Cassell ve Picey Bıravn


Nereden okumuştum bilmiyorum, kıytırık forumun biri olabilir, Cassell'in Boston'a gideceği konuşuluyormuş filan diye. Sonra baktık filan, Clippers'da kaldığını teyit ettik.

Neyse işte zaman geçti vs., bugün sabah bir kalktık baktık ki Clippers Cassell'i waive etmiş. Ve de Boston'la temasta olduğunu öğrendik.
Bunu dün okuduğumuz "P.J. Brown Celtics'te" haberiyle birleştirince ortaya çıkan şey de, Boston'a yakın zamanda fazlaca veteran desteği geleceği oluyor. Bu iyi haber. Rotasyonları da genişleyecek. Fazlaca tecrübe kazanacak takım. Gerçi Cassell'in taaa kariyerinin başından 2 yüzüğü var ama, eğer onları saymıyorsa Brown'ın da şampiyonluk isteyeceğini düşünürsek, bu ikili kasacaktır. Olabildiğince katkı yapmaya çalışacaktır.

Yukarıdaki resim de bir maç sırasında Cassell abimizin tombala çekme merasimidir. Böylece postu tamamlayalım.

Eto'o Ve Drogba Ve Ebesinin...


Ben daha yeni okuyabildim. Bu ayın ortalarında Eto'o şöyle bir açıklama yapmış: "Drogba'dan korkmuyorum. Messi, Henry, Drogba ve ben birlikte oynarsak süper hücum eden bir takım haline geliriz". Drogba'nın Barcelona'ya gelme ihtimaline karşı, söylentilere karşı.
Şimdi tabii bu sezon sonunda Mourinho'nun Drogba'yı filan alıp Barça'ya gelebileceği söyleniyor. İhtimal var az da olsa ama, biraz fazla kaçmayacak mı?

Yani Ronaldinho, Messi, Henry, Eto'o, Krkic, Gudjohnsen ve Dos Santos'un yanına bir de Drogba mı? Tabii Ronaldinho gidecekse filan olabilir. Ama diğer türlü nasıl olacak?
Jose gelirse ve "adamlarını" getirirse harika olur tabii de, hücum verimliliğinin de bir sınırı var değil mi?

Bir de işin şu kısmı var: eleman Ronaldinho'dan bahsetmiyor sözlerinde. Demek ki hala kavgalılar. Zaten bu sezon sonu giderse Ronaldinho, ben pek şaşırmam.

Baptista


Futbol çok cins bir oyun. Bugünün yarının belli değil, ne zaman ne olacağını kestiremiyorsun. Bugün diptesin, yarın zirvede. Kovulduğun yere geri dönüp, takımı sırtlayabiliyorsun. Kendini yeniden kanıtlama fırsatı buluyorsun, değerlendiriyorsun vs vs...

Julio Cesar Baptista, 2005 sezonu başında Ramos ile birlikte Real Madrid'e geldi. O karmaşık sezonda forma şansı buldu ama tabii istikrar yok falan. Düzenli oynayamıyor. Kadro sürekli değişiyor. Tam olarak sebebini bilmemekle -Reyes'in gelme isteğinin payı var ama tek başına bu olamz- geçtiğimiz sezon Reyes karşılığında Arsenal'e kiralandı. Genellikle kupa maçlarında süre buldu. Hatta Liverpool ile 9 ocak'ta yaptıkları ve tam 6-3 biten, yendikleri Lig kupası maçında 4 gol attı. İngiltere'de yaptığı en etkileyici iş buydu. Ve bu sezon başında Madrid'e geri döndü Baptista. Ne olacak, oynayacak mı, forma şansı bulacak mı derken, Baptista 11'e yerleşti. Forvetin arkasında "amc" olarak yer aldı. Şimdiye kadar iyi oynuyor. Yerini bırakacak gibi de değil açıkçası.

Peki ne oldu da, önceki sezon başka takıma kiralanan oyuncu, şimdi banko oynuyor? Nasıl açıklanabilir ki bu? Capello mu sevmiyordu acaba? Veya Mijatovic mi? Biriyle arasında sorun mu vardı?
Bilemiyoruz. En azından ben bilmiyorum.

Baptista tam bir "modern futbol" oyuncusu. Aslen ön libero olarak başladığı futbolda, bugün ofansif orta saha oyuncusu olarak oynuyor. Onun dışında orta saha'nın her yerinde ve forvette oynayabiliyor. Bu Real için, veya oynadığı takım için müthiş bir şans.

Umarım bu çok yönlülüğünün veya onu da bırakın, iyi oyununun karşılığını alır her zaman Baptista.

Llorenteler



Son zamanlarda ne zaman La Liga özetlerine baksam duyduğum tek isim neredeyse:Llorente!!
Evet, bu isim kulaklarımda çınlıyor son 1-2 aydır. İkisi de forvet. Elemanlar habire gol atıyor. Ya da bana öyle geliyor!!
Birisi Athletic Bilbao'da oynuyor, tam adı Fernando Llorente Torres. 85 doğumlu ve forvet. Sarı, kıvırcık saçlı bir şey yukarıda gördüğünüz gibi. Diğeri de ince, cılız bir eleman ve Valladolid'de oynuyor. 79 doğumlu. Önceden Sociedad'taymış. Tam adı Joseba Llorente Etxarri.

Joseba Llorente yaklaşık 1 ay önce filan Espanyol'la oynadıkları ve 2-1 kazandıkları maçta attığı golle gündeme gelmişti. Çünkü bu gol La Liga tarihinin en erken golüydü ve sadece 7. saniyede atıldı. Böylece Dario Silva'ya ait olan rekoru kırmış oldu.
Diğer Llorente ise Bilbao'da bu sezon attığı gollerle dikkat çekiyor. Geçen hafta da golünü attı ama "Nihat'lı Villarreal" e yenildiler. Baskların, hani klişe spor medyası sözüyle söylersek, "Yeni Urzaiz'i" olabilir.

Spurs Falan


Uyarı:Bu yazı bir basketbol sitesi için yazdığım Spurs hakkındaki bir yazıdır. Değerlendirme gibi bir şey. Biz de beleşçi adamlar olduğumuz için, o yazıyı hoop diye alıp buraya da koyuyorum.


35. yılına giren bir organizasyonu seven/tutan biri olarak, mutlu olduğumu belirtmek istiyorum ilk başta. Tabii bu mutluluğun esas sebebi, bu 35 yıllık takımın içinde bulunduğu ligi son 10 yıl dahilinde domine etmesidir. Belki Miami filan gibi 20 yıllık takım olsak, daha da sevindirici olurdu belki. Sonuçta yeni takımsınız, hamsınız daha. Miami de tesadüf şampiyonluğuna sevinsin diyeyim lafı geçmişken, anca bi' 20 sene sonra yüzük bulurlar onlar. Neyse.

Bir kez daha yeni sezona kazanılan şampiyonluğun ardından "favori" olarak başladık. Bu işler böyle zaten. Mesela Kobe-Shaq'lı Lakers her sezona favori başlardı. Niye? İsim var çünkü. Kadro "kağıt üstünde" kaliteli. 3 yüzük kazandılar, o ayrı tabii. Ama bize ancak, yüzük kazandıktan sonra "favori" payesi verilir. Neden mi? Çünkü biz "kendi halinde" bir takımız. Takımın en büyük yıldızı, lideri, Nba tarihinin en büyük oyuncularından biri olmasına rağmen tevazudan kırılacak neredeyse. Diğerleri deseniz keza öyle. Mülayim, oyununu oynayan, doğruları yapıp kazanmaya çalışan bir takımız. Böyle olunca da pek kimsenin dikkatini çekmiyoruz, anca "sağlam takım" olarak değerlendiriliyoruz. Şampiyon olunca da "aaa" diye karşılanıyoruz. Saçma tabii.

Bu sezon için en kötüsü ne biliyor musunuz: sonu çift haneyle biten yıl olması! Spurs tüm şampiyonluklarını sonu tek haneli rakamla biten yıllarda kazandı. Yani 99, 03, 05 ve 07'de. Yani bu sezon istediğimiz kadar favori olalım -ki öyleyiz- şampiyon olmamız zor. Peki ya şampiyon olursak? O zaman da bu "sonu çift haneyle biten yıl" olayından kurtulduğumuz için, yıl seçmeden -seçiyor muyuz ki?- yüzük peşinde koşabiliriz. Belki saçma tüm bunlar ama, 4 defa gerçekleştiği için de en azından ben inanmak konusunda bir yanlış göremiyorum. Zaten bu sezon da olamazsak şampiyon, olay neredeyse kanıtlanmış olacak. Olmaz inşallah.

