2.7              FT%  77.7
ToPG: 1.5            MinPG: 35.4

Artıları:
* Yüksek basketbol I.Q'su ve az top kaybı yapması
* Bitmeyen enerjisi ve kondisyonu
* 2.06 cm kulaç uzunluğu ve pozisyonuna göre uzun ama hızlı oluşu
* Top çalma konusundaki inanılmaz sezgileri
* Özellikle "jump shot" savunmasındaki gözle görülür yetenkleri
* Post oyunu becerisi ve boyalı alandan post hareketleri sonucu %48.5 ile atması
* Bencil olmaması (özellikle hızlı hücumlarda) ve saha görüşü

Eksileri:
* Vasat bir top hakimiyeti var
* Kendi şutunu yaratmadaki sıkıntıları
* Yön değiştirmede ve hızını yavaşlatmada yaşadığı sorunlar
* Zayıf oluşu savunma ve hucumda yaşanan sertlik karşısında etkinliğini düşürebiliyor

Özetle:
Wizards'daki kısa forvet çılgınlığına bir yenisi daha eklendi. Fakat bu seferki doğru hamle olabilir. Özellikle oyun zekası ile daha olgun bir basketbol anlayışını yansıtacaktır. Günümüzde fabrikasyon gibi üreyen standart ince uzun atletik kısa forvetlerden biri olmadığını bize gösterecektir. Belki gelişim süreci süresince ona sabretmeli ve beklemeliyiz, çünkü şüphesiz bu draftın en değerli oyuncularından biri. Benim de favorim.



#4 BOBCATS: Cody Zeller

D.T: 5.10.1992
Poz: C/PF
C: Sophomore
Okul: Indiana
Boy: 2.13 cm
Kilo: 104 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 16.5            2P%: 56.5
RPG: 8.1              3P%  0
BPG: 1.3              FT%  75.7
ToPG: 2.3            MinPG: 29.5

Artıları:
* Atletizimi ve takım oyunu
* Ofansif gayretleri
* Rakamlarla ifade edilemeyen defansif katkıları
* Uzun bir oyuncu olmasına rağmen sahayı çok iyi koşması
* Pick&roll savunması

Eksileri:

* Pozisyonuna göre fazla güçlü bir oyuncu olmayışı
* Zayıf fiziği ve bunla bağlantılı olarak dayanıksız oluşu
* Double teamlerde ve trafikte bitirmekte sıkıntı yaşaması
* Savunmada box outlarda rahat itilebiliyor olması ve pozisyonunu sık kaybetmesi

Özetle:
Michael Jordan'ın başka bir sıçışı olabilir fakat ön yargılı olmamalıyız. Abisi Tyler'dan daha iyi bir oyuncu olacağına inanılıyor. Fakat Bobcats'in ihtiyacı olan şey savunma sertliği iken MJ Noel riskine girebilirdi bence. Gerçi bu konuda da başarısız olsaydı herhalde insan içine çıkamazdı... Yine de Zeller'ın Bobcats için doğru bir tercih olacağını düşünmüyorum, hele ki kısa vadede ciddi uyum sorunu yaşayabilir. Enerjisiyle yaşayan bir oyuncu, bunu takıma taşırsa saha içinde Cats lehine patlamalar yaratabilir.



#5 SUNS: Alex Len

D.T: 16.6.1992
Poz: C
C: Sophomore
Okul: Maryland
Boy: 2.16 cm
Kilo: 116 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 11.9            2P%: 54.4
RPG: 7.6              3P%  12.5
BPG: 2.1              FT%  68.6
ToPG: 1.6            MinPG: 24.4

Artıları:
* Ofansif fundamental yetenekleri
* Ortalamanın üzerinde bir çember savunucusu olması
* Enerjiye dayalı oyun anlayışı
* Uzun boyunun avantajlarını çok iyi kullanması
* Bir pivota göre hızlı ayak oyunları ve saha içerisindeki akıcılığı

Eksileri:
* Zayıf fiziği ve bunla bağlantılı olarak dayanıksız oluşu
* Diz sakatlığı (ameliyat) akıllarda soru işareti bırakmıştı
* Çember altından 38.1 gibi bir yüzde ile oynaması biraz standartların altında kalıyor
* Sol elini neredeyse hiç kullanmaması (yeteri kadar iyi olmamasından kaynaklı)
* Ona fiziksel üstünlük kuran oyuncular karşısında odağını çok çabuk kaybediyor olması

Özetle:
Suns'a acil bir uzun lazımdı, o yüzden bu seçimi fazla sorgulayamayız. Hatta iyi bir iş çıkardıklarını da söyleyebilirim. Gortat'ın yedeği Haddadi onunca, Len bu pozisyona iyi bir takviye oldu aslında. Umarım Suns ile kendini geliştirecek ve lige alışacak kadar süre alır. NCAA'den gelen uzun bir oyuncuya göre çok ham olmasa da, özellikle sertlik ve fiziksel güç anlamında uzun bir yol kat etmesi gerekecek.



#6 PELICANS: Nerlens Noel (76ers)

D.T: 10.4.1994
Poz: C
C: Freshman
Okul: Kentucky
Boy: 2.11 cm
Kilo: 93 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 10.6            2P%: 59.0
RPG: 9.6              3P%  0
BPG: 4.5              FT%  53.0
ToPG: 1.8            MinPG: 32.3

Artıları:
* İnanılmaz bir çember savunucusu
* Üst düzey blok sezgileri
* Ribaund yetenekleri (ofansif/defansif)
* Çember altında yüksek yüzde ile bitirme
* Uzun bir oyuncuya göre oldukça atlet

Eksileri:
* Uzun bir oyuncu olmasına rağmen çok zayıf ve çelimsiz
* Aşil tendonunda yaşadığı sorunlardan sonra şimdide diz sakatlığı ile uğraşmak zorunda
* Orta mesafe şutu olmayışı
* Hucumda sınırlı özellikleri
* Faul atışlarının çok düşük yüzdeli olması

Özetle:
Şüphesiz bu draftın en çok konuşulacak isimi Noel. Mock draft'da 1. sıradan seçilmesi beklenen bu genç, sakatlıklardan dolayı 6. sıraya kadar geriledi. Bu yetmezmiş gibi kontratında 5 milyon dolarlık bir mali kayıp yaşadı. Pelicans'da Davis ile iyi bir Kentucky ortaklığı oluşturacaklarken bir anda kendisini Philly'de buldu. Bakalım sakatlığını ve yaşadığı psikolojik sorunları atlatabilecek mi? En azından saçını kestiğini görmek sevindirici. Bir takıma iki tane garip saçlı adam fazla gelebilirdi.



#7 KINGS: Ben McLemore

D.T: 11.2.1993
Poz: SG
C: Freshman
Okul: Kansas
Boy: 1.96 cm
Kilo: 84 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 15.9            2P%: 55.3
RPG: 5.2              3P%  42.0
APG: 2.0              FT%  87.0
ToPG: 2.1            MinPG: 32.2

Artıları:
* Üst düzey bir atlet oluşu
* Şut yetenekleri
* Defansif potansiyeli ve pozisyon alma sezgileri
* Pas içgüdüleri
* Çember altında (turnike, smaç, hızlı hucum) %66.6 gibi bir yüzde ile bitirmesi

Eksileri: 
* Kendi şutunu yaratmadaki ciddi sorunları
* Topsuz oyundaki etkinsizliği
* Odaklanma sorunları
* Çok zayıf oluşu. Bununla beraber güçlü oyunculara karşı sorun yaşaması

Özetle: 
Tyreke Evans'da gözle görülür düşüş devam ederken belki de Kings yönetimi bu pozisyona biraz rekabet ve enerji getirmek istedi. Aslında Kings için oldukça iyi ve yerinde bir hamle. Hatta Evans 6.adam rolünde görev alırsa daha faydalı olabilir. Ben'in kendisini tamamen göstereceği bir takımda oynayacak olması oldukça heyecan verici, ben kendisini geliştireceğinden eminim. McLemore ile birlikte Sacramento'yu izlemem için bir neden daha çıktı. Seviyorum böyle dengesiz takımları. 



#8 PISTONS: Kentavious Caldwell-Pope

D.T: 18.2.1993
Poz: SG
C: Sophomore
Okul: Georgia
Boy: 1.98 cm
Kilo: 83 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 18.5            2P%: 50.5
RPG: 7.1              3P%  37.7
APG: 2.0              FT%  79.7
ToPG: 2.1            MinPG: 33.9

Artıları:
* Çılgın bir atlet
* Orta mesafe ve dirseklerden şutu
* Defansif gayretleri ve ribaund sezgileri
* Topsuz oyunundaki gözle görülür gelişim
* Ortalamanın üzerinde bir nokta şutörü oluşu

Eksileri:
* Özellikle oyun kurarken yaptığı hatalı tercihler
* Garip ve gereksiz şut seçimleri
* Top hakimiyetinde yaşadığı sorunlar

Özetle:
Draftın başka bir insan üstü atleti Caldwell-Pope. NBA'de giderek azalan kaliteli SG akımını canlandırması bekleniyor. Detroit de aynı sorunla boğuşurken bu genç adam takıma gerçekten büyük katkı verebilir. Pistons yönetimi ve Maurice Cheeks ona sonuna kadar güvendiklerini söylüyor. Kim bilir, belki Kentavious takımına seviye atlatacak kaliteye ulaşacaktır. Fakat Pistons'un aslıl ihtiyacı olan savunma sertliğini pozisyonuna taşıyacak mı?



