"Mustafa" Hakkında


Geçenlerde "Mustafa"nın irdelendiği Genç Bakış'ı izlemiş ve bir şeyler karalamıştım. Ertesi gün izledim filmi, yani dün.
Genel olarak "iyi" diyebilirim. Yani millet nerelerden neler çıkarmış, bir kere onu iyi anlamış bulunduk.
Genç Bakış'ta Can Dündar, insanların tepkileri konusunda örnek verirken İlber Ortaylı'nın şöyle söylediğini aktardı:"Yeni hiçbir şey yok". Heh işte, İlber Hoca için yok tabii. Nasıl olsun. Amaa, ortalama vatandaş için var. Mesela bazı gençler de öyle söylüyor;ulan tamam hadi sen biliyorsun, ya ülkenin geri kalanı. Adam zaten demiyor mu, Atatürk'ü biraz daha iyi tanıtabilmek için yaptım deyu. Neden bunu anlayamıyorlar ki.
Ortalama vatandaşın bilmediği bir sürü şey var, zaten kitap okumuyorlar, bari şu filme gidip birkaç şey soksunlar kafalarına. Onu da istemek hakkımız sanırım.

Şöyle bir durum var:Evet Atatürk'ün insani yönleri daha ağırlıklı ve, buna değinmeleri çok iyi olmuş. Çünkü, bilmiyorum ne kadar farkındasınız veya katılırsınız ama, resmi tarih "tanrısal" bir Atatürk portresi çizer. Onun haricinde zaten 10 Kasım sonrasında bu ülkede Ata'nın ismini her şeyde kullanarak (içi boş kullanarak) yok etme hareketi vardır kasıtlı olarak.
Bu belgesel, belki ortalama vatandaş açısından yararlı olacak ama, şunu da söylemeden geçilmemeli:Bunun da arkasında bir Atatürk portresi var(oha, daha ne var demeyin, var). İşte onu kavradığımız zaman, işler yoluna girmeye başlayacaktır yavaştan. O nasıl mı olacak? Okuyarak, araştırarak. Mesela bu film, o yolda iyi bir başlangıç olabilir. Gerisini getirmek, bünyenin işi.

Bir örnek:Az önceki postta "Atatürk Ve Yalnızlık" konusunda Erol Mütercimler'in cevabını yazmıştım. Bu kısım tamamıyle anlaşılabilirse, Atatürk'ü anlamak konusunda büyükçe bir adım atılmış olabilir. Onun ne kadar "özel" bir adam olduğu anlaşılırsa yani. "Herhangi biri" olmadığı.

"Fikrimizin Rehberi"


Biliyorsunuz, "Mustafa" gösterime girdi. O zamandan beri bir kargaşadır gidiyor. Filmi izleyenler bu tartışmaların kasıtlı veya kötü niyetli bakış açısıyla çıkarıldığını anlar, o ayrı. Tam da bu konuların gündemde olduğu şu vakitlerde önemli bir isimden, bu konuyla ilgili çok kapsamlı olduğunu düşündüğüm bir kitap geliyor.
Yazar Erol Mütercimler, ve kitabın ismi "Fikrimizin Rehberi:Gazi Mustafa Kemal". Ve tam 1250 sayfa. Şu anda yayınevinin kapısına gidebilirim almak için, o derece heyecanlı vaziyetteyim.
Mütercimler tam 25 yıldır hazırlanıyormuş bu kitap için.
Ve fiyatı da 35 milyon. Bu sayfa sayısına sahip bir kitap için korkunç iyi bir fiyat. 50'den aşağı gitmez bu normalde.

Hani Mustafa vesilesiyle Ata'nın yalnız olup olmadığına ilişkin tartışmalar çıktı ya, bazı hödükler de,"ya nasıl olur, etrafında bir ton hizmetçi, görevli vardı" gibisinden akıl almaz cevaplar verdi, işte o saçmalıklara cevaben Mütercimler'den geliyor:


Yalnız mıydı?

Yaşamı boyunca yalınızdı. Tıpkı Beethoven, Mozart ya da Kraliçe Elizabeth gibi... Dahiler hep yalnızdır. Niye şaşırıyoruz!

1

Sevdiğimiz bir arkadaşımız var, o da blog işine el attı. Son yazılarından birinde Iverson'ın "bayrak adam" niteliğinin kalmadığından bahsetti. Tamamen haklı.
Ama kaybettiği bir şey daha varmış, onu da yeni gördük:numarası. Klasik "biz onu yıllardır 3 numara olarak bildik, artık şöyle" cümleleri kurmayacağım ama, hakikaten numarasıyla özdeşleşen nadir oyunculardandı Nba'de o. Pistons'ta 3 numaralı formayı genç Stuckey giydiği için, o 1 numarayı tercih etmiş ve burda o numarayla mücadele edecek. Ona uğurlu gelir umarız.

