United Geri Döndü

                                    

Uzun suredir beklenen sonunda oldu. Jose Mourinho’nun ve United taraftarının dileği 3 yıl gecikmeli olarak gerçekleşti. Felipe Melo, Gennaro Gattuso gibi kendi tarafında olunca bayıldığın, rakipte olunca boğazını sıkıp sadistçe öldürmek istediğin futbol figürlerinin teknik direktör versiyonu, İngiltere’nin en büyük kulübünün başına geçecek. United taraftarının her zaman gizliden gizliye kıskandığı ve istediği Jose, kariyeri boyunca belki de ilk kez bir takıntı, bir amaç için değil, yalnızca çok istediği için bir takıma gidiyor. Çok farklı tepkiler alsa da, benim gibi United taraftarının büyük bir bölümuü, 2013 yılından beri bu kadar heyecanlı olmamıştı. Ve bence birbirine çok yakışacak bu iki figür için, bundan daha iyi bir zamanlama olamaz.

2013 mayısının sanırım ilk haftasında, bir gece yarısı hiç beklemediğim bir haber okudum. Mark Ogden, Sir Alex’in emekliye ayrılacağını iddia ediyordu. Sir’ün bırakma kararı verdiğinde, bunu sezonun ortasında veya başında değil de, artık ortada bir iddia kalmadığında açıklaması mantıklı gelmişti. Ílginin kendinde olması pek arzulayacağı bir şey değildi. Ama çok ani bir karardı. United taraftarı olmayan biri bunun nasıl bir şok olduğuna dair empati kurabilir. Fakat United taraftarı değilse bunun nasıl büyük bir boşluk yarattığını tam idrak edemez. Sir’ün United’ı farklıydı. 99 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Juventus deplasmanında 2-0’lik geri dönüşten beri taraftarı olduğum United, oyun şekli değişse de hep ayni karakterde takımlar kurdu.  Galactico’lar alınmaz, Galactico’lar yetiştirilirdi. Zidane’lar sürüklemez, sahada kim olursa olsun belli bir düzende top oynardı. Ve mesela Benitez’in Real’i gibi, oyuncular hiçbir zaman birbirinden bihaber gözükmez, kaosa girmezdi. Onun United’ı ölmezdi. United farklı yönetilirdi ve farklı bir aurası vardı. Onun kurduğu takımla başarılı olmak, sevdiğin oyuncunun golüyle kazanılan maç gibiydi.

Sir’ün bırakacağı açıklandığında, ortaya belli isimler atıldı. Klopp, Jose Mourinho, o senenin mart ayında yemek yediği Pep ve David Moyes. Moyes dışında hiçbiri açıkçası olası gelmemişti bana. Klopp henüz 2014-2015 felaketini yaşamamıştı, Pep, City’ye gittiği günden beri daha da açık seçik belli olduğu üzere, bize zaten gelmezmiş. Kendisi için mantıklı kararı alarak Bayern’e gitmişti, Jose’nin Chelsea ile gönül bağı vardı ve Sir ile arası çok iyi olsa da, bizi düşünmezdi (Daha sonra öğrendik ki aslında böyle değilmiş). Moyes’un İskoç olması, Everton’da uzun süre kalmış olması sebebiyle bana en olası aday gibi gelmişti. Nitekim öyle de oldu.

Moyes’a çok sinirlenmiş olsam da Van Gaal kadar kızamıyorum. Kızgınlıktan daha çok sempati duydum genelde. Bence çok iyi bir insan ama bu tek başına United gibi bir devi çalıştırmaya yetmiyor. Moyes United’i çalıştıracak kapasitede bir teknik direktör değildi. Dahası, United’in büyüklüğünün ve aurasının altından kalkabilecek profil değildi. United’in zor olacağını muhtemelen tahmin ediyordu. Haftalar geçtikçe “Lan benim ne işim var ki burada” duruşuyla tahmin ettiğinin ötesinde bir zorlukla karşılaştığını gördü. United’in devliğini tam idrak edemediği, Los Angeles’ta kumsalda kondisyon idmanı ayarlaması ve taraftarların akını sonucu oyuncuların kaçacak delik aradığı günden kovulduğu güne kadar barizdi. City maçından sonra yaptığı “Amacımız City’nin seviyesine çıkmak” açıklaması bunun çok uzun soluklu olmayacağına dair göstergeydi. Fenerbahçe-Galatasaray maçı yerine izlemeyi tercih ettiğim Sir’un, Old Trafford’daki son maçının ardından yaptığı konuşmada, herkese Moyes’un arkasında durmayı öğütlemişti. Sonuçlar ve oynanan futbol bunu imkânsız kıldı. 15 yıllık United’i takip ettiğim dönemde United ilk kez izlenmez hale gelmişti. Ve bu maalesef ilk olarak kalmadı.

