The Palace Kavgası, 1. Bölüm

(Orijinali şurada. Uzun olduğu için ikiye ayırarak koyuyorum. İkinci bölüm için de şuradan.)




"Bence o gün çoğumuz bencilce kararlar verdi. Lindsey Hunter ve Richard Hamilton ile yüzleşme konusunda bencilce karar verdim. Bu benim bencilce kararımdı. Ron, tribünlere çıkarak bencilce bir karar verdi. Hepimiz bencilce kararlar verdik, ama aynı zamanda birbirimizi koruyorduk. Bunun doğru ya da yanlış olduğunu kestirmek zor."
 Stephen Jackson

Görüntüler on yıl sonra dahi aynı derecede etkili. Detroit Pistons'a karşı rahat bir galibiyetin son dakikalarında, Ron Artest'in kafasında bir bardak patlıyor. The Palace'ın tribünlerine ve spor tarihinin kara sayfalarına doğru sıçrıyor. Sonrası kaos. Oyuncular taraftarla kavga ediyor, taraftarlar oyuncularla; bir sandalye fırlatılıyor, şişeler uçuşuyor  saniyeler içinde sporcu ve seyirci arasındaki sınır ortadan kalkıyor, arena davranışının toplumsal akdi parçalara ayrılıyor.

O gece olanlar, kaybedilen maaş çeklerindeki 10 milyon doların ve ligden uzaklaştırmalarla kaybedilen 146 maçın çok ötesine geçti. Bu arbede, Pacers'ı önce bir yüzük adayından önemsiz bir playoff takımına, nihayetinde de umutsuz bir lotarya ekibine dönüştürdü. Artest, onu ülkenin en tiksinç sporcularından Metta World Peace olmaya götüren tuhaf bir yolculuğa çıktı. Stephen Jackson ve Jermaine O'Neal'in kariyerleri, hiç kimsenin öngöremeyeceği anlık kararlarla sonsuza dek lekelendi. Medya; güvenlik, taraftar davranışı ve seyircilerle oyuncular arasındaki zorlu ilişkiyi haftalarca tartıştı. Bu, NBA'in en büyük kabusunu canlandırdı: Sporcuların şımarık serseriler olduğu önkabulunun doğrulanması.

"Boğuşmanın gerçekleşmesine neden olan, kabaca yarım düzine unsur vardı" diyordu, o dönem Indianapolis Star için Pacers'ı yazan Mark Montieth. "Eğer Artest, Ben Wallace'a o sert faulü yapmasaydı, bunlar gerçekleşmezdi. Eğer Ben Wallace o şekilde reaksiyon vermese, bunlar olmazdı. Eğer hakemler olayı kontrol altına alsa, bunlar olmazdı. Eğer o taraftar, elindeki içeceği fırlatmasa, bunlar olmazdı. Burada bir devamlılık var, olaylar silsilesi var. Bir tanesini çekip alırsanız, bunlar gerçekleşmezdi."

Bu sözlü tarih için, o akşam orada bulunanların ve olaya şahitlik edenlerin çoğuyla konuştuk  ismi geçen herkes, 19 Kasım 2004 tarihindeki ünvanı ile anılıyor. Ya da ilerde NBA tarihindeki en rezil gece olarak bilinecek "The Malice at the Palace" şeklinde.




BELİRLEYİCİ MAÇ



Sezon başlayalı henüz iki hafta olmuştu, ama bu maç, iki taraf için de kritikti: Artest'in Rip Hamilton'a yaptığı sert faul ile hatırlanan Doğu Konferansı Finalleri 6. maçından sonra, iki taraf için ilk buluşma, cuma gecesi ESPN ekranlarındaydı. Jermaine O'Neal ve Jamaal Tinsley kritik 6. maçta sakatlanmıştı ve Pacers, bütün yazı kendilerinin daha iyi bir takım olduğunu düşünerek geçirmişti. İki taraf da kadrolarına eklemeler yapmıştı: Detroit yedek oyunculardan Corliss Williamson, Mehmet Okur ve Mike James'i elden çıkarıp, Antonio McDyess, Carlos Delfino ve Derrick Coleman'ı kadrosuna kattı; Indiana ise Al Harrington ile Stephen Jackson'ı takas etti  ama husumet devam ediyordu.



Jermaine O'Neal (forvet, Pacers): Ne kadar iyi olduğumuzun farkında değildik. Saf yetenekle 61 galibiyet almıştık. Bu ligde olay, olgunluk, deneyim ve yeteneğe bakıyor; ve biz o yıl, bunların hepsine sahip olduğumuzu hissettik. Gerçekten bunu hissettik.

Anthony Johnson (guard, Pacers): Temel olarak (2004 Konferans Finalleri'ndeki) takımımızı korumuştuk, ve galiba daha iyiye gittik. [Anthony Johnson'ın cümleleri, 2009'da Espn.com için yaptığı yorumlardan alınma.]

Darvin Ham (forvet, Pistons): Bizim ve Indiana'nın arasındaki, yoğun bir rekabetti. O zaman Pacers'ın başındaki Rick Carlisle, bizi bırakıp gitmişti. İki takım da benzer tarzda oynuyordu.

