Tim Duncan'ın Sözlü Tarihi - 1

(Emeklilik vesilesiyle birkaç çeviri koyacağım Timmy ile ilgili. Bunun orijinali şurada.)



"Sadece bir fark yaratmayı umuyorum."

1997 yazının draft gecesinde Spurs kendisini birinci sırada seçtiğinde Tim Duncan'ın NBA kariyeri için belirlediği hedef buydu. 

Duncan daha önceki son iki draftta da birinci sırada seçilebilirdi. Artık daha deneyimli ve kabiliyetliydi, 22 yaşında profesyonel sporun öngörülemeyen ve değişken dünyasının en önemli değerlerinden biri olmuştu: Kaçırılmayacak, hazır, Hall-Of-Fame seviyesinde yetenekli bir süperstar.

O geceden beri inanılmaz bir şey oldu. Kendisinden beklenenler her ne kadar devasa olduysa da, Duncan'ın bu beklentileri şimdiden aştığı güçlü bir şekilde savunulabilir. 
Neredeyse yirmi yıl sonra, sakalına ak düşmüş; 38'inde, neredeyse takım arkadaşı Kawhi Leonard'ın babası olabilecek bir yaşta, ve neredeyse 1500 maçtan sonra sol dizindeki kıkırdak çoktan ezildiği halde, Duncan hala oyuna hükmediyor. 

Bu durum, uzatmalarda ard arda 7 sayı atarak Spurs'u finallere taşıdığı Batı Konferansı Finalleri'nin 6. maçında da geçerliliğini korudu.   

Manu Ginobili'nin değerlendirmesi, "Her zamanki gibi olağanüstü" idi, ve bunu söylerken halihazırda Duncan'ın tüm kariyeri hakkında konuşuyor da olabilirdi. 

Tamamı Duncan'ın liderliğinde olmak üzere Spurs, kulüp tarihinde altıncı kez şampiyonluk için son aşamaya, yani NBA Finaline ulaştı.
Önceki 4 zafer ve 10 oyuncuya yetecek kadar bireysel övgü ile Duncan, yıllar önce ortaya koyduğu hedefe ulaşmanın tatminini yaşayabilir.

Bunun için, kesinlikle bir fark yarattığını söyleyebiliriz.

(Devam eden yazı, Duncan'ın kariyeri boyunca yapılan alıntıları kapsayan bir sözlü tarihtir. Tüm kaynaklar, yorum yaptıkları dönemdeki ünvanlarıyla, mümkün olduğunca vurgulanmıştır.)  

1. KÖKEN HİKAYESİ

Duncan'ın çok büyük başarılar göstereceği spor ile tanışması, efsanelerin bile kutsal kitabı haline geldi. Duncan, memleketi St. Croix'da genç ve umut vaad eden bir yüzücüyken, 1989 yılındaki Hugo Kasırgası sebebiyle havuzundan uzak kalıyordu. O dönemde bütün adada toplam dört adet kapalı salon vardı ve Duncan 9. sınıfta ilk kez basketbol oynamaya başladığında henüz tanınmıyordu. Fakat hızlıca gelişim gösterdi ve Dave Odom'un 1993'teki genç takımında dikkatleri üzerine çekti.

Deborah Harrigan (Duncan'ın beşinci sınıf öğretmeni): Çok motive olmuş görünüyordu. Okulu gerçekten ciddiye alıyordu. Hayatındaki en önemli şeyler, bariz bir şekilde okul ve yüzmekti.

Debbie Sun (Eski yüzme takımı arkadaşı): Sporda çabucak sivrildiğinin farkındayım. Çok gençti, ama kendisinden büyük ve hızlı olanlarla rahatça baş edebiliyordu. Utangaç ve çekingendi, fakat bunun kendisini engellemesine izin vermezdi.

Tricia Duncan (kız kardeşi): Kasırga, Tim'i havuzdan uzaklaştırarak alışkanlıklarını sekteye uğrattı. Annem ölünce de, motivasyonunu hepten kaybetti.

William Duncan (üvey babası): Üzüldüğümüz nokta, onun artık hayatta olmamasıydı. Kabullenmek zorundaydık. Timmy annesinin sesini suyun altında bile duyduğunu söylüyordu.

Ricky Lowery (eniştesi): "Timmy, hadi biraz şut atalım. Kaç tane yüzücünün Porsche'si var ki?"

Robert Malloy (liseden takım arkadaşı): İlk başta smaç vuramıyordu. Onu smaç vurması için zorladık. Ve bir kere yapmaya başladıktan sonra da onu durduramadık.