Sleeve Modası


Tabii kimseye niye şunu yaptın, diye hesap sorma hakkımız yok ama, herkes de her şeyi yapmasın, sırf moda diye bir işe girişmesin, özenti olmasın amına koyym ya. Bu koskoca Nba oyuncusu olsa bile. Ki esas o yapmamalı bu işi.
Biliyorsunuz bu sleeve mevzuunu Iverson başlattı ilk olarak. Onunla özdeşleşti. Ardından doğal olarak tek-tük kullanan oldu ama esas patlama 1-1.5 yıl önce falan başladı. Birdenbire Kobe, Melo, Lebron, Ray Allen, Vince Carter, J-Rich, Pietrus, Nate Robinson, Gerald Wallace, hatta Allahın Maurice Evans'ı bile kullanmaya başladı. Hatta lige yeni gelen O.J Mayo bile geçirmiş hemen. Şimdi sanırım giymeyene yıldız demiyorlar. Bunu dememin sebebi de olayın son örnekleri. Kimseye şunu yap-şunu yapma diyemeyiz ama, samimiyet yok bu olayın hiçbir tarafında. Kimse anlatmasın. "Ondan gördüm yaptım". Vay be, ne güzel.
Resimdeki kim? Tony Battie. Ne seviye bir oyuncu? Orta. Ama sleeve kullanıyor! Ama bazı işler de belli bir kısım insanın elinde kalsın. Herkes de her şeyi yapmasın ya.
Bizim sahaya gelip kolunda sleeve, bileklik, parmaklıkla hava atan, ama maç başlayınca bir bok yiyemeyen elemanları andırıyor hepsi. Dwight Howard, senin neyine ulan sleeve?! Git önce post öğren, faul atmayı becer. "Hoşuma gitti, geçirdim koluma". Hadi ya, her istediğini yapmayacaksın öyle işte. İşimiz var o zaman.

-Dostum ben en kısa yoldan Nba'de yıldız olmanın yolunu buldum
--Nedir o adamım?
-Sleeve takacağım
--...

2 Saniyede 5 Sayı


Brandon Roy zaten gelişimiyle, yaptıklarıyla sağlam geldiğini müjdeliyordu. Ama bugünden itibaren hem Portland taraftarlarının, hem de normal Nba izleyicilerinin gözünde ayrı bir yere sahip olacak.

Houston'la evlerinde oynadıkları maçta 1.9 saniyede tam 5 sayı üreterek maçı aldı. Toplamda da o zaman diliminde 8 sayı oldu.
Her şey Roy'un 1.9 kala soktuğu şutla başladı. 2 sayı öne geçti Blazers. Ardından kenardan topu oyuna soktu Rockets, ve Yao, normalde o boyda bir oyuncunun yapmaması gereken şekilde orta mesafe fade-away'i soktu! Ama daha beteri vardı ki, o da Roy'un Yao'ya faul yapması ve basket-faul çalınmasıydı. Yani bitime 0.9 kala faulu de sokarsa 1 sayı öne geçecekti Rockets. Soktu da-her zamanki gibi. Ama demek ki her şey bitmemişti henüz. Mola aldılar ve kenardan topu oyuna soktu Portland. Hemen Roy'a çıkarttılar kenardan, o da aldığı gibi gönderdi potaya üçlüğü-ki çizgiden bayağı uzaktaydı. T-Mac el göstereyim mi diye tereddüt etti ve haklıydı da, çok uzak mesafe çünkü. O arada top çembere girdi ve Rose Garden'daki dayılar-teyzeler sarmaş-dolaş oldu, sahada da Pale Trail Blazers. İnanılmaz.

Küçük Hakan


...gülmekten kendimi alabilirsem yazıya başlayabileceğim ama, siz söyleyin mümkünatı var mı, bu nasıl bir tip lan. Öhöm, neyse (eski hali olduğunu biliyorum bunun, söyleyeyim de. Ama yine de bunu koyasım geldi).

Hakan Ünsal yorumculuk kariyerine başladığından beri sıçım sıçım sıçıyor. Ama öyle bir hallerde ki, hiç "ben yanıldım, yanlış tahminde bulundum" olayı yok. Son derece kendinden emin, atıp tutuyor. Nasıl kendinden emin, bir görseniz. Genelde de saçmalıyor, ama kimin sikinde;Türkiye'de bir tek "rezil" olunmaz, malumunuz. Ulan Rıdvan her bi' boku biliyor ediyor, adama iltifat edince utanıyor, kızarıyor. Bir ona bak, bir buna.
Son ve aşmış vukuatı da, Benfica maçıyla ilgili söyledikleri. Ben buraya yazaya utanıyorum, gidin Ekşi'den onun başlığındaki son entrylere bakın, anlarsınız.
Gerçekten bir "kuyruk" acısı var bunun ama, dur bakalım.

Robben

Arjen Robben (yine) sakatlanmış ve 6 hafta sahalardan uzak kalacakmış. Yemin ediyorum, zerre şaşırmadım. Böyle bir yetenek, senelerdir 2 hafta oyna 6 hafta yok;3 hafta oyna, 3 ay yok. İyi sabrediyor hocalar.

