Retro 234

Şadırvan


Nerden Nereye 95


Serinin bu ayağı toptan Sayın Eryılmaz'dan. Kendisine teşekkür ediyor ve Niksar'a selamlarımızı yolluyoruz.

Obstage #1


Posta başlamadan önce ufak bir girizgah yapayım yazının başlığıyla alakalı. Sonra ''vay efenim bu ne'' denilmesin kemikleşmiş okur tayfamız tarafımızdan. Sonuçta bugüne bugün anlı şanlı (tuncay sana hindi girsin ak aklıma geldi bak yine) lappappa blog'uz. KAP'a açıklama göndermemiz gerekseydi, üşenip yazamazdım gene ama yine de belli bir şey söylemek gerek bu yeni seriyle alakalı olarak. Bundan sonra artık şu üstte gördüğünüz ''obstage'' başlığının altında benim günlük/haftalık/aylık saçmalamalarım olacak. Ne diye bu kadar gereksiz açıklama şeysine girdiysem artık, anlayamadım. Kendimi bile anlayamıyorum, düşünün artık şu anki halet-i ruhiyemi. Öeh bağlayamadım zaten.

Son derece vasat altı bir giriş paragrafının ardından geldik gelişme bölümümüze. ''Kompozisyon dersi mi bu dangalak'' diyenler anfarov. Öhöm, konu neydi? Hee doğru, konuya giriş yapmamıştık daha. Hoş zaten belli bir konu yok bu köşede, dağınık takılacağız Allah'ın izniyle inşeaallah. Birkaç post öncesinde Yücel, Boston Celtics-Fenerbahçe Ülker maçıyla alakalı bir şeyler çiziktirmişti. Okumayan varsa okusun hele bi' onu. Aslında hiç şimdi okumaya zahmet etmeyin. Önce bana verin dikkatinizi, benim yazacaklarım maç öncesi olduğu için sonra geçersiniz ona...


Geçen günlerde işte, her şey rutin giderken hayatın akışı son derece iğrençken ''acil'' koduyla bir posta aldım. Trump Towers'ın 82. katındaki odama getirilen postada ''Boston Celtics antrenmanı'' davetiyesi vardı. Hiç bozuntuya vermedim. Önce ''Boston Celtics ne lan, huzurevinden basketbol takımı mı olur?'' diye bir iç muhasebe yaptım. Sonra bir baktım eldeki whisky bardağı boşalmış, onu doldurup devam ettim içsel snopluğuma. Tüm dangalaklığımla seçenekleri gözden geçirdim ve antrenmana gitmeye karar verdim. Yılların emektarı Mustang'ime atladığım gibi Ayhan Şahenk'in yolunu aşındırdım... ''Kafamda deli sorular'' anlayamıyorum edemiyorum. Önce Garnett'i sonra Rondo'yu düşündüm. Kahvaltıda yediğim havyar ağzıma geliyor, çıkaramıyorum. Sonuç olarak içeri girdim heyecanlı heyacanlı. Akredite oldum yazdığım kurum TrendBasket sayesinde. Her ne haltsa bir baktım içeriye bizim Kaan(kural) ile Orkun(co) aynı masada muhabbet ediyorlar. Beni görür görmez Orkun kalktı ayağa ''gel abi otur şöyle, bir goralımı ye'' diye ısrar etti. Küçüklüğünü bilirim Orkun'un, eline 5 lira verdim dedim ''al bu parayı kendine gofret alırsın''. Sevindi kerata. Eee ona verince mecburen Kaan'a da vermem gerekti, tabii tahmin edersiniz ki ona verdiğim miktar biraz daha sıfırlı bir miktardı...

