Stoke City - Galatasaray


1976-1977 sezonu başlamadan Galatasaray "futbolun beşiğine" kampa gitmiş. 6 hazırlık karşılaşması yapıp dönmüş. O zamanlar için İngiltere'de kamp yapmak büyük olay tabi. Adamlar futbolu takır takır oynuyorlar, biz ise daha "beşikteyiz" o yıllar. Galatasaray 4. lig takımlarına bile farkla mağlup olsa da, vizyon sahibi olduğunu bir kez daha gösteriyor bu kamp tercihi ile. Çok şey öğrendiği, en azından futbol kültürünü tattığı tartışılmaz.

Şimdilerde Tuncay ile meşhur olan Stoke City ile de maç yapmışız o kamp sırasında. Bu maç öncesinde de takımlar birlikte bu güzel pozu vermişler. Stoke City o zamanlar da 1. lig de yani şimdiki Premier Lig'de oynuyormuş. Çok şey öğrendiğimize inandığım kamp sezonundan güzel bir hatıra fotoğrafı. Beyaz giyenler biziz.

Not: Bir daha bu takımlar ne zaman karşılaşır bilinmez.

Dayılar



İki efsane. Sezon muhtemelen 72-73. İkisi de öz be öz dayım olur.

Turkuaz


Can Arat oynuyor. Önder kaptan-belki de ilk ve tek. 2-0'lık mağlubiyet. Ve de bir daha giyilmeyen turkuaz. Güzelim forma ilk maçtan yalan olur mu be.

Cruyff&Kaiser 2


Kitap Vs

Kitaplar, edebiyat vs. hakkında yazacağım birkaç şey var. Şimdi bunları 3-4 post yapıp da israf etmeye gerek yok. Zaten yeterince kalabalık Internet alemleri. İçine alamadığı mokarları bloguna yazan kızlar mesela. Veya gayliğini cümle aleme duyurmak isteyen abiler. Hani zaten fazlasıyla homofobik var memlekette, olmayanlar da onların bu sömürüsü yüzünden olacak.
Başlayalım:

- Çarşamba günü Vatan'ın verdiği kitap ekinde, Ahmet Tulgar abimizin bir yazısı var. Yazı, Thomas Mann'ın Lotte Weimar'dasının "artık Türkçede" olması hakkında. E abi, iyi hoş da, o zaman geçen benim korsan kitapçının gerçek kitap bölümünden aldığım (buna geleceğiz), 1992 basımlı Ara Yayıncılık'tan çıkan Lotte Weimar'da ne?
Dahası, ilavenin içinde, Buket Uzuner'in bu 2 versiyonun da çevirisini yapan Gürsel Aytaç'la ilgili bir yazısı var. Olaya bak lan. Kimse farkında değil mi durumun. Hatta Uzuner yazısını, "Elimde bir Gürsel Aytaç çevirisi olan Lotte Weimar'da ile evime döndüm" filan diyor. Ne güzel. Daha da beter oldu vaziyet. Burda karlı olan benim, elimde aynı kitabın, çevirmeni de aynı olan ilk baskısı var, 17 senelik. Arada çok fark olacağını sanmam.

-Kitapçıdayım bugün, daha önce bir Idefix siparişinde alacak olduğum, ama sonra vazgeçtiğim bir kitaba rastladım. Pek ortalarda olmadığını da biliyorum, hemen dikeldim. Mevzu bahis kitap, Yevgeni Zamyatin'in Biz'i. Önemini araştırmalarım sonucunda farketmiş, ve listeye yazmıştım.
Ama artık ne olduysa, listeden çıkmıştı sipariş verilirken. Neyse. Ben gördüm malı, atladım hemen. Daha kafamı kaldırır kaldırmaz, aynı kitabın, başka bir yayınevinden nüshasını gördüm. "Lan nooluyo" demeye kalmadan, iki kopya arasında, nerdeyse 100 sayfa fark olduğunu görmemle afallamam bir oldu. O sorun olmasa Ayrıntı'nınkini alıp gideceğim;hem "Ayrıntı" olmasından, hem de daha eski versiyon olmasından sebep. Gittim elemana sordum, o da sağolsun pek bi' güler yüzlüydü. Ne yapayım filan derken, dedi "sen bunu al, yeni versiyon bu". Eğer uyanıklık yapıp, Ayrıntı baskısını kendine saklamadıysa, sağolsun. Diğeri Versus'tan. Bu yaz basmışlar. Zaten nette biraz bakınınca da, kitabın uzun zamandır yeni baskısının yapılmadığı öğreniliyor, ihtiyaç varmış da yani. Arayan bulur. Ama merak ediyorum yani, nasıl oluyor o kadar sayfa fark...