Rahatlık

Evet Olympiakos maçı da iyiydi filan ama, bu maç... Yani bilemiyorum övmeye kalksam herhalde hepsini kapsayacak. Hepsi iyiydi. Bazıları mükemmele yakındı. Son yıllarda ben bu kadar "iyi ve doğru" oynayan bir Gs takımı çok az, ne çok azı, neredeyse hiç görmedim. O yüzden içten içe bu performansın devamını diliyoruz.

Nasıl bir rahatlık, soğukkanlılık. Akıllı oyun, sürekli sağlam, ayağa paslar. Tabii ki onlar kadar iyi olamayız tamamen ama, ara ara belki Barça kadar iyi pas yaptık. Hele de 2. golde.
Çok büyük umut verdi bize Gs bu maçta. Hani "Saracoğlu'nda final" lafı dillendirilip duruluyor ya, şu andan itibaren o final, hatta belki kupa, bize çok daha yakın.
Ben sanırım, 2000 dönemi dahil, böyle maçını izlememişimdir Galatasaray'ın. Hadi o ağır kaçabilir de, gelmiş-geçmiş en iyi 5 maçı arasına da girer. İyi ki bu güzel oyun, herhangi bir puan kaybıyla değerini azaltmadı. Tabii bu kadar mühim olmasında, deplasmanda oynanmasının da payı büyük. Bu sezonun en iyi maçı, onu söylemeye gerek dahi yok.

Çoğu yerde söyleniyor ama, ben de aramızda -daha önceden de olmuştu- lafı geçtiği için değineceğim:Nasri vallahi Arda kadar değil-bunu kesinlikle bir maç üzerinden söylemiyorum. Arda ciddi ciddi ondan çok ilerde. Ve ondan daha büyük yerlere gelecek, eminim bundan.

Bu oyun ve sonuç, doğal olarak da haftasonundaki derbiye daha rahat, daha güvenle bakmamızı sağlayacak. O da öyle "cenabet" bir maç ki bizim için, oyun ne olursa olsun, her Gs'li 1-0'a razı olacaktır eminim ki.

Taktik kısmına değinmek istiyorum birazcık. Malum Ümit özellikle 2 senedir, daha çok bir "forvet" veya ofansif o.saha oyuncusu gibi oynuyor. Bugün de görevi oydu. Böyle olunca, Baros da sağda oynayınca (ki değişmeli oynadılar Ümit'le), ortaya Roma'nın 4-6-0'ı gibi bir görünüm çıktı. Bilmiyorum ne kadar kişi katılır buna, ama çoğu zaman sahada o taktiğin yansımalarını gördüm ben. Baros ve Ümit'in, hatta çok sık olmak üzere Lincoln'ün orta sahaya yardım etmesi, o bölgeyi her iki oyun yönünde kalabalıklaştırması, beni böyle düşünmeye iten sebepler.

Son olarak;De Sanctis'in o malum kurtarışında, topun içeri mi, ağlara mı düştüğünü görene kadar, ömrümden rahat 20 yıl gitti.

En son olarak da(lan baştan yazsana işte):Trt'ye çooooook teşekkürler bu maçın yayın hakkını aldığı içün. Bizi Ertem ve Emre dallamalarından kurtardığı için. Keşke her maçı Yalçın Çetin sunsa. Euro 2008'de de onun sesinden dinlemiştik bazı maçları. Onu ve Levent Özçelik'i görmek bizi rahatlatıyor. Ne de olsa Uefa finali'ni de o sunmuştu...

Möhü

Maç hakkında az sonra yazacağım evet ama, ondan önce az evvel başıma gelen bir şeyi yazmak istiyorum. Acayip duygulandım hacı. Net kullanıcısı-İnternet ilişkisi hakkında önemli olduğunu düşünüyorum çünkü.
Bir süre önce yazarı olduğum bir sözlük vardı, oraya girdim demin. Bakayım dedim bir. Birkaç başlık vardı, biri bizim maç hakkında tabii. 2 entry vardı. Biri kısaydı, okudum onu. Sonra alttakine geçtim. Onu da okudum. En alttaki satırda kalakaldım:
"bir de merhum yazarlardan x olsaydı da bir yorum yapsaydı diyor insan". X burada, benim sözlükteki nick'im oluyor tabii.

Bu gerçekten çok önemli. Neden mi? Çünkü bu tip sanal mekanlarda insan, ayrılınca veya atılınca, veya bir sebepten uzak kalınca, sanal alemin genellikle ortaya çıkan o nankör yüzünü görüyor ve soğuyor. Samimiyetsizlik vardır çünkü bu işlerde genellikle. Diyorsun, lan o kadar şey yazdım, emek verdim, millet unuttu beni vs. Genelde de öyle evet, ama bu seferki beni gerçekten sevindirdi. Bir kişi de olsa, beni hatırlamış ve benim yazılarımı/yorumlarımı hatırına getirmiş, okumak istemiş ya, bu çok büyük bir şey benim için.
Keşke elimde olsa da, maç hakkında 2 satır karalayabilsem ve ona okutabilseydim. Nasıl içim rahat ederdi, anlatamam. Borcum olsun...

