Ben Mi?


Hatırlarsınız, zamanında rapçi abilerimiz habire birbirlerine dava açıp duruyorlardı. Böylece mensup oldukları kültürü adam gibi temsil edip, efendi gibi diss atacaklarına, hem medyaya malzeme oluyorlardı, hem de bu işlerden haz etmeyen rapseveri kendilerinden uzaklaştırıyorlardı. O davalar ne oldu bilmiyoruz ama, şimdi ortada yeni bir dava var. Buyrun.

Ryan

Lappappa yazarları olarak, sevdiğimiz oyunculardan biridir Ryan Babel. Liverpool ellerinde ziyan olduğuna inanırız. Basın malum, son yıllarda birçok kez "Babel geliyor!!1" şeklinde haberler yayınladı. Tabii adam İngiltere'ye gittikten bir ay sonra çıkınca bu haberler, inanmıyorsun doğal olarak. Zaman içinde yine gördük birkaç kez. Raykard geldikten sonra da dirildi bu haberler bayağı. Yakın zamanda da Babel Rafa öküzüne gider yaptıktan sonra (ki haklı), iyice aldı başını gitti.

Şimdi, basının dönem dönem her takım için bu tip oyuncular seçtiğini biliyoruz. Babel de son dönemde zorla taraftarın kafasına sokulan oyunculardan biri. Yani böyle birçok kez adı çıkan bir oyuncuyu almak iyi değildir aslında. Çok duyulmaması güzel olur, sündürülmez haber, milletin ağzında sakız olmaz. Haldun Üstünel sağolsun, son zamanlarda bu konuda sıkıntı olmadı.
Az önce bir haber okudum Akşam'da. Diyor ki, Liverpool Arda'yı alacak. Karşılığında da, Dossena, Babel, Voronin'den birini verecek, artı para. Voronin'in döneceği yer belli, Dossena'yı da kim ne yapsın.
...
Olaya bak, hem gitme zamanı gelmiş olan yıldız oyuncun, senin öz çocuğun elden çıkıyor;hem de onunla aynı yaşta, yeteneği bilinen, umut vaad eden, hocanla aynı memleketten bir oyuncu geliyor. Artı onda da Keitavari bir durum var:Büyük kulübe gitmiş, çeşitli sebeplerden (sebep belli aslında ya, boşver) kendini gösterememiş. Yani hakikaten, eğer gerçekleşirse bir taşla iki kuş.
Yazının başında bahsettiğim kişisel sempatiden söz etmeye gerek bile yok. Belki de kolpa haberdir, bilemem. Ama ben bu ihtimale bile heyecanlandım. Ha şu var, Arda'nın gitmesi gerek ama, "bu Liverpool"a gitmesini ister miyiz? Cevap belli.

Ek:Ali Turan'la ilgili bir sürü şey dönüyor etrafta. Umarım bitmiştir. Yerli piyasada en çok işimize yarayabilecek adam.

Ek 2:Roko Ukic'in Fb'ye gelebileceği konuşuluyormuş. Onur abiye selam olsun.

Geniş-Dar




Şu formaların ne kadar bol olduğuna bakın. 7 yıl içinde gelinen noktayı, yine aynı kişiyle anlatalım. Yabancıya gitmesin.
Tabii bu işler dönem dönem. Yani bi' 10 sene sonra yine bollaşır, sonra yine daha üste oturur falan filan. Moda gibi.

Şebelek


Fotoğraf makinesi dediğin, her yerde bulunmayacak. Ya da ortamda o veya kamera varsa, sen dikkat edeceksin, böyle hani kayıt altına geçmemesi gereken bi'şey yapmayacaksın. "Noolur yeaa" da demeyeceksin. Bak güzelim Keyt'e, şebelek olmuş. Gel de bir daha ablayı izlerken aklına gelmesin bu foto...

Pires

Hayko'dan İcraatler


Bu Hayko çok acayip bir adam. Yerine yerleştikçe, kök saldıkça daha da çok yapacak böyle şeyler.

1. Serkan Çağrı diye bi' abi var. Klarnetçi kendisi. Bayağı da meşhur alanında. Genç olmasına rağmen, adına klarnet üretilecek kadar saygın. Sunduğu bir müzik programı var. Son dönemde de bir albüm çıkardı. Albümde kendisi, zamanın klarnet üstadlarından Şükrü Tunar'ın eserlerini ünlü sanatçılara söyletti, kendisi de çaldı. İşte bu albümde Hayko'nun da seslendirdiği bir şarkı var. Ne kadar iyi söylemiş, ne kadar kötü söylemiş, onu işin uzmanları belirler ama, klasik müziğimize bu şekilde katkıda bulunması, bu tip karma albümlerde yer alması, harika şeyler. Bu tip hamleler onu kendine has kılıyor işte.