Kaan ile Orkun sek sek oynarken Amerikalı bir denyonun uyarmasıyla içeri girdik. İçeri girmemle şaşırmam bir oldu. ''Hepsini gözümüzde boşa büyütmüşüz bunca sene, ciddi anlamda hiçbirinin boy olarak bizden o kadar büyük farkları yok'' demeyi çok isterdim ama yok öyle bir dünya... Aslında var lan, kısalar çok kısaydı mehehe. Şaka bir yana cidden kısaydılar ya, ben daha uzun bekliyordum arkadaşları. ''Hocam enbiay'da hep ayakkabıyla ölçüm yapıyorlar, ondan oluyor bu hep'' diyen arkadaşı dışarı alalım güvenlikçi çocuklar. Bak hala konuşuyor, indir lan o eli it herif. Biz bilmiyoruz sanki ayakkabıyla ölçüm yapıldığını. Antrenman kısa sürdü desem yeridir ya da bana öyle geldi, bilemiyorum şimdi tam. Oyuncular serbest takılırken çoğuyla konuşma/röportaj yapma şansım oldu. Bunlara ulaşmak isteyenler şuraya tıklayabilirler. Her neyse izlenimler biraz flu aslında... Flu demeyelim de karmaşık. Çünkü o kadar sene beğeniyle izlediğin Garnett seni siklemeyince hafıza biraz bunalıma giriyor, silmeye çalışıyor o anları. Pierce, Green, Garnett ve Rondo. Hepinizi Şahan Gökbakar istismar eder inşallah, kenardan onun trash talkuna kurban gidesiniz e mi. Brendan Bass, Chris Wilcox, Darko Milicic, Jason Terry, Tyron Lue, Brian Scalabrine ve Doc Rivers'ın taşaklarına kurban olun siz. UTANMADINIZ MI LAN BUNLARI YAPARKEN? HELE HELE!

Her neyse Europe Live'ın benim açımdan ''olayı'' buydu. Gittik, gördük, eğlendik. Serbest kürsü'ye devam ediyorum... Bu köşenin veya serinin -artık ne haltsa- interaktif bir şekilde ilerlemesini çok isterim aslında. Ne bileyim yorum gelsin ''usta bugün şu kitaptan konuşalım'' veya ''usta bugün şu seks pozisyonunu irdeleyelim''. Bunlar mutlu eder beni, haa baktım pek siklenmiyorum ben de kendi yolumu çizerim arkadaş. Zaten zor şartlar altında çalışıyoruz. Ne mayış var ne ssk ne akbil, BLOG SENDİKASI NİYE YOK AK YA?!?!


Bu serideki kitap önerime geçeyim. Bu serilik önerim: Beyaz Zenciler olsun. Ingvar Ambjörnsen'e ait bir yeraltı romanı. İsminden de anlaşılacağı üzere örselenmiş, kenara atılmış tiplerin yaşam mücadelesini anlatan bir kitap. Yeraltı edebiyatı'na az da olsa merakı olan birinin mutlaka göz atması gereken türde bir eser. Şahsen sıkılmadan okudum ben, hoşuma da gitti. İnsanın okuma açlığını dindiren türden bir şey, size de gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

Artık ne zaman bu seriyi yazsam ''seriye özel'' bir porno yıldızı seçicem. Bunla problemi olan arkadaşlar direk ctrl+w yapsınlar... Ne oldu lan yemedi mi? Köftehorlar merak ettiniz tabii. Bacılarınızı ve analarınızı ekran başından uzaklaştırdıysanız o ismi açıklıyorum. O isim: Ashlyn Rae. Altta resmini paylaştığım hatun yani. İsteyen açsın videolarını falan izlesin, onun için de link vermemi beklemeyin artık yani. Benden ancak bu kadar amme hizmeti işler size. Hadi yine iyisiniz günü kurtardım sizin adınıza eheh


Gelelim bu serinin abur cuburuna. Fazla dallandırılıp budaklandırılacak bir konu değil bu. O yüzden kısa kesicem zaten. Twitter'da beni takip edenlerin malumudur, tam bir kinder süt dilimi hastasıyım. Bundan mütevellit bu serinin abur cuburu: kinder süt dilimi. NOT: Bu paragrafta sanal reklam uygulamasını uygulamak isterdik ama ne yazık ki bir sirkespor değiliz :(

Başka bir şey kaldı mı diye düşünüyorum... Sanırsam kalmadı ya. Benden bu seferlik bu kadar, zaten sıkıldım. Hadi iyi Ashlynler size!