Moyes’un başarısız olmasında bunların ciddi katkısı var. Pek dillendirilmeyen şey ise United’in CEO’su David Gill’in, Sir ile aynı zamanda United’dan ayrılmasıydı. United’in son 3 senede Türkiye’deki üç büyükler gibi yönetilmesinde bunun ciddi payı var. Yerine gecen Ed Woodward, bir suredir Gill’in yardımcılığını yapıyordu, United’ı United yapan değerlere tutunmaktan ziyade, United’ı Real Madrid değerlerine yaklaştıran bir yönetici olmayı seçti. 2013 yazında yapamadığı transferlerle Moyes’un kaderiyle fena şekilde oynadı. Herrera’nın transferi için kendini Athletic Bilbao’nun yöneticileri olarak tanıtan kim olduğu belirsiz adamlarla görüştü, Fabregas’a komik rakamlar teklif etti ve tabii ki alamadı; en kötüsü Ronaldo, Bale gibi gerçek dışı hedeflerin peşinden koştu. Woodward daha sonra bunun acısıyla mi artık bilmiyorum, malum oyunculara değerlerinin çok üzerinde paralar verdi. United’ın son 3 seneki kötü gidişinde payı çok büyük.

Moyes ayrıldıktan sonraki yaz, açıkçası United'a uygun pek antrenör yoktu. Louis Van Gaal'den başka kimseyle görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Hollanda'nın underdog olarak girdiği kupada, Van Gaal'in de oyuna direkt müdahaleleriyle çok başarılı olması, beni bayağı gaza getirmişti. United tarihinde, belli bir dönem için en büyük harcama yapıldı. Onun şanssızlığı ise, harcanan bu paralara rağmen, Vidal ya da istediği stoperlerin alınmaması oldu. Yine de United'ın en azından iyi futbol oynayıp ilk 4'e girmesini bekliyordum. İlk 4'e girdik. Oynanan futbol ise genelde vasat, bazen sıkıcı, arta kalan zamanda ise güzeldi. Dananın kuyruğu ise ikinci sezonda koptu. Burada Van Gaal'e ne kadar saydıracak olsam dahi, onun istediği yaratıcı oyuncuların alınamadığını, ve bu yüzden kabız gibi futbolda bunun da etkisi olduğunu ilk önce itiraf etmem lazım. Ha, Di Maria'yı küstürmese zaten böyle bir sıkıntıyı yaşamayacak olacağımız gerçeği de var. Hadi onu affedelim, bu sezon oynanan topun hiçbir şekilde bahanesi olamaz. Oyuncular ne yaptıklarının farkında değildi. Vücut dillerinden "Ya biz ne yapıyoruz" ifadesini okumak zor olmuyordu. Bütün bunlar olurken Old Trafford "Atak, Atak, Atak" tezahüratları ile inlerken, takımın aslında çok iyi oynadığını, çok iyi bir iş yaptığını falan iddia edebilen, narsist bir adam Van Gaal. Kontrol manyağı olması, oyuncularının potansiyellerinin çok altında kalmasına sebep oluyordu. Thierry Henry, Pep'in Barça'sını anlatırken, Pep'in "Benim görevim, sizi hücum bölgesine taşımak, gerisini siz halledin" dediğinden bahsetmişti. Van Gaal ise, forvetlerin tek vuruş yapmamasını isteyecek kadar dengesiz bir adam. Hala sağa-sola yapılan gereksiz pasları düşündükçe, dişlerimi sökesim gelir. Eskiden en yakın dostumuz olan son dakikalarda, artık Old Trafford boşalır hale gelmişti. Kendini beğenmek veya narsist olmak, sporda görülmedik şeyler değil. Van Gaal, sonuçlarla veya sahadaki futbolla narsistliğinin arkasında durabilse, çok dert değildi. İşin açığı, Van Gaal döneminde işlerin kötüye gidebileceğini ve bunların bazılarını yaşayabileceğimizi biliyorduk. Sadece bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyorduk. 