2. Bunu çok zaman geçtiği için yarım yamalak anlatabilirim-böyle şeyleri hiç zamanında yazamıyorum. Şimdiden kusura bakmayın. Gece Gündüz'de izledim Ntv'de;Bir Amerikalı dayı geliyor buralara, akademisyen. Ortadoğu müziklerini inceliyor. Hani sentez işleri filan nasıl oluyor diye, geleneksel ile modern arasında. O arada Hayko'yu da buluyor, ve o araştırmalar sonucu sevdiği şarkılardan oluşan bir albüm yapıyor. O albüme Hayko'nun Bertaraf Et'ini de koyuyor, ve abi diyor ki, "geleceğin müziği budur". Yani hemen özetleyeyim, biz burda adama "Merilın Mensın çakması yeaa" diye sallarken, birileri de taa nerelerden gelip görüp kıymet biliyor, hatta övüyor da.

"Tasavvuf Meslek Yüksek Okulu"

Önce şurdan.

Zaten yok denecek kadar az ilgilenen eden, veya gerçekten vakıf olan kişi. Bir de ayağa düşürecekler. Siyasetçilerin Mevlana'yı kendilerine alet ettikleri yetmiyor sanki. Açınca memleket "manevi huzura" ulaşacak ya.

24


Ayın 11'inde Kobe Bryant'ın Staples Center'da oynanan Wolves maçında, sağ elinin yanılmıyorsam orta parmağında bir tendon yırtığı oluştu. Ama ona rağmen, maça devam etti, sol elle alley-oop pasları filan attı. Zaten önceden de sağ el işaret parmağında çatlak vardı-normal bakacak olursan sağ el iptal yani. Bir de üstüne mide rahatsızlığı yaşadı. Wolves maçının ardından deplasmanda Utah'a kaybettiler, o maçta çok iyi değildi takımı gibi, ama son dakikalarda neredeyse yine çevirecekti maçı. O maçtan bugüne 9 maç oynadılar. Bu 9 maçtaki sayı ortalaması, 36.5. 3 gün önceki 2 uzatmalı Kings maçında da dirseğini incitti, ondan bir önceki Thunder maçında da dizi dönmüştü. Sırada ne var, bilmiyorum. Bu seride ayrıca Bulls'a karşı ilk çeyrekte 20 atmalar mı dersiniz, Bucks'a karşı son 1 dakikada 6 farktan geri getirip buzzer-beater atıp maçı kazandırmak mı dersiniz, 2 uzatmaya giden maçı almak mı dersiniz, her şeyi yaptı. Cavs maçı hariç hiçbir maçta kötü isabet oranıyla atmadı.
Bu seride tek olumsuz işi, Cavs maçı oldu. Ona da, takımın maçtaki anlaması güç olumsuz performansı sebep oldu. Maçı almak için kastıkça kastı, ama olmadı. Muhtemelen Cleveland'daki maçta intikamı fena olacak.

Baba


Futbol'un babası Cruyff, 2 kız bir de oğlan babası aynı zamanda. Cruyff'un 1972 yılında kızı Susila ile çektirdiği güzel bir kare.

812718297

Ve Ertuğrul Özkök, Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği'nden ayrılmış. Yarınki Serdar Turgut yazısını 812718297 gözle bekliyorum. Yıllardır Özkök'ün bu kadar senedir nasıl o koltukta oturduğu hakkında yazılar yazan ve kendisi de o süre zarfında bir dönem Akşam'da aynı koltukta oturan Serdar dayı, eminim bunun üstüne sağlam bi' yazı patlatacaktır.

Babangida

Ntvspor'un 2008 başı gibi açılmasıyla, belki yüzde yüz olmasa da, sporseverin yerli spor kanalı ihtiyacını giderecek bir sığınak bulmuştuk. Hala maç yayınları ve programlarıyla çok seviyoruz kendisini. Çok da işimizi görecek daha. Ama böyle önemli bir misyona sahip olan bu kanal, klasik Türk yayıncılık anlayışıyla mı Mustafa Doğan-Hakan Ünsal-Sergen Yalçın gibi isimleri programlarda çıkartıyor, torpil müessesesi mi işliyor, yoksa Rıdvan Dilmen gibi bir adama sahip olan bu kanal, bu adamların yetersizliğini fark etmeyerek, büyük bir gaflet içinde mi?