Olaya sezon öncesinden bakarsak, Batı'da pek bir farklılık yoktu. Ama Doğu'da Boston mesela bizim için, finale çıkarsak tabii, muhtemel bir rakip olarak görülüyordu. Suns Hill'i almıştı filan bir de.
Ama sezon ortasında işler karıştı. Batı'da herkes azıttı. Takas yapmayan kalmadı. Ve "herhangi" takaslar değidi bunlar da. Direkt "yüzük" için yapılan hamleler.
Suns Shaq'ı aldı, bir yandan da Marion'ı yollayıp Amare hayvanını rahatlattı. Lakers Gasol'ü "çaldı" ve birden Batı şampiyonluğu için, tabii final için de, adı geçmeye başladı. Zaten o gazla da 10 maçlık galibiyet serisindeler şu anda. Benchleri bile coştu, neyse. Dallas ise alacak mı-almayacaklar mı-ne zaman olacak derken Kidd'i aldı. 5 oyuncu artı para (3 milyon) artı 2 draft hakkı verdiler. Çok gibi ama, yüzük geldikten sonra sorun olmaz tüm bunlar. Peki gelir mi? Ben az şans veriyorum açıkçası. Korkutucu oldular evet ama, bu tip projeler genelde tutmuyor sanki. Bkz. 2004 Lakers.
Bu hamleler bir yandan da Spurs'e karşı tabii ki. Yani son şampiyonu yerinden etmek adına. Bu 4 takım çok bir sorun çıkmazsa, Batı yarı finalinde yer alacak. Kıran kırana geçecekleri kesin maçların.
Tüm bu yapılanların işe yarayıp yaramadığını, veya ne kadar yaradığını sezon sonunda anlayacağız elbet. Biz her zamanki oyunumuzu oynadığımız sürece sorun çıkacağını pek sanmıyorum.

Sezonun ilk ayı iyi geçti. 15 maçın 3'ünü kaybettik sadece. Bu takımlar da Dallas, Houston ve Sacramento'ydu.
Aralık ise, nispeten daha az maç oynadığımız bir aydı ve, bu ayda 12 maçın 5'ini kaybettik. Ocak Spurs için fazlasıyla kötü geçti. 2 tane 2 maçlık, bir tane de 3 maçlık mağlubiyet serilerimiz oldu. Bu ayda toplam 8 mağlubiyet aldık. Yani oynadığımız maçların yarısını kaybettik. Ama tecrübeden olsa gerek, yine toparlamayı başardı Spurs.
Ocak sonunda başlayan 9 maçlık deplasman turunun 3 maçını kaybettik.
Aralık sonundaki o kaybettiğimiz 3 maç sonrasında oynanan 12 maçın 11'ini kazandık. Son 7 maçı da arka arkaya kazandık. Arada bir tek Boston mağlubiyeti var. O da garip maçtı zaten.
Şu anda karışık Batı'da 2.yiz. Lakers'ın 2 galibiyet arkasında. Batı, normal sezonun sonuna kadar böyle devam edecek gibi. Onun için bu sezon, diğerlerinden daha fazla önemli, nereden Play-off'a gireceğimiz. Mesela şu anda lig bitse Rockets'la oynuyoruz. Ve bu iyi bir eşleşme. Yao'suz Houston. Çok direnemezler.

Bu sezon da daha önceleri olduğu gibi, evimizde çok iyiyiz, üstünüz. Yaptığımız 29 maçın 24'ünü kazandık AT&T Center'da. Evinde bu kadar iyi oynayan 3-4 takım daha var işte ligde.

Bu sezon da "yüzük için şampiyon takıma gelen veteran" hadisesini yaşıyoruz. Bu kez şanslı isim, Damon Stoudamire. Sağolsun pek bir katkısını göremedik şimdiye kadar. Maç sonunda istatistiklere bakarsanız, genelde 0/4 üçlük isabet oranı gibi bir şeyler göreceksiniz. Umarız Play-Off'ta kendisi yararlı olur takıma. Şu anda bunu beklemekten başka çaremiz yok açıkçası.

Kısa zaman önce Batı takımlarının takas rüzgarına kapılıp biz de bir takas yaptık. Sonics'ten Kurt Thomas'ı aldık. Barry, Elson ve 09 1. tur draft hakkı karşılığında. Ben sıcak bakıyorum bu takasa açıkçası. Pota altında bize faydalı olacaktır Thomas. Neler yapabildiğini biliyoruz.Ona karşı verdiklerimizden Barry pek içime sinmemişti ama o da Sonics tarafından waive edildi. Biz dahil birkaç takıma gelme olasılığı varmış. Umarım geri döner. Ona ihtiyacımız olduğu kesin.
Bir ara "Ron Artest"i alacağımız yolunda haberler gördüm. İyi hoş gelsin de, karşılığında kimi vereceğiz, işin o kısmı önemli. Eğer "yüzük için adam olurum" diyorsa gelsin tabii. Gerçi eski arıza halleri çok yok gibi ama, bilemiyorum.

Sonuç olarak:Bu sezon Play-Off'lar çok daha zorlu geçecek gibi. Yani zaten "çift hane ile biten yıl" olayı var, bir de Batı'da millet yüzük için kafayı bozup takas delisi olunca ve kadrolar bir kat daha güçlenip iddialı hale geldiği için işimiz zor olacak. Eğer bu sezon, Batı ve Nba'in bu halinde de yüzüğe ulaşırsak -hem de "08" e rağmen- sanırım bir kez daha ne kadar iyi bir takım olduğumuzu kanıtlamış olacağız. Bir şartla ki, sakatlıklar yolumuza "daş" koymazsa. Parker iti yatakta belini ağrıtıp bizi Damon'a muhtaç etmezse...

Hücum

Maç hakkında bir şey yazmayacağım desem de, teker teker bir şeyler dökülüyor.
Bir tanesi daha mesela:son dakikalarda Gs'nin deli gibi hücum etmesi. Neredeyse Gerets zamanındakine benzer bir sistem/dizilişle (gerçi pek sistem var gibi görünmüyordu o anda ama neyse) hücum etmesi. Sahada 2-2-6 gibi bir diziliş vardı. Veya ona benzer bir şeyler. Futbol düşüncesi olarak hücumcu veya aşırı hücumcu biri olarak bu duruma mest oldum tabii ki. Ayrıca çok eleştirilse de bir yönden Feldkamp'ın bu yaptığı bir yerde normal. Ha, forvetlerden birini almasa oyuna, yine delice saldırmış olurdu ama, şu kesin ki rakip 9 kişiyken olabildiğince yükleneceksin. Kupa maçı bu. Kalmış son 15 dakika. Ha, herkes cesaret edemez, o ayrı tabii. Ama Feldkamp yaptı ve işe yaradı-bir şekilde. Hiç bir şey olmasa, Nonda'nın o anlık çabasının golü getirdiğini düşünürsek, Nonda'yı oyuna alması bile artı puandır. Mesela bir gün Barça da böyle zor durumda kalsa, sonra Ronaldinho-Messi-Giovani-Krkic-Eto'o-Henry yi bir arada oynatsa, ardından da son dakikada gol atsalar, Camp Nou havaya uçsa...

Gökhan Gönül 2


Malum maç hakkında bir şey yazmak istemiyorum, çünkü o kadar çok laf kalabalığı var ki. Yazacaktım. Hem de yazacağım çok şey vardı. Ama gereksiz olduğunu düşündüm. Hele de kaybeden taraf hiçbir şeyi kabullenmezken...Ne için yazacaksın ki?
Maçla ilgili yalnızca Gökhan Gönül'e değinmek istedim. Maç boyunca belirgin şekilde, iki atağa çıktı. Zaten maçın büyük bölümü eksik oldukları için, olması gerektiği kadar çıkamadı hücuma. İlkinde eğer kendi atsa (ki artık vuracak gücü bile kalmamıştı ve açı da dardı. Kötü vurması normaldi yani) veya Kezman'a topu aktarabilse, ki Kezman bomboştu, golü atması kesindi, maç daha farklı devam edecek ve belki Gökhan efsane olacaktı. Çünkü şuttan önce Gökhan tam 5 kişiyi geçti. Müthiş bir slalomdu. Ve diyorum ki, o şekilde kaleye gidecek Dünya'da 3 tane bek var. Biri Alves zaten, diğeri Gökhan. 3.cü de kimdir bilemem artık. Belki Zambrotta.
İkinci pozisyonda da neredeyse çizgiden içeri doğru hareketlenip, çalımdan sonra o açıdan, o şutu çekmek inanılmaz. Ona cesaret etmek cidden takdir edilmesi gereken bir karar. Nitekim de gol oldu. Belki kartlardan, kavga-gürültüden ve Gs'nin kazanmasından çok fark edilmiyor ama bu maçı önemli kılan unsurlardan biri, hatta belki en önemlisi de Gökhan'ın yaptıkları ve yapamadıklarıydı...