Racır Meysın

Günün kahramanı işte bu adam. Kusura bakmayın, daha Spurs'te 4. maçını oynadığı için siyah-beyaz formayla bir fotosunu koyamadım. Ama sevinç kısmı var yine de. Wiz'deyken seviyordum, bize geldi daha bir sevdim, bizde iyi oynadı daha da sevdim, bugünkü maçta çok büyük işler yaptı, artık çok özel bir yere sahip. Böyle devam etsin, foros keseceğim.

4. maçta ilk galibiyetimizi almak kötü tabii. Ama özellikle ilk 2 maç da ucundan kaçtı, bunu göz önünde bulundurmalı.
Kimine sorarsan, "bunu da zar-zor aldılar" der. 2 uzatma sonunda 129-125 kazanılan bir maç. Tony Parker 55 sayı-10 asist-7 ribo yaptı;kariyer rekoru 38'di, belki bir daha kıramayabileceği kadar yukarı çekti. Td de 30-16-3. Toplam 111 sayı 3 oyuncudan. "Yedek big-three" mübarek.

Roger Mason, birçoğu çok kritik, 26 sayı attı. Maçı Yahoo'dan takip ettim, oturduğum yerde ölüyordum. Bir de izlesem, herhalde kalpten giderdim. Çok çok kritik maçtı.

Lafı Nba'den açmışken bazı notlar da yazayım:

-Amare Pacers'a karşı 17/21 ile 49 sayı attı-yuh. Yetmedi, yanına 11 ribaund, 6 asist ve 5 top çalma da ekledi. Aynı zamanda 4x5 oluyor bu. Verimlilik puanını hesaplamak bile istemiyorum, hayvani bir şey çıkar. Tabii buna bu kadar sevinmem ve özen göstermemin sebebi başka:Amare bu sene benim Fantazi lig takımımda. O yüzden ne kadar iyi istatistik yaparsa, o kadar sevindirik olurum.

-Geçenlerde bir Wiz maçının istatistiklerine bakıyorum, ne göreyim:Andray Blatche, maçta tam 5 top kaybı yapmış. Sövdüm tabii bayağı. Ne hakkın var ulan o kadar top kaybına, sen kimsin de. Bu gece de 4 tane. Koç olsam sanırım ağız-burun...

-Kevin Love'da feci iş var.

-Lbj de Bulls'a karşı 41-9-6-4 yaptı. Yendiler tabii. Derrick Rose'u da çok beğendim bu arada. Ama Bullz böyle giderse, Wade gibi olur o da.

-Memphis'in kısalar iyi şeyler yapacak gibi.

-Heat nasıl olur da, 76ers'e 23 sayı fark... Hüseyin'e sorsan normal der adi herif.

-Geçen günkü Lakers maçında 0 dk oynayan Dahntay Jones, bugün ilk 5 çıkıyor, ve şimdiden 13 sayıda. Devre olmadı daha. Nasıl işler bunlar...

-Daha 3 gün olmadı, yine Lal-Lac maçı. Bakalım bu kez "noolucek".

Gece Hüsranı

Eğer bu kadını koydun da, niye bu resmini koydun diyen varsa, bir soluklansın, sebebimiz var. Artı bu saatte koyup da hem benim, hem potansiyel erkek okuyucunun (hem de potansiyel lezbiyen okuyucunun diyeceğim ama, o az ihtimal) moralini bozmak istemem.
Mevzu şu:Belki benim mallığım/dikkatsizliğim ama, olsun ne yapalım;Nicole ablamız Lewis Hamilton adamının sevgilisiymiş.
...
Yemin ediyorum, şampiyonluğu kaçırmamıza (gerçi takımlarda aldık da, o ayrı) bu kadar üzülmemiştim. Öyle böyle değil hacı dayı.

Mustafa Vs

"Mustafa"ya henüz gidemedik. Kısmetse yarın. Tabii ki izlemeden yorum yapmayacağım. Ama az önce Kanal D'nin "güzide" programlarından biri olan Genç Bakış vardı. İzledik. Bir güzel de delirdik. Tabii biz o haldeydik, Can Dündar ne hallere girmiştir. Adam gene sabırlıymış da, o salaklara saygısızlık etmeden cevap verdi her şeye olanca kibarlığı ve iyi niyetiyle.

Genelde "şu niye vardı da bu yoktu" gibisinden eleştiriler vardı. Tabii bunları en olmayacak şekilde ilettiler "üniversiteli gençlerimiz". Can Dündar da filmin ilk montajlı halinin 5-6 saat civarı olduğunu, doğal olarak bu şekilde yayınlamak istemediklerini söyledi. Bundan önce de ben, "2 saate sığdırmalıydık olanca şeyi" diyince, "ya ne olacak, 3 saat de yapabilirdiniz" şeklinde eleştirmiştim kendimce. Meğer işin başka kısmı varmış. Haklı tabii. Ayrıca bu esas hali filmin, tv'de bölüm bölüm gösterilecekmiş;bu iyi haber. Sanırım Dvd'si de çıkar, ki bu çook daha iyi olur.