Bir tanesi de şunu demesin ya:"Galatasaray'ın ön üçlüsü (bazen 4 olabiliyor) geri gelmiyor, daha fazla defansa yardım etmeliler. O zaman daha başarılı olurlar bla bla"

Canım abim, Dünyada 11 kişi defans yapan kim var? Yani deli gibi futbol oynayanlar, başarılı olan takımlar temelli defans mı yapıyor? Kariyeri boyunca en ufak futbol zekası pırıltısına rastlayamadığımız Mustafa Doğan, nasıl oluyor da Ersin Düzen'in karşısında kasıla kasıla konuşabiliyor? Aklıma art niyetli şeyler geliyor, kimse bize mantık çerçevesinde bu işleri anlatamaz abi. Bi' tane efendi gibi kanalımız var, onun da haline bak.
Belki bu konuda daha önce de yazmış olabilirim ama umrumda değil. Bu gerizekalı yorumları gördükçe her seferinde yazacağım.
Merak ettim şimdi, Yenilsen de Yensen de'deki blogger arkadaşlar hiç bu tip bir meseleden bahsetti mi. Eminim bahsetmişlerdir.

23


Ablamızın son icraati, Nil'in son klibi Kırık'ta oynamak olmuş. Dün sabah klibi izledim, ama kendisini görmemiştim, akşam bi' yerde okudum sonra. Dikkat etmedim sanırım, bi' sürü kişi daha var, Nihat Odabaşı, Sinan Engin filan. Zevci Serdar bey de vardı, keliyle.
Şimdii, Teoman'a söz verdik, dizi senaryosu yazdık, klipte oynadık. Eski kitaplardan bölümler alıp "seçmece" kitap yaptık-23 milyon da fiyat biçtik. Ne kaldı, ya da ne var sırada?

Allahım, çok sevdiğim insanlardan birinden nefret etme sürecine iyiden iyiye girmiş durumdayım, sevgilim beni terketse bu kadar koyar mıydı bilmiyorum.

Kiriş


Reha Muhtar'da bizim göremedeğimiz bir şeyler olmalı. Ya da bi gizli örgütün başı filan. Onun kadar kabiliyetsiz olup da medyaya demir atmış adam çok, mesele o değil. Nasıl olup da, bu kadınlarla ilişki yaşayabiliyor? Ne yapıyor, nedir yani? Para olduğunu sanmıyorum kritik noktanın. Konu oysa, daha iyisini bulurlar. Yani ortada, bizim tanıdığımız-bildiğimiz Reha Muhtar'dan farklı bir şeyler var. Nedir bilmem.
Hadi Nilüfer'i geç, Gülşen ve Deniz Uğur nedir ya. Hadi tamam, Gülşen'i de geç, ben bu kadını aklı başında bi'şey sanırdım lan, Reha Muhtar ne? İnsanın bunların Vatan'da karşılıklı, birbirlerine bakan sayfalarını gördükçe, 14 yaşındaki sevgilisinden ayrılan ve babasıyla habire kapışan ergen gibi, hayata-tanrıya-düzene isyan edesi geliyor. İsyan demişken, Zekai Kirişçi'ye selam olsun.

Rotasyon

1. Chelsea kadrosunda tam 4 sağ bek var. Ve hepsi de şans buluyor. Mesele "abi 4 tane kupada oynuyolar yea, şans bulucaklar tabi" değil. Yapamayan da var onu. Bi' düşünmek gerek.

2. Benim babam teoride 30 küsür yıldır futbol izliyor. Ama hala şöyle bi'şey yaşanabiliyor:

-Kadro nasılmış?
+Şunlar şunlar, bi' de şunlar
-X niye yok?

Özellikle bu sezon çok yaşandı bu. Genellikle de Gs hücum hattıyla ilgili oldu. Ve ben de bir yerden sonra, Gs'nin hücum hattının çok bereketli olduğunu, bu yüzden hepsinin bir arada oynayamayacağını ve bazı maçlarda bazılarının yedek kalabileceğini o kadar çok anlatmaya uğraştım ki, bir yerde sonra vazgeçtim.
Yani, bir futbolcunun oynamaması için, hocanın onu sevmemesi, ona takması, ya da son ihtimal, sakat olması gerekiyor. Öbür türlü, "rotasyon" diye bir şeyi bilmeyen bünye, "niye oynamadı" diye soruyor. Pique-Marquez var, Puyol niye yok? E bi' sebebi yok, hocanın kararı. Bunu anlamak o kadar zor olmamalı ama, memleketteki futbolla alakadar olanları çoğu bu durumda.

3. Gazeteler, sürekli şu kalıpta haberler kullanır:"Bilmemnespor'un başarılı oyuncusu X, hoca ona şans vermediği için, gitmek istiyor." Haber yanlış olabilir, mesele o değil.
Şimdi, bu habere bakınca, anlaşılan şu:Hiçbir oyuncu yedek kalmamalı, hepsi oynamalı. Kimsenin yedek kalmaya hakkı yok. Yedek kalan, gitmeli...
Yani oynayanlar adam, yedekler orospu çocuğu. Birileri 11'de olacakken, kimse "nöbette" olmayacak mı yani, nasıl bir mantık bu.
Bir takımın kadrosundaki bütün oyuncuların, bu meseleyi özümsemesi gerek ki, takımda sorun çıkmasın. Yani bu meselenin en uç kullanımı Barcelona'da yaşanıyor mesela. Messi'nin yedek kulübesine oturduğunu, geçen sezon da, bu sezon da gördük sıkça. Ya da Real'de, Kaka birkaç kez yedekti. Umarım insanların aklına hocanın da "bir bildiği" olduğu, bir planı olduğu geliyordur.