Pazartesi akşamı neyse ki Van Gaal donemi bitti. Yerine Jose geliyor. Yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki, şayet 2013’te Sir istese, bu iş 3 sene öncesinde olurmuş. Aslında Jose-United yakıştırmaları yeni değil. Buna dair geçmişte, özellikle de Chelsea’den ilk ayrıldığı dönemde, çok bulgu var. 2009’daki Inter eşleşmesi öncesi MUTV’deki röportajında sorulmuştu mesela. Veya Cüneyt Çakır’ın katlettiği (kırmızı falan değildiL ) Real Madrid eşleşmesinden sonraki sözlerinde hafiften de yavşamıştı açıkçası. Ne kadar doğru bilemiyorum ama, Moyes’un varis olduğu açıklandığında ağladığı söyleniyor. Emin olun ki Chelsea’den ilk ayrıldığı günden sonraki herhangi bir gün, Sir’un bırakacağı açıklansa, United taraftarının isteyeceği kişi o olurdu. İmzayı attıktan sonra söyledikleri, Jose’nin United’a hep bir bağı olduğuna dair ipuçları veriyor zaten. 2013’te taraftarlar arasında temayül yapılsa, eminim Jose’nin ismi ilk sırada çıkardı. Buna rağmen United’in Mourinho’yu 2013’te varis yapmamasının altında yatan bazı hesaplar var.

United yönetimi, futbola ticari ve saf futbol yönünde bakan iki parçaya bolunmuş durumda. Ticari tarafın başını Woodward ve kulübün sahibi Glazer’lar, diğer tarafın başını ise Sir, Bobby Charlton ve Sir’le sürekli iletişimde olan 92 sınıfı geliyor. Ticari taraf açısından Jose mükemmel olsa da, futbol tarafında Jose’ye ciddi kuşkuyla bakıldığı söyleniyor. Charlton’in neden Moyes’un seçildiğini anlatan yazısını okuduğunuzda bu kuşkulara dair ipuçları yakalayabilirsiniz. Ve bunlar da zaten herkesin bildiği şeyler. Jose bir kulüpte fazla uzun kalamıyor, hücum oynatmıyor, çok fazla düşman ediniyor ve hatta sınırı çok aşıyor. Ben bunlara katılsam da, bazılarının abartıldığını, bazılarının yanlış yorumlandığını, bazılarının da haklı olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, evet, bir kulüpte henüz 3 seneyi geçtiğine şahit olmadık. 
- Porto’yla başlayalım: Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası kim olsa ayrılırdı. 
- Chelsea’deki ilk döneminde istemediği oyuncuların alınması, istediği (kalitede) oyuncuların alınmaması (yumurta-omlet metaforuyla bunu anlattığı başın toplantısını da izleyebilirsiniz) ve sonunda da Abramovich’in işine karışmasıyla çalışamaz hale geldi ve bıraktı. Suçları illa ki vardır, tek suçlu kesinlikle değildi. 
- Inter’e Şampiyonlar Ligi kazanmak için gitti. Kazanabileceği her şeyi kazandı ve ayrıldı. Hemen sonrasında Barça’yı tahtından indirmek için Real’e gitti. 
- Real’den ayrılışı, Barcelona ile yaşadıkları dolayısıyla çok kötü gözüktü. Kötüydü de zaten. Oyuncuların, yönetimin ve belli oranda taraftarın desteğini kaybetti. İlla ki sucu var ama Madrid’e birinci sırada istediği Barça’yı tahtından indirmeyi en azından o şampiyonluğu alarak verdi. Burada, Barça’nın 4 senelik başarı zinciri sonucu doymuşluğunun etkisi vardır. Bu yine de tarihin en iyi takımını tahtından eden Jose’nin başarısından pek bir şey götürmez. 
- Son olarak ise Chelsea’den çok çok çirkin bir şekilde ayrıldı. Oyuncuları ihanet etti, kondisyoner ile tartıştı vs. Suçlu Jose’dir. United’da ise ben bu sorunları yasayacağını düşünmüyorum. Chelsea, City gibi “sonradan görme” takımlarda bir şekilde bu sorunlar çıkabiliyor. United’ın ne olursa olsun, deforme olsa dahi oturmuş bir kültürü var. United’da olmak istemeyen oyuncu, Ronaldo dahi olsa yollanır. Ve United’da menajerin dediğine oyuncular biat etmek zorundadır. Bu sezon United yerine başka bir kulüp olsa, oyuncular çoktan Van Gaal’i satmıştı (Aslında sattılar da. Kovulacağı artık kesinleşince, ne var ne yok hepsini basına anlattılar. Başta da Rooney. Ama bu tam sayılmaz). İşin özeti, evet 3 seneyi aşamayan bir kalıp var. Bunun tek sorumlusu ise Jose değil. Ve Jose kaynaklı olmayan sorunlar, United’da pek sorun olacak gibi değil.