Filmi izlemeden, söylenenler sonucunda bayağı bir fikrim oldu hakkında. İzledikten sonra daha detaylı üstünde konuşacağım burada tabii.
Programın itici kısımları, çok bi' bok bildiğini sanıp, Can Dündar'a hesap sorar gibi, ne bileyim herhangi bir şeyin acısını çıkarır gibi sorulan sorulardı. Bazıları soru da sormadı, direkt hönkürdü adamın suratına. Bunların bazılarını siz Lappappa okuyucuları için tespit ettik ve az sonra bu salakları çözümleyip bir güzel söveceğiz. Bu ameleler, genel olarak nasıl bir genç nesile sahip olduğumuz hakkında da fikir verecek bize.

1.Sol kolunda Atatürk'ün imzasını (hani şu meşhur "K. Atatürk" olan var ya, hatırladınız evet) taşıyan kız. Tip olarak bayağı böyle, hani olur ya, hararetli solcu kızlar vardır, kazak giyerler yaz-kış, odur. Ağzından salyalar fırlatarak 10 saniye filan konuştu, meramı şuymuş:Neymiş efenim, Can Dündar, sorulan sorulara adam gibi cevap vermiyormuş, hep lafı kıvırtıyormuş, ne yapmaya çalışıyormuş da muş da muş. Ulan araverti, adam olanca samimiyetiyle Atatürk hakkında bir film yapmış, ve gelmiş senin o sikindirik okuluna, tüm efendiliğiyle cevaplıyor o bütün salak-yanlı soruları. Daha ne istiyorsun? Ha illa senin istediğin gibi konuşacak, yoksa olmaz değil mi? Bu kızın kolunda Atatürk dövmesi var(o kadar seviyor yani kendince. Aslında ne güzel değil mi, ama öyle değil işte), karşısındaki adam da son derece samimi bir Atatürkçü, oğluna Ata'yı doğru tanıtmak, anlatmak için senelerce araştırıp-didinip belgesel yapan bir adam. Kim daha "gerçek", kim haklı? Ortada işte...

2. Gene kırgın elemanın biri(o kadar çok çıktı ki bunlardan). Konuştu konuştu iki saat, tabii beklediği karşılığı da bulamadı, sinir yaptı kendince. Oturmadan "Biz Türk gençliğinin tek ihtiyacı olan şey Ata'mızın Nutuk'udur" dedi, lafı koydum ayağı yaptı kendince ama fena sıçtı, haberi yok.
Şimdi efenim Kolpa Atatürkçülerin birçok çeşidi var. Bu da tehlikelilerinden biri. "Nutuk Atatürkçüsü". Bunlar, hani nasıl bazı dindar elemanlar-tarikatçiler var ya, "benim tek yol göstericim Kuran'dır" diyen, hah işte onlardan farkı yoktur bunların. Evet, ben demiyorum ki "Nutuk önemsizdir", ama tek başına sana Atatürk'ü veya "meseleleri" anlatmaz ki yavrucum. Farkına varır(lar) umarız.

3. Bir eleman. Belli, daha az önce şişeyi elinden bırakıp gelmiş. Hatta belki program sırasında içiyordu! Nasıl ona söz verdiler anlamadım ya, neyse. Aha dedik, bu da sıçacak. Hem de ne sıçma. Saçmaladı saçmaladı, sonlara doğru da "Siz filmde Atatürk'e dinsiz demişsiniz vs vs." dedi. Orada herifin yerine ben utandım. Yani eleştirirsin, söversin, beğenmezsin de, zaten izlememişsin, daha ne bu salakça sorular, hesap sorma. Ha, dersin ki kendinde değildi alkolden, o zaman zaten hiçbir şey diyemem.

4.Pek bi' sikten anlamadığı belli olan bir genco. Kalktı elinde not defteri filan var. Söyledikleri şunlar:Can bey, siz diyorsunuz "Atatürk hakkında ne yapıldı ki" diye ama, Dolmabahçe sarayı'nın alt bölümü ortada, Florya Köşkü'nün hali harap, bunlara niye bir şey yapılmıyor.

Yorum yapmıyorum artık.


Velhasılı kelam, hem Can Dündar'ın nasıl bir kişi olduğunu bir kez daha ve derinlemesine;ve Türk gencinin de ne halde olduğunu bir kez daha görmeye vesile oldu bu program. Can Dündar bereket sabırlı bir adam, onun yerinde Nihat Genç veya Fatih Altaylı gibi biri olsa, kan gövdeyi götürürdü abartısız.

Del Piero


Ben velettim, o atıyordu; ben eşşek kadar oldum, hala atıyor. Del Piero bu gece de deplasmanda Real'e 2 tane yolladı, biri frikikten. Bizim de içimizin yağları eridi tabii.
Belki -veyahut sanırım- hiçbir zaman hak ettiği değeri göremeyecek ama, Del Piero gelmiş geçmiş en büyük forvetlerden biri.