Retro 233

Kendisini tanımıyor musunuz yoksa? O zaman şuradan ve şuradan buyrun. Fileli Sepet de artık faaliyete geçse iyi olur. Hacım duy sesimizi ya, hadi artık.

Mini Cooper

Aşağıda resmini gördüğünüz yatak ve fiş Al Jefferson (2.05 m)'a ait. Zenci işini biliyor, 3'e 3.65 yatak almış. Yataktaki de Mo Williams, kısa bir adam değil yani. 23 bin dolara mal olmuş ama değer sanki. Yatağa 2 tane boz ayı ve Mini Cooper sığabiliyormuş.


Büyü





Abi geçen Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı izlerken fark ettim. Efes'in kadrosunda bir tane siyahi oyuncu var. Bu ne demek peki, şu demek: Bir, sadece bir oyuncu farkla, tamamen beyazlardan oluşan bir kadronun kıyısından dönmek demek. Tabii Farmar'ı da beyaz sayarsak, çünkü kendisi "beyaz" değil, renge-manzaraya aldanmayın. 

Olacak iş değil ya. Tamamen lanet beyazlardan oluşan bir basketbol takımını mümkün kılmak üzereymiş yani Efes. NBA'de bazen muhabbeti geçer mesela, "sadece 1 tane beyaz var", "takımda hiç beyaz yok". Bununla aynı şey değil ama kısmen benzer vakalar. Zenci kardeşlerimiz Avrupa piyasasında bu kadar çokken, böyle büyük bir felaketin kıyısından dönmek, Efes için büyük şans. Eğer bu sezon başarılı olacaklarsa da (ki başarı ölçütü değişken bu noktada), bu başarı o kadrodaki yegane zenci kardeşimiz sayesinde olacak. Basketbol böyle kıymet bilmez bir spor dalı değildi mirim. Ne zaman bu hallere düştük?


Gayda


Not: Bu bir geç kalınmış Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s yazısıdır.

Soru: Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s maçına neden gitmek istersiniz?

1. Rakip NBA tarihinin en köklü takımlarından Boston C*****s'tir ve Türkiye'de bir kez daha görme olasılığınız telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan bir başka öğretmeninizin olması kadardır.
2. Tuttuğunuz takım Fenerbahçe Ülker, bu sene tarihinin en iyi kadrolarından birini kurmuştur.
3. Ataşehir'e geçen sezonun ortasında inşaatı biten ve açılan Ülker Sports Arena, bu ülkenin görüp görebileceği en iyi basketbol salonudur.
4. 5 Ekim Cuma gecesi saat 21.00 sularında yapılacak bundan güzel aktivite yoktur ve İstanbul'da oturan bir basketbolseversinizdir.
5. Rakip NBA tarihinin en köklü takımlarından Boston C*****s'tir ve Türkiye'de bir kez daha görme olasılığınız telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan bir başka öğretmeninizin olması kadardır.

Soru: Fenerbahçe Ülker-Boston C*****s maçına neden gitmek istemezsiniz?

1. Biletler pahalıdır.
2. Biletler pahalıdır.
3. Ve daha bir sürü şey.

İkinci soruyu sormayabilirdim de. Telefon zil sesi Michel Telo - Ai Se Eu Te Pego olan ve tam da proje konuşması yaparken küçük oğlu arayan Ayla Hocam'dan da bahsetmeyebilirdim. İkisini de yaptım çünkü bu tip ufak detaylar bu tip uzun yazıları sıkıcılıktan uzaklaştırıyor. Evet, 5 Ekim 2012 tarihinde doğuştan tutkunu olduğum Fenerbahçe takımının basketbol şubesi, doğuştan tutkunu olmasam da doğuştan tutkunuymuşçasına desteklediğim Los Angeles Lakers'ın, ezeli rakibi Boston C*****s'le NBA Europe Live kapsamında bir pre-season maçı yaptı. Ben de Kocaeli'den salona doğru yolculuk yapıp bu maçı yerinde izledim.