#9 TIMBERWOLVES: Trey Burke  (Jazz)


D.T: 12.11.1992
Poz: PG
C: Sophomore
Okul: Michigan
Boy: 1.85 cm
Kilo: 86 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 18.6            2P%: 50.3
APG: 6.6              3P%  38.3
SPG: 1.6              FT%  80.5
ToPG: 2.1            MinPG: 35.4

Artıları:
* Ortalama üzeri oyun kurucu yetenekleri
* Çembere gitme ve bitirme konusundaki başarısı
* Hızlı ilk adımı ve ani yön değiştirme özellikleri
* İyi sayılabilecek dış şutu ve orta mesafe atışları

Eksileri:
* Standart bir NBA pg'sine göre boyu oldukça kısa
* Güçlü ve iri oyun kuruculara karşı çok zorlanması
* Sorgulamaya açık şut tercihleri
* Üçlük cizgisinin dışarısından boyalı alana yaptığı driplinglerde düşük etkinliği

Özetle:
Jazz Burke'ı adeta Wolves'dan çaldı. Gerçi Minnesota'nın başka bir oyun kurucuya ihtiyacı yoktu. Utah adına gerçekten sevindirici bir haber. Büyük olasılıkla ilk beş başlayacaktır. Topu ve karar verme yetkisini Trey'e bırakacaklardır. Zor bir dönem başlıyor aslında Burke için. NCAA finallerini kaybettikten sonra NBA'de bir organizasyonun beyni konumuna gelip kendisini nasıl geliştireceğini merakla bekliyorum.



#10 BLAZERS: C.J McCollum

D.T: 19.9.1992
Poz: SG
C: Senior
Okul: Lehigh
Boy: 1.91 cm
Kilo: 89 kg

12-13 sezonu istatistikleri:

PPG: 23.9            2P%: 49.5
RPG: 5.0              3P%  51.6
SPG: 2.9              FT%  84.9
ToPG: 2.7            MinPG: 31.0

Artıları:
* Skorer karakteri ve bitiriciliği
* Yüksek basketbol zekası
* Pozisyonuna göre iyi bir ribaundçu oluşu
* Topsuz alandaki üstün savunma yetenkleri
* Patlayıcı gücü
* Doğru dış şut tercihleri ve yüksek yüzdeli isabetleri
* Top çalma konusundaki hisleri
* Ortalamanın üzerinde top hakimiyeti

Eksileri:
* Sakatlığı onu belli bir süre daha tedirgin edecek gibi

Özetle:
Damian Lillard sakatlanmadığına göre belki de Blazers'ın kaderi toptan değişmiştir. Belki de McCollum'un ayağını kırmış olması bile bu momentumu etkileyemeyecektir. İlk 3 sırada seçilmesi beklenen C.J.'in 10. sıradan seçildiğini görüyoruz. Hem de tam olarak Blazers'ın istediği pozisyona gelen bir seçim. Belki büyük bir risk ama eğer çalışma azmini devam ettirirse ve şansı da yanında olursa neler yapabileceğini tahmin bile edemiyorum. 

Israr

Bu arada takip ettiğiniz gibi playofflar da muhteşem bir final serisi ile sona erdi. Çok dalga geçtik, belki sevmiyor ve hatta nefret ediyor da olabiliriz ama adamlar yine şampiyon olmayı başardı. Bize de tebrik etmek düşer.


TEBRİKLER BLACKHAWKS!

Nerden Nereye "Finaller Özel" 2



Tour Öncesi #2: Parkur

Tek bir şey olabilir bu yılki Tour'la ilgili söylenebilecek, onu da Cüneyt Arkın yıllar evvel söylemiş zaten:

"Kan akacak... Kan akacak... Vahşi kan akacak.... Kan... Kan..."

Geçen yıl, (içinde benim de bulunduğum) bazıları tarafından Tour'u bireysel zamana karşıların kaderine teslim etmekle suçlanan ASO, bu yıl ne kadar çılgın tırmanış varsa hepsini koymuş parkura. Yine önemli zamana karşılar var ama bu kez, program çok daha dengeli. Bütün yarış hakkında fikriniz olması için her etapla ilgili birkaç kelime edeceğim ama söylediklerimin önemli bir bölümünde yanılsam şaşırmam. Hem tecrübe eksiği çok bir bisiklet izleyicisi olduğumdan hem de parkurlar birçok şeyi ele veriyor gibi gözükse de yarışın gidişatı akıl almaz şeylere sebep olabildiğinden... Özellikle, 2013 Giro'yu takip etmiş olanlar, bunun ne demek olduğunu çok iyi anlayacaktır. En büyük sürpriz, inanılmaz bir rekabete tanıklık etmememiz olacaktır.

Birinci Gün - 29 Haziran: Porto-Vecchio - Bastia 


Tour tarihinde ilk kez Korsika'da olacak. Tipik bir ısınma günü. Neredeyse deniz seviyesinde koşulacak olması biraz ilginç olabilir. Başlarda ufak bir tırmanış söz konusu. Devamında da ufak ufak tepelerle sürüyor. Pelotonun ense yapmasını önlemek için ikinci yüz kilometrenin başında bir sprint kapısı var. Yeşil mayo iddialılarının bu etap hakkındaki tavırları rekabetin "sıcaklığı" açısından  işaretler verecektir. Tabi, bir de sarı mayoyu bir süre taşıyacak olma keyfi söz konusu ki, kim istemez?

İkinci Gün - 30 Haziran: Bastia - Ajaccio



Korsika'da ikinci gün. Ortalama seviye tırmanışlarla irtifa bariz bir şekilde yükseliyor. Parkur, ikinci günden mesajı veriyor. Aralıklarla yerleştirilmiş orta seviye tırmanışlar tek günlük yarışları anımsatıyor, Tour'a domestikliğe gelmiş klasikçilerin ilgisini çekecektir. Cavendish ve ekibi tırmanışlar sonrası inisiyatif alabilir. İlk gün kaybetmiş bir Sagan'ın yaralarını sarması için de ideal gözüküyor. Sondaki ufak tırmanışı geçip zamana karşı modunu açmak isteyenler için de ortam müsait. Peloton içindeki rekabeti körükleyecek güzel bir etap.

Üçüncü Gün - 1 Temmuz: Ajaccio - Calvi


Tour, Korsika'yı terk etmeden önce Belçika yöresinden bir havayla selam veriyor. İrili ufaklı tırmanışlar, tepeler ve genel olarak kırıklı parkur yapısı, oraların klasiklerini hatırlatıyor. Yine klasikçilerin ve Sagan'ın seveceği bir parkur var anlayacağınız. Zaman zaman denize nazır bir etap olacağından rüzgarın etkisi hissedilebilir. İnişle vites artıran peloton, kaçakları düzlükte de yakalayabilir. Bu da ikinci etap gibi, pek çok olasılığa açık.

Dördüncü Gün - 2 Temmuz: Nice - Nice (Takım Zamana Karşı)


Tour, ana vatanının  yol bisikletine alışkın, ferah Akdeniz kentinde geçit yapıyor. Hiç tırmanış olmaması, tüm kadrosu tırmanış almakta güçlü olmayan takımlar için güzel. Hem parkurun kısalığı hem de belirgin ya da gizli bir zorluk içermemesi, önceki iki günde geçilen ortalama tırmanışlar sonrası ufak bir mola hissiyatı uyandırıyor. Yine de; terslik yaşamamak, takım zamanı almak için gereken beş kişilik ekiple çizgiyi görmek önemli.

Beşinci Gün - 3 Temmuz: Cagnes-Sur-Mer - Marseille


TTT sonrası, yeşil mayo öyküsüne keskin bir dönüş. Ufak bir tırmanış sonuna konmuş sprint kapısı, Sagan'ın gürbüz cüssesini görmemizi sağlayabilir. Üst üste ufak tefek tırmanışlar ve küçük tepeler görüyoruz. Kaçakları cesaretlendirebilir. OPQS istediği sonuçları alamadan gelirse, uzun soluklu etabın ritmine hakim olup sprint izletebilir. Sprint günleri açıldığına göre Greipel ve Lotto-Belisol'ü de unutmamak lazım.

Altıncı Gün - 4 Temmuz: Aix-en'Provence - Montpeiller


Fransa'nın biraz daha az ünlü ama bir o kadar güzel iki küçük güney kenti arasında sprint günü. Kıyı çok yakın olmasa da deniz havasını hissedebilecek yarışçılar. Yine ufak bir tırmanışın oralara konmuş bir sprint kapısı var. Sprint günü olmazsa ve Cavendish kazanmazsa şaşırırım.

Yedinci Gün - 5 Temmuz: Montpeiller - Albi


İsviçre çakısı gibi bir etapla karşı karşıyayız. Yarından itibaren mesaiye başlayacak tırmanışçılara antrenman için ufak ve ortalama yokuşlar, sprint ekiplerinin iştahını kabartacak inişe konuşlandırılmış bir puan kapısı, devamında da kısa bir süre için yeşil mayonun kaderini mühürleyecek bir mesafe. Hafif hafif gerilim yükselmeye başlıyor. Tour'un ilk haftası bitiyor, meydan genel klasmancılara açılmaya başlıyor.