3 Gün


3 gün arayla;Pazar günü, F1 tarihinin ilk siyahi şampiyonu Hamilton oldu, Bugün ise ilk siyahi Abd başkanı seçildi. İlginç.

Bir Vefat Daha

Galatasaray Dergisi Genel yayın koordinatörü ve yazar Mehmet Ali Gökaçtı, bu sabah geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yummuş. Allah rahmet eylesin.
Kısa sürede ikinci ölüm Gs camiasında. Umarız devamı gelmez. Başımız sağolsun.

Redskins- Obama- Ofis- Amerika


Beyaz sarayın olduğu eyaletin amerikan futbolu takımı Washington Redskins takımının seçimlerde etkisi var! Son 17 seçim günlerinde, o hafta Redskins kazanırsa, ofisteki parti kalıyor, kaybederse değişiyor. Steelers dün akşam çaktı Redskins'e, o ara Salih'e söyledim, Obama başkan diye. Amerika tarihindeki en büyük temsilciler meclisi oyuyla yeni başkan Barack Hussein Obama.

Deniz Kılıçlı


Efes'in pilot takımı Pertevniyal çıkışlı Deniz Kılıççı. Birçok umut veren genç basketbolcu gibi lise eğitimine Amerika'da devam ediyor. West Virginia'da Mountain State. (Ara not düşelim, West Virginia en çok Türk bulunan eyaletlerden birisidir, Fethullahçıların da gözdesi...)

2.08 boyunda 105 kilo. 4 numara. Kendisi ESPN'in 2009 yılında liseden mezun olan oyuncular sıralamasında 44. sırada.

Kendisiyle ilgilenen üniversiteleri görünce zaten ne kadar büyük bir potansiyel olduğunu anlayacaksınız. Öncelikle North Carolina State'e Atsür önermiş bu arkadaşı. Peşinden U-Cal, Connecticut, UCLA, USC, Kentucky ve West Virginia. Açık alanda kulvar koşularını iyi yapabilmesi, orta mesafe şutu, pota önünde iki eliyle de bitirebilmesi ve en önemlisi son iki yıl içerisinde gösterdiği gelişim scoutların en dikkat çektikleri özellikleri. Tek geliştirmesi gereken özelliği ise post savunması. 2010 veya 2011 draftına girmesine ve ilk 10 sıradan seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Kendisi Hüseyin-Faruk Beşok kardeşlere de çok benziyor, bunu fark ettik Salih'le. Şimdi bu çocuktan bu kadar geç haberimiz olmasından medyayı mı sorumlu tutalım, üşengeçliğimizi mi, yoksa böyle bir yeteneği kaçıran Efes Pilsen camiasını mı?

Blog Ve Vermek

Çok zaman burada, aslında blog kültürünün temeli olan, ama bana çok ters gelen "her yediğin boku anlatma" hakkında sövüyorum gelişine. Yine sövesim var, evet. Bir dolu şeye sövesim var. Arada -ama sadece arada- kapağı açıp salmak lazım azar azar.

İnsanların çoğu, yaptığı eylemlerin bir bok olduğunu sanar. Çoğu zaman da kendinin bir bok olduğunu sanar. İşte bu yanılsamalar, bir de onu yediği bokları anlatmaya, başka insanlara aktarmaya iter. Çünkü o ego denen hadise, kişiyi o şeyleri yapmaktan öte, bir de duyurmaya sevk eder. Ki rağbet görsün. Rağbet gördükçe daha fazla yapma isteği belirir, daha da yapar. Yaptıkça daha da bokun içine düşer. Farkındalık gelirse, sorun kalmaz. Ama mesele, onun gelmesi.
İlk şart, bu insanların aslında yaptıklarının ne kadar anlamsız veya normal olduklarını anlamaları. Sonra zaten duyurma isteği de otomatik olarak ortadan kalkacaktır.
İkincisi, bu blog olayı, kişiye bir gizem perdesi sağlıyor. Kimse (kimse demesek de okuyanların çoğu) onun kim olduğubu bilmeden, onu tanımadan, o yazıyor orada. Şunu yaptım, "hayat beni bir boşluğa sürükledi"ler, "şuna verdim-bundan aldım"lar vs vs.

Olay sanırım dönüp dolaşıp "herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak"a dayanıyor. Bu internet o kadar yarak bir yer ki, kıytırık bir blog sahibi olup, kıytırık bir "kişi" olup, zart diye meşhur olabilirsin. Bu sözlükler için de geçerli. Çok kolay biliyor musunuz, cidden. Ekşi'yi takip edin bir süre, anlarsınız kolayca. Sikinize sürmeyeceğiniz adamlar, popüler olup çıkıyor, bi' bok zannediyorsunuz. Halbuki hayır.