5 Ekim 2012 tarihi hayatımda birden fazla ilki yaşadığım bir tarih oldu benim için. Bu ilkler öyle çok büyük ilkler olmasa da yine de ilklerdi işte. Mesela ilk öpüşme, ilk üniversite günü ya da KFC'den yenilen ilk yemek gibi ekstra ilkler değildi benim için, ve merak ediyorsanız hayır bu ilkleri sıraya dizmeden yazdım, ama yine de ilklerdi. 2012-2013 model Fenerbahçe Ülker'i ilk izleyişim, yeni salonu ilk görüşüm, herhangi bir NBA takımını ilk izleyişim, İzmit-Harem otobüslerinde son durağa kadar gitmeyip de Koşuyolu durağında ilk inişim.

Yiğit Yılmaz ile 18.00 otobüsüne bindiğimizde tedirgin olduğumuz birden fazla konu vardı. Hereke-Gebze arası otobanın yol yapımında olması nedeniyle o bölgelerde ne kadar süre kaybedeceğiz, maça yetişebilecek miyiz, salona nasıl gideceğiz, ne zaman yemek yiyeceğiz, maçtan sonra Kocaeli'ye dönebilecek miyiz yoksa İstanbul'da mı kalacağız, İstanbul'da kalacaksak kimde kalacağız vesaire. Bütün bunları düşünmeyip kendimizi maça bırakabilirdik de. Zaten öyle de yaptık. Normalde 1 saat, 15 dakikada Harem'de olan otobüs 2 saatte anca Koşuyolu'na varabildi. Biz de orada inip taksiyle Ataşehir'e geçtik. Yemek yeme işini maçtan sonraya bıraktık, ki hayatımın en uzun süre ağzıma bir şey atmadığım günü olabilir yaklaşık 10-11 saat ile. Akşam da Yiğit'in yakından tanıdığı, benim de tanıdığım Ali'nin evinde kaldık, Erenköy'de. Ufak bir not, Erenköy'de Ali'nin evinde son kaldığım gün Roma'dan geldiğim gibi koştura koştura Bağdat Caddesi'ne gidip 2010-2011, 34. hafta, Sivasspor-Fenerbahçe maçını izleyip şampiyonluğu kutladıktan sonra olan gün. Ertesi de takım Cadde'ye gelmişti, beraber stada kadar yürüyüp şampiyonluk kupası kaldırmıştık. Good old times.

Konu ister istemez sapıyor. Salonun önüne geldiğimde saat 20.15 falandı ve etrafta gördüğüm Fenerbahçe formalı insan sayısı, C*****s formalı insan sayısından fazla değildi. Buna çok şaşırdım ve salona girdiğimde de bu görüntü devam etti. TD Garden demek kolaya kaçmak olur, şöyle ifade edeyim; Playofflar, Doğu yarı finali, Boston ile Atlanta oynuyor, seride Boston 3-0 önde ve 4. maç Atlanta'da Phillips Arena'da. İşte aynen böyle bir doluluk oranı ya da renk cümbüşüydü Ülker Sports Arena. Fenerbahçe formalı insanlar vardı ama C*****s formasıyla gelenler o kadar çoktu ki, gereğinden fazla çoktu, oturduğum yerden, yani 408 numaralı gruptan, yani en tepeden, salona genişçe baktığımda gözüme çarpan renk yeşildi.


