7


Elimizde tam BEŞ tane "Game 7" var. Biri de ucundan döndü. Hastasıyım Bu Oyunun'daki şu bölümü hatırlamanın/okumanın tam zamanı.


GAME 7

Basketbolun 7. harikası

  Miami-New Orleans maçının başlamasına yaklaşık 1.5 saat var. İçim içime sığmıyor. NBA Tv son anda programı değiştirip Minnesota-Sacramento Batı yarı finali yerine bu maçı vermekle ne kadar doğru bir iş yaptı.

  Basketbol açısından her zaman Minnesota-Sacramento maçını tercih ederim. Ama bu Heat-Hornets maçı sıradan bir maç değil. Bu bir Game 7. Açıkça söylüyorum. Kimin oynadığı umurumda bile değil. Şu maçı T-Mac'siz Orlando ile Hinrich'siz Chicago bile oynuyor olsa yine ağzım sulanırdı (Bu arada 98'de Jordan takımı bıraktığından beri o kadar draft ve takasa rağmen, Bulls'un izlemeye değer tek oyuncusunun bu sene seçildiğinde herkesin kendisine şüpheyle baktığı beyaz bir guard olması ne kadar acı).

  Çünkü bu bir yedinci maç. Burada mesele basketbol falan değil. Bu başka bir şey. Başka bir hikaye. Bu iki tane çok kararlı takım, 6 değişik cephede savaştıktan sonra yenişemediği için son bir kez düelloya çıkışı. Yağmurda, karda, dağda, ormanda, her şartta, her tür farklı ekipmanla savaştılar. 3'er kez zaferi tattılar, 3'er kez yenilgiyi. Farklı skorlar oldu, son saniye basketleri. Yıldızlar sahne aldı, fazla kullanılmayan bench oyuncuları clutch sayılar üretti. Sakatlıklar yaşandı, bireysel rekabetler vs vs vs...

 Bu takımlar 17 gündür birbirleriyle yatıp kalkıyorlar. Zaten yeni scouting teknikleri sayesinde daha sahaya çıkmadan, karşılarına gelecek oyuncuların alçak postta top aldığında ne tarafa hareketlenmeyi sevdiğinden, çayı kaç şekerli içtiğine kadar her şeyi biliyor oldular. Ancak bu 17 günün sonrasında o 7. maçın hava atışı sırasında acaba George Lynch, Caron Butler'ın yanına geldiğinde ne hissediyordur? Ya da ilk hücumda sağ köşede Butler topu alınca Lynch'in kafasından neler geçiyordur? "İlk iki maçta genelde dip çizgiye ani penetreler yapıyor ve pota dibinde sayıyı buluyordu. 3. maçtan itibaren oraya Magloire ve Brown'la yardım getirdiğimiz, ben de pas yolunu kapattığım için bunu artık yapmıyor. Çok top kaybı yaptı orada. 5. maçta ortaya girer gibi yapıp iki veya üç dripling üerinden geriye çekilerek şut atmaya başladı. Ama 6. maçta hafif solunu kapattığım için ortaya giremedi ve hemen topu içeri indirip kat yapmayı tercih etti. Acaba şimdi ne yapacak?"

  7. maçın ilk hücumu. Butler sağ köşede topu alır almaz kaldırıp şutu attı."Hey!!! Bu da nereden çıktı?" demiş midir acaba Lynch içinden? Yüzünden bir hayal kırıklığı ifadesi okumak zor.

  Peki ya Brian Grant? Seri başından beri Doğu standartlarında çok iyi bir pivot olan ve çok iyi bir sezon geçiren Magloire'la bir maç daha boğuşmak zorunda. Seri öncesinde Hornets'in buradan üstün olacağını sanıyordu herkes, ama Grant geri adım atmadı. Magloire bu defa artık ölüm-kalım maçında kimin patron olacağını göstermek isteyecektir.Onların rekabeti biraz +130 greko-romen güreş müsabakası gibi. 48 dakika boyunca birbirlerini itiyorlar. "O pes etmeden ben pes etmeyeceğim" diyorlar mıdır ki? Miami pas kanallarına baskı yapıp özellikle köşede ikili sıkıştırma ve tuzaklı bir savunma yapmak zorunda. Tempoyu yükseltmek için tek çareleri bu. Ancak bu aynı zamanda top hızlı geri dönerse Grant'in Magloire'la baş başa kalması demek. Acaba özellikle Hornets'ın Darrell Armstrong oyundayken başlatmayı sevdiği 4-down seti sırasında Magloire'ın önüne mi geçse? Ama 3. maçta bunu denediğinde arkasına atılan iki topta alley-oop yemişlerdi. En iyisi klasik göğüs-göğüse çarpışmak...
 
  Maçın daha başında Miami benchi taktik tahtasını sürekli saklamaya gayret ediyor. Malum 6. maçta, Baron Davis koçların kendisine verdiği 72 tane Heat seti arasında hiç görmediği bir tanesinin oynanması üzerine merak edip Miami benchinde setin çizilişini incelemeye kalkmıştı. Bu defa dikkatli olmak zorundalar...

