Kral Mı, Çömez Mi?


Haftasonu zaten, gerek bizim lig, gerek büyük Avrupa ligleriyle, bünye futbola doyacak-kaliteden değil, maç sayısından bahsediyorum. Bu haftasonu özellikle beklediğim bir maç vardı, o da cuma günüymüş "meğersem", ve hem cuma akşamı da dolacak, hem de muhtemel bir maç sıkışıklığı engellenecek haftasonu açısından.
Maçın tarafları, başlıkta da çaktırdığımız gibi, Bayern ve Hoffenheim. Şimdi bu maç gerçekten çok önemli. Hoffenheim şu anda lider. München ise, 3 puan gerisinde ikinci. Eğer Hoffenheim, buradan da bir galibiyet çıkartırsa, iş ciddiye binecek. Çünkü, hani sonuçta ne kadar dikkat çekici sonuçlar alıp liderliğe yükselseler de, bu yıl Bundesliga'ya yükselen bir takım Hoffenheim. Tökezlerse -bu maç veya sonrasında- kimse şaşırmaz. Çok örnekleri oldu bunun, bizdeki Sivas örneği de bunun bir benzeri değil miydi?

Ama olur da, buradan galibiyetle ayrılırlarsa -ki bu cidden çok zor- ben o zaman bağıra bağıra Hoffenheim'ın şampiyonluğunu desteklemeye başlarım ve onlar da daha ciddiye alınmaya başlarlar. Yeni çıkan takım filan evet ama, öyle maçlar aldılar, öyle maçlar çevirdiler, o kadar çok gol attılar ki, hiç de çaylak görüntüsü vermiyorlar. Ve ben, en azından ilk 4 içinde bitirebileceklerine inanıyorum ligi. Bu bile büyük başarı olacak onlar için. Bakalım nefesleri yetecek mi?
Gerçi daha önce, lige yeni yükselen bir takımın şampiyon olmasına tanık olmuş Almanya, ama yine de büyük olay olur bu. Kaiserslautern, 97-98 sezonunda, yeni çıktığı Bundesliga'da şampiyon olmayı başarmıştı.

Hoffenheim'ın bu çıkışı ben dahil birçok futbolseverin desteğini toplamış durumda. Umarım olabildiğince yukarıda bitirirler bu sezonu.

Gs-Hertha



Böyle maçların ardından insanın hiçbir şey yazası gelmiyor. İstiyorum ki sadece düşünüp düşünüp keyfini çıkartayım galibiyetin.
Ama elbet bir şeyler yazmak lazım.

Maçın daha başından belli oldu ki, yeni bir "Benfica" örneği izleyeceğiz. Hakikaten de öyle oldu. İlk yarıda 3-4 fırsat bulduk. En önemlileri de Baros'un karşı karşıyası ve Lincoln'ün yay civarında habire vurduğu şutlar oldu. Hele bir de, 4-5 dk civarı, devre arasına doğru, sol kanatta üçlü-dörtlü paslaşmalar mest etti.
Maçın yıldızı kesinlikle Lincoln'dü. Yani bilemiyorum, izlerken zevkten geberiyoruz. Yükseldikçe yükseliyor. Geçen seneki yokluğunu şimdiden unutturdu neredeyse. Bir de kaptanlık gazını aldı ki, allaah.

Tek olumsuz nokta, son kısımlarda, durumu daha ciddiye alıp, ya da daha istekli olup 2. golü atamamız oldu. Çok yakaladık defansı az adamla ama, ya geri döndük, ya da topu ezdik, fırsat kaybettik. Bunun bedelini pahalı ödeyebilirdik, çünkü gördüğümüz gibi, Hertha son dakikalarda çok tehlikeli geldi. Keşke 2 gol bulunsa da, o kadar sıkışılmasaydı. Bu durum da, daha sonra böyle durumlara düşebilmemiz ihtimaline karşın tecrübe olur takıma umarım.