Bir NBA organizasyonu olduğu için maç NBA kurallarına göre oynandı. Daha doğrusu NBA kuralları ile Avrupa kuralları karışımı. O yüzden yaklaşık 150-160 dakika sürdü. Avrupa'da izlediğimiz maçlar bana hep çok kısa gelmiştir. 10'ar dakikalık periyotlar idealdir ama bilmiyorum, artık molalar mı daha kısa sürüyor yoksa devre arası mı, maçlar ne olduğunu anlamadan biter. Buradaysa, maç, inanılmaz, uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuundu. Şehrinize Boston C*****s geliyor ve maç sizi bir süre sonra sıkıyor, işte o kadar uzundu. Herkes sıkılmamış olabilir elbette ama ben ara ara "Of ne zaman bitecek" dediğimi hatırlıyorum. Stern'in bu konu hakkında bir çözüm getirmesi gerek diyeceğim de oradakiler halinden mutludur herhalde. Düşünsenize Milwaukee Bucks taraftarısınız, yılda en az 41 gün aynı koltukta 160 dakika oturup etrafınızda olan biteni izliyorsunuz. Böyle deyince ne kadar sıkıcı di mi? Kim istemez Wisconsin'de oturup Bucks kombinesi sahibi olmayı? Hani Bucks bile...

Doc Rivers maçtan önce as oyuncularını fazla oynatmayacağını söylemiş. İlk çeyrek ve üçüncü çeyrek başında biraz süre alacaklarını belirtmiş. Fenerbahçe Ülker'in bu kadar dişli çıkacağını beklemiyordu herhalde. Öyle ki Paul Pierce 26:08, Rajon Rondo da 30:19 sahada kaldı. Böyle yazınca İncil ayeti numarası gibi oldu, eheh. Dinlendirilen isim sadece Kevin Garnett'ti, o da 15:16 oyunda kaldı. C*****s ligin en iyi bench'ine sahip takımlardan biri değil. Ancak rotasyonları, bu yaşlı takımın beşini bütün sezon dinlendirebilecek şekilde kurmuşlar. Yani kötü de değil. Avery Bradley ve Chris Wilcox oynamayan isimlerdi ama rotasyonda kendilerine yer bulacaklardır. Bradley kesin, Wilcox şüpheli en azından. Doc'un beşinin Rondo-Lee- Pierce-Bass-Garnett olacağını düşünürsek uzun yedekler Milicic ve Sullinger, kısa yedekler Green ve Terry olacak. Bu maçta C*****s camiasını en çok sevindiren isimler şüphesiz çaylak Sullinger ile geçen seneden sonra çok iyi dönen Jeff Green olmuştur. Özellikle Jeff Green son çeyrekte öyle bir performans ortaya koydu ki, Bill Simmons'a "My dad just texted me that Jeff Green looks terrific in this Celts game - "looks like James Worthy out there!" I love the preseason." tweet'i attıracak bir performans, C*****s onun önderliğinde az kalsın geriden gelip maçı kazanıyordu.

Fenerbahçe Ülker ise 22. maçta bir NBA takımını yenen 6. Avrupa takımı oldu 97-91'lik skorla. Boxscore'da Romain Sato'nun 4/4 üçlükle 24 sayılık performansı göze çarpıyor ilk bakışta ama ben bu maça bir isim koyacak olsam "NBA'in Bo ile tanıştığı maç" derdim. Bo McCalebb EF-SA-NE bir performans ortaya koydu ve biz Fenerbahçe taraftarları biliyoruz ki bu onun bu sene ortaya koyduğu en güzel performans olmayacak. Onun dışında bu maçtan yaklaşık 24 saat önce İzmir'de Galatasaray Medical Park'la oynayıp 1/12 üçlük atan takımın 24 saat sonra Boston C*****s karşısında, NBA üçlük çizgisinin gerisinden 8/21 atması da bir bana mı garip geldi bilmiyorum. Velhasılıkelam, bir sene zirve-bir sene dip şeklinde yola devam eden Fenerbahçe Ülker'in bu sene zirve senesi ve hepimiz çok şey bekliyoruz. Ama yeni kurulmuş bu takımın bazı yerlerde duvara çarpacağı hissi oluşuyor bende nedense. Belki de David "Andersen'den Masallar" Andersen'in tam hazır olmamasına çok takmışımdır bilmiyorum ama takımda eksik olan birkaç şey var gibi. Sanki bir maçımızın başka bir maça uymadığı bir sezon izleyecekmişiz gibi. Belki de geçen senenin bende bıraktığı izler hala silinmedi, zira travmatik bir seneydi her şeyiyle. Bu konuda değişik bir anksiyete problemim olabilir çünkü o senenin hemen ardından ne olursa olsun çok büyük başarıların gelebileceğine inandırabilmiş değilim kendimi. Yazı bir bana mı depresif bir noktaya doğru gidiyor gibi geldi? Aynı paragrafın içinde "bir bana mı?" soru kalıbını iki kez kullandım, üç oldu.