-Buket Aşçı denen hanfendi, sanırım Hakan Günday'ı "selebriti" yapmak, bir Orhan Pamuk, bir Elif "Shafak" yapmak için kolları sıvamış durumda. Çünkü ikidir kendisinin Hakan Günday'ı popülarize etmek için çabalarını görüyoruz.
İlki, haftasonundaki Vatan eklerinden birindeydi. "2009'a damgasını vuran kitaplar" gibi bir kategori açılmış. Tepesinde de Ziyan var. Neden? Herkes biliyor böyle bi'şey olmadığını. Ama abla, piyasanın içinde olmasına rağmen meseleyi yanlış algılamış sanırım. Ya da az önce yazdığım gibi, garip bir Hakan Günday'ı popülarize etme çabası var. Evet, yazdığı gibi çok beklendi Ziyan, gün sayanlar oldu (kulunuz dahil), ama hani, bir Lost Symbol'u bekler gibi bir bekleyiş değildi bu. Bilen biliyordu ve bekliyordu. Artı, 2009'a en çok damgasını vuran kitabın ne olduğunu, bizim yan komşu Melahat abla bile biliyor.
İkincisi, az önce bahsedilen Vatan Kitap'ta kapak yapılması. Röportaj yapılır, sorun değil. Ama geniş röportaj yapılıp, sonra da cart diye kapağa koyarsan (ha, esas kapakta reklam var gerçi. İçte kalıyor bu, ama mesele o değil) olmaz.
Belki de yanlış bakıyorum. Bilmiyorum. Ama bu adam bu işlerin içine bu kadar girmesin abi, elimizde bir tane efendi gibi Türk yazar var. Hem de kendi yazdığı türde (o pek kabul etmiyor ama) dünya çapında. Eminim dışarda yayınlansa yer yerinden oynar-dil farkı sebebiyle aynı etkiyi verememe ihtimali tabii ki var. İnsan korkuyor bunu da genele yayacaklar, sonra boku çıkacak diye. Zaten halihazırda yüzlerce özenti adam var onu okuyan. Bir de bu gereksiz/aşırı popülerleşme işi, tuz-biber ekiyor. Olmasın abi.

Bir de bu abla, fotoğraflarda acayip şirin, pozitif çıkıyor;fakat bir kere televizyonda gördüm. Görmez olaydım. "Allah canım al" diye sunuyordu Skyturk'teki programı. Hele bir kapatışı vardı, üf. Kasıyor olabilir Tv ortamları.

-İkamet ettiğim yerde, şu anda Migros-Karfurları saymazsak eğer, resmi kitapçı yok. Hepsi, korsancılar. Tanesi 5'ten. Bana da ya netten sipariş vermek, ya da yarım saat git-yarım saat gel yok çekip, kısıtlı bir kitapçıdan kitap almak düşüyor. Netten her zaman alamıyorum, çünkü büyük, toplu para olması gerek;o dediğim yeri alalım, orası da elden kitap almak konusunda güzel oluyor, ama kısıtlı. Yani yakın olsa, getirtirim bi'şeyler, ama ona izin vermeyecek kadar uzak bana. O da olmuyor. Artık idare ediyoruz.
Oturduğum yerde işte, "son kale de düştükten sonra" ortam korsancılara kaldı. Ama bir tanesi var ki, of. Bu abiler, artık eski dükkandan mı ellerinde kalma, yoksa başka yerden mi geliyor nedir, tükenin arka kısmına, böyle bir köşeye, korsan olmayan kitapları diziyorlar. Ve de bunları 2-3 milyondan satıyorlar. Oradan neler neler buldum, hala inanamıyorum-bulmaya da devam ediyorum. Bugün uğradığımda dayı bana "abi geçen 600 tane geldi, çoğu satıldı valla" filan dedi ben sormadan. İçim gitti tabii ama, abiye "olsun abi, kısmet napalım" dedim. Orası çok işime yarayacak daha. Korsandan yakınırken, korsan olgusunun bu şekilde okur kısmına yardımcı olması, çok garip.