Mike Breen (o geceki ESPN yorumcusu): Sezon başındaki önemli maçlardan biriydi.

O'Neal: Birbirimizi sevmezdik. Eskiden televizyonda gördüğümüz Knicks-Bulls tarzı rekabetlerden biriydi: Millet birbirini itiyor, kavga-dövüş falan. Bizim gözümüzde böyleydi.

Scot Pollard (pivot, Pacers): Bir takımla sezon öncesinde, sezon içinde ve playoff'ta oynadığınızda, kendiliğinden bir rekabet başlayıveriyor. Böyle yani. Ben Sacramento'dayken, aynı şeyi Lakers'la yaşamıştık. Bir senede 6-7 kere daha fazla maç yapıyorsunuz, adamlara aşina olmaya başlıyorsunuz, ve aranızda bir husumet oluşmaya başlıyor.

O'Neal: İşlerin yolunda olduğunu hissediyorduk. Biz daha genç olan taraftık. Daha iyiydik. Ve daha yetenekli olandık. İyi olduğumuzu biliyorduk  o dönem en iyi dereceye sahiptik ve onlar da son şampiyondu. Şöyle bakıyorlardı: "Patron biziz. Ayakta kalan biziz. Hepiniz bize geleceksiniz." Bu tip bir rekabet vardı ortada.

Mark Montieth: Ron iyi durumdaydı. Eğer ilk yedi maçın falan rakamlarına bakarsanız, harika oynuyordu: 20'nin üstünde bir sayı ortalaması, ve kariyerinin en iyi üçlük ortalaması. O gece, Detroit'e karşı, devrede 17 sayısı vardı. Üçlükleri yağdırıyordu. Domine ediyorlardı.


Pistons son çeyreğe 5 sayı önde girdi, sonra da üst üste 10 şut kaçırdı. O arada Indiana, Austin Croshere ve Stephen Jackson ile üçlükler buldu. Ama maç giderek tatsız bir hâle gelmeye başlamıştı. 6.43 kala, bir ribaund mücadelesinde Rip Hamilton, Jamaal Tinsley'ye arkadan dirsek vurdu  Pacers yedekleri ayaklandı, ki haksız değillerdi; rahatça teknik faul çalınabilecek bi pozisyondu. Sonra 1.25 kala, arada 11 fark varken Wallace, turnikeye giderken Artest'i sert bir şekilde engelledi  faul çalınmadı. Jackson iki faul atışı kullanıp skoru 97-82 yaparken maçın bitimine 57 saniye kalmıştı. 


Sekou Smith (Indianapolis Star, NBA yazarı): Maçın bitimine 3 dakika kala, Mike (Montieth) bana doğru eğilip, "Dostum, bu fauller gittikçe sertleşiyor" dedi. Hakemlerin oyunu kontrol altında tutması gerektiğini söyleyip duruyordu.

Stephen Jackson (guard/forvet, Pacers): Maç sonuna doğru, takımdan birinin Ron'a "Şimdi bir tane yapabilirsin" dediğini hatırlıyorum. Bunu duydum. Sanırım birisi serbest atış kullanıyordu. Birinin Ron'a "Şimdi bir tane yapabilirsin" demesi, maç içinde dalaştığın bir oyuncuya faul yapabilirsin anlamına geliyordu.

O'Neal: Bunun hakkında konuştuklarını hatırlıyorum. Ben bundan 2-3 dakika önce kenara alınmıştım. Onları dağıtmıştık. Ortadaki husumeti görebilirdiniz.

Mike Brown (asistan koç, Pacers): Ron ve Ben arasında ufak bir elektriklenmenin başladığını görebilirdiniz. Bir o potada faul oluyordu, bir bu potada; sonra sert bir faul, ve faulün ötesinde bazı sorunlar. Maç kontrolden çıkmıştı. Hakemlerin iki oyuncuyu da atmasını umuyordum.

Mark Boyle (radyo spikeri, Pacers): Atılmaları için sebep yoktu. Şaşırmıştım. Yoğun bir maçtı -- sert bir rekabet. Ama maçın sonucu belli olmuştu.

Larry Brown (koç, Pacers): Maçın, oyuncuları 45 saniyeliğine içeri yollayacak kadar kontrolden çıktığını sanmıyorum.

Montieth: Reggie Miller oynamamıştı. Anthony Johnson da. Scot Pollard da. Hepsi günlük kıyafetler içindeydi. Carlisle'ın hakkını vermek lazım  o gün eli o kadar bol değildi.

Jackson: Faul yapılacak doğru kişi Ben değildi, çünkü eğer yanılmıyorsam, kardeşi yakın zamanda ölmüştü ve bazı sorunları vardı. Onu ben savunuyordum, sayı yapmasına izin verdim. Zamanın geçmesi için yaptım. Sonra Ron birden ortaya çıktı ve ona vurdu. "N'oluyor lan" demiştim. Ne döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu olduktan sonra, her şey çok çabuk gelişti dostum.

Boyle: Ronnie pota altında Ben'e faul yaptı ve sonra Ben, Ronnie'yi itti; ardından Ronnie çekildi ve basının olduğu masaya doğru bir nevi sürüklendi.

