Uzun
suredir beklenen sonunda oldu. Jose Mourinho’nun ve United taraftarının dileği
3 yıl gecikmeli olarak gerçekleşti. Felipe Melo, Gennaro Gattuso gibi kendi
tarafında olunca bayıldığın, rakipte olunca boğazını sıkıp sadistçe öldürmek
istediğin futbol figürlerinin teknik direktör versiyonu, İngiltere’nin en büyük
kulübünün başına geçecek. United taraftarının her zaman gizliden gizliye
kıskandığı ve istediği Jose, kariyeri boyunca belki de ilk kez bir takıntı, bir
amaç için değil, yalnızca çok istediği için bir takıma gidiyor. Çok farklı
tepkiler alsa da, benim gibi United taraftarının büyük bir bölümuü, 2013
yılından beri bu kadar heyecanlı olmamıştı. Ve bence birbirine çok yakışacak bu iki figür için, bundan daha iyi bir
zamanlama olamaz.
2013
mayısının sanırım ilk haftasında, bir gece yarısı hiç beklemediğim bir haber
okudum. Mark Ogden, Sir Alex’in emekliye ayrılacağını iddia ediyordu. Sir’ün bırakma
kararı verdiğinde, bunu sezonun ortasında veya başında değil de, artık ortada
bir iddia kalmadığında açıklaması mantıklı gelmişti. Ílginin kendinde olması
pek arzulayacağı bir şey değildi. Ama çok ani bir karardı. United taraftarı
olmayan biri bunun nasıl bir şok olduğuna dair empati kurabilir. Fakat United taraftarı
değilse bunun nasıl büyük bir boşluk yarattığını tam idrak edemez. Sir’ün
United’ı farklıydı. 99 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Juventus deplasmanında
2-0’lik geri dönüşten beri taraftarı olduğum United, oyun şekli değişse de hep
ayni karakterde takımlar kurdu. Galactico’lar
alınmaz, Galactico’lar yetiştirilirdi. Zidane’lar sürüklemez, sahada kim olursa
olsun belli bir düzende top oynardı. Ve mesela Benitez’in Real’i gibi, oyuncular
hiçbir zaman birbirinden bihaber gözükmez, kaosa girmezdi. Onun United’ı
ölmezdi. United farklı yönetilirdi ve farklı bir aurası vardı. Onun kurduğu takımla
başarılı olmak, sevdiğin oyuncunun golüyle kazanılan maç gibiydi.
Sir’ün bırakacağı
açıklandığında, ortaya belli isimler atıldı. Klopp, Jose Mourinho, o senenin
mart ayında yemek yediği Pep ve David Moyes. Moyes dışında hiçbiri açıkçası olası
gelmemişti bana. Klopp henüz 2014-2015 felaketini yaşamamıştı, Pep, City’ye
gittiği günden beri daha da açık seçik belli olduğu üzere, bize zaten gelmezmiş.
Kendisi için mantıklı kararı alarak Bayern’e gitmişti, Jose’nin Chelsea ile gönül
bağı vardı ve Sir ile arası çok iyi olsa da, bizi düşünmezdi (Daha sonra
öğrendik ki aslında böyle değilmiş). Moyes’un İskoç olması, Everton’da uzun
süre kalmış olması sebebiyle bana en olası aday gibi gelmişti. Nitekim öyle de
oldu.
Moyes’a çok
sinirlenmiş olsam da Van Gaal kadar kızamıyorum. Kızgınlıktan daha çok sempati
duydum genelde. Bence çok iyi bir insan ama bu tek başına United gibi bir devi çalıştırmaya
yetmiyor. Moyes United’i çalıştıracak kapasitede bir teknik direktör değildi.