Xavi


Tabii Barcelona'da kıran kadar forvet var ama, iş ara sıra da olsa diğer oyunculara düşebiliyor. Hatta bazen gereğinden fazla düşüyor.
Xavi Barça'nın son 6 maçının 4'ünde gol attı ve 3'ünde de golleriyle takımı kurtaran adam oldu. Önce Şubat başında Camp Nou'daki Osasuna maçında son dakika golüyle galibiyeti getirdi. Ardından Sevilla deplasmanında attığı golle takımının 1 puanı kazanmasını sağladı. Geçen haftasonu Levante karşısında ilk golü attı. Ve son olarak da dün, evlerinde Valencia'ya 1-0 yenilecekken son dakikada attığı golle yine beraberliği kurtaran oyuncu oldu. 6 maçın 4'ünde gol atmak, gerçekten çok etkileyici bir performans. Bu kadar forvetin arasında Xavi'ye bu kadar iş düşmesi iyi değil belki ama, başka mevkiilerdeki oyuncuların gol sayısına katkısı olarak bakarsak güzel. Hücumda verimlilik açısından sanırım kariyerinin en iyi günleri Xavi'nin.

Kartların özeti!

En iyi sayın Altan Tanrıkulu özetlemiş kartları bugünkü yazısında;

"Hakemin gözü önünde, yan hakeme gözlük işareti yapıyorsan ve sarı kartın varsa atılırsın.. İlk kartın ne kadar kolay gösterilmiş olursa olsun, Uruguay Milli Takımı’nın kaptanıysan o hareketi yapma hakkın yoktur..

Gökhan’ın atılması da tartışılacak bir pozisyondu.. Ama kartın varsa ve hakem uçana kaçana kart gösteriyorsa, deplasmandaysan, tribünler patlamaya hazır bomba gibiyse topu oyuna sokma konusunda biraz daha dikkatli olacaksın..

Ve Volkan.. Son dakika golüne sinirlendi, 9 kişiyle yapılan mücadelenin gerginliği vardı, ama o kartı görmemeliydi.."


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8331012.asp?yazarid=162&gid=61&sz=61053

Gökhan Gönül

Fenerlilerin kendi oyuncusu bakın ne demiş beyler, siz hala hakem, hakem diye gezin;

"Gökhan, hakem kararlarıyla ilgili, 'Söyleyecek birşeyim yok. Gerekli kişiler değerlendirir. Ben, golü attığım için çok mutluyum. Özellikle bunun Galatasaray'a olması benim için ayrıca önemli. Takımımı 9 kişi bıraktığım için de herkesten özür diliyorum. Kart görmemem gerekirdi, beraberliği yakalamıştık zaten ancak her profesyonel futbolcu zamandan kazanmak amacıyla yapar bunu,' dedi."

O kel asbaşkan


Bu arada o arkadaş var ya, amca mı diyeyim, dede mi diyeyim. Kel bi' tane. Kaçakçı it hani. Ne zaman çıktı da o hapisten de neden konuşuyor? Bir izleyin Allah aşkına Gökhan'ın pozisyonu nasıl görmüş, nasıl yorumluyor. Belli yüzde yüz kulaktan dolma. Efendiii, bir kere de tebrik edin yahu, nedir bu hakem kompleksi. Şu anda da haber spikerini görüyorum. Fenerli. Güzel. Bir de aptal aptal konuşuyor. Tövbe yarabbi... Bir de "Ben daha fazla konuşmayayım," Kimse demiyor ki Fener ne topu oynadı da ne hak etti. Ooof of, bu fenerliler adam olmaz.

Fenerbahçe, Cüneyt Çakır, Tanıdığı olan yazarlar, Çirkeflik, Bir daha Fenerbahçe

Şimdi direk maç yazısı yazmadan böyle bir yazı yazmak farz oldu. Maç zira Galatasaray'ın galibiyetinden çok Fenerbahçe'nin kaybetmesine odaklı oldu, her Galatasaray galibiyetiyle biten maç gibi. Paşalar kendisi yenince daha usul erkân bilmeden "Hindi baba hindi(!)" çekerlerken, o da neyse, yendikleri zaman hakeme "Hakem çok iyi maç yönetti, Türk futbolu iyi bir hakem kazandı" derlerken iyi ancak o aynı hakem maçı kötü yönettiği zaman-sanki bir tek Fenerbahçe'yi yönetmiş gibi- "Ne biçim hakem bu, futbolu katletti" gibi ithamlarda bulunuyorlar. Galatasaray hiç oynamadı zaten, golleri de Cüneyt Çakır attı, çataldan falan. Fenerbahçe'nin kalecisi ne olursa olsun, isterse sülalesini şey yapsın sahanın ortasında (!) kalkıp Galatasaray futbolcusunun boğazına sarılamaz, hayalarına tekme atamaz. Sonra da çıkıyor beyefendi "Erkekse sokakta çıksın karşıma bunları söylesin!" E sen böyle konuşursan canlı yayında Türkiye'nin karşısında, sokakta gelip biri senin ağzını yüzünü dağıtırsa söyleyecek sözün kalmaz. Lugano'nun kırmızı kartına gelince, bu insanlar zamanında Bülent Korkmaz hakemi alkışlayarak ikinci sarı kartı görünce, kaptanın anne-avrat-kız kardeş kalmadan şey yaptığının çocuğu Bülent atıldı diye vücudunun arka taraflarına kına yaktılar ancak kendi oyuncuları hakeme gözlük işareti yapıp ikinci sarıyı görünce, "Hocam böyle karar mı olur!?!" Rizeli Cumhur örneğini veriyorlar, efendim ona verilmemiş kart. Herkese aynı standart olmalı tabii ki ancak Rize'de olan hakem yanlışlığı olmuyor, buradaki hakem maçı katletmiş oluyor. Gökhan Gönül'ünki en çok tartışılan ancak en kolay olanı. Paşamız top toplayıcıdan istiyor topu, malum skor 1-1, Fenerbahçe tur atlıyor, yerdeki topu almaya gider gibi yapıp eğiliyor. Aa top geçti. Tacı atacak hacı, hakem düt düt diyecek, topu dışarı at, haydaa bi' taç daha kullan derken bir buçuk dakika geçti. İkinci sarıyı görünce de "Futbolda uyarı diye bir şey var. İkinci sarı kart bu kadar kolay gösterilmez." Arkadaşlar, göz var izan var, hiç mi kural bilmezsiniz, hiç mi top oynamazdınız, izlemediniz. Futbolda birinci sarıyla ikinci sarı arasında fark yoktur! O yüzden hakemler sert hareketlerde direk kırmızı gösterir. Gökhan Gönül'ün kırmızı kartı yüzde 100 haklıdır. Ayriyetten, demiyoruz ki Cüneyt Çakır çok iyi maç yönetti, yıktı ortalığı diye. Ama kartlarda bir istikrar var. Topu değiştiren Volkan Yaman'a sarı kart olunca "Oh ne güzel," Gökhan Gönül yapınca "Ananın ellerini öpeyiiim, Cüüneyt Çaaakııır." Hadi ya... Yok öyle yağma efendim.
Başka bir konu da bu spor sitelerinde yazmaya başlayan yazar arkadaşlar. Spastik tipli, genç birisi var aralarında, isim vermeyeyim problem olmasın. Çok fena Fenerli sanırım. E tabi olmuş yirmi yedi (rakamla: 27) sene. Kuyruk acısı da var tabii. Yazmış bilmem kaç sayfa. Subjektifliğin bu kadarı! Yok hakem maçı katletmiş, hakem başkası olsa Fener vark atarmış, bilmemneymiş. Arkadaş, Fener'e verecek hakem kalmadı ki. Onu istemeyiz, bunu istemeyiz. Yok ya, Dingo'nun ahırı mı burası. Çirkeflikte üstünüze yok, ne yapalım. Öyle kabul etmek lazım zahir.