Sekizinci Gün - 6 Temmuz: Casters - Ax 3 Domanies


Pireneler'le birlikte yükseklik gerçekten artıyor. Nasıl ama? 2013 Tour'un ilk dağ etabı karşınızda. Tırmanışlar öncesindeki uzun düzlük, iyi bir hazırlık mesafesi tanıyor. Sonra, Col de Pailheres başlıyor: 2013 Tour'un ilk "gerçek" tırmanışı. Kaç gündür ısınan ve kazalardan korunmaya uğraşan sarı mayo gönüllülerinin bacakları açma vakti. Kategori dışı Pailheres'in ardından bir iniş ve coşkulu bir son misali başlayan zirve bitişi. Son bir buçuk kilometredeki o ufacık düzlük, yüzüncü Tour'un ilk tırmanış etabını kazanmak isteyenler için, kutlama anları da kramp anları da olabilir. İspanyol tırmanışçılara dikkat, Pireneler'i iyi bilirler. Sprintçiler uyuyakalmasın diye araya bir sprint kapısı kondurduklarını da ekleyelim.

Dokuzuncu Gün - 7 Temmuz: Saint-Girons - Bagneres-de-Bigore


Gaza basıyoruz. Dün, sonda iki sert tırmanışla ufak bir patlayıcılık sözlüsü yapan yokuşlar; bugün, üst üste dört birinci kategori tırmanışla dayanıklılık testine başlıyor. Benekli mayo için önemli puanlar dağıtılırken, güçlü rakipleri gözden kaybetmemek büyük önem taşıyor. Pelotona hakim olmak veya zaman çalmak için doğru stratejiyi bulmak ve uygulamak çok önemli. Kolayca kontrol kaybedilebilir, doğru anda yapılan bir hamle çok şey kazandırabilir.  Ayrıca, yarışa "yüzüncü Tour'dan eksik kalmayalım," şiarıyla gelmiş olan varsa bu dörtlüden birinde önce ağırlaşacak, sonra uzaklaşacak ve en son gözden kaybolacaktır. Etabın galibi ise sadece dört yokuşta hayatta kalan değil, son inişi en önde alan olacak.  Daha da önemlisi, plan yeşil mayoya kesip duraklatmadan önce, sarı mayo yarışının havasını belirleyecek bu yokuşlar.

Onuncu Gün - 9 Temmuz: Saint-Gildas-des-Bois - Saint-Malo


Dinlenme gününden sonra, iki gün önce görevini yapan tırmanışçılar tekrar geriye çekiliyor ve ortam yeşil mayo yarışına daha uygun hale geliyor. Sona doğru irili ufaklı tepelerin azalması, sprinterlere bir mesaj veriyor gibi. Madem ki dinlendiniz, o zaman güzel bir sprint hakkımızdır demeye getiriyor, ASO.

On Birinci Gün - 10 Temmuz: Avranches - Mon-Saint-Michel


İki zamana karşı etabından ilki. Yarışın son dört günü, üç canavar etap bulunduğu için enerjiyi idareli kullanmak, lider olmak kadar verimli olmak önemli. Cancellara da yokken Tony Martin rahat bir zafer çıkarır, OPQS Tour zaferlerine bir yenisini ekler. Genel klasman iddialılarının tedbiri elden bırakmaması, hoş olmayan bir sürpriz yaşamamaları için elzem.

On İkinci Gün - 11 Temmuz: Fougeres - Tours

Yeşil mayo isteyenleri bir görebilir miyim? Bu etabın olayı tamamen bu. Birbirine yakın bir rekabet varsa ara kapıya doğru kaçış grubuna katılan Sagan'ı kovalayan bir OPQS hayal ediyorum. Çok keyifli olurdu. Sprint ekiplerinin bacaklarındaki son güce kadar zorlayacakları, kaçışçıların pek hayalperest olmamaları gereken etaplar başlıyor. Bundan sonraki iki etapla beraber, Champs-Elysees'ye kadar sprinterlerin bütün cephanelerini dökeceği günler geliyor.

On Üçüncü Gün - 12 Temmuz: Tours - Saint-Amand-Monrond



On Dördüncü Gün - 13 Temmuz: Saint-Pourçain-sur-Sioule - Lyon

Bol inişli çıkışlı ama dik olmayan bir etap. Tam Sagan'ın dişine göre... Dikkat ettiyseniz yine "sinyaller" geliyor. Ve, en önemlisi, yeşil mayo sahibi büyük olasılıkla netleşmiş olacak bu etapla beraber. Tabii ki birisinin kazanmasının ilanı son etaba kadar bekleyecek ama Tour'un servisinde bundan sonra, sprinterlerin dişine göre bir lokma yok. Bundan sonra aşağı yukarı her şey sarı mayoyla ilgili olacak.

On Beşinci Gün - 14 Temmuz: Givors - Mont-Ventoux

Çok uzun bir etap, yılın en uzunu. Üçüncü ve dördüncü dereceden ufak tırmanışlar ve sonda dağdan bir duvar. Tırmanış sırasında  irtifa 1500 metreden fazla artacak, ortalama eğim bu sırada çoğunlukla %8 ve %11 civarı arasında seyredecek. Gösterişli galibiyetleri, rakiplerini ekarte etmeyi, silkelemeyi sevdiğini bu sezon pek çok kez gösteren Froome, stratejik bir numarası yoksa burada çapını gösterebilir. Eğer kaçaklar zincirlerini koparmayı başaramazsa çok önemli bir tırmanış haline gelebilir bu etap.  Açıkçası, hakkında tahmin veya analiz yapmak pek istemediğim bir etap, çünkü şu grafik bile iştahımı kabartıyor. Gel 14 Temmuz gel!

On Altıncı Gün - 16 Temmuz: Vaison-la-Romaine - Gap

Dengeleri değiştirebilecek bir etap. Mont Ventoux yokuşuna çarptıktan sonra verilen bir günlük aranın ardından, genel klasman iddialılarının önlerini daha net görme ve şu veya bu sebepten kaybettikleri zamanları geri almak için saldırma imkanları var. Ama yine de basit sayılmaz. Doğru anda doğru stratejiyle yola çıkmak önemli, yoksa ava giderken av da olunabilir.

On Yedinci Gün - 17 Temmuz: Embrun - Chorges (Bireysel Zamana Karşı)


Gözünüze çok zor görünmediğinin farkındayım ama kazın ayağı öyle değil. On yedinci günde tansiyon   hat safhada olacak. Çünkü yarışın asıl yarış olacağı yere, Alpe-d'Huez'e doğru atılan son adım, bu zamana karşı. Bu gün gelen talihsiz bir dikkatsizlik, yaşanan bir formsuzluk, bir teknik aksaklık, on altı gündür doldurduğunuz bir çuval inciri berbat edebilir. Hata lüksünüzün kalmadığı bir etap. Start verildiği anda mümkün olan en iyisi için pedallamalı ve bir an bile tereddüt etmemelisiniz. Aksi halde sonuçlar ağır olabilir.

On Sekizinci Gün - 18 Temmuz: Gap - Alpe-d'Huez


Artık işin şakası, sinyali, hazırlığı yok. Tour tarihinin en önemli tırmanışlarından biri olan Alpe-d'Huez, ilk kez iki kere tırmanılacak. Sarı mayo kimdeyse çok zor bir gün geçirecek, ona şüphe yok. Sizi bilmem ama ben hazırlığımı yapıp ekran karşısında havai fişeklerin patlamasını bekleyeceğim. Bu yılın bol tırmanışlı ve heyecanlı menüsünde bile sivriliyor. Çok heyecanlı olacak.

On Dokuzuncu Gün - 19 Temmuz: Bourg-d'Oisans - Le Grand-Bornand


Alpe-d'Huez'i iki kere tırmandık diye hikaye bitti mi sandınız? Aksine, daha yeni başlıyorduk. Tour'un yüzüncü yarışının şampiyonu olmak öyle kolay olacak şey değil. Dün iki bin metreden yapılan iniş sonrası etap sonunda tekrar çıkılan Alpe-d'Huez'in ardından, gün, üst üste iki kategori dışı tırmanışla açılıp ardından üç üst seviye tırmanışla bitiyor. Benekli mayoyu isteyen cengaverin boy göstermesini bekliyorum. Çok büyük bir dayanıklılık ve cesaret gerektiren bir etap, dünkü gibi zirve bitişi olmasa da son gün öncesi kimin ayakta kaldığını, ne kadar güçlü olduğunu herkese gösterecek. Yerinde bir hamle pelotonla önemli bir fark açmanızı da sağlayabilir.

Yirminci Gün - 20 Temmuz: Annecy - Annecy-Semnoz   

Kan akacak demiştim. Tırmanışlar silsilesi halindeki on dokuz gün geçtikten sonra bile aşılması gereken dağlar var. Sarı mayo önceki günlerde muazzam bir performansla, farkı o dağların bile üstüne koymadıysa, son şans. Kısa parkur mesafesi atak yaparak zaman çalmak isteyenlere avantaj olabilir. Pelotonun en dayanıklı bölümünün bile suyu çıkmış olacaktır ama zafer için ne başka zaman ne başka fırsat olacak. Yakın geçen bir sarı mayo yarışının kaderi, sondaki çok çok sert yokuşun insafına kalırsa seyrine doyum olmaz. Yok, sarı mayonun kaderi aşağı yukarı belli olduysa benekli mayo fırsatı ya da, en azından, yüzüncü Tour'da son zirve bitişini en önde bitirme gururu ortalığı birbirine katacaktır.