Cuthbert George (Lise koçu): Camden'la oynadığımızda bütün maçı domine etti. Görebildiğim, rekabet arttıkça daha da iyi bir oyuncu haline geliyordu. Ortada rekabet varsa, gerekeni yapacaktır.

Dave Odom (Duncan'ı bir antrenman maçında gören Wake Forest koçu): Orada oturmuş düşünüyordum, "Eğer bu çocuğun peşinde 48 eyalet dizilmiş durumdaysa, savaş çıkacak demektir".

Randolph Childress (Wake Forest'tan takım arkadaşı): Tim buraya geldiğinde, koçtan onun nasıl bir şey olduğuna dair hikayeler duymuşluğum vardı. Bir gün antrenman salonuna doğru gittim ve uzun biri, önce ribaundu çekti, sonra topu bacaklarının arasından geçirip driplinge başladı, sahayı bir uçtan bir uca kat edip smaçla bitirdi. Koçların yanına gidip "Salonda acayip şeyler yapan uzun bir eleman var,  eğer o Tim Duncan değilse, bir an önce takıma alsanız iyi olur" dedim.

Duncan: Oyun beni geliştirdi. Her gün oynadım ve gidip tekrar oynamak için sabırsızlanıyordum.  Diğer insanlara güvenmeyi seviyorum. Birileriyle dostluk kurmak ve baskıyı paylaşacak takım arkadaşlarına sahip olmak harika bir şey. Oyunu oyun yapan şey bu. Belki geç başladım, ama öğrenebilme kabiliyetiyle kutsanmıştım. Etrafımda beni düşünen insanlar vardı. Çok ilerledim, ve daha da ileri gidebilirim.



2. DRAFT ÖNCESİ

Eğer kimse Duncan'ı Wake Forest'ta geçirdiği dönemde duymadıysa da, bu çabucak değişecekti. Ama onun draft için değeri yükseldikçe, Duncan kolejde kalıp mezun olmak için direndi. Ve bunu, kendisi kolej basketbolu tarihinin en büyük oyuncularından biri olmasına rağmen nadir görülecek bir basitlik içerisinde, kesin bir biçimde yaptı (Bir hikayeye göre Odom, Duncan'ı 1997 John Wooden Ödülleri töreni için ülkenin öbür ucuna, Los Angeles'a uçmak için ikna etmek zorunda kalmıştır).

Deborah Best (Wake Forest psikoloji departmanı başkanı): Tim, en zeki öğrencilerimizden biriydi. Boyu dışında, onu Wake Forest'taki diğer oyunculardan ayıramazdım.

Dave Twardzik (Duncan'ın Wake Forest'ta yılından sonraki sezonun Golden State genel menajeri): Bir numaralı oyuncu Tim Duncan. Kolej'deki en iyi oyuncu. Açık ara hem de.

Odom: Tim bize sonradan katılmıştı ve herkesin mutabık olduğu bir şekilde yılın oyuncusuydu. Böylesine bir ilerleme kaydetmişti. İdmana geldiğinden daha iyi bir oyuncu olarak ayrılmadığı tek gün bile yoktu. Her gün sıkı çalışıyordu.

Gregg Popovich (Spurs koçu ve genel menajeri): İş drafta geldiğinde, yalan söylemek zorundaydım. Ne yapacağımızı söyleyemezdik, ama Tim Duncan, franchise oyuncusu olmaya yakın tek oyuncuydu. Diğer oyuncularla arasında çok açık bir fark vardı ve herkes de bunu biliyordu.

Larry Brown (Philadelphia koçu): Kimin onu draft etme şansı varsa, şampiyonluk adayı olacaktır -- hem de hemen.

Rick Pitino (Boston koçu): Bir Tim Duncan'a sahip olduğunuz zaman, gerçekten çok çok özel bir şeylere sahip olmuş olursunuz -- sadece basketbolcu olarak değil, harika bir karaktere de. Hiçbir genç oyuncuda görmediğim kadar panyayı iyi kullanıyor. Bunu genç oyuncularda pek göremezsiniz. O her şeye sahip.

Duncan (itidalini kaybetmemesi hakkında): Eğer heyecanınızı dışa vurursanız, aynı zamanda hayal kırıklığı ve hüsranı da göstermiş olursunuz. Eğer rakibiniz bunu fark ederse, dezavantaj sahibisiniz demektir.

Joe Smith (95 draftı 1 numarası): Bazıları onun sahadayken olup biteni yeterince umursamadığını düşünüyor. Saçmalamayın. O, göründüğünden daha tehlikeli.