Bu Kupayı Görenler Parmak Kaldırsın!


Daha önce de bahsetmiştik Galatasaray tribünlerinin koreografilerinden. Son havadis yine Eski Açık'tan. Fenerbahçe'nin en son aldığı Türkiye Kupasını görenlerden değerli arkadaşımız Fred Çakmaktaş.

Yao "Minik"


Oh olsun. Aslında bana göre hiçbir sağlık problemine böyle denmemeli ama oh olsun kardeşim. İstemiyorum bu kırılgan devenin başarılı olmasını ben. Manute Bol ve hatta Shawn Bradley'i bile bu adamdan daha çok seviyor, sayıyorum. Çapını bilmeli insan. O kadar boyla oturur 6-7 metreden şut atarsan Allah adamı çarpar. Bak çarptı. Stres kırığı. Türk yayın organlarından hatta ve hatta Nba.Com'dan daha önce haberi verdik, kim okudu bilinmez; ancak anlayın değerimizi. Çok kasıldım şimdilik yeter.

Özhan Canaydın


Bu yazı biraz da günah çıkarma olacak sanırım. Yaklaşık yarım saattir düşünüyorum; nedir, ne değildir diye. Canaydın'a şahsen ben yaklaşık beş senedir karşıyım, zaten altı senedir başkan. Bu görev süresi içinde iki kere yeniden seçildi, bir kere daha girseydi seçime zaten malum tek liste ile girip tekrar başkan seçilecekti. Büyük insan aslında, insan olarak bakarsanız, Galatasaray'ı bir yana bırakırsanız. Adam mafya değil, kara para aklayıp memleketini kazıklamıyor en azından, gerçi öyle yapanlar yüzyılın başkanı falan seçiliyor, çok başarılı diye. Ekonomik açıdan başarısızdı, sportif açıdan da bir Faruk Süren kadar başarılı olduğu söylenemez. Ancak bir de Seyrantepe var. Başkan yıllardır uğraşıyor, sonunda da mutlu sona ulaşmak üzere Galatasaray. O stadı da Canaydın açarsa süper olur. Ben kendi adıma çok sert çıktım başkana, her yazımda, her konuşmamda, mutluyum gidiyor diye ancak Sayın Canaydın iyi bir Galatasaraylı. Asla ve asla hiçbir zaman iyi niyeti sorgulanmadı taraftar tarafından. Sorgulanan aktifliği, ve biraz da az iyi niyetli olmamasıydı. "Burası Türkiye kardeşim, iyi niyetlilere yer yok" kavramını algılayamadı başkan. Neden hem futbol, hem basketbol, hem voleybol takımı, yazarlar, spor otoriteleri, şey başı bakanı, ülke başı, Fenerli Tayyip Erdoğan arar bu adamı, "başkanım sırası değil" diyerek. Sırası, gayet de sırası ancak kimse istemiyor Canaydın'ın gitmesini. Ben Fenerliler neden istemiyor anlıyorum, onlar çıkarcı, ancak Galatasaray taraftarları da sanırım bu çalkantılı dönemde hazır görmüyorlar takımlarını. Ben görüyorum, bir de Adnan Polat'ın geleceğini düşünürsek başkanlığa, ne takımın yabancı olduğu bir isim, ne de camianın. Eğer kulislerde geçen listeler doğruysa, Polat o sandıktan yüzde 70'le çıkar, diğerlerinin ağzı açık kalır, Fenerlilerin dilleri anüslerine kaçar. Zaten kuyruk acıları var 20.45 davasına, ondan sonra nedense (!) birden bir nefret başladı adama karşı. Hayırdır inşallah. Bugün çok önemli bir maç var malum. Oyuncularımız bu kadar istiyorsa başkanın gitmemesini, en azından ona hediye olarak bir Fenerbahçe galibiyeti ve Türkiye Kupası hediye edebilirler. Ama bugün Kalli'nin açıklamaları gördük. Adam resmen Canaydın gitse Polat gelse daha iyi olur diyor. Fatih Terim de bir nebze öyleydi röportajda, onu anlayabiliyorum, Olimpiyat Stadı olaylarından sonra. Velhasıl-ı kelam, Canaydın büyük bir Galatasaraylı, camia onu unutmaz, iyisiyle kötüsüyle altı sene. Galatasaray taraftarı sevmese de, gitmesini istese de her şekilde başkanına ve oyuncularına saygılıdır. Dövmez. Zira onların da hiçbir zaman "Sizi vuvduvtuvum mınakoduklavım" diyen bi' başkanları olmamıştır. Galatasaraylılık ayrıcalıktır.

Mühim


Sezonun 3. derbisi. Galatasaray için artık sanıldığından ve beklendiğinden daha önemli bir maç. Bir çıkış olacak belki bu maç. Avrupa'dan eleniş, ardından ligde Fenerbahçe'nin yenilmesiyle ele geçen farkı 4 puana çıkarma şansının yitirilmesi...
Evet Fb'ye karşı genelde şansımız tutmuyor. Deplasmanda neredeyse "hiç" yok ama içerde de az da olsa umut taşıyabiliyor sarı-kırmızılılar. Eğer bu maçı kazanamazlarsa, kriz daha da büyüyebilir.
Fb açısından bakarsak da, 20 küsür senedir Türkiye Kupası kazanamamaları, bu sezon da bir Gs yenilgisi ile devam ederse, onlar için de sıkıntı baş gösterebilir. Belki de bu olumsuzluk, Sevilla eşleşmesine de yansır. Onlar için de en az Gs kadar önemli maç yani.

3'te 2

Uleb Cup 2. tur maçları tamamlandı. En azından bizimkilerin!
Ve bu maçlar sonunda 3 takımımızdan 2'si son 16'ya kalmayı başardı. Maçlara bakalım...

İlk maçta Hapoel'den 15 sayı yiyen Beşiktaş, evinde İsraillileri 20 sayıyla yendi. Dalmau, Kaya, Apodaca ve Nicevic çift haneli sayılara ulaştı. Maç sonrası Filistin bayrağı filan açılmış. Garip milletiz vesselam.
İlk tur gruplarını namağlup geçen takıma da turu geçmek düşerdi tabii ki. Beşiktaş'ın 3. turda rakibi Kızılyıldız olacak.

Eşleşmenin ilk maçında Unics Kazan'dan tam 26 sayı fark yiyerek Rusya'dan dönen Telekom, maalesef bekleneni yapamadı. Maçı 96-93'lük galibiyetle tamamladı ve Uleb Cup'a veda etti.

Ve Galatasaray. İlk maçta Fransa'da 69-69 berabere kaldığı Asvel'i Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda 76-75 yendi ve 3. tura yükseldi. Son periyotta savunmasıyla oyunu lehine çeviren Gs, galibiyete ulaşmayı başardı.
3. turda Gs'nin rakibi Gran Canaria veya KK Bosna olacak.

Sonuç olarak 3 takımımızdan 2'sinin ayakta kalması iyi haber. Umarız ki bu 2 takımımız da olabildiğince ileri gider. Hatta inşallah finalde falan karşılaşırlar.

Yao Sıçtı


Ve son 12 maçı üst üste kazanan Houston'a kötü haber:Yao Ming sezonu kapattı. The Houston Chronicle gazetesinin verdiği habere göre Çinli pivot sezonun geri kalan bölümünde oynayamayacak. Bu da Houston'ın bu gidişatının az ya da çok sekteye uğrayacağının göstergesi.
Bu haber de Türk basın-yayın organlarında ilk kez bu blogda yer buluyor. Öhöm.

Vaziyet Of Enbiey End Törkiş Süper Lig


Bu sezon Nba Batı konferansı'nın da, Türkiye Süper Lig'in de hali darmaduman. İki tarafta da işler çok karışık. Kim şampiyon olacak, kim Playoff'a kalacak vs. Bir dünya aday var.

Öncelikle Nba.