Yirmi Birinci Gün - 21 Temmuz: Versailles - Paris Champs-Elysees 

Ve, büyük son. Tarihi Versailles Şatosu'ndan yola çıkacak peloton ve akşam 10 civarı Paris sokaklarında olacak. Böyle epik bir parkura, böyle sinematik bir son yakışır: Işıklar, akşam, Paris ve sprint heyecanı. Yeşil mayo kimde olursa olsun bu etabı kazanmanın tadı bambaşka olacaktır. Durgun bir heyecan vaat eden sert tırmanışlar sonrasında tam bir heyecan fırtınasıyla hikaye sonlanıyor.

Çok sert, dengeli ve yarışçılardan birçok şeyi aynı anda fazlasıyla talep eden bir parkurla karşı karşıyayız. Yazıyı yazarken daha net tespitler yapabilmek adına geçen yılın parkuruna bakarak ilerledim: 2012 Tour'un sıkıcı geçmesine dair şaşkınlığım daha da azaldı. Yarış dediğin böyle olur. Kaçırmayın!

13 ve Albert Einstein



Gelmiş geçmiş en büyük Hip-Hop "Duo"larından biri olan Mobb Deep dağılalı yaklaşık bir yıl oluyor. Fakat bu üzücü gelişmenin iyi yanından bakarsak Prodigy ve Havoc birlikte konserler vermeye devam kararı aldılar. Artık daha çok kendi kariyerlerine odaklanacaklar tabii. Havoc 3. stüdyo albümü olan 13'ü bir ay önce çıkarmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise Prodigy 3. collaborative albümü olan Albert Einstein'ı piyasaya sürdü. İki albümü de baştan aşağıya üç beş kere dinleme fırsatım oldu. Aslında 2006'da G-Unit Records ile çıkarttıkları "Blood Money" albümün kendi üzerlerinde yarattığı o olumsuz imajı tamamen silmişler gibi. Özlerine tamamen dönmeleri çok sevindirici bir haber. Özellikle son on yılda adam akıllı old-school rap dinleyemeyen bizler olarak çok iyi gitti diyebilirim bu iki albüm. Şimdi biraz değerlendirelim:

Albert Einstein:


Infamous Records tarafından basılan Albert Einstein, Pro ve Alchemist'in ortak albümü aslında. Tahmin edebileceğimiz gibi bütün beat'ler Alchemist prodüktörlüğünde yapılmış. Belkide gelmiş geçmiş en underrated prodüktör olan Alchemist her zamanki gibi kendine has karanlık beatler yapmış. Özellikle intro dan sonra gelen ilk parça "LMDKV" buram buram Mobb Deep kokuyor. "Give Em' Hell" ise Prodigy'nin inanılmaz rhyming özelliğini görüyoruz bir kez daha. "R.I.P". ile albümde Havoc'a da yer vermesi beni çok sevindirdi ve tabi ki Reakwon. Ayrıca bir çok parçada Pro, Mobb Deep'den bahsetmiş ki onca senelik emeği bir ayrılık ile görmezden gelemezdi. Belki rap parçalarında biraz hareketlilik arayan ve müziğe önem verenler bu albümü baya bir ağır bulabilirler. Bundan şikayetçi değilim aslında aradığımda tam buydu ki şarkılardan bıkmamak için az dinleyeceğim sanırım.

13:


Havoc her zaman Pro'nun yanında ikinci planda olarak bilinirdi. Nedense garip insan ırkı "Havoc sadece beat'leri yapar Prodigy söyler, Hav de arada mırıldanır" diye düşünüyor. Aksine, Havoc aslında Prodigy seviyesine çıkabiliyor. 13'de bunu bana bir kez daha ispatladı. Albümde ki tüm şarkıların prodüktörlüğünü yapmasının haricinde çok kaliteli isimleri birleştirmiş albümünde. Bunlardan bazıları: Lloyd Banks, Reakwon, Styles P, Twista ve Royce da 5'9. Tıpkı The Kush albümündeki NY 4 Life gibi ağır ve sert bir parça ile başlıyor albüm "Gone". "Favorite Rap Stars" ile Reakwon ve Styles P'yi yan yana dinlemek müthiş keyifli oldu. 13'ün şüphesiz hiti "Life We Chose". Lloyd Banks çidden döktürmüş, Hav harika yani diyecek pek bir şey bulamıyorum, özellikle 2013'yılına çok fazla bu şarkı. En azından hala böyle şeyler yapılabileceğinin sinyallerinin verilmesi bile çok önemli. Tabi anlayana. "Eyes Open"da ise Havoc'a Twista eşlik ediyor. Sanırım Mobb Deep'in daha önce Twista ile çakıştığını hatırlıyorum. Havoc ile hala bağlantılarının sağlam olması mutlu edici tabii. Gerçekten çok hareketli olmuş bu da. "Colder Days" ve "Get Busy" de eşsiz bir güzellik. Albümdeki hemen hemen her parça inanılmaz. Havoc bir kez daha bu işi kendi başına da yapabileceğini gösteriyor açıkçası.



Özetle: İki albüm de kendi içerisnde çok özel ve her rapsever tarafından muhakkak dinlenilmesi gereken çalışmalar. Ben özellikle 13'e hayran kaldım. Pro da harika bir iş çıkarsa da sanırım 13 bir kademe önde. Havoc'un da belki ilk kez Prodigy karşısında net bir şekilde öne fırladığını söyleyebilirim.

Kamyon


İyice yani böyle. Son nokta. Hadi gavurlar yapıyor, üstüne de bunlar. Seri yapacağım ha, o kadar birikti.

Tour Öncesi #2: Takımlar ve Planlar 2/2

İlk yazıda "arkası yarın" demiştim, hiç durmamışız gibi devam.

Lampre-Merida


Bir tane daha Tour umutları çok parlak gözükmeyen, parlak mayolu takım... Lampre, Fransa'da kurdele yüzüncü  kez kesilirken altın makasını Küçük Prens'i Damiano Cunego'ya emanet etti. İtalyan bisikletinin doping utancına şimdikinden çok daha fazla düştüğü yakın dönemin, önemli şampiyonlarındandı kendisi.  Hala, hem ülkesi hem de peloton için çok önemli bir yarışçı. Ama Prens büyüdü, unvanı büyümedi. Kariyeri pembe, beyaz ve başka diğer renklerdeki şampiyonluk mayolarıyla ve üst üste kazanılan klasiklerle dolu bir bisikletçi için son dört senedir izlediğimiz Cunego, etkileyici sayılmaz. Yine de son iki yılda İtalya ve Fransa'da ilk beşin kıyısından döndüğünü ve kariyerini canlandırmak için yüzüncü Tour de France'ın en iyi ihtimal olduğunu unutmamak lazım. Lampre, Cunego dışında, bu yılın Giro altıncısı, iri cüssesiyle domestiklik işi için ideal gözüken Niemiec'i tekrar göreve çağırdı. Soğuk kanlı yarışçı ülkesinin basınına yaptığı açıklamalarda, Cunego için işler ters giderse sorumluk alabileceğinin de sinyallerini verdi. Bu iki isim haricinde adını duyabileceğiniz başka bir yarışçıları, Adriano Malori. ASO'nun genel klasman iddialılarını dinlendirmek, yarışın havasını değiştirmek koyduğu ara etaplardan birinde zafer koklamasını bekliyorum. Kalanlar çok parlak gözükmese de Vini Fantini örneğindeki gibi bir İtalyan takımından iyi veya kötü her türlü sürprize hazırlıklı olmak lazım.

Cannondale

İki kelime: Peter Sagan. Cannondale'in bütün planları bu pek önemli sayılmayacak yazının yazarı bendenizden, iki yaş büyük, Slovakyalı bir delinin performansı üzerine kurulu. Neredeyse son iki yılın tamamını bir yerlerde yeşil mayo giyerek geçirdiği düşünüldüğünde pek şaşırtıcı sayılmaz elbette. Gencomuzun, Cannondale yeşilini galibiyet yeşiline katarak dolaştığı yerler şimdilik şöyle: Umman, İsviçre, Fransa, Amerika ve İtalya, yani üç kıtayla sınırlı. Tırmanış seven bir sprinter olarak rakiplerinin tamamının sahip olmadığı bir silahla Fransa'ya geliyor ve bu yılın parkuru, öyle ya da böyle, tırmanış sevenleri pek seviyor. Cavendish hayranı olsun olmasın, önemli sayıda bisiklet izleyicisi, geçen yıl kazandığı yeşil mayoya Sky'ın sebep olduğu "otorite boşluğunun" fırsat verdiğini düşünüyor. Kariyerinin parlak günlerine Tourminator namıyla giriş yapan bir yarışçının buna verecek bir cevabı olmalı, değil mi? Cannondale, Sagan kadar güçlü olmasa da, bir karta daha sahip: İtalyan yetenek Moreno Moser. Geçen yıl Tour'la çakışan Polonya Turu'nu kazanmıştı. Bu yıl kendini büyük arenada denemeye geliyor. Nelere muktedir olduğunu hep birlikte göreceğiz, dikkat etmekte fayda var.

Lotto-Belisol

Pelotonun en sansasyondan uzak, en dengeli ve aynı anda bu unvanlara sahip en başarılı takımı, Lotto-Belisol. Sporu yakından takip ettiğim iki sene içerisinde, sponsoruyla nane molla olmayan, herhangi bir üyesinin adı herhangi bir şekilde dopingle anılmayan, liderlik sorunu, kazanma sorunu ya da motivasyon sorunu yaşamayan tek takım. Bu unvanları taşımaya devam ederlerken takvimin irili ufaklı noktalarında başarılar kazanmayı sürdürüyorlar ve bunu büyük oranda canavar ebatlarındaki bünyesiyle, zafere pedallayan Alman sprinterleri Greipel'e borçlular. Geçen yıl, genel klasman iddialıları Van den Broeck podyumu tek sırayla kaçırırken, Greipel de üç etap zaferi getirmişti. Şam'dan gelen kasa kasa kayısıyla Fransa'yı terk ettiler anlayacağınız. Bu sene de benzer umutlarla geri dönüyorlar ama hem yeşil mayo hem de genel klasman mücadelesi onlar için geçen yıldakinden çok çok daha zor olacak, orası kesin.