Umut Bulut

Dep

Biri bana şu sorunun cevabını verebilir mi:Neden Trabzonspor ve Beşiktaş, (çoğu) deplasmanda, kendi sahasından daha istekli, daha baskılı, daha pozitif oynuyor? Nasıl oluyor bu? Hani bir zamanlar Beşiktaş için, seyircinin desteğinin olumlu değil de olumsuz etki ettiği söylentisi vardı, o tip bir durum mu-dışarda daha rahat mı oluyorlar? Adamların kendi evindeki maçlarına bakıyorsun, Edremitspor daha iyi. İlginç işler.

6

“altı yaşımdayken bir arkadaşımı kaybettim. o gün o üzüntüyle isyan ettim ve allah’ı sorgulamaya başladım. küçücük, masum bir çocuk ölmeyi hak etmek için ne yapmış olabilirdi? daha sonraları ise bu düzeni kuran bir şeylerin varlığına inanmaya başladım ama bunun ne olduğuyla ilgili değilim. mesela ikinci hayata filan inanıyorum ben sadece daha iyi bir insan olmaya, egomu ve komplekslerimi törpülemeye çalışıyorum. illa ki bir dine bağlanacaksam budizm gibi bir şeyi tercih ederim.”

İşte abla, sen orayı çözemediysen bunca yıldır, bundan sonra da zor. Koca Papa bile gidip, toplama kamplarında "Bunlar olurken tanrı nerdeydi" gibi abuk bir laf edebiliyorken, Lale Mansur'un böyle konuşması da bi' yerde normal. Bir anlasanız, Tanrı'nın elinde asa, "şu olsun, bu olmasın" diyen bir sakallı dededen farklı bir mevzu olduğunu.

Decade


2009'un bitimi yaklaşalı beri, Nba.comda olsun, Yahoo sports'da olsun, "x of the decade" temelli yazılar çoğalıyor. Bir tanesine daha az önce denk geldim. Yine Howard yalamalığı yapmışlar, onun haricinde sorun yok. Şöyle buyrun.

Rocky 5




Schumi


Hoşgeldin hacı dayı.

Çok möhüm not:Michael Schumacher, eskiden Mclaren-Mercedes, şimdi ise Mclaren olan takıma değil;geçen sene Brawn Gp, bu sene ise adı değişip Mercedes Gp olan takımda mücadele edecek. Yani ortada "satış" filan yok. Bunu bilmeyip de konuşan gerizekalılar var, aman siz de öyle olmayın.


Yıl 1943...

Güzel Formalar 47



Liverpool 06-07 away. Kimi zaman koyu away'lerinde kullandıkları yeşil rengi, bu kez beyaz'a destek renk olarak kullanmışlar. Asimetrik kullanmaları da daha hoş olmuş. Bizim 05-06 beyaz gibi.

150.000


Daha önce Adnan Menderes'in 100.000 kişilik bir stad projesi olduğunu biliyordum. Her nedense evimde 50'li yıllara ait belediye ya da hükümetin yapmış-yapacağı projelerin yer aldığı dev bir kitap var.

Demirel Menderes'ten aldığı bayrağı daha da ileriye taşımaya karar vermiş. İstanbul'a 100.000 kişilik stadın yetmeyeceğini düşünmüş, 150.000 kişilik bir stad projesi yapmış ve 1976 yılında bu konu için bütçe ayırıp stadı yapmaya kesin karar vermiş. Genel mantık oldukça düz, büyük stad yapmak Türk halkını spora teşvik edecekmiş. Ben size söyleyeyim, o stad yapılsaydı bu zamana kadar kalmazdı. 10 yıla yıkarlardı. Ayrıca o stada harcanan para yüzünden Demirel'i belki Cumhurbaşkanı olarak bile göremeyebilirdik. Zaten bunu farketmiş olacaklar ki hiç bulaşmadılar. Ayrıca bu stadı öyle saçma sapan bir yere yapmayı düşünmüşler ki, o zaman oralarda yerleşim dahi yok. Maksimum 10.000 kişiye oynardı.