Dahası, United’in büyüklüğünün ve aurasının altından kalkabilecek profil
değildi. United’in zor olacağını muhtemelen tahmin ediyordu. Haftalar geçtikçe
“Lan benim ne işim var ki burada” duruşuyla tahmin ettiğinin ötesinde bir
zorlukla karşılaştığını gördü. United’in devliğini tam idrak edemediği, Los
Angeles’ta kumsalda kondisyon idmanı ayarlaması ve taraftarların akını sonucu oyuncuların
kaçacak delik aradığı günden kovulduğu güne kadar barizdi. City maçından sonra yaptığı
“Amacımız City’nin seviyesine çıkmak” açıklaması bunun çok uzun soluklu olmayacağına
dair göstergeydi. Fenerbahçe-Galatasaray maçı yerine izlemeyi tercih ettiğim
Sir’un, Old Trafford’daki son maçının ardından yaptığı konuşmada, herkese
Moyes’un arkasında durmayı öğütlemişti. Sonuçlar ve oynanan futbol bunu imkânsız
kıldı. 15 yıllık United’i takip ettiğim dönemde United ilk kez izlenmez hale
gelmişti. Ve bu maalesef ilk olarak kalmadı.
Moyes’un
başarısız olmasında bunların ciddi katkısı var. Pek dillendirilmeyen şey ise
United’in CEO’su David Gill’in, Sir ile aynı zamanda United’dan ayrılmasıydı.
United’in son 3 senede Türkiye’deki üç büyükler gibi yönetilmesinde bunun ciddi
payı var. Yerine gecen Ed Woodward, bir suredir Gill’in yardımcılığını yapıyordu,
United’ı United yapan değerlere tutunmaktan ziyade, United’ı Real Madrid
değerlerine yaklaştıran bir yönetici olmayı seçti. 2013 yazında yapamadığı
transferlerle Moyes’un kaderiyle fena şekilde oynadı. Herrera’nın transferi
için kendini Athletic Bilbao’nun yöneticileri olarak tanıtan kim olduğu belirsiz
adamlarla görüştü, Fabregas’a komik rakamlar teklif etti ve tabii ki alamadı; en
kötüsü Ronaldo, Bale gibi gerçek dışı hedeflerin peşinden koştu. Woodward daha
sonra bunun acısıyla mi artık bilmiyorum, malum oyunculara değerlerinin çok
üzerinde paralar verdi. United’ın son 3
seneki kötü gidişinde payı çok büyük.
Moyes ayrıldıktan sonraki yaz, açıkçası United'a uygun pek antrenör yoktu. Louis Van Gaal'den başka kimseyle görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Hollanda'nın underdog olarak girdiği kupada, Van Gaal'in de oyuna direkt müdahaleleriyle çok başarılı olması, beni bayağı gaza getirmişti. United tarihinde, belli bir dönem için en büyük harcama yapıldı. Onun şanssızlığı ise, harcanan bu paralara rağmen, Vidal ya da istediği stoperlerin alınmaması oldu. Yine de United'ın en azından iyi futbol oynayıp ilk 4'e girmesini bekliyordum. İlk 4'e girdik. Oynanan futbol ise genelde vasat, bazen sıkıcı, arta kalan zamanda ise güzeldi. Dananın kuyruğu ise ikinci sezonda koptu. Burada Van Gaal'e ne kadar saydıracak olsam dahi, onun istediği yaratıcı oyuncuların alınamadığını, ve bu yüzden kabız gibi futbolda bunun da etkisi olduğunu ilk önce itiraf etmem lazım. Ha, Di Maria'yı küstürmese zaten böyle bir sıkıntıyı yaşamayacak olacağımız gerçeği de var. Hadi onu affedelim, bu sezon oynanan topun hiçbir şekilde bahanesi olamaz. Oyuncular ne yaptıklarının farkında değildi. Vücut dillerinden "Ya biz ne yapıyoruz" ifadesini okumak zor olmuyordu. Bütün bunlar olurken Old Trafford "Atak, Atak, Atak" tezahüratları ile inlerken, takımın aslında çok iyi oynadığını, çok iyi bir iş yaptığını falan iddia edebilen, narsist bir adam Van Gaal. Kontrol manyağı olması, oyuncularının potansiyellerinin çok altında kalmasına sebep oluyordu. Thierry Henry, Pep'in Barça'sını anlatırken, Pep'in "Benim görevim, sizi hücum bölgesine taşımak, gerisini siz halledin" dediğinden bahsetmişti. Van Gaal ise, forvetlerin tek vuruş yapmamasını isteyecek kadar dengesiz bir adam. Hala sağa-sola yapılan gereksiz pasları düşündükçe, dişlerimi sökesim gelir. Eskiden en yakın dostumuz olan son dakikalarda, artık Old Trafford boşalır hale gelmişti. Kendini beğenmek veya narsist olmak, sporda görülmedik şeyler değil. Van Gaal, sonuçlarla veya sahadaki futbolla narsistliğinin arkasında durabilse, çok dert değildi. İşin açığı, Van Gaal döneminde işlerin kötüye gidebileceğini ve bunların bazılarını yaşayabileceğimizi biliyorduk. Sadece bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyorduk.