Ben Wallace (forvet/pivot, Pistons): Bana vuracağını söylemişti ve yaptı. Herhangi bir şeydi. Mücadelenin ortasında olmuştu.

Larry Brown: Ligdeki herkes sert faullere maruz kalır. Bunun için yer ve zaman vardır. Belki bir oyuncuya faul yapar ve son saniyelerde gelebilecek bir şuta izin vermeyip, onu çizgiden sayı bulmaya zorlarsınız. Ama maç bittiğinde, ligdeki çoğu adamın, birine zarar vermeyi deneyeceğini sanmam. Bu pek görülmemiş bir şey ve bence bu yüzden Ben böyle karşılık gösterdi.






HAKEM MASASI



Her iki takımdan da birçok oyuncu, öfkeli durumdaki Wallace'ı sonunda (ve açıklanamaz bir şekilde) hakem masasına yatmaya karar veren Artest'ten uzak tutmaya çalıştı. Yanıtın yavaşlığı Wallace yaklaşıyor, takım arkadaşları engel oluyor ve hakemler kendi aralarında konuşuyor olayın tırmanmasına mahal verdi.




Donnie Walsh (CEO ve başkan, Pacers): Ronnie uzaklaşmaya çalışmıştı, çünkü ona "Eğer kendini çok coşkulu, kontrol dışına çıkabilecek gibi görürsen, oradan uzaklaş ve düşüncelerini toparlamaya çalış" denmişti. Oraya gidip masaya yatmasının sebebi buydu. Çok heyecan yapmaması ve yanlış bir şeye karışmaması içindi.

Tom Wilson (Detroit Pistons ve Palace Sports ve Entertainment CEO'su): Hakem masasına uzandığında, doğal sınırı çekmişti. Kalabalık ve onun arasında hiçbir şey yoktu. Normal olarak, bench var. Veya sandalyelerin üstünden tırmanır ya da masanın üstünden tırmanırsınız  o anda seni çılgınca bir şey yapmaktan alıkoyan veya insanların seninle ilgilenmelerini sağlayacak bir durum arz ediyor.

Montieth: Bir bakıma, o masaya uzanarak, insanları pasif bir şekilde tahrik etti. Evdeki insanlara konuşacakmış gibi oradaki kulaklığı aldı. Şebeklik yapıyordu bir nevi. Kendi aklınca, "Bakın, ben burada bir şey yapmıyorum. İyi biri olmaya çalışıyorum" demeye çalışıyordu. Bu şekilde bir işe yaramadı.

Boyle: Orada bir kulaklığımız vardı, çünkü maç sonlarında röportaj yapmak üzere oyuncuların oraya gelmesini bekliyorduk. Ronnie'yi bir süredir tanıyorduk  o durumda Ron Artest'in önüne açık bir mikrofon bırakmamızın imkanı yoktu. Mikrofon açık değildi.

Wilson: Bu neredeyse kendinizi soyutlamak ve her şeyin ötesine geçirmek için "Ben çok havalıyım" tribine girdiğiniz bir şey gibiydi. Kalabalığın böyle anladığını düşünüyorum.

Boyle: Belki orada yarım düzine asistan koçtuk, ilaveten de koçun sevdiği ya da bir sebepten borçlu olduğu kişiler. O günlerde böyle geniş teknik ekiplerin varlığı normaldi. Ronnie masada yatarken, Chad Forcier isimli genç bir asistan, bir köpekmiş gibi Ron'un karnını ovalıyordu, ben de ardından şöyle düşündüm: Neden bu adamlar dışarı çıkarılmıyor?  

Montieth: Artest kulaklığı taktı, ve Reggie de onları çıkarıp yerine koydu. Reggie olayı kontrol altında tutarak ve Ron'un başında bekleyerek gerçekten önemli bir iş yaptı.

Boyle: Bizim takımda çenesi düşük oyuncular vardı. Stephen Jackson dövüşecek birilerini arıyordu. Burnundan soluyordu. Ronnie masada yatıyordu. Ben geri çekilmiyordu. Bir grup yanlış adam vardı ortada.

Mike Brown: Kimse Detroit Pistons'lı oyuncuları geri çekmiyordu. Aralarında tanıdığım ve aramın iyi olduğu tek kişi Ben'di. Yanına gittim ve onu kenara çekip konuşmaya çalıştım. Eskiden lakâbı Debo'ydu, ben de bunu kullanmaya çalıştım. "Debo, Debo. Buna değmez. Geri çekil. Debo. Hadi," diyordum. Biraz yavaşladı ve sonunda nihayet onu durdurabildim.

Jackson: Beni en çok hayal kırıklığına uğratan  biz Ben ve Ron'u ayırmaya çalıştıktan sonra, Ben'in birçok takım arkadaşı hâlâ konuşmaktaydı. Yardım etmeye çalışmak üzereyim, Rick Carlisle'ın yanındayım ve Rip Hamilton ile Lindsey Hunter'ı görüyorum, onların konuştuğunu görüyorum ve Pekala diye içimden geçiriyorum.