Salon akıl almaz derecede büyük. Bir kere en dış kapıdan içeri girdiğimizde bir "ne oluyor lan" çekiyoruz. Sanki basketbol salonuna değil de Türkiye'nin en büyük alışveriş merkezine falan girdik. Demirören'in İstiklal'deki AVM'sinden bile büyük sanırım. Yerin üç kat dibinden başlayan AVM'den bahsediyorum. Salonla ilgili en hoşuma giden detay da izleyene hissettirilen kalite. En basitinden, en kötü tribün olarak lanse edilen en üst tribünde bile koltuklar açılır kapanır sinema koltuğundan ve Sinan Erdem'deki gibi plastik değil. Ferahlık, görüş açısı ve daha bir sürü şey bakımından tabir-i caizse on numara. Tabii lüks bir salonun büfe fiyatları da lüks oluyor ister istemez. Ben listeye korkarak baktım da hamburger 8 lira mıydı, 10 muydu, kaçtı? :(


Her uzun yazıda olduğu gibi buraya kadar okuyan varsa teşekkür etme klişesine girsem mi, buna değer mi emin değilim ama bundan sonrasını kısa kesmek gibi bir düşüncem yok değil. En başta ikinci soruya gelirsek, sormamın nedeni biletlerin son ana kadar bitmemesi ve ufak da olsa salonda boşluklar görmemdi. Bu maçın en yüksek bileti 600, en düşük bileti ise 60 liraydı. Eminim ben bir basketbol maçına 60 lira verilir mi desem, Boston C*****s bu boru mu diyenler çıkacaktır o yüzden ne ben konuşayım, ne onlar cevap versin. Yine de biletlerin son ana kadar bitmemesinde fiyatların etkisi birinci planda diyorum ben. Zira 15-16 bin kişilik salonu C*****s de dolduramazsa kim dolduracak? Khimki?

Son üç paragrafın sonu da soru işaretiyle sona erdiğine göre bu yazının da sona erme vakti geldi sanırım. Bir insan, vaktinin önemli bir kısmını neden bilardo oynayarak harcar bundan pek emin değilim. Ya da 40-45 yaşlarında, Kocaeli Üniversitesi'nde bir öğretim görevlisi neden Ai Se Eu Te Pego çaldığında telefonunu açar bunu da bilmiyorum. Kestiremediğim başka bir şey varsa o da Boston C*****s'in bu sene NBA'de ne yapacağı. İyi gözükmediler ama her seferinde "bu sefer bitti" denilen takımı yine finalde görürsek şaşırır mıyım? Sanmam. NBA şampiyonluğu ihtimalleri yok ama ona eminim çünkü finale çıkarlarsa karşılarında Nash-Kobe-MWP-Gasol-Howard ve kendinize iyi bakın olacak.