Movistar

Bilenleriniz vardır, Kraliçe Elizabeth'in mağrur donanması, İngiltere'yi işgale gelen İspanyollar'ın güçlü Armadası'nı sulara gömer ve İngiltere'nin Kraliçe yönetimindeki Altın Çağı açılır. Giro'da şahit olduklarımız benzer bir hikayeyi yol bisikletinde izleme ihtimalimiz olduğunu söylüyor. Movistar, İtalya'da Visconti ve başka yarışçılarının kazandığı etaplar, takımdaki bir numaralı seçenekleri olmamasına  rağmen Intxausti'nin genel klasmanda başardıkları ve genç Kolombiyalı Quintana'nın Baskonya'da, Sky'ın Tour'daki iki numarası Porte'yi son etapta geçerek kazandığı zaferle, Kraliçenin Donanması'na bazı mesajlar verdi. En önemli genel klasman iddialıları Valverde, her türlü tırmanışta güvenebileceği Quintana'yla birlikte sarı mayonun peşinde olacak. Sıralama konusunda takımın bir başka iddialı ismi Rui Costa ise İsviçre'de kazandığı sarı mayo unvanıyla geliyor. Bütün bunlara ek olarak, iyi bir zamana karşıcı (Amador), iyi bir klasikçi (J.J. Rojas) ve sezon içinde parlak sonuçlar almış iki domestik daha kadrolarında. Takım planlarını doğru yapıp kazasız belasız uyguladıkları takdirde bu yıla damgalarını vurabilirler.

Omega Pharma - Quick Step (OPQS)

OPQS için 2013 Tour, dağlık olmayan etapların kazanılması odaklı bir sürat yarışı olarak geçecek. Diğer bütün etaplar sadece sağlıklı bir şekilde bitirilmesi gereken gezi parkurları sayılır, genel klasman iddiası ise Fransız Alpleri'nin karlı tepeleri kadar uzak. Ne zaman ki mavi beyaz tonlarda bir yarışçı zinciri kümeyi öne çekmeye çalışırken görülürse, yıldız sprinterleri Cavendish'in o gün kazanmak istediğine şüpheniz olmasın. İptal edilen etapların da yardımıyla kırmızı mayoyu kazanma gururunu da yaşayan Manx Missile, geçen yılki hayal kırıklığıyla dolu(!) Tour'dan sonra, her şeyi ama her şeyi kazanmak isteyecek. Ortalama eğime sahip yokuşların arkasına saklanmış ara sprint kapılarında Sagan'dan puan çalmak için genç tırmanışçıları Kwiatkowski'yi de kadroya aldılar. Sagan'la birlikte yeşil mayonun en büyük adayı onlarda. Daha da önemlisi, yeşil mayoyu kazanmak için en uygun kadro da onlarda. Bu yıl yeşil mayoyu ıskalamalarından daha büyük tek sürpriz, TT terminatörleri Tony Martin'in zamana karşılardan birini kazanamaması olur.

Katusha

Abartmadan söylüyorum, 2013 yılında Katusha'nın girdiği her yarış, takım için bir "namus meselesiydi." UCI tarafından hedef alındıklarını düşündüren WorldTour'dan çıkarılma kararlarını, son anda CAS'da bozdurdular. Ardından irili ufaklı bahar klasikleri kazandılar. Sonrasında genel klasman iddialısı olmadan gittikleri Giro'da bile isimlerini bol bol duyurdular ve bunun için açıkça çaba gösterdiler. Tour'da bu çabanın daha da fazlasını göreceğimiz kesin. Tırmanış delisi liderleri Joaquim Rodriguez, geçen yılki kadar formda değil ama hazırlık dönemlerini Andorra'daki kasaba evinin çevresindeki %30'luk yokuşlarda asfalt parçalayarak geçirdiği düşünülürse, İspanyol'dan her şeyi beklemek lazım. Onun bir numaralı yardımcısı, Daniel Moreno çok parlak bir sezon geçiriyor ve imdat çekici Simon Spilak da bütün sezon etap kazanmaya, tırmanmaya, iniş yapmaya hazır gözüktü. Katusha'nın prestijini UCI'ın kafasına sokmak için en büyük fırsat önünde duruyor.

Belkin (Rabobank ya da Blanco)

Öncelikle başlıktaki karmaşayı netleştirelim: Rabobank takımı bu sezonun başına kadar yol bisikletinin en güçlü sponsorlarından birinden, spordaki en istikrarlı desteği alıyordu. Malum doping skandalı sebebiyle Rabobank ismini çekti, desteğini çekmedi. Takım da "temizliği" öne çıkarmak adına, ismini Blanco olarak değiştirdi. İki gün önce de takımın, başka bir firma olan Belkin'in kanatları altına girdiği ve Tour'da bu isimle yarışacağı açıklandı. Renginden ismine yeni bir tecrübe olacak Belkin ekibinin, Tour planları sezon başından beri netti: Tırmanış konusunda çok güvendikleri genç Bauke Mollema'yı genel klasmanın üst sıralarına taşımak. Mollema, iki yıl önce Vuelta dördüncüsü olduğundan beri aksaklıklar peşini bırakmıyor. Ama 2013, onun için şu ana kadar mükemmel geçti. Altı farklı coğrafya ve parkurda yapılan etaplı yarışlarda ilk 10 yaptı. Takım arkadaşlarının başka mücadeleleri kazanmalarına yardım etti ve en ufak bir sakatlık yaşamadan Fransa'ya gelecek. Ekibin asıl genel klasman lideri, Gesink de Tour'da olmasına rağmen bütün oklar onu işaret ediyor. Mollema, dört gün sonra başlayacak yarışta hem kendi kariyeri hem de takımının geleceği için çok keskin bir virajı dönmek zorunda.

RadioShack - Leopard

RadioShack için bir iyi, bir kötü haber var. Kötüden başlayalım: Fabian Cancellara, zamana karşıyla açılmayan Tour parkurunu beğenmedi ve yarışa gelmedi. İyi haber, takımın kayıp yıldızı Andy Schleck yarış bitirmeye başladı. İsviçre Turu'nu kırkıncı bitirmesi kendisi için parlak sayılmasa da, bir şeyler kazanmayı bırakın, yarış bitirmeden geçirdiği neredeyse bir yıldan sonra tam üç tane tek günlük, iki tane etaplı yarışı üst üste bitirmesi, Lüksemburg'ta keyifleri yerine getirdi. Nazlı yıldızlarının değerinin farkındaki RadioShack yönetimi de hemen onu Tour'da takımın lideri ilan etti. Çevresinde Zubeldia, Klöden, Monfort, Voigt, Bakelants gibi kalbur üstü ve çok tecrübeli yarışçıların desteğiyle   -kendisi buna pek gönüllü olmasa bile- bir şeyler başarabilir. Beklentiyi çok yükseltmemek           lazım, malum, Andy bundan da çok hoşlanmıyor. Keyfinin kaçması ihtimaline karşılık Zubeldia ikinci lider ilan edildi bile. RadioShack, Cancellara'nın olağanüstü formunu saymazsak çok göze batmıyor ama geçen yıl Tour'un ilk 20'sine üç yarışçı soktuklarını ve bunların üçünün de hala burada olduğunu unutmamak lazım.

Saxo Bank - Tinkoff Bank

Danimarkalı takım geçen yıl İspanyol liderleri Contador'un yokluğunda hallaç pamuğu gibi yarışın her yanına dağılmış durumdaydı. İlk 20'ye soktukları Chris Anker Sorensen dışında, önemli bir sonuç alamadılar. Bu yıl, durum farklı. Cezası biter bitmez Vuelta'yı kazanan Contador'un asıl hedefinin Tour olduğu, uzun zamandır biliniyor. Kendisi için Kreuziger, Rogers ve Roche gibi farklı özellikleri bulunan sağlam bir domestik kadrosu hazır. Tek sıkıntı, İspanyol'un sezon başından beri pek formda gözükmemesi. En son Dauphine'de, Froome tarafından -bir kez daha- silkelenmesi soru işaretlerini iyice artırdı. Ama süper domestiği Rogers'ın liderine güveni azalmış değil ve başka bir domestiği Nicolas Roche'un babası, Tour şampiyonlarından Stephen Roche da oğlunun bu yıl Contador için yarışacağını vurguladı. Geçen yıl lideri olmayan sıradan bir takım görüntüsündeki Saxo Bank'ın, bu yılki kadrosu tabir caizse canavar gibi. Peki liderleri şampiyonluğa hazır mı? Onlar için yarışı bu önemli sorunun cevabı şekillendirecek.