2 Gün

Az önce Tottenham-West Ham maçını açtım. Dedim ki "yahu bu hafta Tottenham başka takımla oynamamış mıydı ?" Sonra sağ üst köşede canlı yazısını okuyunca ekrana bakakaldım. "Ben mi yanlış hatırlıyorum, yoksa bu adamlar Cumartesi maç yapmamamış mıydı" diye bir soru daha sordum kendime. Baktım internetten, adamlar 26'sında maç yapmışlar, bugün 28'i ve bir Premier Lig maçı daha yapıyorlar. Yani 26'sında maça çıkmışlar 27'sinde ya dinlenmişler, ya da antrenman yapmışlar, bugün yine bir lig maçına çıkıyorlar. Ayrıca bu lig bizim liglere benzemiyor bildiğiniz üzere. Türkiye'de oynanan futboldan en az 2 kat daha fazla efor sarfediyor futbolcular. Ama hiç mızmızlanmadan, tatilimiz yok mu hacı demeden paşa paşa maça çıkıyorlar. Biz hala, "Perşembe maçımız vardı, pazar sabahı yerine akşama koysalardı maçı ne olurdu" diyelim.

E

Bilen bilir, Georges Perec'in, Kayboluş (La Disparition) isimli bir kitabı vardır. Bu kitapta hiç "e" harfi bulunmaz. Ve bu kitabın Türkçe çevirisi de bulunmaktadır ki, olay iyice kafa yedirtecek seviyeye gelir. Bu kitabı almıştım-ki ayrıca Ayrıntı'nın yayımladığı 400. kitaptır. Ve başlamıştım da. Ama sırf bu "e" harfinin yokluğu o kadar inanılmaz geliyor ki, yarıda bırakmıştım. Yeniden başlayıp bitirmek farzdır.

Kitap ve yazar hakkında biraz araştırma yapmışlığım vardı ki, bir ayrıntıdan haberim yokmuş. Az önce haberdar oldum, sabahın kör vaktinde dumurlardan dumur beğendim:Perec'in bir de, sesli harf olarak sadece "e" harfi kullanılan bir romanı varmış-Les Revenents. Kayboluş'u da çeviren Cemal Yardımcı'nın, o kitabı da çevirmeyi düşündüğü bilgisine ulaşmış durumdayım. Umarız kafayı kırmadan çevirebilir. Ben daha hiçbir şey diyemiyorum.

Fab Five

Jaelen




Boston'ın şampiyon olduğu sene hep dikkatimizi çekiyordu. Bençte bi' tane velet, şirince. Dolanıp duruyor, kenara gelenlere el ediyor. Herkes de sanki takımın bir parçasıymış gibi karşılık veriyor. İlk başlarda anlamadık. Sonradan öğrendik ki, kendisi Eddie House'un oğluymuş. İsmini ise daha da sonra öğrendik:Jaelen. Şu meşhur garip zenci isimlerinden biri. Tayshaun gibi.
Yaşı da 10 anca var.

Geçenlerde netten maç izliyorum, yine kastıra kastıra. Reklam girdi. Baktım tanıdık bir sima. İlerledi reklam. Tanıtılan programın ismi My Dad Is A Pro. Tam anlayamadım olayı ama, veledin yediği haltlar anlatılıyor sanırım gün içinde. O derece ünlenmiş oralarda herhal. Minnacık bi'şey, oradan oraya koşuşturuyor. Aşağıdaki resimler de o programın çekimlerinden sanırım.



Şu resim de, sanırım final serisinde Paul Pierce'ın efsanevi geri dönüşü. Eleman yine orda.


Dayısı da Mike Bibby'dir, ona göre.


J J


"Merak etmeyin, kafanızdaki tüm soru işaretlerini tek tek çözeceğiz ve dizi sona erdiğinde hiçbir detay boşlukta kalmayacak."

Bak kalsın sonra ne oluyor. Dininden girip ırkından çıkmıyor muyum.

Garip edit:Tam yukardaki cümleleri yazarken, sağımdaki televizyonda dinci dayılar İsrael bayrağı yakıyordu. İndi, bu ne demek?