Hunter: Ben Rip'i durdurmaya çalışıyordum, çünkü Rip 60 kilo falandı ve kendisi benim küçük kardeşim gibidir. "Rip, otur şuraya. Başına bir şey gelmeden ortalıktan çekil" falan diyordum. Ve Derrick Coleman da "Hadi, şu adamları geri çekelim" diyordu. Böylece ben de uzaklaştım ve bu, tam da Stephen'in gelip bir şeyler söylemeye başladığı zamandı. Ve, bakın, ben boks yapıyorum. Dövüşmek için çok yaşlıyım falan ama, bütün o insanların önünde kavga edecek biri değildim. Fakat 9-10 yıl boks yapmışlığım vardı, yani benim içim çok bir sorun olmazdı bu.

Jackson: O anda dövüş modundaydım. "Hepiniz saygısızlık yaptınız dostum. Bunu bitirmeye çalıştık. Eğer dövüşmek istiyorsanız, biz de gerekeni yaparız" kafasındaydık. Bir sürü kuru gürültü vardı, sadece atarlı-giderli konuşmalar.

Hunter: Böyle bir durumda takım arkadaşlarınızı ve kendinizi korumak istersiniz. Kimsenin arkadan darbe almadığına emin olmaya çalışıyordum. Yalnızca bir nevi yapmacık bir şekilde sırıtıp "Jacko, bu kadar insanın önünde kavga etmek istemezsin" diyordum. Pozisyon alıp birbirimizi kesiyorduk ve oradan bir sıkıntı çıkmadı. İnsanlar Rip'in ne kadar öfkeli olabileceğini bilmiyordu ve o anda delirmiş gibiydi. Gerçekten çileden çıkmıştı.

Jackson: Ben ve Rip yakınızdır, iyi arkadaşız. Ama o zaman, duygular tavan yapmıştı. Sinirleri bozuktu çünkü rencide olmuşlardı. Onlara 15 fark atmıştık. Gerçekten öfkelilerdi, böylece karşıdakileri istedikleri gibi tahrik ediyorlardı. Ben de bunun üstüne o zaman "Eğer istiyorsanız, alacaksınız" demiştim.

Boyle: Tommy Nunez Jr. o günkü hakemlerden biriydi, ufakça biridir. Deli gibi onları ayırmaya çalışıyordu. Ron Garretson kendisini sakatlayacakmış gibi görünüyordu ve kimsenin hatırlamadığı üçüncü hakem de Tim Donaghy'di.

Tim Donaghy (NBA hakemi): Onlar (Artest ve Wallace) birbirinden ayrı durduğu sürece, olayın kızışacağını düşünmedik.

Smith: Bu çılgınlık patlak verdiğinde, Garretson sahanın ortasındaydı. Bütün o Artest ve Ben Wallace arasındaki aksiyon esnasında, sahanın bir tarafından, öbür tarafına dek sürüklenmişti.

Donaghy: Onları ayırmaya çalıştıktan ve bunu yapamayacağımızı fark ettikten sonra geri çekilip neler olduğunu izlemeye çalıştık; böylece oyunu tekrar başlattığımızda kimin atılması ve ne yapılması gerektiğine dair fikrimiz olurdu.

Jackson: Diskalifiye edilen oyuncuyu içeri göndermek konusunda çuvalladılar. Bu konuda korkunç bir işe imza attılar. Olan biteni berbat şekilde yönettiler.

Montieth: İnsanlar Joey Crawford gibi hakemler ve onun çabuk düdüklerinden şikayet ediyor. Sizi temin ederim ki, eğer bu maçı Joey Crawford yönetseydi bunlar olmazdı, çünkü olayı kontrolü altına alabilirdi. Teknik faulleri çalar ve saha içine giren insanları dışarı alırdı.

Ben Wallace: "Bunu bir daha yapmam" ya da "Bunu yapmazdım" demek kolay değil; çünkü benzer bir durumda, nasıl reaksiyon vereceğinizi bilemezsiniz. Birçok şeyin hızlıca gerçekleştiği, nadir görülecek bir durumdu.

Jim Gray (saha içi muhabiri, ESPN): Sorun Pistons takımıydı. Bunu başlatan Pistons'tı; orada saldırgan olan, Pistons taraftarları ve Wallace'dı.

Jackson: Kesinlikle Ron'u daha düzgün zaptetmiş olmamızı dilerdim, masanın orada tutmayı, kulaklıklarla meşgul olmasını. Bence sorumluluk tüm takımın. Eğer o güne geri dönebilsem, takımı toplayıp bench'in önünde durur ve sakinliğimizi koruyup olayı anlamamızı sağlamaya çalışırdım.



SIÇRAMA



Wallace'ın Artest tarafından itilmesinden 90 saniye sonra, Artest taraftarların küfürleri eşliğinde hakem masasında yatmaya devam ediyordu. İki takımdan 10 oyuncu ve koçlar sahanın ortasında toplaşmıştı ilgi odağı, henüz sakinleşmemiş olan Wallace'dı ve diğer herkes de kendi bench'inin önünde ayakta duruyordu. Sebep ne olursa olsun, kimse Artest'i o masadan kaldırmadı. Usanmış bir Wallace nihayet kolundaki bandı Artest'in bulunduğu yöne doğru atmaya karar verdi. 