  Tam 17 gün... Tam 17 gündür birbirlerinin sınırlarını test ediyorlar. Kimin daha fazla fedakarlığa katlanacağını, kimin daha fazla istediğini öğrenmeye çalıştılar. İkisi de "Yeter be" diyen taraf olmamak için artık biraz da inattan oynamaya, mücadele etmeye devam ediyor. İş artık basketbolu falan aşmış durumda. Bu denli büyük bir mücadelenin ardından, her ne kadar kazanmayı dünyada  her şeyden çok isteselerde, aralarında oluşan bir kader birliği var. 17 günde, zaferde ve hüzünde bir arada oldular. Birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Sevmiyor olabilirler ama en az kendileri kadar çaba harcayan bu rakibe saygı duyduklarına eminim.

  Game 7... "Artık bütün numaralar bitti" dediğiniz anda Caron Butler'ın çıkardığı o şutun (üst üste 3 tane atası daha bir ayıp tabii) yarattığı psikolojik etkiyi görmek, bütün o hikayelerin son sahnesini, nasıl bittiğini görmek demek... Küçük bir dereden bir nehre dönüştüğü andan sonra suyun denize kavuştuğu an bu. Bu iki takım çok uzun bir yoldan geliyor. Aynı acıları çekip, aynı mutlulukları yaşadıkları için ister istemez çok şeyi paylaştılar. Şimdi, biri diğerinden ayrılmak zorunda. Ve evet, sanki hiç bitmeyecek gibi süren bu macerada birinin kalması, diğerinin devam etmesi gerekiyor. Hayatın döngüsü böyle. Biri artık gitmek zorunda. Hayatta kalan olabilmek için sonuna kadar savaşacaklarına eminim.

  Ama yenilen de başı dik olarak ayrılabilir sahadan. Tarih kazananı yazsa da hafızalar böyle rekabetleri asla unutmaz. Kazananlar yazılı arşivden gider, kaybeden ise dilden dile bir efsane gibi anlatılır. Chicago Bulls'un 1998 şampiyonluğu ile ilgili sayısız kaynaktan, sayısız hikaye okuyabilirsiniz. Ama o sezonu takip eden birine sorarsanız size anlatacağı ilk hikaye, Doğu Finali ve Indiana Pacers serisi olacaktır.

  Game 7 bitti. Skoru hiç hatırlamıyorum ama fark yakın diyebileceğim bir düzeydeydi. Miami kazandı ama dediğim gibi, konu basketbol değildi zaten. O yüzden kimin kazandığını pek umursamıyorum. Ben zaten kazananın hikayesini bundan sonraki seride takip edeceğim. Ona da sıra gelecek. Ben bugün maçın sonunda değil, başında ve ortasında olanları takip etmek istiyordum.

  Maç sonrası taraflar birbirlerini naziçe tebrik etti. Yine de çoğu maçın sonunda gördüğümüz ağdalı, suni ve göstermelik gülüşlerle bezenmiş değildi bu ritüel. Daha durgun ama çok daha anlamlı ve gerçek birkaç bakış vardı. Sanki sürekli kavga ettiğiniz yatakhane arkadaşınızla yıl sonunda ayrılırken onu en azından bir süre göremeyeceğinizi bir anda idrak etmeniz gibiydi. Tanımlanamayan bir boşluk sanki. Lynch acaba o anda içinden ""Hadi Caron, göster şu kendini beğenmiş Artest'e gününü. Yılın Savunmacısı'mış, hadi be! Caron'la oyna da görelim" demiş midir?

 

Cod



Komplo teorisi: Dwight Howard, sponsor firmanın malum aksesuarlarını formayla daha uyumlu şekilde kullanmak için Houston'a gitti. Asıl sorun buydu ve hiçbir zaman medyaya yansıtılmadı. Çok eşelemeye gerek yok, görseller yetiyor...




(Abi o en üstteki neymiş hele ya, aboov. Yok leopar desenlisini taksaydın bari.)

Nalan



Dün Bobcats-Heat maçının sonlarına doğru Twitter'da birçok kişi "veda" tivitleri atmaya başladı. Kimi ciddi, kimi geyik, bir sürü tivit. O arada bir yandan da maçı izlerken, aklıma bu 10 yıllık sürede ne kadar çok forma değişikliğine gittikleri geldi. Bu normal tabii, takım genelde kötü gittiği için, çoğu işleri boka saran takım gibi, onlar da renk/forma hususunda bir şeyler değiştirme yoluna gitti.


Birkaç dakika sonra Trey abimiz en yukarıda gördüğünüz tiviti attı. Onun kafada da aynı şeyler belirmiş demek. O değişikliklerden biri ufak çaplı tabii, sayılmayabilir. Yine de elimizde 10 sezonda 3 farklı forma seti var. Çok fazla. Aklımızda turuncu-gri renklerde ufak bir yer edinmiş oldular, öyle hatırlayacağız ilerde –hatırlarsak yani.


Şurada bütün o formaları ve değişen logoları topluca görebiliyoruz. Bir tanesi eksik ama, o da şu. Bunu daha fazla giyselerdi keşke, şık formaydı.