Baron


NBA'in dayaklık adamları arasında belki de bir numara Baron Davis. Hatta spor dünyasında. Oynamak isterse, ne ala, gider yüzüğü bile alırsın belki. Ama istemezse de küme düşürür pezevenk.
Bak herif şimdi de gitti son 16 maçında tek mağlubiyeti olan Boston'ı yenmelerini sağladı. 24 sayı 13 asist, 3 ribaund ve 3 top çalma. İlaveten de buzzer-beater. Cıvıklıkları yüzünden olduğundan daha aşağıda görülüyor ama, efendi gibi oynamak isteyen halini düşünürsek, ligin en iyi 5 pg'sinden biri.

Baros


Abiyi daha bi' sevdik. Zorla veya arkadaş hatırına çekilmediyse tabii.

Stoke City - Galatasaray


1976-1977 sezonu başlamadan Galatasaray "futbolun beşiğine" kampa gitmiş. 6 hazırlık karşılaşması yapıp dönmüş. O zamanlar için İngiltere'de kamp yapmak büyük olay tabi. Adamlar futbolu takır takır oynuyorlar, biz ise daha "beşikteyiz" o yıllar. Galatasaray 4. lig takımlarına bile farkla mağlup olsa da, vizyon sahibi olduğunu bir kez daha gösteriyor bu kamp tercihi ile. Çok şey öğrendiği, en azından futbol kültürünü tattığı tartışılmaz.

Şimdilerde Tuncay ile meşhur olan Stoke City ile de maç yapmışız o kamp sırasında. Bu maç öncesinde de takımlar birlikte bu güzel pozu vermişler. Stoke City o zamanlar da 1. lig de yani şimdiki Premier Lig'de oynuyormuş. Çok şey öğrendiğimize inandığım kamp sezonundan güzel bir hatıra fotoğrafı. Beyaz giyenler biziz.

Not: Bir daha bu takımlar ne zaman karşılaşır bilinmez.

Dayılar



İki efsane. Sezon muhtemelen 72-73. İkisi de öz be öz dayım olur.

Turkuaz


Can Arat oynuyor. Önder kaptan-belki de ilk ve tek. 2-0'lık mağlubiyet. Ve de bir daha giyilmeyen turkuaz. Güzelim forma ilk maçtan yalan olur mu be.

Cruyff&Kaiser 2


Kitap Vs

Kitaplar, edebiyat vs. hakkında yazacağım birkaç şey var. Şimdi bunları 3-4 post yapıp da israf etmeye gerek yok. Zaten yeterince kalabalık Internet alemleri. İçine alamadığı mokarları bloguna yazan kızlar mesela. Veya gayliğini cümle aleme duyurmak isteyen abiler. Hani zaten fazlasıyla homofobik var memlekette, olmayanlar da onların bu sömürüsü yüzünden olacak.
Başlayalım:

- Çarşamba günü Vatan'ın verdiği kitap ekinde, Ahmet Tulgar abimizin bir yazısı var. Yazı, Thomas Mann'ın Lotte Weimar'dasının "artık Türkçede" olması hakkında. E abi, iyi hoş da, o zaman geçen benim korsan kitapçının gerçek kitap bölümünden aldığım (buna geleceğiz), 1992 basımlı Ara Yayıncılık'tan çıkan Lotte Weimar'da ne?
Dahası, ilavenin içinde, Buket Uzuner'in bu 2 versiyonun da çevirisini yapan Gürsel Aytaç'la ilgili bir yazısı var. Olaya bak lan. Kimse farkında değil mi durumun. Hatta Uzuner yazısını, "Elimde bir Gürsel Aytaç çevirisi olan Lotte Weimar'da ile evime döndüm" filan diyor. Ne güzel. Daha da beter oldu vaziyet. Burda karlı olan benim, elimde aynı kitabın, çevirmeni de aynı olan ilk baskısı var, 17 senelik. Arada çok fark olacağını sanmam.

-Kitapçıdayım bugün, daha önce bir Idefix siparişinde alacak olduğum, ama sonra vazgeçtiğim bir kitaba rastladım. Pek ortalarda olmadığını da biliyorum, hemen dikeldim. Mevzu bahis kitap, Yevgeni Zamyatin'in Biz'i. Önemini araştırmalarım sonucunda farketmiş, ve listeye yazmıştım.
Ama artık ne olduysa, listeden çıkmıştı sipariş verilirken. Neyse. Ben gördüm malı, atladım hemen. Daha kafamı kaldırır kaldırmaz, aynı kitabın, başka bir yayınevinden nüshasını gördüm. "Lan nooluyo" demeye kalmadan, iki kopya arasında, nerdeyse 100 sayfa fark olduğunu görmemle afallamam bir oldu. O sorun olmasa Ayrıntı'nınkini alıp gideceğim;hem "Ayrıntı" olmasından, hem de daha eski versiyon olmasından sebep. Gittim elemana sordum, o da sağolsun pek bi' güler yüzlüydü. Ne yapayım filan derken, dedi "sen bunu al, yeni versiyon bu". Eğer uyanıklık yapıp, Ayrıntı baskısını kendine saklamadıysa, sağolsun. Diğeri Versus'tan. Bu yaz basmışlar. Zaten nette biraz bakınınca da, kitabın uzun zamandır yeni baskısının yapılmadığı öğreniliyor, ihtiyaç varmış da yani. Arayan bulur. Ama merak ediyorum yani, nasıl oluyor o kadar sayfa fark...