Ben futbolun taktiğine detayına çok hakim biri değilim öncelikle. Lakin “Jose hücum oynatmıyor” cümlesinin veya felsefesi yok cümlesinin gereksiz bir klişe olduğunu anlayacak kadar futbol izledim. Jose’nin vitrine çıktığı dönemde Barcelona modeli çok başarılı olduğu için abartılıyor bence bu. Bu sene verdiği bir röportajda şöyle diyor Jose: “Futbol felsefem ne diye soruyorlar, anlamıyorum. Felsefeniz ve oyun tarzınız elinizdeki oyunculara göre şekillenir." 
Topa sürekli sahip olarak hücum oynamak, eğer hakkını verip van Gaal gibi oynatmıyorsanız çok estetik bir oyun tarzı. Fakat tek tarz değil. 2006-2007 United, Jose’nin Inter’i, Simeone’nin Atletico’su, Heynckes’in Bayern’i tiki taka oynamayan ama izlemesi çok zevkli takımlardı. United, oyun planı ne olursa olsun, kontra atağı kesinlikle çok iyi yapan bir takımdı hep. Oyun planının bu olduğu ve bu şekilde ligi götürdüğü (2006-2007) dönemler de oldu. Jose’nin genlerinde de bu var. Pas veya topa sahip olma oyununu ise belli dönemlerde farklı takımlarında çok iyi oynattığı oldu. Chelsea’deki ikinci sezonu gibi. Veya Madrid’deki ikinci sezonu gibi. Birçok Real Madrid’li, Jose’nin ikinci sezonundaki takımının izlemesi çok zevkli bir takım olduğunu soyluyor zaten. Jose’nin Avrupa’da bazı maçlarda defansif oynadığı doğrudur, Ama son dönemlerde kimin yok ki? United’in son CL aldığındaki Barça eşleşmesini izleyin, pek hücumcu demezsiniz. Veya en son CL finaline çıktığı sene Chelsea maçlarını izleyin, yine hücumla alınmış seriler değil. Bu Avrupa’da belli dönemlerde kullanmanız gereken bir şey ve benim kazandığımız sürece bunla pek derdim olmaz.

Son olarak ise düşman edindiği ve çizmeyi aştığı konusu var. Bunlara itiraz etmek mümkün değil. United’in ise Jose’yi yaklaşık 6 aydır “süründürmesi” bunu törpüleyebilir. Jose bundan önceki tüm takımlarına bir amaç, bir hırs için gitti. Kariyerinde ilk kez belki de sadece istediği için bir kulübe gidiyor. Buraya daha önce gelememesinin sebebini biliyor. Dahası henüz çok kotu bir ayrılıktan çıktı. Jose’nin bu aşırı yönlerini törpüleyeceğini düşünüyorum. Bunlardan tamamen kurtulabilir mi? Bence hayır. Ama kurtulmasın da zaten. Jose’yi kendini beğenmiş, taşkın diye istemezken Van Gaal’e 8 ay sabredersen tutarsız olursun. Üstelik Sir de pek masum işler yapmazdı. Ve benim onu çok sevme sebeplerimden biri de buydu. Sir, United’in hakkini savunurdu. Ronaldo konusunda Ramon Calderon’a dediklerine bir bakarsanız, pek dost sohbetinde söylenecek şeyler olmadığını görürsünüz. Burada en merak edilen Pep ile olan rekabeti olacak tabii ki. Dev yanılabilme ihtimalime rağmen ben bu sefer ciddi bir çekişme beklemiyorum. Madrid-Barça zamanında esas düşmanı Barça’ydı. Şimdi kendisine "Tercüman" diye bağıracak bir topluluk yok. Ama dediğim gibi, büyük yanılma ihtimalim var.