Batı Konferansı'nda durum şu:
Lakers: 39-17
Spurs:38-17
Suns:38-18
Jazz:36-20
Hornets:37-18
Mavericks:38-19
Rockets:36-20
Warriors:33-22

Şu anda sezon bitse Playoff'a gidecek olan takımlar bunlar. Ve bunların içinde bir Denver yok. İnanılmaz. Nuggets son 3 maçını kaybetti. Bulls, Bucks ve Pistons'a. Pek güven vermiyorlar açıkçası. Savunmada gözleri yok. Her zaman da 120-130 atamıyorlar. Melo atmaya bakıyor. Iverson olabildiğince efektif oynamaya çalışıyor ama, o da elinden geldiği kadar işte. Bir de o zıvanadan çıkıp her geleni atsa, daha fena olur halleri. Neyse.
New Orleans Hornets da son 3 maçını kaybetti ve 3 maç önce Batı birincisi olan takım, şu anda Batı 5.si!! İşte Batı'nın durumu bu. Bu derece karışık. Eğer bu durum, normal sezonun sonuna kadar devam ederse, Nisan 20'de bile ortalık karışık olursa, tahmin edilenden çok farklı Playoff manzaraları görebiliriz. Sürprize mahal veren eşleşmeler, erken finaller vs.

Şu anda bakıldığında 3 takımın uzun denebilecek galibiyet serilerine sahip olduğunu görüyoruz:Houston (12), Spurs(6) ve Lakers(8). T-Mac umarım sakatlık belasına bir daha bulaşmaz bu sezon ve takımla birlikte yükselişini sürdürür. Bari bu sezon 2. tur filan görebilsin. Yao bey de azıcık götünü kaldırıp yardım ederse tabii. Lakers, Gasol'ün gelişinden itibaren coştu. Hep söylüyorum ama bir kez daha söyleyeceğim;bunlar Bynum gelince nasıl olacak acaba? Benchten Farmar ve Vujacic son maçlarda büyük katkı yapıyorlar. Gerçi çoğu zaman gerek bile kalmıyor. Çünkü ilk 5 o kadar verimli oynuyor ki, "aman benchden katkı gelsin de maçı alalım, rahatlayalım" benzeri serzenişler çıkamıyor bile. Gasol'ün pas yeteneği ve üçgen hücuma uyumu, bu galibiyet serisini daha da uzatacak gibi. Mart içinde Dallas ile 2 maçları var. Bu çok önemli, çünkü eğer Lakers en azından Batı finali'ni falan istiyorsa, Dallas ile karşılaşmaya hazır olmalı. Dallas'ın son hali de hepinizin malumu. Onun dışında Kings, Warriors ile de 2'şer maçları var.
Spurs de klasik All-Star sonrası gidişatına devam ediyor. Parker iti döndü. Stoudamire çok faydalı. Her maç 0/4 üçlük isabetine imza atıyor sağolsun. Manu azdı bu aralar. TD de ağırlığını koydu biraz biraz. Kurt Thoms'ı aldılar bu arada. Ben çok faydalı olacağını düşünüyorum Thomas'ın. Belki karşılığında biraz fazla şey verdik ama, Barry'nin gelme ihtimalini göz önünde bulundurunca "çok" durmuyor. O da gelir umarım.

Bu nasıl bir konferanstır ki, 1.iyle 7. arasında sadece 3.0 oran olsun. Yani Houston o seri galibiyetlere devam edecek olsa 3-4 maç civarı Batı'nın tepesine yerleşebilir. O derece.

Diğer takımlara bakınca Lakers'ın liderliği biraz "sürpriz" gibi duruyor değil mi? Ama aslında öyle değil. Hatta ben onlar normal sezonu birinci bitirirse hiç şaşırmam. Artık Lakers'ın o 2-3 sezondur akıllarda olan "orta seviye takım" veya "Kobe'den başka hiçbir şey olmayan takım" profili yavaştan değişse iyi olur. Çünkü "öyle" değiller artık.

Şahsen ben bir Suns-Mavericks eşleşmesini kolluyorum. Kidd-Nash kapışması, hem de Playoff'ta, harika olacak. İlk turda olması kötü olur tabii ki. Ama bir Spurs'lü olarak bakınca da, göze hoş gelen bir ihtimal.

Hornets, Playoff'ta çok feci sıçabilir. Takım halinde Playoff'ta pek tecrübeleri yok. Paul istediği kadar liderlik etsin, ben en fazla 2. tura kadar gidebileceklerini tahmin ediyorum. Daha ötesi olmasın zaten, başka bir takımı engelleyeceklerine. Mesela bu sene Hornets mi, Rockets mı 2. tur görsün derseniz tabii ki Rockets derim. Hornets daha genç takım, görür elbet daha yukarıları. Hele de Paul varken. Ama şu T-Mac herifi bir 2. tur görsün de, biz de rahatlayalım o da. Ha, zaten o "ligin en iyi ikilisi" mevzuu yalan oldu da, en azından biraz da olsa başarı tatsın adamlar. Şampiyonluk falan bekleyen yok. Onlar da takas biterken Gerald Green insanını aldı. İnşallah orada biraz kendini gösterebilir de "smaççı atletik genç" ten ötesi olabilir.

Nba hakkında nasılsa daha çok konuşuruz. Ben izninizle (kimin izni ulan) Türkiye Süper Lig'e geçmek istiyorum.


Sanırım Türkiye 1. Futbol Ligi tarihinde ligin 23. haftasına kadar 4 takımın şampiyonluk kovaladığı ilk ve tek sezon bu. Başka varsa da ben bilmiyorum. 3 bile olmuştur tamam ama, 4 hiç sanmıyorum.

Puan durumu'nun ilk 4 şudur:
G.saray:51
F.bahçe:50
Beşiktaş:49
Sivasspor:48

Ve bu hafta da Beşiktaş-Galatasaray maçı var. Olur da Bjk yenerse işler iyice karışacak. Ki bu da yüksek ihtimal çünkü Galatasaray'ın durum ortada. Beraberlik bile kardır diyeceğim ama, şu puan durumu'nda neyin avantajı? Farzet berabere bitti bu maç, Fb ve Sivas da yense puan durumu olacak şu şekil:Fb:53-Gs:52-Sivas:51-Bjk:50. Yine birer puan farkla ama bu kez sıralar değişiyor.
Peki ne zamana kadar devam eder bu? Beşiktaş aldı gazı gidiyor. Kısa vadede tökezleyeceklerini sanmıyorum ben. Sivas ise saçma sapan puan kayıplarına rağmen hala yarışta. Son maçta bile berbat sahada Rize'ye karşı neler kaçırdılar. Ben 28. haftaya kadar filan onların yarıştan kopacağını tahmin ediyorum. Zaten hocası "biz şampiyonluk istemiyoruz" diyen takımdan ne kadar hayır gelir. İnşallah Kayseri de geçer onları, 5. olurlar da o zaman görürüm ben onları. Yaptıkları işe ihanet ediyorlar. Yazık.

Fenerbahçe de eğer Sevilla'yı elerse - ki zor- lig için işi daha da zorlaşacak. Hatta kupa'da da devam ederlerse bir kat daha. Çünkü 3 koldan maç oynamak gerçekten çok zor. En büyük takımlar bile çoğu zaman bu gidişata dayanamıyor. 1-2'sinde pes ediyorlar. Kupa'yı belki çok önemsemeyebilirler diyebiliriz ama, bir yanda 20 küsür senedir Türkiye Kupası'nı kazanamamak var, hem de çeyrek final'de rakibin Galatasaray! Elemek farz yani. Bu da ilaveten en azından bir tur anlamına geliyor.
Fenerbahçe'de bu 3 cepheyi birden kaldıracak kadro var mı? Cevabı Bursa maçında aldık:yok. Geçen Yüzde yüz Futbol'da Rıdvan diyor:"Madem bu maçta takımın hepsini dinlendirdin-ki bu yanlış. Bundan sonra dışarda Kupa'da Gs, ardından dışarda A.Gücü, sonra da dışarda Sevilla. Ne ara dinlendireceksin bunları o zaman. Kadronu ekonomik kullan. Brezilyalılar oynayarak form tutar vs" diyor. Haklı. Bu 3 maçta bakalım Fb ne yapacak.

Sonuç olarak, bu mücadele ne kadar uzun sürerse, ne kadar çok takım arasında ne kadar uzun sürerse o kadar keyifli bir lig olacak. Umarız olabildiğince uzun sürer.