Her neyse işte bu dev stada Sporun gelişmesi amacı ile aktarılacak paraları, gerçekten sporun ve ilginin gelişmesi için aktarsalarmış daha bir faydalı olurmuş ülkemize. Ama görüyoruz ki onu da yapmamışlar. E o zaman nerede bu 76 bütçesi ?

Şımarık Çocuk



Dayı doğru söylemiş. Cruyff geldi geleli ne Barcelona, ne de Hollanda Milli Takımı iyi durumda. Böyle giderse Hollanda Futbolu batar. Ayrıca Johann Cruyff, İspanyol Futbolunu bitirmek için gönderilen bir ajandır. Futboldan zerre anlamaz. Anca sigara tüttürür şerefsiz.

Görünmeyen


Paul Auster'ın yeni kitabı Görünmeyen, yakında piyasada olacakmış. Yeni bir Paul Auster kitabı her zaman heyecanlandırır. Ama eğer bir Auster kitabı hakkında "yazarın en önemli romanı" denmişse, o zaman işler değişir.
Beklentinin artması iyi değildir aslında. Bir de Amerikanların böyle kes(k)in laflar etmeyi sevdiğini bildiğimizden, çok kapılmamak lazım. Okuyalım, bakar anlarız.

Vahiy


Evet itiraf ediyoruz. Katalan Karması'nın Türkiye'deki propaganda işlerini biz devraldık. Maçın 2 gün öncesinden başladık postlara, kafa karıştırmaya. Şimdi de ortam hazır. Maçı 14 milyon insan izleyecek memlekette. Garanti.
Bu önceki maçla ilgili olan. Yarınki maça hazırlayamadık, para yetmedi.

Marx

"Ivan Ergic Marksizmin 21. yüzyıldaki zaferidir" desek, çok mu büyük laf etmiş oluruz?

Keşke onun gibileri daha çok olsa. Efendi gibi futbolcu demeçleri okusak daha fazla, maç bitiminde üstüne düşüneceğimiz laflar eden topçular olsa.

Kısa Pantolon

"Kendisi kısa pantolon ile gezerken, Rijkaard Cruyff ile futbol üzerine sohbet etmekteydi."

Ekşi sözlük'ten there is nothing left for me'nin Hakan Ünsal insanı ile ilgili entry sinden. Tamamını okumak isteyen ilgili başlıkta bulabilir.

Kata

Hazır konu açılmış, Katalan Milli Takımı'yla ilgili bazı resimler koyalım. Tanıdık çok.




Delikanlı


Ben Katalanlar'ı anlamakta güçlük çekiyorum. Arkadaş hem İspanya'dan nefret ediyorsun, hem de İspanya Milli Takımında oynuyorsun. Şampiyon olunca en çok sen seviniyorsun, kupayla hoplayıp zıplıyorsun. Daha sonra Real Madrid maçında gol atınca Katalan bayrağı ile bezenmiş kaptanlık bandını Real başkanına kaldırıp öpüyorsun. Taraftarın aşağıdaki pankartı açıyor, ama Euro 2008'den sonra da sokaklara dökülüyor.


Nedir arkadaşım bu tezatın senin. O kadar delikanlıysan reddet Milli Takımı. Ya da geç bu hareketleri. Ben anlamıyorum açıkçası ve samimiyetsiz geliyor bu Katalanlar'ın hareketleri. ( Bu arada takım ya da kişinin kim olduğu mühim değil. Herhangi bir Katalan takımı taraftarı ve futbolcusu yapsa bu hareketleri, onun için de yazardım. Barça'ya özel değil yani. Ayrıca konunun milliyetçilikle de alakası yok, konumuz olaydaki tezatlık sadece)

Beko


Basketbol'dan pek çakmayan biri olarak bugün öğrendiğim bu haber beni bir hayli şaşırttı. Şu sıralar Premier Lig'i de seyrediyor olmam bu başlığı açmama sebep oldu. Bu 2 farklı spor olayının ne alakası var derseniz birbiriyle, başlığa bakın derim.