Moyes ayrıldıktan sonraki yaz, açıkçası United'a uygun pek antrenör yoktu. Louis Van Gaal'den başka kimseyle görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Hollanda'nın underdog olarak girdiği kupada, Van Gaal'in de oyuna direkt müdahaleleriyle çok başarılı olması, beni bayağı gaza getirmişti. United tarihinde, belli bir dönem için en büyük harcama yapıldı. Onun şanssızlığı ise, harcanan bu paralara rağmen, Vidal ya da istediği stoperlerin alınmaması oldu. Yine de United'ın en azından iyi futbol oynayıp ilk 4'e girmesini bekliyordum. İlk 4'e girdik. Oynanan futbol ise genelde vasat, bazen sıkıcı, arta kalan zamanda ise güzeldi. Dananın kuyruğu ise ikinci sezonda koptu. Burada Van Gaal'e ne kadar saydıracak olsam dahi, onun istediği yaratıcı oyuncuların alınamadığını, ve bu yüzden kabız gibi futbolda bunun da etkisi olduğunu ilk önce itiraf etmem lazım. Ha, Di Maria'yı küstürmese zaten böyle bir sıkıntıyı yaşamayacak olacağımız gerçeği de var. Hadi onu affedelim, bu sezon oynanan topun hiçbir şekilde bahanesi olamaz. Oyuncular ne yaptıklarının farkında değildi. Vücut dillerinden "Ya biz ne yapıyoruz" ifadesini okumak zor olmuyordu. Bütün bunlar olurken Old Trafford "Atak, Atak, Atak" tezahüratları ile inlerken, takımın aslında çok iyi oynadığını, çok iyi bir iş yaptığını falan iddia edebilen, narsist bir adam Van Gaal. Kontrol manyağı olması, oyuncularının potansiyellerinin çok altında kalmasına sebep oluyordu. Thierry Henry, Pep'in Barça'sını anlatırken, Pep'in "Benim görevim, sizi hücum bölgesine taşımak, gerisini siz halledin" dediğinden bahsetmişti. Van Gaal ise, forvetlerin tek vuruş yapmamasını isteyecek kadar dengesiz bir adam. Hala sağa-sola yapılan gereksiz pasları düşündükçe, dişlerimi sökesim gelir. Eskiden en yakın dostumuz olan son dakikalarda, artık Old Trafford boşalır hale gelmişti. Kendini beğenmek veya narsist olmak, sporda görülmedik şeyler değil. Van Gaal, sonuçlarla veya sahadaki futbolla narsistliğinin arkasında durabilse, çok dert değildi. İşin açığı, Van Gaal döneminde işlerin kötüye gidebileceğini ve bunların bazılarını yaşayabileceğimizi biliyorduk. Sadece bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyorduk.