Lakers Falan



Az önce Ekşi'de bir entry okurken aklıma geldi:Geçen sezon Lebron hayvanı neredeyse tek başına( bir de Gibson'dan yarım kişilik katkı. O da ekstra) takımını Nba finaline çıkardı öyle değil mi? 2 sezondur da Kobe neredeyse tek başına Lakers'ı bir yerlere getirmeye çalışıyordu. Hatta işin garibi normal sezonda azıp, playoff'ta takım oyunu oynayası geliyordu. Ne yapmaya çalışıyordu bilemiyorum artık. Ha belki o 2 sezon da Suns ile eşleşmeleri işin şanssız tarafı ama durum az çok bundan ibaret.
Peki bu sezon ne olacak? Öncelikle sezon başında Bynum'ın iyiden iyiye kendini göstermesi, sezon ilerledikçe Odom'ın "adam" olmaya başlaması Kobe'nin azgınlıklarıyla birlikte Lakers'ı önceki senelerden daha iyi bir konuma getirmişti. Bir de üstüne Gasol vurgunu (takası demeyeceğim, düpedüz vurgun bu) gerçekleşince Lakers bir kademe daha yukarı çıktı. Daha etkileyici bir takım oldu. Ben şimdi çok merak ediyorum, Bynum gelince nasıl bir takım olacak Lakers. Fisher-Kobe-Odom-Gasol-Bynum. Bu beş, zaman geçtikçe daha çoğalan bench katkısıyla birlikte(özellikle Vujacic ve Farmar) şampiyon bile olabilir. 06'da Miami olduysa, bu sezonun Lakers'ı haydi haydi...
Evet Batı çok karışık, hele de takaslardan sonra ama, Lakers'ın önceki 2 sezondan daha fazla iş yapacağı kesin bu sezon için.
Kobe'nin Gasol takası sonrası vaziyeti şu:gerekince sayı atıyor. Takımın normal gidişatı içinde sayı buluyor. Sivrilmiyor. Genelde 20-10-5 civarı istatistikler yapıyor. Asist kasıyor vs.
Bynum'ın da geleceğini hesap edin Bu Lakers'a. O zaman Kobe'ye düşen gereken yerde sazı eline almak. Ne bileyim ekstra çaba mı gerekiyor, Kobe orada kontrolü ele alacak işte. O zaman Kobe ,farkını ortaya koyacak.
2-3 senedir yaptığı gibi tek başına takımı kurtarmasına gerek de kalmayacak. Daha rahat olacak.

Sıkıya Gelmek

Uleb Cup'da ilk tur gruplarında ortalığın amına koyan takımlarımız, 2. tur ilk maçlarında galibiyet dahi alamamıştı. Özellikle ilk tur grubunu namağlup kapatan Beşiktaş'ın ilk fırsatta yenilmesi en çok şaşırtan gelişmeydi. Telekom da Kazan'dan 26 sayı içeride gelmişti. Bu sezon Telekom çok iyi evet ama, bu 26 sayı fark kapatılıp galiniyet alınır mı, bilemiyorum. Yine de umutlu kalmak lazım.
İçlerinde en rahatı veya en az sıkıntılı olanı Galatasaray. Fransa'da Asvel ile berabere kaldılar. İçeride taraftar avantajıyla galibiyet bekliyoruz tabii ki. Asvel'e zaten Efes zamanlarından gıcığız, bir nevi intikam da almış oluruz.

Bjk maçı 19.30'da Kanal 24'te.Gs maçı da 21.15'te Kanal 24'te. T.Telekom maçı ise 19.00'da Cnn Türk'te. Umarız üçü de turu geçmeyi başarır.

Adler


Geçen birkaç haftanın en çok lafı geçen adamlarındandı Adler. Oynayacak mı bizim maçta, oynamayacak mı falan. Oynamadı işte gördüğünüz gibi ama ona gerek de kalmadı işin garibi. Bir de korkuyorduk "lan oynarsa işimiz zor" diye. Adam oynamadı da ne oldu ki!?!
Ben son Leverkusen maçlarını takip eden biri olarak diyebilirim ki, Alman futbolu Lehmann-Kahn sonrası için iyi bir kaleci kazandı. Hildebrand da iyi çıkış yapmıştı ama, sonradan pek görünmez oldu. Zaten şu Valencia'da da pek dikkat çekmesi mümkün değil. Ben isterim Adler Euro 2008'de Milli takım'da oynasın.
2 hafta önceki Karlsruhe maçında son korner dahil ne toplar çıkardı. İnanılmazdı. Böyle devam ederse Bayer 04'te çok kalmaz.

Oeh

Netten yeni günün Vatan gazetesi'ni okuyorum. Okumaz olaydım. Önce "Polat Alemdar" ın "Kadınlar sıvıdır" şeklindeki açıklamasını gördüm ve okudum, ardından da "büyük yazar" Reha Muhtar'ınkini.
Necati Şaşmaz demiş ki "Kadınlar sıvıdır. Erkekler kap gibidir. Ve kadın erkeğin kabını alıyor" vs.
Tabii arkasından bunu okuyan "ilişkiler uzmanı" Reha Muhtar da cevap verme ihtiyacı hissediyor. Böyle bol bol sonu üç noktalı cümleler. Adam sikermiş gibi. Her satıra bir cümle. Yılmaz Özdil'den daha fena neredeyse.
Ha, ben böyle diyorum da, adamın ünlüler dünyasında filan beraber polmadığı kadın yok. Ya adam Nilüfer'i bırak, Gülşen'le beraber oldu. Akıl almaz bir şey.
Köşedeki resminden bile ziril ziril samimiyetsizlik akıyor. Ya bir de "her şeyi bilen adam" profili. Sanki anasını satayım, 234333929 tane kadınla birlikte olmuş, ilişki profesörü. Siktiğimin ülkesinde sistem bu işte. Kaibiliyetsizler su başlarını tutmuş vaziyette. Oturdukları yerden ahkam keserler böyle herkese, "sen kimsin, ne bilirsin" havası taslamak. Bilmiyorum ya, ne demeli.

Aceto

Hüseyin olay hakkında link filan vermiş, malum. Ama ben de bu konu hakkında birkaç bir şey söylemek istiyorum.
Türklere "güzel iş" yapmayacaksın. Hak etmiyorlar. Hiçbir şekilde. Futbolu derinlemesine takip eden ve seven, merak eden ufak bir kitle var. Yüzeysel takip eden/seven ise bir yığın adam var. Böyleyken tamamiyle o "derinlemesine" sevenlere hitap eden bu kendi halindeki blog, o yüzeysel takip edenlerin/çekemeyenlerin/kıskananların olumsuz davranışlarıyla karşılaşıyor. Bu adam ayda bir illa kendini savunma yazısı yazmak zorunda mı? "Blog burası" diyor, "keyfim bilir yazarım yazmam" diyor, haklı da. Buna rağmen nelerle uğraşıyor. Ben normal karşılarım eğer bir gün "sikerim lan sizi" deyip blogu toptan kapatıp giderse. O zaman olan bu adamı gerçekten seven bizim gibilere olur. Ne kadar keyifle ve merakle okuyoruz Aceto'yu anlatamam. Bu blogda da olabildiğince, mümükn olduğunca onun reklamını yapacağız, tanıtacağız. Çünkü severek okumaktan öte, bizim bu blogu açarken onan etkilenme payımız çok yüksek. Hatta iki gün sonra biri yorum yazarsa, mail atarsa "kardeş ne ayak, Aceto'nun taklidini yapmışsınız" diye, ben de "fazla kaçırmışız abi kusura bakma" derim. O derece.

Adam o kadar yazsın etsin, sonra her posttan sonra saçma salak yorumlar, "aha şurdan çalmış", "burdan çalmış". Ben olsam dayanamazdım sanırım.
Eğer o blog bir gün kapanırsa, olan Hüseyin ve benim gibilere olacak, orayı nette bir yerde görüp, bir gün tıklayıp sonra uğramayanlara değil. Yazık.

Aynen o Marca (!)

Biliyorum pek formata ve etiğe (!) uygun değil ancak Sayın Aceto'nun şu yazısını okuyun lütfen, zira harfi harfine bizim için de geçerlidir! Link de şu:

http://acetobalsamico.blogspot.com/2008/02/etiki-kemiinden-ayranlar.html

Aydın Yılmaz


2006'nın kahramanı Aydın Yılmaz. Sezon başında Ronaldinho'yu, pardon, Hakan Balta'yı alırken kiraladığımız oyunculardandı. Şu anda da İstanbul B.B spor'da kirada-devre arasından beri. Umarım seneye geri gelir. Bu kadar genç takım oynatan Kalii eminim -eğer kalırsa tabii- ona da şans tanıyacaktır.
Bu çocuk isterse bir daha Gs forması giymesin, başka takımlara gitsin, kalbimizdeki yeri değişmeyecek, o kesin. Sen gel, ilk profesyonel maçında oyuna gir 87. dakikada. Sonra 92. dakikada golü at. Bu gol de şampiyonluk yolundaki en kritik gol olsun.