Bugün öğrendiğim ilginç haber şu; Beko bildiğiniz üzere Türkiye Basketbol 1. liginin resmi isim sponsoru. İlginç olan aynı firma Almanya Basketbol 1. liginin de resmi isim sponsoruymuş. Ligin orjinal adı da; Beko Basketball Bundesliga. Bildiğiniz gibi İngiltere Premier liginde de maçları izliyorsanız, 2 dakikada bir bütün maçlarda, bütün stadlardaki elektronik reklam panolarında Beko reklamı geçtiğini görürsünüz. Yani bir takımın değil, Premier Ligin sponsorudur Beko. Geçenlerde THY'nin Barcelona'nın inanılması güç şekilde resmi sponsoru olmasından çok önce Beko da uluslar arası büyük organizasyonlara sponsor olmuş. Yani boşuna demiyorlarmış bir dünya markası diye. Belki şu Almanya Bundesliga olayını bir ben bilmiyorumdur ama şaşırdım görünce. Ayrıca Barça-THY kadar olmasa da Milwall'ın göğüs reklamı da Beko'dur. Bu arada Beko ile hiçbir alakam yok, para da vermediler :)

Chosen 2


Anderson Varejao'yu dövmek için başka sebepler de var gördüğünüz gibi.

Kime Niyet Kime Kısmet


Henüz 19 yaşında olan Cevat Prekazi'yi Fenerbahçe transfer etmek istemiş 78 yılında. Gazeteler o kadar kesin konuşmuş ki 30 senede hiçbir şeyin değişmediğini anlıyoruz. Sonuç olarak hepimiz görüyoruz ki Fenerbahçe'ye gitmemiş ve o dedikodu çıktıktan 7 sene sonra bu adam Galatasaray'a gelerek efsane olmuş. Formalara bakarken tesadüfen karşıma çıkan bir haber. 30 senede değişmeyen bir şey de bu 2 takımın aynı oyunculara salça olması.

15

Internette çok dolaşmamak lazım. Sinir sistemine zarar. Neyse. 2 şey daha var, onları da yazmalıyım. Sonra da siktir olup yatalım:

1. Eğer yamulmuyorsam, Barcelona-Estudiantes maçını sunan spiker, Ender Bilgin'di. Bu sebepten, maç boyunca ben farklı bir zaman dilimindeydim kafaca. Direkt 90'ların sonuna gittim. NBA'in Kanal D'de yayınlandığı döneme. Zaten geçen Sprite sayesinde o dönemlere gitmiştik. Bu da kreması oldu. Bir dönem Nba Tv'deymiş, onu bilmiyordum. O zamandan beri neredeydi peki. İnşallah kalıcıdır orada.

2. Bazı kafalar var, okuyoruz. Şimdi bunlar diyor ki, yok efendim Barcelona kollanıyormuş. Hakemler, Uefa, medya. İşte geçen seneki Çelsi eşleşmesinde kollamanın kral gelmiş, hatta geçenki kurada da, Uefa bilerek Stuttgart'ı eşleştirmiş onlarla. Böyle böyle gidip kupa alıyorlarmış. Geçen bir postta, bir soru sormuştum. Zart diye Katalan olan mı, ona bakıp Barça'ya cephe alan mı diye. Bu ondan daha ileri bi'şey.
Futboldan "anlayan" insan, bu takıma sempati duymadan, hadi onu geçtim, saygı duymadan yapamaz. Eğer onun için mesele "futbol" ise, bu takımı sever zaten. Mevzu geçen sene verilmeyen penaltı mı;verilebilirdi de. Kimilerine bakarsan, 5 tane verilmeyen penaltı var (ebenin...). Biri verilse iş bitti. Ama konu bu değil işte. Orada elense bile, kazanmayı değil, futbolu önde tutan kişi, Barcelona için üzülecekti. Çünkü onlar futbol oynamaya çalışıyordu, karşıdaki EŞŞEK KADAR Çelsi ise, "nasıl 11 kişi kapanırım da turu geçerim" in peşinde. Senin neyi önemsediğinle alakalı bi'şey bu. Yok efendim Uefa kollamış da, Stuttgart'ı denk getirmiş. Sizce, şu anda ortaya koydukları futbolla, Barcelona haricinde oradaki 15 takımı da yenebilecek/eleyebilecek başka takım var mı? Cevap belli. E o zaman nedir bu saçmalık? Hakkaten böyle adamlar var ya, yani izliyor ediyor mesela, ama orada ortaya konanın olabilecek belki de en üst seviye futbol olduğunun farkında değil, nelerle uğraşıyor. Ve mühim olan, "şunun veya bunun" bunu savunması değil, böyle hastalıklı bir bakış açısının yaşayabilmesi.