3. LOTARYA

Duncan'ın 97 Draftı'nda ilk sırada seçileceğine dair şüphe yoktu. Tek soru, ona sahip olma şerefine hangi takımın nail olacağıydı. Boston, yüzde 28 ile en yüksek şansa sahip takımdı -- Rick Pitino'nun Kentucy Üniversitesi'nden ayrılıp Celtics'te Duncan'ın etrafında yeni bir takım kurmaya ikna olmasına yetecek kadar. Spurs, 20-62'lik bir sezonun ardından, yüzde 22'lik bir şansa sahipti.

Popovich: Stüdyolara yakın bir yerde, büyük bir çadırda oturuyorduk ve bizi standların oraya çağırdılar. Ben gitmedim, çünkü ilk sırayı almamızın imkanı yoktu. Ben de yemek ve biranın olduğu çadırda kaldım. Çadırdaki tek kişiydim. Diğer herkes dışardaydı.

Neyse, ufacık bir televizyona bakıyorum, burger yiyor ve bira içerek, normalde bizim olması gereken sırayı aldıklarını görüyorum. Ama başkası oldu. Buna inanamıyordum. Öylesine şaşırmıştım ki, hamburgeri elimden düşürdüm. İnanılmazdı. Aramızdan biri gidip Duncan'ı alıp gelecekti.

Bütün millet aceleyle çadıra girip üstüme hücum etti. Beni sanki bir şey becermişim gibi tebrik ediyorlardı. Burger yemekten başka bir şey yapmadım, ama onlar gelmiş beni iyi iş çıkardığım için tebrik ediyorlardı.

Doc Rivers: Pop, yaşayan en şanslı adam.

Brown: Sıra biz ve San Antonio'ya geldiğinde düşündüm ki, burada yapılacak olan artık çok bariz. Eğer biz kazanırsak, harika. Eğer San Antonio alırsa, Pop için harika. Adam düğünümde sağdıcımdı. Sonra, açıklanmasının ardından kendime şöyle dedim: "Seni hala seviyorum Pop." Ama dostum, ne büyük hayal kırıklığı. Duncan ile diğerleri arasında çok büyük fark vardı.

Duncan: Esasen herhangi bir takımın beni alması için uğraşmıyordum. Ama San Antonio beni seçtiğinde kalkıp sevinçten birkaç tur attım. Koltukların üstünde zıpladım. Kardeşim, San Antonio'nun aylar boyunca kazanacağını söylüyordu.

Jack Diller (Spurs başkanı): Bu şekilde olması gerekmiyordu, gerçekten. Sahip olduğumuz yetenekli takımın lotaryayı kazanmaması ve Duncan gibi bir oyuncuyu kadrosuna katmaması gerekiyordu. Ama sakatlıklar bizi buraya getirdi.

Russ Buckbinder (Spurs başkan yardımcısı): Her yerden telefonlar geliyor. Yalnızca sezon kombinelerini yenilemek isteyenler değil, sezonluk kombinesi olduğu halde bunlara koltuk eklemek isteyenler de arıyor. Daha önceden bilet sahibi olup, gelmeye ara verenler geri dönüyorlar. Daha önce hiçbir şekilde bilet almamış insanlar da artık gelmek istiyorlar.

Jerry Reynolds (Sacramento Kings genel menajeri): Bu, onları şampiyonluğa aday bir takım haline getirecek.

Peter Holt (Spurs başkanı): Eğer sağlıklı isek, 50 artı galibiyet almamız ve Playoff'lara gitmemiz gerekiyordu. Ve eğer, inandığımız kişi Tim Duncan'sa, onun bizi ait olduğumuz seviyeye çıkardığına inanmanız gerekir.

M. L. Carr (Boston kurumsal gelişim direktörü): Lotarya biter bitmez Pitino'dan 1. sıra karşılığında 2 ve 6. sıraları takas etmeyi öneren bir telefon aldım. Pop oldukça zarifti. Tercihini muhtemelen değiştirmeyeceğini düşündüğünü söyledi. Bu teklifi yapmak zorunda olmayı hayal edebiliyor musunuz? Onlara gelecekteki tüm tercihleri yapma hakkını tamamen vermek zorunda kaldık, fakat o yine de kabul etmedi.

Don Nelson (Dallas koçu): Eğer Pop onu takas ederse, oraya gidip evine ateş edeceğim.

Popovich: Tim Duncan'ı takas etme şansımız, R. C. Buford'u (o zamanlar scout) 2 numarada oynatma ihtimalimle aynı.

David Stern (NBA başkanı): Duncan-Robinson. Kulağa ilginç geliyor.

Nerden Nereye 207