Hani hep diyorlar ya Trabzonspor için, "özüne dönmeli", "Trabzon'un çocukları oynamalı ki başarıya ulaşılsın" filan. Bizde de "öz" çocuğumuzdan bol bir şey yok ama, habire kiralıyoruz elemanları. Daha Sabri'yle filan uğraş...

Fark 2

Ve fark 2'ye indi. Birkaç hafta önce 9'a kadar çıkan fark, 2'ye indi. Yeniden çekişme başlayacak. Real Madrid 7-0'dan sonra 2 mağlubiyet aldı. Bir Betis, bir de Getafe. Biz de Levante'ye 5 attık. Eto'o hat-trick.
Sakatlar düzeldi. Golcüler formda. Yaldır yaldır geliyoruz!
Bu sezon bırakmayacağız ligi...

Suns-Detroit

Bu hafta Ntvspor'un Nba yayınında Suns-Pistons vardı. Shaq taze gelmişken izlemek güzel olacaktı. Oldu da!
Maç 2.5 çeyrekte bitti.
Maçın başında da Detroit farkı açmıştı ama 2.periyotta Suns 17-4'lük bir seriyle kapatmıştı farkı. Bunun üstüne 2. periyot sonunda 12-0'lık bir seri gerçekleştiren Pistons devreyi 17 farkla bitirdi. 3. çeyrekte de pek değişen bir şey olmadı. Hatta olay daha da büyüdü ve 32 farkla geride bitirdi 3. çeyreği Suns. Maç da 30 sayı farkla Detroit'in galibiyetiyle bitti.
Rasheed Wallace istediğinde neler yapabileceğini gösterdi. 3. çeyrekte bir ara, Suns asistan koçlarından biri Amare'ye "onu bu haliyle kimse durduramaz" bile dedi. Ötesi var mı?
Sheed 8/10 isabetle 22 sayı buldu. Maçı kopartan isim oldu. Ve gariptir sadece 2 üçlük denedi ve biri girdi. Diğer elemanlar da iyi atıp, Suns durunca maç koptu kolayca.
Jarvis Hayes 18 sayı attı ki, bu sayıların 15'i çok önemli zamanlarda geldi. Bu veya buna yakın düzeyde katkıyı istikrarlı hale getirirse, Pistons karlı çıkar.
Shaq'ın Miami'de kesinlikle "milleti siktiğini" çok kolay anlayabiliyoruz. Daha hevesli, hareketli. Miami'de top potadan sekince bakmıyordu, Suns'da oynadığı 3 maçta 10'un üzerinde ribaund ortalaması var. Tabii sayı konusunda biraz daha katkı yapmalı.
Diaw bomboktu. Marion'ın gönderilmesi, biraz da onun önünü açmak içindi ama, şimdilik pek oynamaya niyeti yok gibi.
Detroit adına olumlu gelişmelerden biri Amir Johnson'ın oyunuydu. Belki skora çok katkı yapmadı ama pozisyonuna göre yetersiz fiziğine rağmen oyunuyla dikkat çekti.

İçinde bulunduğu çaktırmayan insanlardan nefret etmişimdir hep. Nereye kadar ki kandırmak? Akşam Steve Nash'in hali de öyleydi. Öyle top kayıpları yaptı ki. İnsanın suratında biraz durumu gösteren ifadeler olur, bu hala ööyle karizmatik şekilde etrafa bakınıyor. Baksın daha o.

Shaq takasından sonra Suns'ın artık daha normal bir takım olacağı konuşuluyordu, söyleniyordu filan. Evet, hakikaten öyle olacaklar gibi. Shaq'ı alıp da artık öyle eskisi gibi deli danalar gibi koşturman mümkün değil. Onu görüyoruz yavaştan. İkincisi giden oyuncu Marion, bu takımın hızlı oyun sisteminin temel parçalarından biriydi. Hızlı hücumların büyük bir kısmını bitiren oyuncuydu-smaç veya turnikeyle, kimi zamanda üçlükle. Şimdi ise o fast-break'leri hızla koşup bitirecek pek kimse kalmadı. Hill mi yapacak o işi, Shaq mı?
Ha, "normale dönmek" başarı getirirse, kimsenin itirazı olmaz ama, karakterlerinden uzaklaşmaları eğer olumsuz etki ederse de o zaman eleştiriler ardı ardına gelecektir. Dün Kaan Kural bile belirtti, eski oyun tarzlarından kopmalarına üzülürüm diye. Haklı da. Ligin en zevk veren takımlarından Suns. Ama artık böyle olur mu bilinmez.

Servet Çetin ve Türkçe



Az önce röportajları izliyorum. Servet çıktı. "Demek ki olüyür ki..." gibi tabirler kullandı. Diyebilirsiniz ki "Önemli değil dil, adam topçu" vs. ancak öyle değil. Galatasaray camiası öyle cahil, kültürsüz, ameleler yurdu değildir. Galatasaray'ın bir ağırlığı vardır ve oyuncusu olsun, taraftarı olsun, yöneticisi olsun bu ağırlığa uymak zorundadır. İstemezse kapı orda. Ki bu adam herkesin yüreini 90 dk. boyunca ağzında tutmasını sağlayan bir "stoper." Hele 25. dakikada bir pozisyon var ki, güler misin ağlar mısın adeta. Topu aldı ayağına yaklaşık 30 saniye kadar bekledi. Durdu, durdu, durdu... Pres gelince topu kafadan taca attı. Gerizekalı mıdır nedir.

Erhan Küçük

Bugün Galatasaray'a frikikten attığı golle yıldız olan Erhan Küçük de aslında Galatasaray çıkışlı. "Ben Galatasaray'dan yetiştim. O yüzden bir burukluk da yok değil içimde," dedi Erhan. Yolu açık olsun. O nasıl bir frikiktir. Orkun Allah belanı versin. O ayrı. Adam bi' topa filan gider. Ama güzel vurdu eleman.

Hıncal vs. Erman

NTV ve Digitürk arasında ne var bilmiyorum. Sarı toptan başladık, D-Smart'a desteğe geldik. En son havadis, "şezlong yazarı." Az önce Erman "Hocam" Hıncal'a şezlong yazarı dedi. Bakalım Hıncal ne diyecek. Dikkatle izliyoruz. "Nah" izliyoruz.

Kolpa

Bugün "tivi"ye bakınırken, bir reklam gördüm. Ki görmez olaydım. Jacobs reklamı. Kargo oynuyor. Aslında Kargo değil de Koray Candemir oynuyor ama neyse. İşte konserde bunlar, kızın biri buna Jacobs 3+1 atıyor. Koray duruyor, kızı sahneye çağırıyor. Bakışıyorlar. Sonra konser duruyor. Klasik saçma bir reklam işte. Ama esas mesele, reklamın çekildiği mekan. Veya konser alanı diyelim. Atmosfer direkt Linkin Park'ın "Faint" klibi. İzleyin görürsünüz. Uzun uzadıya anlatmayacağım. "Yutub"da filan vardır elbet.
Türkler ne zaman orijinal bir iş yapacak ?

Burak Hakkı

Blog konuları haricinde olacak belki ama cidden "yazmazsam çatlarım". Semum'un başrolünde oynayan Burak Hakkı. Rezil oynuyor. Yani en azından onun kadar kötü oynamayacak birileri bulunurdu eminim Türk erkek oyuncular arasında. Filmden soğutacak kadar kötü gerçekten.
Bir de şunu anladık ki, bu elemanın dizilerde tutmasını sağlayan seslendirmeymiş. Dizilerde bu abimizi seslendiren kişi cidden çok iyi. Gerçek sesini duymak zorunda kalınca, salondan kaçasımız geldi. Demek ki, bir kaliteli seslendirmeyle birçok dizide oynayıp, parayı kırmak mümkün olabiliyormuş. Oyunculuğa ne gerek var, yakışıklı ol yeter. Türkiye işte.