-Buket Aşçı denen hanfendi, sanırım Hakan Günday'ı "selebriti" yapmak, bir Orhan Pamuk, bir Elif "Shafak" yapmak için kolları sıvamış durumda. Çünkü ikidir kendisinin Hakan Günday'ı popülarize etmek için çabalarını görüyoruz.
İlki, haftasonundaki Vatan eklerinden birindeydi. "2009'a damgasını vuran kitaplar" gibi bir kategori açılmış. Tepesinde de Ziyan var. Neden? Herkes biliyor böyle bi'şey olmadığını. Ama abla, piyasanın içinde olmasına rağmen meseleyi yanlış algılamış sanırım. Ya da az önce yazdığım gibi, garip bir Hakan Günday'ı popülarize etme çabası var. Evet, yazdığı gibi çok beklendi Ziyan, gün sayanlar oldu (kulunuz dahil), ama hani, bir Lost Symbol'u bekler gibi bir bekleyiş değildi bu. Bilen biliyordu ve bekliyordu. Artı, 2009'a en çok damgasını vuran kitabın ne olduğunu, bizim yan komşu Melahat abla bile biliyor.
İkincisi, az önce bahsedilen Vatan Kitap'ta kapak yapılması. Röportaj yapılır, sorun değil. Ama geniş röportaj yapılıp, sonra da cart diye kapağa koyarsan (ha, esas kapakta reklam var gerçi. İçte kalıyor bu, ama mesele o değil) olmaz.
Belki de yanlış bakıyorum. Bilmiyorum. Ama bu adam bu işlerin içine bu kadar girmesin abi, elimizde bir tane efendi gibi Türk yazar var. Hem de kendi yazdığı türde (o pek kabul etmiyor ama) dünya çapında. Eminim dışarda yayınlansa yer yerinden oynar-dil farkı sebebiyle aynı etkiyi verememe ihtimali tabii ki var. İnsan korkuyor bunu da genele yayacaklar, sonra boku çıkacak diye. Zaten halihazırda yüzlerce özenti adam var onu okuyan. Bir de bu gereksiz/aşırı popülerleşme işi, tuz-biber ekiyor. Olmasın abi.

Bir de bu abla, fotoğraflarda acayip şirin, pozitif çıkıyor;fakat bir kere televizyonda gördüm. Görmez olaydım. "Allah canım al" diye sunuyordu Skyturk'teki programı. Hele bir kapatışı vardı, üf. Kasıyor olabilir Tv ortamları.

-İkamet ettiğim yerde, şu anda Migros-Karfurları saymazsak eğer, resmi kitapçı yok. Hepsi, korsancılar. Tanesi 5'ten. Bana da ya netten sipariş vermek, ya da yarım saat git-yarım saat gel yok çekip, kısıtlı bir kitapçıdan kitap almak düşüyor. Netten her zaman alamıyorum, çünkü büyük, toplu para olması gerek;o dediğim yeri alalım, orası da elden kitap almak konusunda güzel oluyor, ama kısıtlı. Yani yakın olsa, getirtirim bi'şeyler, ama ona izin vermeyecek kadar uzak bana. O da olmuyor. Artık idare ediyoruz.
Oturduğum yerde işte, "son kale de düştükten sonra" ortam korsancılara kaldı. Ama bir tanesi var ki, of. Bu abiler, artık eski dükkandan mı ellerinde kalma, yoksa başka yerden mi geliyor nedir, tükenin arka kısmına, böyle bir köşeye, korsan olmayan kitapları diziyorlar. Ve de bunları 2-3 milyondan satıyorlar. Oradan neler neler buldum, hala inanamıyorum-bulmaya da devam ediyorum. Bugün uğradığımda dayı bana "abi geçen 600 tane geldi, çoğu satıldı valla" filan dedi ben sormadan. İçim gitti tabii ama, abiye "olsun abi, kısmet napalım" dedim. Orası çok işime yarayacak daha. Korsandan yakınırken, korsan olgusunun bu şekilde okur kısmına yardımcı olması, çok garip.

Umut Bulut

Dep

Biri bana şu sorunun cevabını verebilir mi:Neden Trabzonspor ve Beşiktaş, (çoğu) deplasmanda, kendi sahasından daha istekli, daha baskılı, daha pozitif oynuyor? Nasıl oluyor bu? Hani bir zamanlar Beşiktaş için, seyircinin desteğinin olumlu değil de olumsuz etki ettiği söylentisi vardı, o tip bir durum mu-dışarda daha rahat mı oluyorlar? Adamların kendi evindeki maçlarına bakıyorsun, Edremitspor daha iyi. İlginç işler.