Mike Brown: Ben artık Ron'a doğru gitmiyordu, ama bilekliğini çıkardı ve ani bir hareketle, kolumun üstünden Ron'a fırlattı. Fırlattıktan sonra dönüp nereye gittiğine baktım ve açık bir şekilde Ron'a gelmemişti  ama bir açıdan olayları başlatan hareket oldu.

Gray: Ron'a birkaç metre mesafede, basın için ayrılan yerde oturuyordum. "Ron, orada dur. Seni maç sonu röportajı için alacağım" dedim. Tamam, dedi. Bu diyalogla onun göğsüne bir şey atılmasının arasında 20 saniyeden fazla süre geçmiş olamaz.

Bob "Slick" Leonard (radyo yorumcusu, Pacers): Bira bardağı arkamızdan atıldığı anda, ellerim Ron'un üstündeydi.

Mike Brown: Nal oyunu gibi işte. O taraftar, bira, kola ya da her neyse, onu attığı için daha 'şanslı' olamazdı.

John Green (Artest'e içecek fırlatan taraftar): Asla birini vurmayı amaçlamamıştım. Bardağı attığım anda fizik kuralları aklımdan çıkmıştı. Umarım bir daha The Palace'ta kimse herhangi bir şey atmaz.

Ron Artest (forvet, Pacers): İçecek bana atıldığında yatıyordum  yüzümle göğsümde buz ve cam parçaları vardı. Bundan sonrası nefsi müdafaaydı. [O gece Jim Gray'le yapılan bir telefon röportajından.]

Jackson: Her erkek yüzüne bir şey atıldığında dönüp öcünü almak ister.

Gray: Aniden doğruldu, masadan indi ve radyocu grubun üstünden atladı.

Wilson: Hakikaten ışık hızıyla aynı hızda gerçekleşen ve muhtemelen olabildiğince yavaş olan anlardan biriydi. "Haayıııııır" der gibiydik.

Boyle: İçgüdüsel veya refleksif olarak, ayağa kalktım ve Ronnie beni çiğneyip geçti. 5 omurum kırıldı. Şimdi beni güldüren şey ise, karımın "Eğer Ronnie'nin tribünlere gitmesini engelleseydin, bunlar olmazdı" demesi. Benim cevabım da şöyle oluyor: "Evet, tanrım, orada Ronnie'yi durdurabilecek olsam, NFL'de oynardım." Partnerim Slick Leonard, benden daha kurnazdı  oradan uzaklaşmıştı.

Leonard: Mark yola çıktı ve Artest ona doğru koştu. Onu gördüğümde "Bu şeyler bitene kadar Basın Odası'na gidelim" dedim.

Mike Brown: Artest'i yakalamak için atıldım. Bu sadece bir reaksiyondu, çünkü eğer tribünlere giderse, işlerin çığrından çıkabileceğini biliyordum. Onu yakalayamadım ve benim için onu kovalamayı sürdürememek normaldi. Nasıl oldu bilmiyorum ama, bir anda kendimi tribünlerde buldum.







ARBEDE



Artest, bardağı atan kişiyi yakalamak için tribünlere doğru ilerledi, yanış taraftarı (Michael Ryan) itti, sonra üzerine dikildi ve onu iki eliyle sarsmaya başladı. Gerçekte bardağı atan kişi, yani John Green, Artest'i arkadan yakaladı ve kafasını sıkıştırmaya çalıştı. Başka bir taraftar, yakından Artest'e bir bira fırlattı  sert bir yumrukla karşılık veren Stephen Jackson'a da sıçratarak. Bu arada Ben Wallace'ın kardeşi David, Fred Jones'u neredeyse indiriyordu; ama her iki takımın koç ve oyuncuları araya girdi. Maçı ESPN için yorumlayan efsane oyuncu Bill Walton, sonradan bu olan biteni "Benim için 30 yıldır NBA'in dibi gördüğü anlar" diyecekti. İşte olayı yaşayanların hatırladıkları. 



Ham: Her şeyin içine sıçıldı.

Auburn Hills Polis Şefi Doreen E. Olko: Palace için zilyon tane güvenlik planımız vardı, bütün ihtimaller için. Ama hiçbiri, bir oyuncunun tribünlere çıkmasını içermiyordu. Bu hiç kimsenin öngöremeyeceği bir şeydi.

Michael Ryan (taraftar): Artest tepeme çıkmış, beni yumrukluyordu. Bana "Sen mi yaptın" diye soruyordu. "Hayır dostum, hayır!"

Montieth: Bir sürü insan size Artest'in tribünlere tırmanıp taraftarlara vurmaya başladığını söyleyecektir. Aslında, hayır; tribünlere çıktı ve yanlış kişiyi içeceği attığını düşündüğü kişiyi– yakaladı ve "Bunu sen mi attın?" dedi. Ama ona vurmamıştı.

Mike Brown: Bilinen sonraki şey, Jackson'ın tribünde görülmesiydi.