Şimdiye kadar 6-7 dizi olmuştur oynadığı. Benim bildiğim 4-5 tane var zaten. Kendisi mankenlikten oyunculuğa geçenlerden. Eşi de manken zaten. Zamanında gördüler, eli-yüzü düzgün filan. Hoop, dizide oynat, zaten gerisi gelir ardı sıra. Ha, eşi de Kurtlar Vadisi'nde oynuyor. Sema Şimşek ismi. Ama son bölümlerde çok görünmüyordu. Koyun-Keçi-Abdurrahman meselesi işte, her zamanki gibi.
Bir tane de düzgün resmini bulamadım, bu nasıl yakışıklılıksa.

İtiraz

Türk futbolu'nda yaygındır hakeme itiraz etmek. Yani diğer ülke ligleriyle kıyaslarsak ne durumdadır bilemem ama, bazı belirgin örnekleri ele/dikkate alırsak eğer, önde gelenlerden biriyiz sanırım.
Kesin kararı verilmiş bir pozisyon hakkında dakikalarca tepinip itiraz edebiliyor bir futbolcu. Hem de bazen haksız olduğu halde. Yani isterse haksız olsun, sonuçta o karar geri çevrilemez. Yanlış bile olsa. Birileri bunu futbolculara anlatmalı sanırım.
Az önce Süper lig özetlerini izlerken, sıkça rastladığım bir örneğe yine denk geldim. Ceza sahasının içinde bir pozisyon. Oyuncunun vurduğu top, rakip takımdan birinin bir yerine çarpıyor, tam hatırlayamıyorum, zaten o anda tam anlamamıştım. Bunun önemi de yok ki. Neyse işte, sonra oyuncu topa vurabilecekken, hala tehlike yaratabilecekken, kesinlik olmasa bile pozisyon yaratma ihtimaline sahipken, dönüp hakeme itiraz ediyor. Ulan önündeki boku yesene sen. Madem itiraz edeceksin, pozisyon bitsin bari. Senin bu yaptığın arkadaşlarına, takıma, hocana, taraftara ihanet. Önce işini doğru düzgün yapsana sen. Bir de onla birlikte 2-3 kişi daha hakeme doğru hücum ediyor. Ya, zaten hakem gördüyse veya bir şey varsa çalar. Ne ki bu?

Böyle ne örnekler var, anlatmakla bitmez. Oyuncu orta açıyor mesela, top önündeki savunmacının bir yerine çarpıp dönüyor, eleman hemen "hoca, faul!!". Ve o anda top önünde, hala orta açabilir. Ben o oyuncunun hocasının yerinde olsam, sanırım oyuncuyu dövebilirim. Bu kadar ahmaklık olabilir.
İşin kötüsü, bu adet Avrupa maçlarına da taşınıyor. Herifçioğlu tınlamıyor tabii ki, sonrasında da oyuncu topu/pozisyonu kaybettiğiyle kalıyor. Türk futbolu da böyle ".." gibi yerinde sayıyor.

Batista


Galatasaray'a yanlış hatırlamıyorsam 01-02'nin ortasında gelmişti. Antep'ten. Bayağı bir de kovalamıştık. Hatta ben, "yine Fener alır bunu" filan dediğimi hatırlıyorum. Neyse işte, almıştık bir şekilde.
O dönem çok iyiydi. Bize de epey faydası olmuştu, şampiyonlukta da payı büyüktü. 03-04 sezonu sonrası ayrılmıştı.
Bu gece, Süper lig özetlerini izlerken Konya'da gördüm. 3 sezondur orda. Aklıma "Fatih Terim' in onu Milan'a alacağı" söylentileri geldi. Hakikaten o kadar iyi miydi? Belki de o dönem için evet. Ama şimdi kesinlikle hayır. Öyle olsa en azından Gs'de filan olurdu tekrar. Tabii şampiyonluk sonrası sakat döneme denk geldi Gs'de. Kaos zamanları. O arada kaynadı gitti. Shakhtar'a gitti, Luce'nin yanına. Sonra da Konya'ya.

Futbolculuk böyle bir şey işte. Bir gün (söylenti de olsa) Milan'a gitme ihtimalin olsun, bir gün Türkiye ligi'nin orta sıralarında top koştur.

1000




Maldini zaten efsane, bunu her şekilde özümsedik ama, bu hafta gerçekleştirdiği şey de, artık "oha" dedirtti.
Paolo Maldini, geçen hafta sonu, Parma-Milan maçında da oynayarak kariyerindeki 1000. maçına çıktı. Yani ne diyebilirim bilmiyorum, kaç oyuncu vardır 1000 profesyonel maça çıkan? Müthiş. Ne denebilir ki.

Ben doğdum o var, ben 20 yaşına geldim, o hala var.
Yukarıdaki resme bakın bir.

Bu da sıkça biliniyor ama, hazır Maldini'ni büyüklüğü mevzu bahisken yazalım: Maldini'nin 3 numaralı forması, sezon sonunda emekliye ayrılacak; Baresi'nin 6 numaralı forması gibi. Ve o formayı ancak, şu anda Milan altyapısında oynayan oğlu Christian Maldini giyebilecek. Bir futbolcu için bundan büyük ne olabilir? Christian, şu resimdeki oğlu mu, onu bilmiyorum, kusuruma bakmayın artık.

Lig olmaz bu sezon artık da (ki olsa iyi olurdu, son sezonunda Scudetto'yla bitirmek ne güzel olurdu onun için) ,umarım Şampiyonlar Ligi'ni 6. kez kazanıp kariyerini noktalar. Koca Liverpool'un 5 Kupa 1'i var. Onun da.
Sıfata bak, "sadece 2 kulübün kendisinden fazla Kupa 1 aldığı oyuncu".

Eduardo


Aslında bilen biliyordur ne olduğunu, benim de yeni bir şey söyleyeceğim yok ama yine de bir şeyler yazmak istedim. Birmingham ile oynadıkları maçta ayağı kırıldı Eduardo Da Silva'nın. Hem de 3. dakikada. Sol ayağı. Hem de ne kırılma. Martin Taylor denen hayvan, hani amiyane tabirle "bacağı kırıp eline verdi" Eduardo'nun. Ben o anla ilgili bir resmi koyacaktım yukarı ama, tekrar tekrar görünce midemin kaldırmayacağını düşündüm. Bloga girenler için de öyledir eminim. Bir gören bir daha görmek istemez çünkü.
Görünüşe bakılırsa, en azından sezonu kapattı Brezilya asıllı futbolcu.
Tam alıştı takıma derken, belki de kariyeri bitti adamın. Her şeyi bırakın, Arsenal'de formsuz olsun, gol atmasın ama, bu adam Euro 2008'de Hırvatistan'ın en büyük kozuydu. Onlar ne yapacak peki şimdi? Taylor'a tazminat davası açsalar yeridir.

Özhan Canaydın

Her şeyimiz, Galatasaray'ımızın şu anki başkanı. Fair-play'i abartardan. İyi niyetine şüphemiz yok ancak olmadı, olmuyor, olmayacak. Amca bunu gördü ki demek ki aday olmayacağını açıkladı. Adamın bir kere tribünle arası iyi değil. Hatta iki sene önceki seçimlerde tezahürat da yazılmıştı, "Elveda Canaydın, Mart'tan sonra herkesin gözü aydın" diye. Bu Mart'mış nasip, kısmet. Adnan Polat her ne kadar bir şey söylemese de şimdiden, Ali Dürüst, Faruk Süren ve Abdürrahim Albayrak desteğiyle gireceği seçimden yüzünün akıyla çıkar diyorum.

Gaston "La Gata" Fernandez


Benden çok futbol yazısı görmezsiniz, özellikle genç yetenekler, bilinmeyen oyuncular silsilesinden profiller. Bu konuda bir Aceto'dur, bir de bizim Salih. Bana bu yazıyı yazdıran Football Manager. Oyun canımız, ciğerimiz malum. Ancak 01-02'deki Tsigalko olayından sonra ben oyunda sağlam olan genç oyuncuları hep "sıçar" gözüyle bakardım. Gaston ayrı. FM 2008'de ne yapın yapın alın bu adamı. Kariyerine River Plate'de başlamış, Monterrey'e kiraya gitmiş, dönmüş. River serbest bırakmış sonra, San Lorenzo yolları taştan. Bu senenin başından beri de Meksika'nın Tigres takımında oynuyor. İlk maçı, ilk golü dün. Lakabı "La Gata" yani "Kedi." Bir de adam Güney Amerikalı olduğundan, ben diyordum ki esmer, latin bir şeydir. Fotoda da görüldüğü üzere, saçları boya olsa bile gayet açık teni var. Maxi Lopez'in kankasıymış. Kaderleri benzemesin.