Sky

Geçen yıl Tour'u göz ucuyla seyretmiş herhangi bir takipçi, eminim, bu paragrafı bekliyordu. Çünkü, Sky geçen yılki Tour'u, Britanyalı olmayan bütün seyircilere, en hafif tabirle, zehir etti. Öyle güçlü ve öyle otoriter bir performans ortaya koydular ki sarı mayoya gelen en önemli tehdit bile kendi bünyelerinden çıktı. Chris Froome'un kendi liderinden daha güçlü olduğunu fark ettiği an, Wiggins'in zaferini ilan ettiği son etaptan bile daha keskin bir şekilde hafızalara kazındı. Önceki sezon takımının iyiliği için gölgelerde kalmayı kabul eden Avustralyalı, bu yıl tam bir azmana dönüştü. Nibali, Joaquin Rodriguez ve Sagan'ın oluşturduğu "supergroup" tarafından silkelendiği Tirreno-Adriatico dışında yenilmez gözüktü. En son bütün rakiplerini silkeleyerek açıkça mesaj verdiği Dauphine'yi rahatlıkla kazandı ve düzlükte ya da tırmanışta en sağlam destek ekibi onda. Richie Porte'nin, kendisi sarı mayoyu kutlarken, podyumda olması bekleniyor. Boasson Hagen, son üç yıldır yeşil mayo yarışında tepelerde ve komple bir yarışçı. Kiryienka ve Svitsou artık pelotonun mimli "tırmanış bekçileri" oldu.  Geraint Thomas, harika bir sezon geçiriyor. Bunca yeteneğin içinde Stannard, Kennaugh ve Lopez, daha fazlasına muktedir olsalar da, ara sıra kadansı ayarlasalar ve takımın yiyecek ve su ihtiyacına hakim olsalar yeterli gibi. Sky ve Froome için ufukta bir sorun gözükmüyor ama gerçek tehlike, tıpkı geçen yılki gibi, görünmeden de gelebilir.

Vacansoleil - DCM

Parıltılı isimleri ve planları olmayan bir başka takımla karşı karşıyayız. Önceki sezon Giro'da, podyuma çıktıktan sonra, kimsenin o günlerinden haber alamadığı bir takım liderleri var. Thomas De Gendt'in bu yılki Tour'a ne kadar hazır olduğunu kestirmek zor. Giro'da podyuma çıkmadan önce de  formda gibi gözükmüyordu zaten... Ana planları, De Gendt'in iyi bir Tour geçirmesini beklemek olacak. Diğer türlü olursa sadece yarışı bitirmek için yarışan ve pelotonun o gün kaçakları rahat bırakmasını uman bir avuç amaçsız bisikletçiye dönüşecekler. Belki Westra, De Gendt'in yokluğunda sorumluluk alabilir. O da bu kurtlar sofrasında uzun yaşarmış gibi durmuyor.

İyi ve Kötü



Özellikle son günlerde Lebron-Kobe-Jordan olaylarından fazlaca bıkmış biri olarak "stats"sız rakamsız bir şeyler yazayım dedim. Bildiğimiz üzere şu terimler Amerikan spor medyası tarafından çok kullanılır "sıradaki Jordan" veya "yeni Kobe" gibi. Son zamanlarda rastladığımız bu tip büyük kıyaslamalardan en popüler olanı ise Andrew Wiggins'in yeni Lebron olacağı yönünde. Wiggins'in onlarca mixtape'ini izledim. Bu oğlan topla çok iyi dans ediyor. Harika bir spin hareketi var bir guard gibi rahat heraket edebiliyor topla vs., konumuz tabii ki bu değil. James'in St. Vincent-St. Mary'de kimlere karşı oynadığını hatırlayalım. En azından bu yeni oğlan bir freshman tecrübesine sahip. Buna rağmen Wiggins'in James'den iyi olacağının garantisini kim verebilir? Demek istediğim medyanın başlattığı bu kıyaslamalar, insanları büyük etki altına alıyor. Bu durumla doğru orantılı olarak LeBron James'in geçtiğimiz günlerde kazandığı 2. NBA şampiyonluğu, "James mi, Bryant mı?" tartışmalarını bir anda ateşledi. NBA "meme"lerinden sosyal medya hatta spor programlarına kadar sıçradı. Çoğu insana göre Kobe sakatlığından dönemeyecek. Tekrar basket oynayacak seviyeye gelse bile asla eskisi gibi olamayacak. Zaten LeBron'un dört adet normal sezon Mvp ödülü var Kobe'nin ise bir tane. LeBron, Kobe'den daha iyi. Bu mantık ile Steve Nash de Kobe'den daha iyi oluyor. Kobe hayranlarının elindeki koz ise yüzük olayı tabii. Aynı kafa ile Haslem, Durant'den daha iyi bir oyuncu oluyor. Ucu bucağı olmayan saçmalıklar kargaşası kısacası. LeBron hala en iyi dönemlerini yaşıyor. Miami ile hala kazanacağı 4-5 şampiyonluğu var -bunu kendisi de söylemişti. Sonuç olarak LeBron, Kobe'den daha iyi. Ya da Kobe kim ki? Adamın zaten 4 Mvp'si var. 2006'da Kobe, Toronto'ya karşı 81 sayı attığında ise bazı insanlar "Jordan kim yaa" demişlerdi, buna karşılık olarak "hater"lar ise "Bencil Kobe sadece 2 asisti var" ile karşılık vermişlerdi. Düşündüğümüz zaman legal bir sidik yarışından farkı nedir? Ya da anaokuluna giden çocukların "şişko patates yarım kilo domates" tekerlemesinden farkı nedir? Hadi bunlar da basketbolun içerisinde bir parça olarak kabul edelim, peki bazı şeyleri görmezden gelmek niye?

Pacers, Nets ve 76ers taraftarları ne hissediyor bilmiyorum ama, NBA ile az çok ilgisi olan kayda değer bir çoğunluk nedense Kobe, Shaq olmadan ilk üç yüzüğünü alamazdı diyor. Sonradan kazandıkları için de Gasol yardım etmiş ona. Bir hatırlayalım; basketbol bir takım oyunu ve herkesin şampiyonluk için elini taşın altına sokması lazım. Benchin en dibindeki oyuncunun bile ortaya koyacağı bir-iki dakikalık olumlu basketbol ile işleri değiştiremeyeceğini kimse iddia edemez. Peki neden Kobe? Bu mantık ile Shaq, Kobe'siz de kazanabilirdi. Evet bunu iddia edenlerin de aksine bazı insanlar "O zaman neden O'Neal Orlando'da hiç şampiyonluk kazanamadı" diyorlar. Yine aynı kapıya çıkıyoruz. Burada oturup Lakers'in 2000'lerin başlangıcındaki rüya dönemini anlatacak değilim, fakat aslında işler göründüğü gibi değildi. Kobe o dönemlerde Shaq başta olmak üzerinde bir çok takım arkadaşı ile kavga etti. Fakat başarı zaten bazı şeyleri sindirmek, iş ahlakı ve bir birlik olma gibi değerlerin daha fazlası idi belki Kobe için. Shaquille O'Neal Miami'ye gidince yine insanların düşündüğü, Kobe'nin asla bir daha şampiyon olamayacağıydı. Gerisini yazmayacağım. Olay öyle bi duruma gelmişti ki Kobe'nin yanındaki ikinci en değerli oyuncu Eric Snow olsa bile "Snow olmadan Kobe şampiyon olamazdı" denilebilirdi. Özetle, bu bir oyuncudan nefret etmek demektir. Yani şu "hater" kavramı. Peki neden insanlar nefret eder böyle büyük oyunculardan? Öncelikle bu tip oyuncuların guard veya forvet olduklarına dikkat edelim. Bunun yanı sıra bu oyuncuların skorer kimlikleri olduğu ve bununla beraber ego patlaması yaşadıklarını biliriz. Fakat biz bu oyuncuları böyle severiz. Ego veya o bencilliği yaratacak ve bunu lehlerine kullanacakları potansiyellerini farkındayızdır. Mesela ben Tim Duncan'ın dan ya da Dirk Nowitzki'den bu denli nefret eden kişilere rastlamadım.

 Zamanında Jordan'dan bile nefret eden insanlar vardı.  Nefret edenler genelde bir rekabet çerçevesi içerisindeydiler. Doğal olarak o zamanki nefret daha kabullenilebilir boyuttaydı. Michael'ın NBA'de varoluşunun kaç takım ve taraftarın hayal kırıklığı yaşaması sebebi olduğunu hayal bile edemeyiz. Bunun yanında tabii ki Jordan da kıyaslanıyordu, özellikle kariyerinin ilk senelerinde Clyde Drexler ve Dominique Wilkins ile. İnsanlar Larry Bird'e bile "çiftçi" derdi ve onu hep bir koylü çocuğu olarak görürdü Bird'ün "hater"ları. Bu aslında biraz da çekememezlik oluyor. Kimilerine göre ise üstü kapalı ırkçı bir gönderme. Diyeceğim şu ki, sataşma zaten bu için parçası. Bizim kabullenemediğimiz nokta  ise bazı gerçekleri görmezden gelen ve kıyaslamayı alakasız boyutlara çeken bu gerizekalı Amerikan medyası ve bunun insanlar üzerindeki etkisi.