6

“altı yaşımdayken bir arkadaşımı kaybettim. o gün o üzüntüyle isyan ettim ve allah’ı sorgulamaya başladım. küçücük, masum bir çocuk ölmeyi hak etmek için ne yapmış olabilirdi? daha sonraları ise bu düzeni kuran bir şeylerin varlığına inanmaya başladım ama bunun ne olduğuyla ilgili değilim. mesela ikinci hayata filan inanıyorum ben sadece daha iyi bir insan olmaya, egomu ve komplekslerimi törpülemeye çalışıyorum. illa ki bir dine bağlanacaksam budizm gibi bir şeyi tercih ederim.”

İşte abla, sen orayı çözemediysen bunca yıldır, bundan sonra da zor. Koca Papa bile gidip, toplama kamplarında "Bunlar olurken tanrı nerdeydi" gibi abuk bir laf edebiliyorken, Lale Mansur'un böyle konuşması da bi' yerde normal. Bir anlasanız, Tanrı'nın elinde asa, "şu olsun, bu olmasın" diyen bir sakallı dededen farklı bir mevzu olduğunu.

Decade


2009'un bitimi yaklaşalı beri, Nba.comda olsun, Yahoo sports'da olsun, "x of the decade" temelli yazılar çoğalıyor. Bir tanesine daha az önce denk geldim. Yine Howard yalamalığı yapmışlar, onun haricinde sorun yok. Şöyle buyrun.

Rocky 5




Schumi


Hoşgeldin hacı dayı.

Çok möhüm not:Michael Schumacher, eskiden Mclaren-Mercedes, şimdi ise Mclaren olan takıma değil;geçen sene Brawn Gp, bu sene ise adı değişip Mercedes Gp olan takımda mücadele edecek. Yani ortada "satış" filan yok. Bunu bilmeyip de konuşan gerizekalılar var, aman siz de öyle olmayın.


Yıl 1943...

Güzel Formalar 47



Liverpool 06-07 away. Kimi zaman koyu away'lerinde kullandıkları yeşil rengi, bu kez beyaz'a destek renk olarak kullanmışlar. Asimetrik kullanmaları da daha hoş olmuş. Bizim 05-06 beyaz gibi.

150.000


Daha önce Adnan Menderes'in 100.000 kişilik bir stad projesi olduğunu biliyordum. Her nedense evimde 50'li yıllara ait belediye ya da hükümetin yapmış-yapacağı projelerin yer aldığı dev bir kitap var.

Demirel Menderes'ten aldığı bayrağı daha da ileriye taşımaya karar vermiş. İstanbul'a 100.000 kişilik stadın yetmeyeceğini düşünmüş, 150.000 kişilik bir stad projesi yapmış ve 1976 yılında bu konu için bütçe ayırıp stadı yapmaya kesin karar vermiş. Genel mantık oldukça düz, büyük stad yapmak Türk halkını spora teşvik edecekmiş. Ben size söyleyeyim, o stad yapılsaydı bu zamana kadar kalmazdı. 10 yıla yıkarlardı. Ayrıca o stada harcanan para yüzünden Demirel'i belki Cumhurbaşkanı olarak bile göremeyebilirdik. Zaten bunu farketmiş olacaklar ki hiç bulaşmadılar. Ayrıca bu stadı öyle saçma sapan bir yere yapmayı düşünmüşler ki, o zaman oralarda yerleşim dahi yok. Maksimum 10.000 kişiye oynardı.

Her neyse işte bu dev stada Sporun gelişmesi amacı ile aktarılacak paraları, gerçekten sporun ve ilginin gelişmesi için aktarsalarmış daha bir faydalı olurmuş ülkemize. Ama görüyoruz ki onu da yapmamışlar. E o zaman nerede bu 76 bütçesi ?

Şımarık Çocuk



Dayı doğru söylemiş. Cruyff geldi geleli ne Barcelona, ne de Hollanda Milli Takımı iyi durumda. Böyle giderse Hollanda Futbolu batar. Ayrıca Johann Cruyff, İspanyol Futbolunu bitirmek için gönderilen bir ajandır. Futboldan zerre anlamaz. Anca sigara tüttürür şerefsiz.

Görünmeyen


Paul Auster'ın yeni kitabı Görünmeyen, yakında piyasada olacakmış. Yeni bir Paul Auster kitabı her zaman heyecanlandırır. Ama eğer bir Auster kitabı hakkında "yazarın en önemli romanı" denmişse, o zaman işler değişir.
Beklentinin artması iyi değildir aslında. Bir de Amerikanların böyle kes(k)in laflar etmeyi sevdiğini bildiğimizden, çok kapılmamak lazım. Okuyalım, bakar anlarız.