United’in Sir’le kurduğu bu bağı bir başkasıyla kurması imkânsız. Futbol çok değişti. Bu kadar değişmemişken bile bir teknik direktörün 26 sene aynı takımda kalması çok uç bir örnekti. Jose-United ise sanılandan uzun sürecek bir beraberlik olacak bence. Jose, gittiği her kulüpte taraftarla mükemmel bağ kuran bir menajer. United taraftarı ise her şeyden önce, Sir Alex gittiğinden beri, peşinden gidebileceği, arkasında durabileceği bir menajer arıyor. Jose bu kalıba tam uyuyor. Bayern Münih finalinden sonra tribünlerin önüne gittiğinde ağlayanları, Madrid kariyeri bir faciaya doğru giderken dahi tribünden gelen Jose Mourinho tezahüratlarını veya henüz 6 ay önce kovulduğundan hemen sonraki maçta tribünlerin inlemesini hatırlayın. Bu, sıradan bir teknik direktörün kurabileceği bağ değil. United taraftarının evrilmek istemediği Galacticos modeli için de biçilmiş kaftan. Jose’nin kariyerine baktığımda aldığı en yüksek profilli oyuncu belki de Sneijder. Drogba, Özil, gibi oyuncular büyük birer yıldıza evrildi, Jose onları almadan önce süperstar değillerdi (Burada kendi isteği dışında alınan Shevchenko’yu saymadım, çünkü adı üstünde, kendi isteğiyle olmadı). Çalıştığı bazı oyuncuların kendine olan bağlılığını ve hayranlığını  da göz önünde bulundurmamız gerek. Sneijder, Ibra, Özil, Eto’o, Drogba, Lampard, egosu yüksek ve idare etmesi belki de kolay oyuncular değil. Ben Jose’nin insani yönünün de, karanlık yüzünün de çok uçlarda olduğu için, karanlık yüzüne dair yaşanan vakaları, diğerine oranla daha sık hatırlama eğiliminde olduğumuzu düşünüyorum. Aynısı futbol tarafı için de geçerli. Çoğu kişi 2010 Şampiyonlar Ligi zaferini, Barca deplasmanındaki oyunla hatırlıyor. Ondan hemen bir hafta önceki bam bam futbolu unutuyor. On kişi kalmış Inter’in, tarihin belki de en iyi takımına deplasmanda ne yapmasını bekliyordunuz ki?

United’in şu an üzerine takım kurabileceği, aslında bayağı genç ve iyi olabilecek bir çekirdeği var. De Gea, Smalling, Shaw, Martial, Schneiderlin, Rashford, Pereira ciddi potansiyelli, Fosu-Mensah, Darmian, Varela, Lingard işe yarayabilecek oyuncular. 2006-2007 sezonu öncesi çekirdek gibi olmasa da, doğru transferlerle çok iyi olabilecek bir kadro bu. Ve Jose’nin üstünde ilk kez gençleri oynatma isteği olduğu içinse, bu sefer kendine dair bazı yargıları kırabilir.




Jose Mourinho’yla Manchester United bence İngilizlerin “Perfect match” dediği mükemmel birliktelik olacak. United son 3 seneki çirkin tabloyu, Jose ise kendine dair olan kuşkuları bu süreçte silebilir. Zaten burada da uzun soluklu olmazsa, pek bir seçeneği kalmıyor. 13 sene önce, kendini dünya vitrinine çıkaran koşuyu yaptığı stada, arkasına geçmek için can atan 52.000 kişinin desteğiyle çıkacak. Jose, bugün söylediği gibi, bizim menajerimiz olmak için can atıyor. United geri döndü. Ve ben, uzun suredir bu kadar heyecanlanmamıştım.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 4

PHILADELPHIA 76ERS


Syracuse Nationals, 1963 yılında Philadelphia'ya taşındı ve ismi, 1776'da bu şehirde ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi'ne bir gönderme olarak, 76ers olarak değiştirildi.

PHOENIX SUNS


(Sadece 28 yaşındaki) Genel menajer Jerry Colangelo, 1968 yılında, bir takıma-isim-ver yarışması düzenleyerek, yeni kurulacak kulüp için bir isim arıyordu. Colangelo, Scorpions, Rattlers ve Thunderbirds'ü de içeren 28.000 oyun arasından Suns'ı seçti. Aralarında White Wing Doves, Sun Lovers, Poobahs, Dudes ve Cactus Giants'ın da olduğu isimleri öneren bir taraftar, yarışmadan 1000 dolar ve sezonluk kombine kazandı.