Ortada oynayan Barış-Topal ikilisinden çok umudum yoktu. Nedeni belli, ikisi de yeni kendine geliyor ve, bu sezon neredeyse hiç yanyana oynamadılar.Bu çok önemli. Hele de böyle bir maça çıkıyorsanız. Ama iyiydiler. Özellikle Barış, son 2 maçtır korkutuyordu. Düzeldiğini gösterdi bu maçla. Böylece artık Ayhan'ı dinlendirme şansımız da olabilecek.

Golün penaltıdan gelmesi aslında olumsuz gelişme. Çünkü basit düşünecek olursak, penaltı dışında pozisyonları gole çeviremedik, ha geri kalan 20 dakikada atabilirdik belki de, ama yine de bu kadar iyi oyun karşılığında 70 dakika içinde gol bulmalısınız. Her zaman son böyle olmaz.
Baros'u çok sıkı tuttular, kimi zaman ikili geldiler. Ona rağmen iyiydi. Son 2 maçta attığı 4 gol, eminim onu daha istekli yapacaktır.
Arda ve Kewell vasattı diyebiliriz. Kewell kaç maçtır böyle ama Arda beklenmedik şekilde etkisizdi. Birkaç estetik hareketi yine dikkat çekti ama, genele bakınca o kadar değildi. Dinlendirse mi Skibbe, ne yapsa.

Bir diğer dikkat çeken nokta, düzelen Emre Güngör'ün, zorunluluktan da olsa, bu maçta da oynamasıydı-ki kısa sürede de katkı yaptı. Meira ve Servet, sezon başından beri maç kaçırmadı. Bu durum bir yerde patlak verecek. Emre şans bulmalı, defans rotasyonu dengeli bir şekilde dağıtılmalı ama, bakalım Skibbe dayı becerebilecek mi bunu?

Kapıl

Şu "karı-kız" ayağına kılık, saç-baş değiştirenler gerçekten çok komik oluyor. Şu "modern görünmeye çalışan kıro"lar ayrı. Onlar ayrı rezillik. Ben biraz daha "normal" olanları söylüyorum.
Demin tanıdığım bir elemanın resimlerine bakınıyorum. Maksat sosyolojik analiz.
Şimdi bu genç, "gangsta" takılıyor, veya takılmaya çalışıyor. Gangsta'lıktan anladığı da, biraz bol giyinip, arkadaş arasında çektirdiği resimlerde işaret parmağıyla makineyi göstermek-o poz apayrı bir yazı konusu ya, neyse.
İlerliyorum resimlerde, bir de ne göreyim! Amanın! Olabildiğince dar bir kot var elemanın altında. "Davayı satmış" anlayacağınız. O anda da hani belli, kızlar filan var, dışarı çıkmışlar.

Şimdii, "bana ne" değil mi elemanın giydiği kottan, yaptığı şeyden. Değil amına koym. Sapına, köküne kadar da ilgilendirir beni. Çok kızdırırsanız da gider döverim. Öhm.
Burda mesele şu;bu benim etrafımda da oluyor bu tip dönüşler. Kimse kimsenin yaptığına karışamaz, ama bunu da sadece birtakım zevkler uğruna ve, yıllardır savunduğu, arkasında durduğu şeyleri saniyesinde geride bırakarak yapıyorsa, bir yerlerde sorun var demektir.
Ol abi, dönek ol, tiki ol, emo ol istersen, git kestir transseksüel ol. Ama iki günlük zevk için, bir kıçıkırık kız için salak salak işler yapma. Sevdiğin, istediğin şeyi yap. Etrafın zorlamasıyla saçını havaya dikme;arkadaşın giydiği için göt çatalının altında başlayan pantolon giyme;millet yapıyor diye, "anadolu çocuğu" diye geçinirken, birdenbire göğüs kıllarını kestirme;sana tamamen tersken, etrafta duyuyorsun diye rap dinleme. Yapma amına koym. Sonra gerisi de geliyor, kayıp gidiyorsun. Bu işler ufak şeylerle başlar, ne olduğunu anlamazsın bir bakmışsın hayatın kaymış.