Biliyorsunuz, insan denen varlık, çoğu zaman istediği/dilediği şeyleri gerçekleştiremiyor. Bu da, sanal alemde kendine farklı karakterler yakıştırmasına sebep oluyor. Blog olayında da var bu. Çapsız kişi, gerçekte yemediği bokları, kendi "şirin-cici" blogunda salak-saçma bir şeyler yazarak anlatıyor. Kendisi yapmış gibi. Ee, ne yaparsın ablası. Yapacak göt yok demek ki.
Onun dışında, iradesizlik ve seviyesizlik de normalde olmayan özellikleri ve olmayan amaçları su yüzüne çıkarabiliyor. Cinsel istek ve ego baskısı burda önemli etken. Oradan da "msn var mı" olgusu tabii.


Sanırım gerçekten o yaptıkları şeyleri izleyen yüzlerce insan olduğunu sanıyorlar.Ne yedim, ne yaptım, kime kaydım, ne giydim... Beklentisi olmadan yazanlar da vardır, tenzih ederim, ama bekleyip de yazanlara söyleyecek söz yok.
Ha şimdi sen dersin ki, "birader ne bilip bilmeden sallıyorsun millete, hepsi mi salak bunların?". Ben de derim ki "bilader", bir, ben biliyorum merak etme; iki, evet birçoğu salak. Süzmesinden hem de. Salak demeyelim de ezik diyelim, bir şekilde tanımlarız elbette. Ziyan mı? Evet, bence de daha uygun.

Bir de edebiyat parçalayanlar var ki, sanırım Blogger denen müessese onlar için var. Allaaah, neler neler. Ne cümleler, ne şiirler, ne hikayeler. İçlerinde ne Enis Batur'lar, ne Orhan Pamuk'lar saklı hacı. Bıraksan edebiyat dünyası'nın anasını sikecek de, şans yok işte! Gerçi bu dediklerimin, kitap bastırmış versiyonları da var da, şu anda muhattabımız bloglar.

Belki de bende hata, bu gerzekleri bu kadar kaale alıyorum. İşin gücün mü yok salak.

Farkındayım, yine çok dağınık bir yazı oldu. Ama neyse artık.

Nankör Oyun


Bu geceki Cl maçlarıyla birlikte, futbolun her zaman da "ekilenin biçildiği" bir oyun olmadığını 34342. kez görmüş olduk. Yani bir maçta, 3 tane bala-göte gol olabiliyormuş. 20 şuttan bir cacık olmuyormuş falan fıstık. Galibiyet veya değerli beraberlik, hatta çok gollü değerli beraberlik bile, pek çaba harcamadan ayağına gelebiliyormuş.

Gol açısından bereketli geceydi yine. Maç başına 3 gol. Sürpriz sonuçlar da var. Bunlar Roma galibiyeti, Anortosis-Inter ve Werder-Pana maçlarıydı. Barça-Basel maçını bazıları gibi sürpriz olarak nitelendirmiyorum. Durumu bilen ve maçı izleyen anlar zaten.
İzlemeden, skora bakınca Anortosis yine büyük iş yapmış, öyle değil mi? Hayır! Alakası yok işte!!
İlk gol, defans anlaşmazlığından;ikinci gol Cambiasso'nun kafayla uzaklaştırma denemesinin ardından elemanın sırtına çarparak gol oluyor;üçüncü gol de Burdisso'nun uzaklaştırmak için vurduğu topun bir rakip oyuncuya çarpması, ve ardından bu elemanın topa çabucak vurmasıyla oluşuyor. Ha, şimdi diyen çıkar, "e gol kardeşim allah allah, beğenmiyorsun bi' de" diye. Ama kazın ayağı öyle değil işte. Ama bu kadar da şanslı olunmaz, elbet bir yerden çıkar bunun acısı. Zaten yedikleri 3. golün ardından Mourinho'nun "bilen biliyor nasıl attığınızı gençler, siz hiç sevinmeyin delibaşlar gibi" şeklinde bir bakışı vardı ki, her şeyi anlatıyordu.
Sonra biz de sempati besliyoruz adamlara, aman büyük takıma çelme taktılar vs. İzlemeden anlaşılmıyor işte. Bak, Hoffenheim öyle mi? Gelene 4 atıp yolluyor herifler.

Roma-Chelsea maçı ayrı rezalet bu konuda. Skora bakınca nedir görünen? "Vaay, Roma'ya bak sen, ligde sıçıyolar ama, EPL liderine 3 attılar, helal beee". Tabii. O kadar kolaydı. %56 ile topa sahip olan Chelsea, 21 şutu olan Chelsea, 10 korneri olan Chelsea (Roma 1 tane attı), ama kazanan Roma. Evet kazandılar, tebrikler. Ama kazanmayı daha çok hak eden Chelsea'ydi. 10 kişi kaldıktan sonra bile yüklendiler, Roma da artık 2 farkın rahatlığıyla mı ne, gitmedi de ileri.
Yazık oluyor işte böyle sonuçlar ortaya çıkınca. Sonra ortalık Lucescu, Benitez gibi "oynamadan kazanma" amaçlı hoca ve bunların takımlarıyla doluyor.
Roma'nın kazanmasına sevindim, o ayrı. Adamlar bokun içinde. Bir umut olacak şimdi. Ama bu şekilde kazanmaları, futbolu seven ve bilen adamı üzer.