Pazartesi
akşamı neyse ki Van Gaal donemi bitti. Yerine Jose geliyor. Yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki, şayet 2013’te Sir istese, bu iş 3 sene öncesinde olurmuş. Aslında Jose-United
yakıştırmaları yeni değil. Buna dair geçmişte, özellikle de Chelsea’den ilk ayrıldığı
dönemde, çok bulgu var. 2009’daki Inter eşleşmesi öncesi MUTV’deki röportajında
sorulmuştu mesela. Veya Cüneyt Çakır’ın katlettiği (kırmızı falan değildiL ) Real Madrid eşleşmesinden
sonraki sözlerinde hafiften de yavşamıştı açıkçası. Ne kadar doğru bilemiyorum
ama, Moyes’un varis olduğu açıklandığında ağladığı söyleniyor. Emin olun ki
Chelsea’den ilk ayrıldığı günden sonraki herhangi bir gün, Sir’un bırakacağı açıklansa,
United taraftarının isteyeceği kişi o olurdu. İmzayı attıktan sonra
söyledikleri, Jose’nin United’a hep bir bağı olduğuna dair ipuçları veriyor
zaten. 2013’te taraftarlar arasında temayül yapılsa, eminim Jose’nin ismi ilk sırada
çıkardı. Buna rağmen United’in Mourinho’yu 2013’te varis yapmamasının altında
yatan bazı hesaplar var.
United
yönetimi, futbola ticari ve saf futbol yönünde bakan iki parçaya bolunmuş
durumda. Ticari tarafın başını Woodward ve kulübün sahibi Glazer’lar, diğer tarafın
başını ise Sir, Bobby Charlton ve Sir’le sürekli iletişimde olan 92 sınıfı
geliyor. Ticari taraf açısından Jose mükemmel olsa da, futbol tarafında Jose’ye
ciddi kuşkuyla bakıldığı söyleniyor. Charlton’in neden Moyes’un seçildiğini
anlatan yazısını okuduğunuzda bu kuşkulara dair ipuçları yakalayabilirsiniz. Ve
bunlar da zaten herkesin bildiği şeyler. Jose bir kulüpte fazla uzun kalamıyor,
hücum oynatmıyor, çok fazla düşman ediniyor ve hatta sınırı çok aşıyor. Ben
bunlara katılsam da, bazılarının abartıldığını, bazılarının yanlış yorumlandığını,
bazılarının da haklı olduğunu düşünüyorum.
Birincisi,
evet, bir kulüpte henüz 3 seneyi geçtiğine şahit olmadık.
- Porto’yla başlayalım: Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası kim olsa ayrılırdı.
- Chelsea’deki ilk döneminde istemediği oyuncuların alınması, istediği (kalitede) oyuncuların alınmaması (yumurta-omlet metaforuyla bunu anlattığı başın toplantısını da izleyebilirsiniz) ve sonunda da Abramovich’in işine karışmasıyla çalışamaz hale geldi ve bıraktı. Suçları illa ki vardır, tek suçlu kesinlikle değildi.
- Inter’e Şampiyonlar Ligi kazanmak için gitti. Kazanabileceği her şeyi kazandı ve ayrıldı. Hemen sonrasında Barça’yı tahtından indirmek için Real’e gitti.
- Real’den ayrılışı, Barcelona ile yaşadıkları dolayısıyla çok kötü gözüktü. Kötüydü de zaten. Oyuncuların, yönetimin ve belli oranda taraftarın desteğini kaybetti. İlla ki sucu var ama Madrid’e birinci sırada istediği Barça’yı tahtından indirmeyi en azından o şampiyonluğu alarak verdi. Burada, Barça’nın 4 senelik başarı zinciri sonucu doymuşluğunun etkisi vardır. Bu yine de tarihin en iyi takımını tahtından eden Jose’nin başarısından pek bir şey götürmez.
- Son olarak ise Chelsea’den çok çok çirkin bir şekilde ayrıldı. Oyuncuları ihanet etti, kondisyoner ile tartıştı vs. Suçlu Jose’dir. United’da ise ben bu sorunları yasayacağını düşünmüyorum. Chelsea, City gibi “sonradan görme” takımlarda bir şekilde bu sorunlar çıkabiliyor. United’ın ne olursa olsun, deforme olsa dahi oturmuş bir kültürü var. United’da olmak istemeyen oyuncu, Ronaldo dahi olsa yollanır. Ve United’da menajerin dediğine oyuncular biat etmek zorundadır. Bu sezon United yerine başka bir kulüp olsa, oyuncular çoktan Van Gaal’i satmıştı (Aslında sattılar da. Kovulacağı artık kesinleşince, ne var ne yok hepsini basına anlattılar. Başta da Rooney. Ama bu tam sayılmaz). İşin özeti, evet 3 seneyi aşamayan bir kalıp var. Bunun tek sorumlusu ise Jose değil. Ve Jose kaynaklı olmayan sorunlar, United’da pek sorun olacak gibi değil.