Ha evet, ben bunlardan şikayetçiyim, ama maalesef ki bu tip manevralar hakim günümüz gençliğine. Yüzde beşi bile kendi zevkleri-istekleri-düşünceleri yönünde ilerletmiyor kendisini. Hep "dışarıdan". Sonra sen bunun "birey" olup ülkesine, çevresine, dünyaya" hayırlı" bir şeyler katmasını bekliyorsun değil mi? Yarrak katar.

Böyle şeyler de işte, anca benim gibi salakların kafasını meşgul eder. Ulan, yapan adam farkında değil, onun umrunda değil. Siktir et. Ama işte...

Huntelaar Da...


Barcelona taraftarı ve Ajax sempatizanı bir futbolsever olarak, bu Real'deki Hollandalı artışı çok sinirimi bozuyor- bu artış pek bir halta yaramıyor, o ayrı mesele. Nicelikten bahsediyorum ben. Bir zamanlar biz Hollanda milli takımı gibiydik, şimdi Real aynen öyle. Hollanda'nın hücum hattını, yedekleriyle birlikte aldılar, bünyeye eklediler.
Bizde ise hiç kalmadı Hollandalı. Hani sembolik olarak bir tane bile yok. Hoca vardı, o kurtarıyordu, o da gitti.

Hepsini bırak, hani halen başımızda Cruyff var. İnsan bekliyor, lan alırlar 1-2 tane yeni yükselenlerden diye. Fos çıktı.
En kötüsü de sanırım, daha önceleri çıkan Rafael ve Sneijder'in Barçalı oldukları hakkındaki haberlerdi. Büyük ihtimal doğrudur bunlar-doğdukları yıl vs göz önüne alınırsa. Ama bunları duyduktan sonra da, bu adamların Real'e gitmesi... Evlat acısı gibi hacı.
Hatta evet, evlat acısı! Bunlar bizim çocuklarımız ulan. Hepsi Cruyff'ün veletleri değil mi bunların? Cruyff'ün çocukları da bizim çocuklarımızdır. Önermeyi de yapıştırdım, hadi bana eyvallah.

Hertha-Gs Filan

Gariptir, bugün Gs-Hertha (veya tersi, onla uğraşamayacağım, saat 6 amk) maçı olduğunu az önce farkettim, o da Ekşi'de başlığı görünce. Onu görmesem herhalde, ya maç saatine yakın, ya da gündüz kardeşimin "abi maçı nerde seyredicez"diye aramasından öğrenecektim. Öyle olunca da maçlar daha farklı izleniyor. Sanki haftasonu kanallarda gezinirken, karşına Dortmund-Hamburg maçı çıkmış gibi. Bir maçı, kafada hazırlanıp izlemekle, zart diye denk gelmek çok farklı şeyler. Evet, ben çıkıp oynamıyorum belki ama, taraftarlıktan mı, takımı çok sevip kendinle bir tutmandan mı bilmem, insan onlar kadar yoğun tutuyor kafasında maçı. Belki de samimi taraftarlık bu. Bir pas hatası yapınca, az önce gol atan adamın eşine-çocuğuna saydırmak gibi değil.
Bunun sebebi maçın alışılanın dışında çarşamba günü oynanması değildir tabii ki. Belki de son zamanlardaki sallantılı gidişatla alakası vardır. Durum çok kötü olmasa bile, hani tam olarak "güven" sağlanmış değil. Hep bir "kriz ortamı". Veya önceden tarihlere bakmadığımdandır sadece, ama bu kadar yakın olan maç tarihinin kafamda yer etmemesi ilginç gerçekten. Çünkü normalde -hele de önemli maçsa- aylar öncesinden düşünmeye başlarsın.

Doğal olarak maçta "evsahibi avantajı" bizde.Bu da tam komedi aslında ha, evinden bilmemkaçyüz km uzakta maçın var, ama Asy'den daha olumlu ortam neredeyse. Akla hemen 03'deki Westfalen'de oynanan Juve maçı geliyor. Çok feci maçtı. Özellikle de, Gs'nin ligde kötü olduğu zamanda bile, Avrupa maçlarına nasıl konsantre olabildiğini tekrar görmek açısından.