Barça evet 1-1 kaldı ama, pozisyon açısından diğer maçlardan hiçbir farkı yok, bir ton kaçan net pozisyon, direk filan var. Nasılsa tur garanti gibi. Kafa rahat olunca, bariz hedef olmayınca, oyuncu da tam odaklanamıyor tabii. Normal bu.
Yalnız atılan gol bir harikaydı. İzleyince evet, bir olağanüstülüğü yok ama, mesele golün atılış şeklinde. Messi o kadar rahat atıyor ki golü. Sanki halı saha maçında falan. Bu adamı bu rahatlıkta görmek aslında insanı korkutmalı. Bunu böyle yapan, daha neler yapamaz ki?

Atletico için yazık oldu diyeceğim ama, L'Pool da sonlara doğru çok bastırmış. Penaltı pozisyonunun kesinliği yok, normalde verilse de verilmese de bir şey denmez. Ama böyle bir maçta, hem de uzatma dakikalarında verirsen, olay değişir. Ertem Şener'in çocukluktan kankası "Stevie-G" de kaçırmadı tabii penaltıyı.

Çakma Şeyh Ve Çakma Metalcileri

Sago ve müritleri 2. bölüm. Hepsini anladım, o saçma el işaretlerini filan da, çakma da olsa metalcinin ne işi var orda? Bir ihtimal, ister misiniz, o işaretin metal müziğe ait olduğunu bilmesin... Neler gördük, bu mu olmayacak. Hiç şaşırmam eğer öyleyse.

Hüsran


İyi ki yarışı izlememişim. Herhalde sonunda oturup ağlardım. İzlememem hem kasıtlı, hem de kasıtsız oldu. Çeşitli sebeplerden sezon içinde birçok yarışı izleyememiştim, izlemeyeyim dedim bunu da. Hem de zaten denk gelmedi, bir zamandan sonra istesem de izleyemezdim.
Sabah, son turu izledim. Şükrettim izlemediğime yarışı.
Anti-tez sunanlar da var ama, ya adam bildiğin bırakıyor abi. Ayıptır, yazıktır, günahtır...
Bir daha da ne Toyota'ya sempatim olur, ne bu adama. Sıfatına ...

Ibisevic

Ne zamandır hakkında yazmak istediğim Hoffenheim üzerine yazmayacağım gene ama, bu yükselişte en büyük pay sahibi olan adama değinelim bari ucundan.
Hoffenheim şu anda Bundesliga'da lider, ve gollerinin birçoğu bu adamdan geldi. Neredeyse hiçbir maçı boş geçmiyor. Ortalaması da birin üstünde şu anda:11 maçta 13 gol. Krallıkta en yakın rakipleri 8 golde. Bu ivmeyle zaten krallık kesin.
Vedad Ibisevic böyle atmaya devam ederse katiyyen burada kalamaz, bırakmazlar adamı. Ama işte bir de, gideceği takımda da böyle atarsa, bu kadar verimli olursa, işte o zaman futbol dünyası harika bir forvet kazandı demektir.
Bosna Milli takımında oynuyor, bizim Bosna'yla burda oynadığımız maçta sonradan oyuna girmişti. Belki kendisini pek kimse tanımıyordu ama, tanıyan bünyeler de fazlasıyla korkuyordu ondan. Bize atamadı neyse ki. Kendisi hakkında daha detaylı bilgi isteyenler şuradan devam etsin.

Ivy Yine Yollarda


Böyle büyük oyuncuların çeşitli sebeplerden takım değiştirmeleri çok kötü ve, ne zaman böyle bir durum olsa acayip üzülüyorum. Hadi bir kere ayrıldın mekanından, başka olmasa bari. Ama her şey de onun elinde değil ki.

Geçen Lakers maçında Kaan abi, takas ihtimalinden bahsedince bir kez daha, içimden geçirdim, "bize gelse keşke" filan diye. Olmadı tabii o ayrı ama, şimdi hiç olmadı. Yani çok zor bu aşının tutması. Bu takımın yapısı belliydi. Şimdi oraya Ivy monte edilecek de, falan da filan. Kontrat da bu sezon sonu bitiyor, o zaman da başka bir takıma mı gidecek yani?
Bahsini ettiğimiz oyuncu, gelmiş geçmiş en büyüklerden biri. Tek talihsizliği takım yönünden de işte. Olmadı o da. Ama bu, onun büyüklüğünü gölgelememeli.

Bilmeyen varsa yazalım yine de:Allen Iverson, Chauncey Billups, McDyess ve Cheikh Samb karşılığında Pistons'a gönderildi. Iverson bir kez daha mekan değiştirdi, Billups da kurulu düzenden kaosa gitti. Sonuç ne olacak, göreceğiz.