Vahiy


Evet itiraf ediyoruz. Katalan Karması'nın Türkiye'deki propaganda işlerini biz devraldık. Maçın 2 gün öncesinden başladık postlara, kafa karıştırmaya. Şimdi de ortam hazır. Maçı 14 milyon insan izleyecek memlekette. Garanti.
Bu önceki maçla ilgili olan. Yarınki maça hazırlayamadık, para yetmedi.

Marx

"Ivan Ergic Marksizmin 21. yüzyıldaki zaferidir" desek, çok mu büyük laf etmiş oluruz?

Keşke onun gibileri daha çok olsa. Efendi gibi futbolcu demeçleri okusak daha fazla, maç bitiminde üstüne düşüneceğimiz laflar eden topçular olsa.

Kısa Pantolon

"Kendisi kısa pantolon ile gezerken, Rijkaard Cruyff ile futbol üzerine sohbet etmekteydi."

Ekşi sözlük'ten there is nothing left for me'nin Hakan Ünsal insanı ile ilgili entry sinden. Tamamını okumak isteyen ilgili başlıkta bulabilir.

Kata

Hazır konu açılmış, Katalan Milli Takımı'yla ilgili bazı resimler koyalım. Tanıdık çok.




Delikanlı


Ben Katalanlar'ı anlamakta güçlük çekiyorum. Arkadaş hem İspanya'dan nefret ediyorsun, hem de İspanya Milli Takımında oynuyorsun. Şampiyon olunca en çok sen seviniyorsun, kupayla hoplayıp zıplıyorsun. Daha sonra Real Madrid maçında gol atınca Katalan bayrağı ile bezenmiş kaptanlık bandını Real başkanına kaldırıp öpüyorsun. Taraftarın aşağıdaki pankartı açıyor, ama Euro 2008'den sonra da sokaklara dökülüyor.


Nedir arkadaşım bu tezatın senin. O kadar delikanlıysan reddet Milli Takımı. Ya da geç bu hareketleri. Ben anlamıyorum açıkçası ve samimiyetsiz geliyor bu Katalanlar'ın hareketleri. ( Bu arada takım ya da kişinin kim olduğu mühim değil. Herhangi bir Katalan takımı taraftarı ve futbolcusu yapsa bu hareketleri, onun için de yazardım. Barça'ya özel değil yani. Ayrıca konunun milliyetçilikle de alakası yok, konumuz olaydaki tezatlık sadece)

Beko


Basketbol'dan pek çakmayan biri olarak bugün öğrendiğim bu haber beni bir hayli şaşırttı. Şu sıralar Premier Lig'i de seyrediyor olmam bu başlığı açmama sebep oldu. Bu 2 farklı spor olayının ne alakası var derseniz birbiriyle, başlığa bakın derim.

Bugün öğrendiğim ilginç haber şu; Beko bildiğiniz üzere Türkiye Basketbol 1. liginin resmi isim sponsoru. İlginç olan aynı firma Almanya Basketbol 1. liginin de resmi isim sponsoruymuş. Ligin orjinal adı da; Beko Basketball Bundesliga. Bildiğiniz gibi İngiltere Premier liginde de maçları izliyorsanız, 2 dakikada bir bütün maçlarda, bütün stadlardaki elektronik reklam panolarında Beko reklamı geçtiğini görürsünüz. Yani bir takımın değil, Premier Ligin sponsorudur Beko. Geçenlerde THY'nin Barcelona'nın inanılması güç şekilde resmi sponsoru olmasından çok önce Beko da uluslar arası büyük organizasyonlara sponsor olmuş. Yani boşuna demiyorlarmış bir dünya markası diye. Belki şu Almanya Bundesliga olayını bir ben bilmiyorumdur ama şaşırdım görünce. Ayrıca Barça-THY kadar olmasa da Milwall'ın göğüs reklamı da Beko'dur. Bu arada Beko ile hiçbir alakam yok, para da vermediler :)

Chosen 2


Anderson Varejao'yu dövmek için başka sebepler de var gördüğünüz gibi.

Kime Niyet Kime Kısmet


Henüz 19 yaşında olan Cevat Prekazi'yi Fenerbahçe transfer etmek istemiş 78 yılında. Gazeteler o kadar kesin konuşmuş ki 30 senede hiçbir şeyin değişmediğini anlıyoruz. Sonuç olarak hepimiz görüyoruz ki Fenerbahçe'ye gitmemiş ve o dedikodu çıktıktan 7 sene sonra bu adam Galatasaray'a gelerek efsane olmuş. Formalara bakarken tesadüfen karşıma çıkan bir haber. 30 senede değişmeyen bir şey de bu 2 takımın aynı oyunculara salça olması.