Öncelikle şunu söylemek istiyorum, ben LeBron James'in büyük bir hayranıydım. Lisede oynadığı maçları "Yinka Dare amca mixtape yapsın da biz de izleyelim" diye internet kafelerde bakındığım 2002 yazını unutmam. Kings'e karşı oynadığı ilk NBA maçı gözümün önünde hala. James'in t-shirt'ü, ayakkabıları (Air Zoom Lebron II) basket topları vs... hepsine zamanında sahip biri olarak konuşuyorum. Sonra ne mi oldu? James'e saygı duyuyorum. Fakat sadece basket bol yeteneklerine daha fazlası değil. Bir çok neden var irili ufaklı. Fakat önemli olan insanların ne düşündükleri. James Cavaliers'dan ayrıldıktan sonra birçok kişi dolaplarındaki James formalarını yaktılar. Görmezden gelemeyeceğimiz büyük bir coğunluk ise Miami Heat'i tutmaya başladılar. Burada "bandwagon" kavramı ile karşılaşıyoruz. LeBron, Wade ve Bosh aynı takımda. Çok heyecan verici evet, peki ben neden Cavaliers'i tutup kanser olayım ki? Bucks daha on sene rahat sıçıp batırır, en iyisi ben Heat'i tutayım. Peki sizce James'in Heat'e katılması sadece Cavs taraftarlarının sayısını mı azalttı? Hayır! İnsanlar bu iştah kabartan menü karşısında nefsine hakim olamadılar. Big 3 kavramını başlatan Celtics'di fakat bu başka bir şey. En iyi dönemlerini yaşayan ve yaşları ilerlememiş üç NBA yıldızını aynı takımda toplamak veya bunun oluşumuna izin vermek başlı başına bir sıçış zaten. E o zaman herkes Big 3 yapsın ve oynasınlar kendi aralarında. Wizards da avucunu yalasın. Bu konu ile bağlantılı olarak... bunu düşünene nasıl olur da hak vermeyeyim şimdi ben?

Kısaca LeBron James nefreti neden ve nasıl oluştuğuna bakalım:

*  Yeteneklerimi South Beach'e taşıyacağım sözü
*  Wade-James'in Nowitzki'ile dalga geçmeleri
*  Dallas'a karşı oynanan 2011 Finallerininde tıkanması
*  Cavaliers'ı bırakıp Heat'e geçmesi
*  Flop vakaları
*  Witness ve Chosen One muhabbeti

Bunlardan başlıcaları. Baktığımız zaman ise James'in oyun içersindeki hata ve seçimleri dengesiz tavır ve hallerinden daha az tepki çekiyor aslında. Bir açıklamasında Kobe'ye ve Garnett'e duyduğu saygıdan bahsederken diğer açıklamasında ise kendisini G.O.A.T. olarak gösteriyor bize. Oyun içerisinde soğuk kanlı hareketleri ve konsantre olmuş beden dilini izlerken (isim vermeyeceğim) bir poster smacında ise "fatality" diyerek rakibini aşağılayabiliyor. Son günlerde ise Facebook ve Twitter'da dolaşan başka bir LeBron videosunda ise, James efendi almış eline kamerayı, uzanmış koltuğa "Benim iki şampiyonluğum var" deyip şımarıyor. Tamam 2 kere şampiyonsun tebrikler ama medya ve insanlar bu kadar üzerine gelirken senin neden böyle bir şey yapıyorsun be güzel kardeşim. Sonra demezler mi sana "Jordan'da 6 tane var, böyle şey yaptı mı hiç" diye? Aslında bunu yapmasını beklemiyordum ve biraz olsun olgunluk sezmiştim kendisinden. Olaylara elimden geldiğince gaza gelmeyip objektif bakmaya gayret etsem de işte böyle küçük şeyler akıllarda yer ediyor. Sonra biri bana gelip "abi LeBron manyak ya!" deyince yüzüm ekşiyor bir anda. LeBron kötü bir oyuncu mu? Hayır! Oyunun iki tarafını da oynayan her geçen yıl kendine bir şeyler katan bir yetenek patlaması. Fakat kendi sıçışları yüzünden insan kendini tuhaf hissediyor. Konu da yine Kobe-LeBron-Jordan şeytan üçgenine geri dönüyor. Bir şey söylemem gerekirse şu ana kadar Jordan'ın seviyesine çıkmaya yaklaşabilmiş tek oyuncu Kobe Bryant'tır. Ödülleri başarıları bir yana koyalım, hatta yetenekleri de. Zihinsel olarak bahsettiğimiz olgunluk çok ayrı bir seviyede. Onlarca kötü dönem ve hatalı kararlardan sonra hala kendini en üst seviyede tutmak ve defalarca düşünmek, düşünmek, düşünmek. Yetenek kısmını işin içine sokacak olursak ve kıyas yapmak zorundaysam, Kobe Jordan'dan daha skorer bir oyuncu diyebilirim. Fakat oyunun geri kalan her yönünde Jordan bir tık yukarıdaydı. "Bana göre" saçmalığını işin içine katmak istemiyorum. Durup düşünüyorum bu bir takım sporu ve o bu şu olmadan şampiyon olamazdı vs... olayını da düşünüyorum. Bu şeytan üçgeninde LeBron'un hatırı sayılır bir yeri olduğunu da. Ve diyorum ki "sikeyim böyle işi". Karşılaştırma niye, neden? Az önce Kobe ile Jordan'ı karşılaştıran da ben. İster istemez beynimizde yer edinmiş bu virüs bizi içine sürüklüyor. Neden Rockets ile Timberwolves'i karşılaştırmıyoruz da oyuncuları birbirleri ile yarıştırıyoruz? Bununla birlikle farklı dönemlerde oynamış oyuncuları neden sanki aynı anda birbirleriyle oynuyormuş gibi gösteriyoruz ki? İşin eğlencesi ve rekabet olgusu bir yana, James, Bryant ve Jordan'ın farklı dönem oyuncuları olduğunu da unutuyoruz. LeBron ile Kobe'nin aynı dönemin oyuncusu olduğuna katılmıyorum. Kıyaslamak istemiyorum daha fazla. Ama ille de buna mecbur durumdaysam Jordan'ın önünde eğilir, Kobe'ye selam durur, LeBron'a da "hadi yavrum senin daha çok yolun var" derim.

Tour Öncesi #1 - Takımlar ve Planlar 1/2

Merhabayın sevgili Lappappa ahalisi. Sizin buralardan Patron'un da oluruyla bisikletin en prestijli, en görkemli yarışı Tour de France'ın yüzüncü edisyonu hakkında yazılar yazmak için geçiyorum. Umarım, siz, bu pek bilinmeyen spor hakkında bir şeyler öğrenmiş olursunuz, ben birkaç okur edinmiş olurum ve Tour'da birkaç fazladan izleyici kazanmış olur bu işin sonunda.

Bisiklet sporu hakkında temel seviyede bilgisi olanlar aşağıya, olmayanlar da bu linke doğru devam ederse bu potansiyel yazı dizisi çok daha net bir biçimde amacına ulaşacaktır. Bissssss...

Her yıl Tour yaklaşmadan önce, hatta çok önce, Tour de France'la ilgili papatya falları başlar. Takım lideri belirgin ekipler hazırlık kamplarını ve ön yarışları, belirgin olmayanlarsa takım liderlerini belirlemek üzere hesaplarını erkenden yapmaya koyulur. Bazı yıllar takımınızın büyük yıldızı Tour'u es geçebilir -Nibali- ya da sezonun tamamını aksatacak şekilde sakatlanabilir -Boonen-. Ama ne olursa olsun, her takım, bütçesi ölçüsünde kadrosuna kattığı yarışçılarının potansiyelini ve formunu kullanarak o kocamaaan Tour pastasından alabileceği en büyük dilimi kesmek için yarışacaktır. Kimi, Tour muharebesinin galibi olup sarı mayoyu almak için; kimi, kameraların cirit attığı etap bitişlerinde sponsorunun logosunu parlatmak için oradadır. Çok az takım bisiklet aleminin en ışıltılı yıldızları sprinterler için yeşil renkli hayaller kurabilirken, daha da azı takımına kazandırdığı pek çok tip yarışçı sayesinde birçok hedefi aynı anda vurmaya çalışabilir. İşin sonunda büyük konuşup büyük lokmayı yutamayanlar da gerçekçi düşünüp imkansıza ulaşanlar da aynı çizgiyi geçer, geriye tarih kalır. İşte, yüzüncü başlangıcından önce her zamankinden daha da şiddetle kaynayan Tour kazanı....

Ag2r-La Mondiale

Ag2r gibi Fransız takımlar için Tour, doğal olarak, yılın en önemli yarışıdır. Ama tırmanıştaki patlamasıyla tanınan cep roketi Pozzovivo ve genç tırmanışçı Kolombiyalı  Betancur'un yer almadığı tamamen "yerli malı" Ag2r kadrosunun genel klasman için en güçlü isimleri buraya getirdiğini söylemek zor. Genel klasman için iddialı olacağını düşündüğüm iki isim: Peraud ve Bouet. 36 yaşındaki Peraud tecrübesiyle ve sezona istikrarlı biçimde yaydığı formuyla öne çıkıyor. İki yıl önce burada aldığı dokuzunculuğu da unutmamak lazım. Bouet ise Peraud'ya göre daha genç (27) fakat bu sene önemli küçük yarışlardan Trentino'da aldığı üçüncülük, sezon boyu yarıştığı herhangi bir yarışı ilk 20'nin altında bitirmemesi ve katıldığı her yarışta gösterdiği iyi yokuş performansı gibi veriler onu benim gözümde diğerlerinden öne koyuyor. Ag2r'nin diğer kozları, Giro 2011'i üçüncü bitirerek herkesi şaşırtan Gadret, aynı yarışta onu kollayan Dupont, gelecekte takımın lideri olması beklenen ve bu yılki Tour'un en genç ismi olan Bardet. En önemli etap galibiyeti potansiyeliyse tek günlük yarışların başarılı ismi Bilal Kadri'de gibi gözüküyor. Takımla ilişiği kesilen başka bir yarışçısının doping yapması yüzünden Tour'un provası Dauphine'ye katılmayan Ag2r'nin iştahlı olacağına şüphe yok.