PORTLAND TRAIL BLAZERS


Portland, 1970 yılında yeni bir takım olarak NBA'e kabul edildi ve, yetkililer bir takıma-isim-ver yarışması düzenleneceğini açıkladı. 10.000'den fazla oyun sonucunda, Pioneers en ilgi toplayan oldu, ama Lewis&Clark Üniversitesi bu ismi halihazırda kullanıyor olduğu için, devre dışı kaldı. Diğer popüler aday ise, tasarımıyla karşı karşıya (beşer oyuncudan) iki takımı sembolize eden logoya sahip Trail Blazers'tı.

SACRAMENTO KINGS


Kings'in kökleri, NBL ekiplerinden Rochester Royals'a kadar uzanıyor. Takım 1957'de Cincinnati'ye taşındıktan sonra ismi aynı kaldı ve 1972'de şehir değişip, bir takıma-isim-ver yarışması sonucunda (beyzbol takımının da ismi Royals olduğu için) Kansas City-Omaha Kings'e dönüşene dek öyle devam etti. 1985'te California'ya geçtikleri zaman da bu isim sabit kaldı.

SAN ANTONIO SPURS


Bir grup San Antonio'lu yatırımcı, 1973 yılında Dallas Chaparrals'ı satın aldı ve derhal ismini San Antonio Gunslingers'a dönüştürdü. Gunslingers daha yeni evindeki ilk maçına çıkmadan, ismi Spurs'e çevrildi. Bazı hesaplar, bir takıma-isim-ver yarışması sonucunda bu ismin seçildiğini belirtir. Takımın ana yatırımcılarından biri olan Red McCombs'ın Texas'ın Spur şehrinde doğması, sadece bir tesadüf olabilir tabii.

TORONTO RAPTORS


Kanada'da yeni kurulacak olan takımın sahipleri, 1994 yılında, ülke çapında bir pazar araştırması yaptılar ve yetkililere yardımcı olacak, potansiyel isimler belirlemelerini sağlayacak kapsamlı bir oylama gerçekleştirdiler. Ve nihayet, o günlerin Jurassic Park furyasının da yardımıyla Raptors, Bobcats ve Dragons'ın önünde seçildi.

UTAH JAZZ


Hayır; Utah, Jazz müziği ile bilinen bir yer değil. Takım, 1974 yılında New Orleans'ta ortaya çıkmıştı, ve kulüp yetkilileri, 1979'da Salt Lake City'ye taşınıldığı zaman da bu ismi korumaya karar verdi. Jazz ismi, esasen bir takıma-isim-ver yarışması ile, yedi finalistin önünde seçilmişti: Dukes, Crescents, Pilots, Cajuns, Blues, Deltas ve Knights.
Deltas, Salt Lake City için uygun gayet uygunken (aynı isimdeki havayolu şirketinin burada merkezi bulunuyordu); Cajuns, Jazz için en kötü eşleşme olabilirdi.  

WASHINGTON WIZARDS


1990'ların başında, Washington Bullets'ın sahibi Abe Pollin'in başı, takımın ismi ve silahlar ile dertteydi. Aynı zamanda Pollin'in de arkadaşı olan, İsrail başbakanı İshak Rabin'in suikaste uğramasının ardından Pollin, harekete geçti ve takıın ismini değiştirme planları içinde olduğunu duyurdu (Ki Dan Steinberg'in bu konuda detaylı, Rabin'in ölümünün isim değişimine etkisi hakkında soru işaretleri olduğunu belirten bir yazısı bulunmaktadır).

Bir takıma-isim-ver yarışması düzenlendi ve taraftarlar, Wizards, Dragons, Express, Stallions ve Sea-Dogs'dan oluşan bir grup ismi oyladı. 1997-1998 sezonun öncesinde, kazanan ismin Wizards olduğunun açıklanmasının üzerinden çok geçmeden, bölgenin NAACP yetkilisi, ismin Ku Klux Klan çağrışımları taşıdığından şikayet etti. Kulübün önceki isimleri arasında, Packers ve Zephyrs de vardı.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 3

MINNESOTA TIMBERWOLVES



Minnesota'da kurulması muhtemel takım için, 1986 yılında bir takıma-isim-ver yarışması açıldı. Eyaletteki 842 şehir konseyinden 333'ünün oyunu alan Timberwolves ismi, final oylamasında da "Polars"ı 2-1 yendi. Timberwolves ismini ilk öneren taraftarlardan biri olan Tim Hope, All-Star maçına gitmeye hak kazandı. Pope toplamda 10 isim önermişti, bunlardan biri de Gun Flints'ti. "İki parçalı bir ismin kazanacağını düşünmüştüm" demişti bir muhabire. Yarışmada en çok oy alan isim "Blizzard" idi; ama takım, eyalete daha uygun bir ismi tercih ediyordu. Bir takım yetkilisi şunları söylüyordu: "Minnesota, ülkedeki bütün eyaletler içinde, başıboş kurt sürüleri görebileceğiniz tek yer."