- Porto’yla başlayalım: Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası kim olsa ayrılırdı.
- Chelsea’deki ilk döneminde istemediği oyuncuların alınması, istediği (kalitede) oyuncuların alınmaması (yumurta-omlet metaforuyla bunu anlattığı başın toplantısını da izleyebilirsiniz) ve sonunda da Abramovich’in işine karışmasıyla çalışamaz hale geldi ve bıraktı. Suçları illa ki vardır, tek suçlu kesinlikle değildi.
- Inter’e Şampiyonlar Ligi kazanmak için gitti. Kazanabileceği her şeyi kazandı ve ayrıldı. Hemen sonrasında Barça’yı tahtından indirmek için Real’e gitti.
- Real’den ayrılışı, Barcelona ile yaşadıkları dolayısıyla çok kötü gözüktü. Kötüydü de zaten. Oyuncuların, yönetimin ve belli oranda taraftarın desteğini kaybetti. İlla ki sucu var ama Madrid’e birinci sırada istediği Barça’yı tahtından indirmeyi en azından o şampiyonluğu alarak verdi. Burada, Barça’nın 4 senelik başarı zinciri sonucu doymuşluğunun etkisi vardır. Bu yine de tarihin en iyi takımını tahtından eden Jose’nin başarısından pek bir şey götürmez.
- Son olarak ise Chelsea’den çok çok çirkin bir şekilde ayrıldı. Oyuncuları ihanet etti, kondisyoner ile tartıştı vs. Suçlu Jose’dir. United’da ise ben bu sorunları yasayacağını düşünmüyorum. Chelsea, City gibi “sonradan görme” takımlarda bir şekilde bu sorunlar çıkabiliyor. United’ın ne olursa olsun, deforme olsa dahi oturmuş bir kültürü var. United’da olmak istemeyen oyuncu, Ronaldo dahi olsa yollanır. Ve United’da menajerin dediğine oyuncular biat etmek zorundadır. Bu sezon United yerine başka bir kulüp olsa, oyuncular çoktan Van Gaal’i satmıştı (Aslında sattılar da. Kovulacağı artık kesinleşince, ne var ne yok hepsini basına anlattılar. Başta da Rooney. Ama bu tam sayılmaz). İşin özeti, evet 3 seneyi aşamayan bir kalıp var. Bunun tek sorumlusu ise Jose değil. Ve Jose kaynaklı olmayan sorunlar, United’da pek sorun olacak gibi değil.
Ben
futbolun taktiğine detayına çok hakim biri değilim öncelikle. Lakin “Jose hücum
oynatmıyor” cümlesinin veya felsefesi yok cümlesinin gereksiz bir klişe
olduğunu anlayacak kadar futbol izledim. Jose’nin vitrine çıktığı dönemde
Barcelona modeli çok başarılı olduğu için abartılıyor bence bu. Bu sene verdiği bir röportajda şöyle diyor Jose: “Futbol felsefem ne diye soruyorlar,
anlamıyorum. Felsefeniz ve oyun tarzınız elinizdeki oyunculara göre şekillenir."