4 Guard

2 oyun kurucuyla oynamak, (veya 2 guard diyelim) son zamanlarda sık gördüğümüz bi'şey. Ne bileyim Usa'de Paul-Deron oynuyor, Dallas'ta Kidd-Barea son dönemde hep ilk 5 çıkıyor. Denver'da Chauncey'nin fiziği sayesinde Ty ve Billups öyle oynuyor bazen. Daha da bir sürü örneği var.
Ama mesela, bunun 3'lüsünü pek göremiyoruz. İlk akla gelen Yunan Milli Takımı'nda uygulanan Spanoulis-Papaloukas-Diamantidis troykası. Ne kadar işe yaradığını da biliyoruz, acayip şeyler yapıyor bu üçü. Geçen bir Bucks maçında da Skiles yaptı bunu. "Size" açısından riskliydi, ama yaptı. Jennings-Ukic-Ridnour üçlüsünü bir arada oynattı. Yaratıcılık açısından güzel, ama karşıda yapılı bir sg varsa, ya da Lebron gibi bir 3 numara, o iş yatar. Yine de sonuçlardan öte, ilginç bir deneydi. Belki yapıyordur yine arada.

Bunun da bir adım ötesini ben az önce gördüm:4 guard. McMillan abi, az önceki berbat Magic maçında, son dakikaları Miller-Blake-Bayless-Roy-Alridge. Ortalıkta 3 numara bile yok yani.
Tabii insan merak ediyor, ne kadar işe yaradığını. Söyleyeyim hemen:Bu dörtlü, toplam 4 asist yaptı. Hepsi birer tane. Ama onlar da ne zaman?
Burdan hemen, takım genelindeki asist sorununa da bağlayayım. Blazers, maç boyunca sadece 7 asist yaptı. Zaten bunların biri, ilk pozisyonda, hemen hava atışı'ndan sonra. Hani tıpkı Magic'in devre başlarında hep topu Howard'a indirip, sonra suratına bile bakmaması gibi. 2 tanesi de, maç koptuktan sonra, takımın bulduğu son iki isabette. Bu arada kalan 47 dakikada, Blazers takımı sadece ve sadece 4 asist yaptı-onların ikisi de son çeyreğin başındaydı. Bir de şöyle söyleyeyim:Son çeyrek başında takımın yanlızca 3 asisti vardı. Ve bunların hiçbiri, yukarda maç içinde bir dönem birlikte oynadığını söylediğim dörtlüden değildi...
Hepsi son çeyrekte, numunelik olarak birer asist yaptı. Yılmaz Vural'a bağlamak istemiyorum ama, 4 guard oynatıp da, bu sonuçlara ulaşan takımın, ben ağzını burnunu kırarım arkadaş.

Hadi geç birlikte oynamayı, 4 tane guardın, toplam asist sayısı, maçın kafa kafaya olduğu dönemde sadece 2 ise, bu ciddi bir sorun.

Yamuk


Kimi maçta away formasını giyip, kupasını alırken esas formasını giyer. Geleneğe "yamuk yapmaz". Kimisi de evindeki maçta beyaz giyer.