Jackson: İnsanlar takım arkadaşı olduğunuz biriyle birlikte olmanın ve sezon boyunca ailenizden daha fazla onu görmenizin nasıl bir his olduğunu anlamıyor. Eğer yanlış bir şey yapıyor olsa bile, gidip ona yardım etmememi nasıl beklerler? Tribünlere çıkmak külliyen yanlış bir hareket. Bir genç olarak, arkadaşların için orada olman gerektiğini öğrenirsin, ama katiyen tribünlere çıkmayı düşünmezsin. Asla tribünlere gitmek ve orada takım arkadaşlarımın taraftarlarla kavgasına yardım etmek gibi bir durumda kalacağımı düşünmemiştim. Ama o zaman, takım arkadaşımın orada dövüştüğünü bilerek ve ona yardım etmeden orada dikilemezdim.

Montieth: Eğer yanlış hatırlamıyorsam Artest, Ben Wallace'ın kardeşi tarafından, arkadan bir yumruk yedi.

David Wallace (Ben Wallace'ın kardeşi): Ânın hararetine kapılmıştım. Düşünmek için zamanınız yoksa, her zaman bir düşünme süreci söz konusu olmuyor.

O'Neal: Benimle birlikte seyahat eden, kendime özel güvenlik görevlim vardı. Beni yakından korurdu. Tribünlere bakıyordum ve kalabalığın oyuncuları dövdüğünü görüyordum. Onlara yardım etmek için hakem masasının üstünden atlayıp geçtim ve güvenliğim beni durdurdu. Arkamıza döndük ve insanlar bizi yere yatırmaya çalışıyordu. Gördüğüm ilk kişi Fred Jones'tu. Birileri ona dalmıştı.

Jackson: Benim ilk tepkim, gidip Ron'u yakalamaktı. Ama tribünlere çıktığım gibi, başka bir eleman suratına bira fırlattı. Reaksiyonum karşılık vermek oldu. Takım arkadaşım için orada olduğuma pişman değilim. Ama tribünlere gidip oraya taraftarlarla kavga ettiğim için pişmanım. Tamamen yanlıştı, ama kardeş olarak gördüğünüz biri zarar görüyorsa, çok düşünmüyorsunuz. Tek düşündüğünüz, oraya gidip yardım etmek. Takım arkadaşı olmanın, beraber olmanın, takım arkadaşın için orada olmanın anlamı bu. Birçok insan benim oraya serserilik amacıyla oraya gittiğimi düşündü. Aklımdaki tek şey, takım arkadaşımın tribünlerde dövüştüğü, ve benim onun yanında olmam gerektiğiydi. Şüphesiz, ben tribünlere doğru ilk adımı attıktan sonra, bunun sonuçları olacağının farkındaydım. Ancak ben sahada durup, kariyerim ve param için endişelenerek orada kanlar içinde dikilmektense, takım arkadaşımın canlı ve sağlıklı olduğunu bilerek bu sonuçlarla başa çıkabilirim.






Mike Brown: Yerimde otururken ben de darbe yedim. Ron yanlış kişiyi yakalamıştı, ve bardağı atan kişi arkadan bana vuruyordu çünkü ben Ron'u tutup oradan dışarı çekmeye çalışıyordum. Tam anlamıyla kaos vardı.

Chris McCosky (Pistons yazarı, Detroit News): Jamaal Tinsley'nin tribünlere gitmemesi için uğraşıyordum, ve benden kolayca kurtuldu. Gayet başarısız bir girişimdi açıkçası.

George Blaha (radyo ve televizyon spikeri, Pistons): Radyo için çalışan Rick Mahorn basın masasının ortasındaydı ve oradaki bayanlara bir şey olmadığından emin olmak istedi  istatistikçilerden biri, azıcık yaralanmıştı. Ricky orada kontrolü sağlamaya çalışıyordu.

Mahorn (radyo yorumcusu, Pistons): Bazen hayatta ne gerekiyorsa onu yaparsın.

Larry Brown: Oğlum saha içi görevlisiydi. Derrick Coleman onu ve beni korumaya çalıştı, bizi kendisine yakın tuttu. Ligde bir sürü sert adam gördüm. Kendisi, muhtemelen benim gördüğüm en sertlerinden biriydi. Sonra Rasheed'in insanları durdurmaya çalıştığını gördüm. Stephen ve Jermaine'in ardından tribünlere gitti ve ortamı sakinleştirmeye çalıştı.

Blaha: Rasheed gerçekten mantıklı bir adam. O daima insanların en çok önemsediği şeye dikkat eder. Bu beni şaşırtmadı. Kesinlikle iyi tanınmayan biri; benim için ise, harika bir insan.

Smith: Orada yalnızca yaşlı güvenlik görevlileri vardı. İnsanları oradan çekip sahaya indirecek kişiler bulunmuyordu. O geceki asıl çılgınlık, iki takımın oyuncuları birbiriyle kavga etmeyi kesmesiydi: Kavga, taraftarlar ve Pacers arasındaydı.

Jim Mynsberge (Auburn Hills şef yardımcısı): Arena'da işleri halletmek için yalnızca üç polis bulunuyordu. Buna göre iyi iş çıkardılar denebilir.

O'Neal: Güvenlik yoktu. Ligdeki en büyük salonlardan birinden bahsediyorsunuz ve taraftarların hayal kırıklığı içinde olduğunu söylüyorsunuz: Çünkü birincisi, onların takımını darmadağın etmiştik; ikincisi, 22.000 kişinin de kötü insanlar olduğunu söyleyemem elbette  ama orada bize zarar vermek isteyen ciddi bir grup insan vardı.