Topa sürekli sahip olarak hücum oynamak, eğer hakkını verip van Gaal gibi oynatmıyorsanız çok estetik bir oyun tarzı. Fakat tek tarz değil. 2006-2007 United, Jose’nin Inter’i, Simeone’nin Atletico’su, Heynckes’in Bayern’i tiki taka oynamayan ama izlemesi çok zevkli takımlardı. United, oyun planı ne olursa olsun, kontra atağı kesinlikle çok iyi yapan bir takımdı hep. Oyun planının bu olduğu ve bu şekilde ligi götürdüğü (2006-2007) dönemler de oldu. Jose’nin genlerinde de bu var. Pas veya topa sahip olma oyununu ise belli dönemlerde farklı takımlarında çok iyi oynattığı oldu. Chelsea’deki ikinci sezonu gibi. Veya Madrid’deki ikinci sezonu gibi. Birçok Real Madrid’li, Jose’nin ikinci sezonundaki takımının izlemesi çok zevkli bir takım olduğunu soyluyor zaten. Jose’nin Avrupa’da bazı maçlarda defansif oynadığı doğrudur, Ama son dönemlerde kimin yok ki? United’in son CL aldığındaki Barça eşleşmesini izleyin, pek hücumcu demezsiniz. Veya en son CL finaline çıktığı sene Chelsea maçlarını izleyin, yine hücumla alınmış seriler değil. Bu Avrupa’da belli dönemlerde kullanmanız gereken bir şey ve benim kazandığımız sürece bunla pek derdim olmaz.
Topa sürekli sahip olarak hücum oynamak, eğer hakkını verip van Gaal gibi oynatmıyorsanız çok estetik bir oyun tarzı. Fakat tek tarz değil. 2006-2007 United, Jose’nin Inter’i, Simeone’nin Atletico’su, Heynckes’in Bayern’i tiki taka oynamayan ama izlemesi çok zevkli takımlardı. United, oyun planı ne olursa olsun, kontra atağı kesinlikle çok iyi yapan bir takımdı hep. Oyun planının bu olduğu ve bu şekilde ligi götürdüğü (2006-2007) dönemler de oldu. Jose’nin genlerinde de bu var. Pas veya topa sahip olma oyununu ise belli dönemlerde farklı takımlarında çok iyi oynattığı oldu. Chelsea’deki ikinci sezonu gibi. Veya Madrid’deki ikinci sezonu gibi. Birçok Real Madrid’li, Jose’nin ikinci sezonundaki takımının izlemesi çok zevkli bir takım olduğunu soyluyor zaten. Jose’nin Avrupa’da bazı maçlarda defansif oynadığı doğrudur, Ama son dönemlerde kimin yok ki? United’in son CL aldığındaki Barça eşleşmesini izleyin, pek hücumcu demezsiniz. Veya en son CL finaline çıktığı sene Chelsea maçlarını izleyin, yine hücumla alınmış seriler değil. Bu Avrupa’da belli dönemlerde kullanmanız gereken bir şey ve benim kazandığımız sürece bunla pek derdim olmaz.
Son
olarak ise düşman edindiği ve çizmeyi aştığı konusu var. Bunlara itiraz etmek mümkün
değil. United’in ise Jose’yi yaklaşık 6 aydır “süründürmesi” bunu
törpüleyebilir. Jose bundan önceki tüm takımlarına bir amaç, bir hırs için
gitti. Kariyerinde ilk kez belki de sadece istediği için bir kulübe gidiyor.
Buraya daha önce gelememesinin sebebini biliyor. Dahası henüz çok kotu bir ayrılıktan
çıktı. Jose’nin bu aşırı yönlerini törpüleyeceğini düşünüyorum. Bunlardan tamamen kurtulabilir mi? Bence hayır. Ama kurtulmasın
da zaten. Jose’yi kendini beğenmiş, taşkın diye istemezken Van Gaal’e 8 ay
sabredersen tutarsız olursun. Üstelik Sir de pek masum işler yapmazdı. Ve benim
onu çok sevme sebeplerimden biri de buydu. Sir, United’in hakkini savunurdu. Ronaldo
konusunda Ramon Calderon’a dediklerine bir bakarsanız, pek dost sohbetinde
söylenecek şeyler olmadığını görürsünüz. Burada en merak edilen Pep ile olan
rekabeti olacak tabii ki. Dev yanılabilme ihtimalime rağmen ben bu sefer ciddi
bir çekişme beklemiyorum. Madrid-Barça zamanında esas düşmanı Barça’ydı. Şimdi kendisine "Tercüman" diye bağıracak bir topluluk yok. Ama dediğim gibi, büyük
yanılma ihtimalim var.