Çok salak bir vaziyet var, 6 puandayız. Grup lideriyiz, ama tedirginiz. Ulan geriden gelmenin avantajı bu işte. Sadece kazanmaya odaklanıyorsun, sorun kalmıyor. Böyle ileride olunca da, ayrı dert. Bok mu var, Benfica'yı dışarıda yeniyorsun(Bkz. Türk insanının tatminsizliği). Bu durumda insan "keşke o maçı kazanmasaydık" diyor. Zira o zaman, içerdeki Metalist maçına ve bu son maça ayrı motive çıkacaktık. Ve Türk insanı ve takımlarının "yumurta kapıya gelince" felsefesi uyarınca da, işi halledip, bir sonraki turu bekleyecektik. Şimdi daha beter! Ama allahtan maç "içeride".

İşin "taktiksel" ve "kadro" analizine hiiiç bulaşmayacağım. Hani hal ve gidişat çok kötü değil ama, yine de kazanmalı ki, liderlik garanti olmasa bile (ki sanırım alırsak garantiye yakın olacak) olasılık artar, tur da kesinleşir.

Bir de, yav ne zamandır şöyle "ağız dolusu" bir Avrupa golüne sevindiğimi hatırlayamıyorum. Nedense hep yarım-yamalak oluyor. Hani bir L'Pool-Gs maçı(2-3)(Bu maçta 3. gol gelseydi, yemin ediyorum televizyonu filan duvara çarpacaktım, olmadı kendimi aşağı salacaktım, ama...), bir Sociedad-Gs(03-04 gruplar son maç, 1-1), bir Gs-Bilbao(2-1, son dk, Hagi...) maçındaki gibi. Olympiakos maçında bekledim, olmadı pek o. 2. Steaua maçında beklemiştim, maçın başında Kewell'ın vole girmeyince, hiç olmadı sonra. Şöyle karşındaki adama yumruk atarcasına sevineceğimiz bir gol olsa yarın. Hele de son dakikalara doğru. İyice sıkışmışken.
Bu sefer "romantik" bir yazı oldu ama, saattendir be hacı.

Yalan

Blog var bir tane. Komedi diyesim var, diyemiyorum. Öyle bir hayat yaşıyor ki blog sahibi, "hayatım roman" klişesi az kalır, sıfır kalır. Habire "ağır" olaylar, tantana, gitme-gelme, büyük şeyler yaşama. Ulan bir günün de, sabah (bu öğlen tabii) kalkıp, evde salak salak tv izleyip, sonra gidip arkadaşlarınla "takılıp", ardından büyük gençlik rutini "2 bira patlatıp" eve gidip zıbararak geçmez mi ya? Ha diyeceksin o zaman o blog niye orda. Öyle yaşasa/yaşamak istese niye blog yazsın. Yalan Rüzgarı takip eder gibi her gün girip, okuyup gülüyorum. Kesinlikle inanmıyorum orda yazanların gerçek olduğuna. Şuraya yatırıp ziksen, gene ikna olmam. Daha önce bu "bugün ne bok yedim" blogları hakkında söverken, "onlar yaşamak istedikleri hayatları yazıyorlar" demiştim. Pek de güzel demişim. Linkini sağ tarafa koyacağım, ama isim vermiyorum. Farkeden eder zaten. Girin, siz de eğlenin. Onun muadillerini de zaten orada yorumlardan isimlerden bulabilirsiniz. Ulan ne kadar çok kişi var böyle "yalan hayat" yaşayan.

Hadsizler



Fark 6

Messi'den 2 tane; Getafe de sağolsun geçen seneden Real'in tadı damağında kalmış. 3-1 oradan da.
El Clasico öncesi fark 6-2.yle 4. Kaldı 2 hafta. Büyük eğlence olacak büyük...