Rick Carlisle (Koç, Pacers): Orada sanki hayatım pahasına dövüşüyor gibi hissettim.

Ham: Ben, Antonio McDyess ve Tayshaun Prince, orada olan-bitene inanamaz bir şekilde duruyorduk. Biz saha içine giren bir grup veteran, Derrick Coleman, Elden Campbell falan düşmanca değil, oradakileri ayırmak amacıyla oradaydık. İnanılmazdı, sıfır kontrol vardı. Biraz daha fazla güvenlik önlemi beklerdiniz.

Wilson: Gayet iyi eğitilmiş olan ekibimiz, anında oraya gidip, onları sahaya döndürmeye çalışmıştı. Jermaine O'Neal'i yakalamaya çalışıyorlardı, ve onlara haklarını vermeniz gerek, çünkü söz konusu olan kişiler, normal ebattaki 50-55 yaşlarındaki insanlar; ve aşırı kızgın durumdaki sporcuları durdurmaya çaışıyorlar.

Melvin Kendziorski (yer gösterici, Pistons): O, zapt etmeye çalıştığım kişilerden biriydi. Buna karşı koydu, ve beni yakalayıp hakem masasına doğru fırlattı. "Vay anasını, ne oldu öyle?" dedim. Beni bir bez bebek gibi fırlatmıştı. Oldukça büyük bir adamdı. Bunun ardından boyun ve sırtımdan sakatlandım ve bir süre tedavi gördüm.

Mike Brown: Olayların ortasında kalmak korkunçtu, çünkü nereye dönseniz, kavganın kucağına düşecek gibi hissediyordunuz. Yirmi kişiye karşı binlerce insan. Muhtemelen durum bu değildi oradaki insanların yüzde 99.9999'u sizin kadar korkmuş ve dehşet içindeydi ama herkes size karşıymış gibi görünüyordu.

 

Artest 40 saniye kadar tribünlerde kaldı, sonra nihayet Pacers bench'ine doğru çekildi. Kavgaya karışmayanlar oyuncular ve taraftarları ayırmaya çalışırken, ortalığı sakinleştirmek mümkün görünmüyordu  eğer bir şey olursa, çok daha büyüyecek gibi geliyordu.  



Joe Dumars (genel menajer, Pistons): 10 yıl içinde ilk kez bitime 1-2 dakika kala kalkıp aşağı inmiştim. Ortaya koyduğumuz oyundan memnun değildim, o gece bizi ezmeleri, benim için hayal kırıklığıydı. İki dakika kala kalkmıştık. Soyunma odasına indiğimizde, bütün bu kargaşadan haberim olmuştu ve neler olduğunu merak ediyordum.

John Hammond (asistan genel menajer, Pistons): Joe'ya şunları söylediğimi dün gibi hatırlıyorum: "Hey, Joe, ya gerçekten iyi bir şeyler oldu, ya da gerçekten kötü bir şeyler oldu." Sahada bir mucizenin gerçekleşip kazandığımızı düşünmüştüm.

Dumars: Kargaşa beni kesinlikle hazırlıksız yakalamıştı. Gelen sesler filan, bir şeylerin cidden kötü şekilde gerçekleştiğini söyleyebilirdiniz.

Hammond: Joe ve ben soyunma odasına gittik, televizyon açıktı, ve sahada olup bitene bakıyorduk. Tekrarları vermeye başlamışlardı. Hayret içerisindeydik.

David Stern (maçı televizyondan izleyen NBA komisyoneri): "Hasiktir..." demiştim. Ve sonra Russ'ı (Granik) arayıp dedim ki, " 'Şu' maçı izliyor musun?" Hayır, dedi. Ben de "Güzel, aç 'şu' maçı, inanamayacaksın" şeklinde cevapladım. [2006'da Bill Simmons ile yaptığı röportajdan.]


Sakinleşmemizin ardından, Artest bana "Jack, sence başımız belada mı?" der gibi baktı. Jamaal Tinsley gülmeye başladı. Ben de "Abi ciddi misin? Bela mı? Ron, eğer işimiz elimizde kalırsa şanslıyız demektir." Bu, o soruyu sormak için kafasının yerinde olmadığını gösteriyordu.
-- Stephen Jackson 


Chuck Person (başkan yardımcısı, Pacers): Farkı 20'ye çıkardıktan sonra yerimden ayrıldım, gidip keyifle oturdum. Tek duyduğum, birinin koşarak gelip "Hey Chuck, Ron tribünlere çıktı" demesiydi. Sahaya indim ve tam bir kaos vardı, kıyamet kopuyordu. Koç Carlisle'a gittim, oyuncuları sahadan çekmemiz gerektiğini söyledim. Şu cevabı verdi: "Maç henüz bitmedi." Ben de "Peki ama oyuncular tehlikede" karşılığını verdim.

Donaghy: Maçın devam edemeyeceği noktaya gelmiştik. Biz geri çekildik ve uygun bir anda sahadan çıktık, çünkü hakemler güvende hissetmiyordu.