United’in
Sir’le kurduğu bu bağı bir başkasıyla kurması imkânsız. Futbol çok değişti. Bu
kadar değişmemişken bile bir teknik direktörün 26 sene aynı takımda kalması çok
uç bir örnekti. Jose-United ise sanılandan uzun sürecek bir beraberlik olacak
bence. Jose, gittiği her kulüpte taraftarla mükemmel bağ kuran bir menajer.
United taraftarı ise her şeyden önce, Sir Alex gittiğinden beri, peşinden
gidebileceği, arkasında durabileceği bir menajer arıyor. Jose bu kalıba tam
uyuyor. Bayern Münih finalinden sonra tribünlerin önüne gittiğinde ağlayanları,
Madrid kariyeri bir faciaya doğru giderken dahi tribünden gelen Jose Mourinho tezahüratlarını
veya henüz 6 ay önce kovulduğundan hemen sonraki maçta tribünlerin inlemesini hatırlayın.
Bu, sıradan bir teknik direktörün kurabileceği bağ değil. United taraftarının
evrilmek istemediği Galacticos modeli için de biçilmiş kaftan. Jose’nin
kariyerine baktığımda aldığı en yüksek profilli oyuncu belki de Sneijder.
Drogba, Özil, gibi oyuncular büyük birer yıldıza evrildi, Jose onları almadan
önce süperstar değillerdi (Burada kendi isteği dışında alınan Shevchenko’yu
saymadım, çünkü adı üstünde, kendi isteğiyle olmadı). Çalıştığı bazı oyuncuların
kendine olan bağlılığını ve hayranlığını da göz önünde bulundurmamız gerek. Sneijder,
Ibra, Özil, Eto’o, Drogba, Lampard, egosu yüksek ve idare etmesi belki de kolay
oyuncular değil. Ben Jose’nin insani yönünün de, karanlık yüzünün de çok
uçlarda olduğu için, karanlık yüzüne dair yaşanan vakaları, diğerine oranla
daha sık hatırlama eğiliminde olduğumuzu düşünüyorum. Aynısı futbol tarafı için
de geçerli. Çoğu kişi 2010 Şampiyonlar Ligi zaferini, Barca deplasmanındaki oyunla hatırlıyor.
Ondan hemen bir hafta önceki bam bam futbolu unutuyor. On kişi kalmış Inter’in,
tarihin belki de en iyi takımına deplasmanda ne yapmasını bekliyordunuz ki?
United’in şu an üzerine takım kurabileceği, aslında bayağı genç ve iyi olabilecek bir çekirdeği
var. De Gea, Smalling, Shaw, Martial, Schneiderlin, Rashford, Pereira ciddi
potansiyelli, Fosu-Mensah, Darmian, Varela, Lingard işe yarayabilecek
oyuncular. 2006-2007 sezonu öncesi çekirdek gibi olmasa da, doğru transferlerle
çok iyi olabilecek bir kadro bu. Ve Jose’nin üstünde ilk kez gençleri oynatma
isteği olduğu içinse, bu sefer kendine dair bazı yargıları kırabilir.
Jose
Mourinho’yla Manchester United bence İngilizlerin “Perfect match” dediği
mükemmel birliktelik olacak. United son 3 seneki çirkin tabloyu, Jose ise
kendine dair olan kuşkuları bu süreçte silebilir. Zaten burada da uzun soluklu
olmazsa, pek bir seçeneği kalmıyor. 13 sene önce, kendini dünya vitrinine çıkaran
koşuyu yaptığı stada, arkasına geçmek için can atan 52.000 kişinin desteğiyle çıkacak.
Jose, bugün söylediği gibi, bizim menajerimiz olmak için can atıyor. United
geri döndü. Ve ben, uzun suredir bu kadar heyecanlanmamıştım.