NEW JERSEY NETS



New Jersey Americans, 1967'de ABA'e katıldı ve sonraki sezon New York'a taşındı. Takımın ismi, şehirdeki diğer takımlar olan Jets ve Mets'e uyum sağlaması amacıyla New York Mets'e dönüştürüldü. 1977-1978 sezonundan önce, takım New Jersey'e geri döndü, ama ismi korudu. 1994'de pazarlama açısından daha olumlu bir tablo sergilemek adına, isimlerini Swamp Dragons veya Fire Dragons olarak değiştirmeyi düşündükleri söylendi, ama bu gerçekleşmedi.

NEW ORLEANS PELICANS



Tom Benson'ın 2012'de takımı satın almasının ardından, ismin değiştirileceği açıklandı. Marc Spears'a göre, "Krewe ve Brass isimleri üzerinde konuşuldu," ama --Louisiana'nın simgesi olan-- Pelicans'ta karar kılındı.

NEW YORK KNICKS



"Knickerbocker" ifadesiyle, 1600'lerde Yeni Dünya'ya yerleşen Hollandalı göçmenlerin giydiği, diz altında sıvanmış pantolonlara atıfta bulunulur. Bu göçmenlerin çoğu, Baba Knickerbocker'ın önemli bir sembolü olduğu New York ya da çevresine yerleştiler. 1845'te, ilk organize beyzbol takımı kurulduğunda, ismi Knickerbocker Nine'dı; ve bu isim, 1946'da New York, BAA'ya bir takım verdiğinde, yeniden anımsandı. Takımın kurucusu Ned Irish, kararını Knickerbockers yönünde kullandı.

OKLAHOMA CITY THUNDER



Seattle SuperSonics 2007-2008 sezonunda Oklahoma City'ye taşındığında, taraftarlar ortaya 64 farklı isim attılar. Thunder ismi, Renegades, Twisters ve Barons'ın önünde seçildi ve olumlu tepkiler aldı. Yeni isim açıklandıktan sonra, takım ürünleri satış rekorları kırdı. Başkan Clay Thompson, muhabirlere "Gök gürültüsü imajı ve düşüncesiyle, ve de Thunder'ın saha içi deneyimiyle ilgili her tür eşya vardı" diyordu muhabirlere. SuperSonics ismi, SuperSonic Transport adındaki uçaktan geliyordu. Uçağı üreten Boeing firmasının Seattle'da büyük bir fabrikası bulunmaktaydı.

ORLANDO MAGIC




Orlando Sentinel, şehrin yeni kurulacak ekibi için takıma-isim-ver yarışması düzenlediğinde, Challengers --ki bu, 1986 yılındaki uzay mekiği kazasına bir atıftı-- en popüler aday olmuştu. Diğer öneriler arasında Floridians, Juice, Orbits, Astronauts, Aquamen ve Sentinels vardı; ama takım yetkililerini de içeren jüri, bütün isimleri gözden geçirdi ve Magic'te karar kılındı. İsim, aşikar şekilde, turizm zengini şehrin bir numaralı markası olan Disney World'e selam çakıyordu.

Crop


Finalin pek dikkat çekmeyen bir yönü: Hadi Sevilla zaten üst üste 3. kez aldı. İlkinde Warrior giyiyorlardı, sonraki ikisi New Balance ile geldi. Ama bu kez karşıda da New Balance giyen bir takım vardı.

Şampiyonlar Ligi, zaten bırakın New Balance ve benzerleri, Adidas-Nike haricine zor gidiyor, ama Ue-- Pardon, Avrupa Ligi de olsa, bu son dönemin "nevzuhur" markalarından birinin, finalde karşılıklı görünmesi, fazlasıyla mühim ve kritik.

Lan o değil de, Sevilla bu sene göğüs reklamsız aldı kupayı ha.