Adettendir, yazıda geçen arkadaşlarımın twitter adresleri;

Yiğit Yılmaz: @Ygtylmz
Ali Yeğenoğlu: @aliyegenoglu

Yazıda geçmeyen arkadaşlarımın twitter adresleri;

Lap: @lappappa
Teğmen: @lappappa
Hacı Lappap: @lappappa


Edit: Ya adamın blogunda rahat rahat C*****s yazamıyoruz arkadaş. Fenerbahce.org'un G*********y sansürü gibi bloga C*****s sansürü koymuş. Skandal.
Edit 2: Bak yine!
Edit 3: Araya bir yere Mirsad Türkcan'ı sıkıştırmasam olmazdı. Adamın formasını emekli ettik, emekli edilen forma da "İçim" reklamı var ya böyle bir saçmalığı en son The Walking Dead 2. sezonunda görmüştüm. Sen git koskoca zombi, ormanda uyuklayan adam gör ve adamı önce plastik ayakkabısından ısırmaya başla. Böyle yazınca tam manasıyla anlatamamış olabilirim ama eminim izleyenler ne türlü bir saçmalık olduğunu anlamışlardır.

2K"JAY-Z"


  • Ekzekutif pırodüsır falan tamam da; oyunun her yerinden Jay Z fırlıyor. Abartmasa mıydın?
  • Celeb Team hakkında konuşmayacağim bile. Şaklabanlık. Bir de şöyle detaylar var. Talukatınızı sikeyim e mi. (bu arada Brooklyn benchinde de Jay Z oturuyor doğal olarak)





Oyuna geleyim:


  • En güzel değişiklik; pass fake tuşu gitmiş, hop step tuşu gelmiş. Lay up'lar ve Fade Away'lerde önceki oyuna göre daha rahat bir kullanım olmuş.
  • Hücum etmek daha kolay, savunma yapmak daha zor gibi geldi bana. Pick n Roll oyunu güçlendirilmiş. Daha kullanılır hale gelmiş. Step backler falan gırla. O yönden iyi.
  • Herkes koşuyor. Herkes. Diyelim guardınızla rakipten top kaptınız. Siz topu alıp yarı sahaya gelene kadar pivotunuz rakip sahayı yarılıyor neredeyse. Hangi pivot olduğu farketmez. Oyunda saçma bir hızlanma var.
  • Hücumun son 5 saniyesine girilirken savunma şalteri indiriyor. Ortalık boşalıyor. Kolay basket. Seviyeyi zorlaştırmak mı gerek bilmiyorum. Kıl oldum ama.
  • Top sürmede ciddi değişiklik var. Guard adımları daha net ve farklı.
  • Geçen oyunda Smaca kalkan oyuncuya block'a giderseniz başarısız olma durumunda %80 rakibinize bir de serbest atış servis etmiş oluyordunuz. Gerçekçi olabilir ancak görsel olarak pek başarılı değildi o çarpışmalar. O konuda gelişme var. Block denemelerinde fauller ve Potaya giderkenki çarpışmalar daha net. (Deron Williams ile LeBron'a block koymaya kalktım; Deron o hızla Beşiktaş'a dönüyordu az kalsın. Çok başarılı)
  • Oyunda kendini yere serme olayı bayağı basitleşmiş. Screen yaparken kullandığınız tuşa iki kere basarak serilebilirsiniz. FLOPÇULARA ÖLÜM AQ. neyse.
  • Şansıma tüküreyim ki ekran kartı sorunu yaşıyorum bir de. Onu düzelttikten sonra daha net bakmak gerek oyuna ama az çok ortada çoğu şey.


Jay Z ve Celeb cıvımaları dışında gayet keyifli bir hal almış oyun.

Lakerda


Şu Belöz'ün milli maçta mavi pazubandı takma olayını hatırlıyor musunuz? Blogda da bahsetmiştik sanırım, da kim arayacak şimdi. Braga maçı bittikten sonra farkettim. Muhtemelen bizden bir yetkili de Belöz'ün o zamanki mantıkla hareket ederek "hocam biz sarıyı takalım..." dedi ve bu manzaralar ortaya çıktı. Komik kaçıyor.