Argos-Shimano

Pelotonun en sağlam sprinter kadrolarından birine sahip Hollandalı ekip, gelecek sezon yapacağı transferlerle gözünü genel klasman hedeflerine dikeceği söylenirken Tour'a bol bol etap galibiyeti için geliyor. Geçen sezon Vuelta'da kazandığı etaplarla ve bu yılki Giro'da attığı neredeyse yarım kilometrelik etkileyici sprintle dikkat çeken John Degenkolb ve bu yıl ülkemizdeki bisiklet turunda gösterdiği performansla ilgi toplayan Marcel Kittel, düz ve orta seviye dağlık etaplarda çizgiyi birinci geçmek için ellerinden geleni yapacak. Takımın kalanı bu isimlere bakıcılık ederken yarış içinde ortaya çıkabilecek fırsatları kollayacaktır. Argos'un son derece titiz yarışmaya ve gereken yerlerde şanslı olmaya ihtiyacı var.

Astana

Yarışırken pelotonun en karizmatik ve hırslı isimlerinden biri olarak bilinen, fahri Kazak devlet başkanı Vinokourov'un yüzüncü Tour için yapacağı planlar merakla bekleniyordu. Ama takım lideri Vincenzo Nibali, sezonun merkezine içinde ukte kalan Giro pembesini koyunca Astana'nın Tour planları da biraz renksizleşti. Ama hala, ilk 10 için iddialılar. Senelerdir "ha geldi, ha geliyor" diye beklenen İskadinav Fuglsang, Dauphine'de aldığı dördüncülükle gayet formda olduğunu belli etti ve ülkesinde verdiği röportajda hedef olarak ilk 10'u gösterdi. Bundan birkaç gün önce antrenmanda iki Kazak domestiğiyle yaptığı kaza olumsuz bir gelişme ama 28 yaşındaki Danimarkalı'nın yarışçı olarak kendini tam anlamıyla ispat etmesi için daha iyi bir fırsat olamaz. Takım yöneticisi Vino da ilk yılında kazanılan Giro'dan sonra Tour'da da tatmin edici bir sonuç isteyecektir ve kendisi istediğini alamamaktan pek hoşlanmaz.

BMC

Yazının başında takımların uzun uzun Tour planları yaptığından söz etmiştik ya, işte o takımlardan biri BMC ve hala tam olarak işlerinin bittiğini söylemek zor. Ellerinde kısa süre önce sarı mayoyu kazanmış tecrübeli bir bisiklet ikonu ve daha geçen yıl gençler mayosunu rahatlıkla kazanmış patlamaya hazır bir yetenek var. 

Yıl içinde katıldığı Giro'da parmak ısırtan çabası ve podyumu kıl payıyla kaçırmasıyla yine kendine hayran bırakan Cadel Evans, "yolun yarısını" geride bırakmışken hala lider olduğunu göstermek istiyor. Tejay van Garderen da 2012 parkurunun dik yokuşlarında Cadel'i topladıktan sonra kendi yoluna bakma peşinde. Bir tercih yapılmak zorunda, çünkü iki tarafın da eksikleri var: Evans, Giro'nun belirleyici nitelikteki  çok sert tırmanışlarında çok uğraşsa da geride kaldı. Van Garderen'ın ise bu yıl kazandığı tek yarış, Tour seviyesindeki rakiplerin gelmediği California Turu'ydu. Takımdan gelen son sinyaller iki ismin "co-leader" olacağı yönünde. BMC'nin sarı mayoyu kazanma ihtimali bence yok ama alabilecekleri etkileyici bir sonuç da bu seçimin doğru yapılmasına bağlı, bir ipte iki cambaz (hele de yol bisikletinde) hiç iyi bir fikir değil.

Euskatel-Euskadi

Alamet-i farikaları turuncu mayoyla hemen göze batan Bask takımının bu yılki Tour kadrosunun fazla göze battığını söyleyemem. Kadroda son üç yılda büyük turlardan birinde veya ikisinde iyi sonuçlar alan isimler var ama takımın son iki yıllık karnesi gerçekten kötü. Yani, zaferler giderek uzaklaşıyor. Bu sezonun şu ana kadar en dikkat çekici sonuçları, sezonun en başında domestiklerden birinin Avustralya'da yaptığı ilk 10 ve Samu Sanchez'in kariyerine göre pek etkileyici sayılmayacak Giro 12'nciliği. Igor Anton, Nieve, Astarloza gibi isimler Fransa'da olacak ama bireysel olarak neler başarabilirler belirsiz. Ortalama üstü birkaç istikrarlı performans takım klasmanında iddialı olmalarını sağlayabilir. Son olarak, sezon başından beri takımın kazandığı yarış sayısı sadece üç. Euskaltel'in Basklı evlatları takımlarına gelecek yılki WorldTour'da bir yer istiyorlarsa bu sayıyı artırmaktan başka çareleri yok.

FDJ

Gelelim, bütün Fransız basınının gözlerini dikeceği Fransız takımına. Fransız bisiklet seyircisinin uzun süre sonra ilk kez, Champs-Elysees'yi bir Fransız'ın sarı mayoyla geçmesi umudu var ve onlara bu umudu veren isim, 2012 Tour'unda doğduğu yerde kazandığı etap sonrası, yarış 10'ncusu olup beyaz mayo sıralamasını ikinci bitiren, 23 yaşındaki Thibaut Pinot. Bahsettiğimiz sonuçları alırken pelotonun en genç ismi olduğunu, yarışı ilk 10'da bitirmeyi başaran tarihteki en genç ikinci ismi olduğunu da eklersem bu heyecanın sebebini daha iyi anlarsınız sanırım. 2013 parkuru, tırmanış yetenekleriyle tanınan gencomuza çok uygun ve zamana karşıların geçen seneye göre öneminin azalması başka bir avantajı. Pinot, sarı mayoyu büyük olasılıkla bu yıl da alamayacak ama dramatik tırmanış ataklarından ve beyaz mayodan bahsedildiğinde gözünüz üstünde olsun. Pinot önlere çıktığında takım otosuyla peşine takılan menajeri Marc Madiot'yu da gözden kaçırmazsanız, soğuk Fransızlar'ın, bisiklet söz konusu olunca nasıl kanının ısındığını yakinen görebilirsiniz.  

Garmin-Sharp

Oyun planı tam olarak belli olmayan bir takım daha. Ellerinde her şeyden biraz var ama hangi malzemeyi daha  çok koyacaklar belli değil. Yarışın başlamasına beş gün kala kadrolarının yarısının belirsiz olması bile bir şeyler anlatıyor bana kalırsa. Geçen yılki Giro'nun galibi Hesjedal, bu yıl İtalya'daki felaket yokuş performansının üstüne sakatlanınca Fransa'da şansını denemeye geldi. Tour'a ısınmak için gittiği İsviçre'de de kaza yaparak yarış dışı kaldı. Ben pek umutlu değilim kendisi hakkında. İrlandalı tırmanışçı Dan Martin, Volta e Catalunya ve Liege-Bastone-Liege zaferlerinden sonra bol bol tırmanışla geçecek parkurun keyfini çıkarmayı umuyor. Paris-Nice ve Criterium Internacional'daki dereceleri sonrası düşüşe geçmiş gibi gözükse de Talansky'yi bir kenara atmamak gerekiyor. California Turu'ndaki sprint bitişlerinde fena gözükmeyen Tyler Farrar da bir şeyler kazanmak isteyecektir. Bunların hepsi yetmezmiş gibi, Criterium Dauphine'deki zamana karşı ve genel klasman performansıyla akılları alan Dennis Rohan çıktı son dakikada. Bir açıdan bakınca tatlı bir sıkıntı gibi gözüken bu tablo, yapılan tercihler ve yarış içinde yaşanan gelişmeler sonucu pekala bir kabusa dönüşebilir. "İnekliğiyle" tanınan takım patronu Jonathan Vuaghters'ın hesabı kitabı sağlam yapması ve bütün takımı ikna edecek kapsamda bir plan uygulaması şart. Kişisel not: Litvanyalı bal porsuğu Navardauskas'ı Fransa'da görmezsem sana laflar hazırladım Bay Vaughters.

Orica-GreenEdge

Pelotonda beni en az heyecanlandıran takımlardan biri Avustralyalı ekip ve 2013 Tour'u için de durumun pek farklı olduğunu söyleyemem. Dominant bir genel klasman adayları yok. Basiret konusunda açık sorunları olan bir sprint liderleri var ama bir şekilde bir şeyler kazanarak World Tour'da kalacak kadar azimli ve çalışkanlar. Matthew Goss, bu yıl Cav'le Sagan'ın aç kurtlar gibi saldıracağı yeşil mayo için ne koparsa kar. Cameron Meyer, belki, genel klasmanda ilk 30'a tutunabilir. Takımı geçen yıl Milan-San Remo zaferine taşıyan Simon Gerrans'ın uygun şartlar oluşursa bir etap kazanmasını umuyorum.

Arkası yarın....

Akpala


Arkadaşlar bu kadar da yüzsüzce araklama olmaz. Ayıp. Bari açıyı falan değiştirin ya.

(Geyik bir tarafa, bu sezon harika işler giyecekler. Görmeyenler şuradan.)