Larry Brown: Ligdeki çoğu kavga gerçekleşir ve biter, ama bu olay ilerledikçe ivme kazandı ve büyüdü. Orada olmak, bunun bir parçası olmak, genç insanların buna tanık oluşunu görmek berbat bir şeydi. İçinde olmak istemeyeceğiniz bir şeydi, ve umarım bir daha yaşanmaz.

Donaghy: Tam bir karmaşaydı, hayatın için kaygılanacağın türden. O noktada biri silah ya da bıçak çıkarır mı, bilemiyordunuz. Taraftarlar sahaya iniyordu ve oyuncuları dövüşmeye davet ediyordu. Bu daha önce görülmemiş seviyede bir şeydi.

Breen: Diğer taraftan korkunçtu, çünkü taraftarlar kavgaya katılıyordu. Ama bizim olduğumuz taraftaki (maçın anlatıldığı yer) izleyiciler karışmadı. Devam ederken, yanımızdaki taraftarların bazıları aşağı inmeye başladı ve şöyle düşünmeye başladım: Tanrı aşkına; bu, spor tarihindeki en feci kavga olabilir.

Wilson: Hemen önümdeki Pistons formalı iki kişi, Pacers bench'inin olduğu tarafa doğru ilerliyordu.



Alvin "A.J." Shackleford ve Charlie Haddad isimli iki taraftar, nihayet tribünden inen ve amaçsızca Pacers bench'inin oralarda dolaşan Artest'e yüzsüzce yaklaştılar. Taraflar birbirlerini şöyle bir süzdü. Artest, Shackleford'a vurdu, ve ardından Haddad'ı da devirdi. Haddad kalkar kalkmaz, O'Neal ona doğru koştu ve, vurmak için yumruğunu kaldırdı; ama yerler ıslak olduğu için, yumruğu sallarken kayıp düştü. Ve bu geliş, isabetli ama nispeten etkisiz bir yumrukla sonuçladı.



Pollard: Bazı taraftarlar sahaya inmiş, "Şuna bir tane vuracağım" "Bunu indireceğim" diyerek dolanıyordu. Sonra onlara yaklaştıklarında "Ouv, buna boyum yetmez" diyorlardı.

Gray: Eğer Jermaine O'Neal ona hakkıyla vurabilseydi, o eleman ölürdü. Orada kaydığı için şanslıydı.

Jackson: Bunu göremedim, ama duyabiliyordunuz. O kadar gürültünün içinde, yine de o yumruğu duyabilirdiniz.

Wilson: Bir anlığına Tanrım, bu adamı öldürecek, diye düşünüyordunuz.

Pollard: Vurmaya çalıştığı adam şanslıydı. Orada bir yerlerde bir taraftarın, arkadaşımın yerdeki bira yüzünden kayıp da (ya da her neyse) yumruğu savuramaması sayesinde hayatta olduğuna dair hiçbir şüphem yok. İyi ki kaydı, çünkü şimdi başı belada olabilirdi; belki de hapse girecekti.

O'Neal: Bunu yaptığımda, sahaya çıktığımda, herkes ortadan kaybolmuştu. Aniden, artık konumuz oyun ve eğlence değildi. "Pekala, Pacers'a zarar verelim" değildi. Etrafımızdaki insanlar bizi korumaya başlamıştı. Sevindiğim nokta buydu. Kaydığım için mutlu olduğumu söyleyemem. Birçok insanın böyle düşündüğünü biliyorum, ama ben kimseye zarar vermek istememiştim. Ama bu durumda, ben yalnızca kendimi ve takım arkadaşlarımı korumaya çalışıyordum.

Jonathan Bender, (forvet, Pacers): Bütün olayım, üstünüze koşan 16.000 kişiye karşılık yalnızca birkaç güvenlik görevlisine sahip olduğunuzu bilerek Jermaine'in önüne geçmek ve herkes için sükuneti sağlamaktı. Yalnızca biri gelip bana zarar verecek gibi olursa kendimi koruyacağım ihtimaline karşılık, ihtiyatlı davranıyordum.

Charlie Haddad (O'Neal'ın vurduğu taraftar): O akşamı zar-zor hatırlıyorum.

O'Neal: Bunu kimse bilmez – bunlar olup bitmeden önce Pistons güvenliği, o adama binayı terk etmesini söyledi. Aynı adamın Yao Ming'i tehdit ettiğini kimse bilmez. İnsanlar bunu bilmiyor. İnsanlar bu olaya karışan kişilerin yediği haltları bilmiyor. Ama oyuncularla ilgili her şeyi biliyorlar. O adam oyuncularla kavga başlatmak için tezgah kuruyordu ki, para kazanabilsin. Bu bir gerçek.





Hate


Birinde rakipler arası geçiş. Diğerinde iki büyükbaş harici yükselişte olan, kendine has tasarımlar sunabilen bir marka. İkisi de Nike'a geçti. Merak ettiğim, bu takımların taraftarları arasından formaseverlerin kaç tanesi "Sıçtık" dedi, Nike'la anlaştılarını duymalarının ardından. Çok olması muhtemel. Çünkü 3 senedir Nike bu tek kalıp işinin öylesine bokunu çıkardı ki.

Nerden Nereye 242