Kitap Vs

Kitaplar, edebiyat vs. hakkında yazacağım birkaç şey var. Şimdi bunları 3-4 post yapıp da israf etmeye gerek yok. Zaten yeterince kalabalık Internet alemleri. İçine alamadığı mokarları bloguna yazan kızlar mesela. Veya gayliğini cümle aleme duyurmak isteyen abiler. Hani zaten fazlasıyla homofobik var memlekette, olmayanlar da onların bu sömürüsü yüzünden olacak.
Başlayalım:

- Çarşamba günü Vatan'ın verdiği kitap ekinde, Ahmet Tulgar abimizin bir yazısı var. Yazı, Thomas Mann'ın Lotte Weimar'dasının "artık Türkçede" olması hakkında. E abi, iyi hoş da, o zaman geçen benim korsan kitapçının gerçek kitap bölümünden aldığım (buna geleceğiz), 1992 basımlı Ara Yayıncılık'tan çıkan Lotte Weimar'da ne?
Dahası, ilavenin içinde, Buket Uzuner'in bu 2 versiyonun da çevirisini yapan Gürsel Aytaç'la ilgili bir yazısı var. Olaya bak lan. Kimse farkında değil mi durumun. Hatta Uzuner yazısını, "Elimde bir Gürsel Aytaç çevirisi olan Lotte Weimar'da ile evime döndüm" filan diyor. Ne güzel. Daha da beter oldu vaziyet. Burda karlı olan benim, elimde aynı kitabın, çevirmeni de aynı olan ilk baskısı var, 17 senelik. Arada çok fark olacağını sanmam.

-Kitapçıdayım bugün, daha önce bir Idefix siparişinde alacak olduğum, ama sonra vazgeçtiğim bir kitaba rastladım. Pek ortalarda olmadığını da biliyorum, hemen dikeldim. Mevzu bahis kitap, Yevgeni Zamyatin'in Biz'i. Önemini araştırmalarım sonucunda farketmiş, ve listeye yazmıştım.
Ama artık ne olduysa, listeden çıkmıştı sipariş verilirken. Neyse. Ben gördüm malı, atladım hemen. Daha kafamı kaldırır kaldırmaz, aynı kitabın, başka bir yayınevinden nüshasını gördüm. "Lan nooluyo" demeye kalmadan, iki kopya arasında, nerdeyse 100 sayfa fark olduğunu görmemle afallamam bir oldu. O sorun olmasa Ayrıntı'nınkini alıp gideceğim;hem "Ayrıntı" olmasından, hem de daha eski versiyon olmasından sebep. Gittim elemana sordum, o da sağolsun pek bi' güler yüzlüydü. Ne yapayım filan derken, dedi "sen bunu al, yeni versiyon bu". Eğer uyanıklık yapıp, Ayrıntı baskısını kendine saklamadıysa, sağolsun. Diğeri Versus'tan. Bu yaz basmışlar. Zaten nette biraz bakınınca da, kitabın uzun zamandır yeni baskısının yapılmadığı öğreniliyor, ihtiyaç varmış da yani. Arayan bulur. Ama merak ediyorum yani, nasıl oluyor o kadar sayfa fark...

-Buket Aşçı denen hanfendi, sanırım Hakan Günday'ı "selebriti" yapmak, bir Orhan Pamuk, bir Elif "Shafak" yapmak için kolları sıvamış durumda. Çünkü ikidir kendisinin Hakan Günday'ı popülarize etmek için çabalarını görüyoruz.
İlki, haftasonundaki Vatan eklerinden birindeydi. "2009'a damgasını vuran kitaplar" gibi bir kategori açılmış. Tepesinde de Ziyan var. Neden? Herkes biliyor böyle bi'şey olmadığını. Ama abla, piyasanın içinde olmasına rağmen meseleyi yanlış algılamış sanırım. Ya da az önce yazdığım gibi, garip bir Hakan Günday'ı popülarize etme çabası var. Evet, yazdığı gibi çok beklendi Ziyan, gün sayanlar oldu (kulunuz dahil), ama hani, bir Lost Symbol'u bekler gibi bir bekleyiş değildi bu. Bilen biliyordu ve bekliyordu. Artı, 2009'a en çok damgasını vuran kitabın ne olduğunu, bizim yan komşu Melahat abla bile biliyor.
İkincisi, az önce bahsedilen Vatan Kitap'ta kapak yapılması. Röportaj yapılır, sorun değil. Ama geniş röportaj yapılıp, sonra da cart diye kapağa koyarsan (ha, esas kapakta reklam var gerçi. İçte kalıyor bu, ama mesele o değil) olmaz.
Belki de yanlış bakıyorum. Bilmiyorum. Ama bu adam bu işlerin içine bu kadar girmesin abi, elimizde bir tane efendi gibi Türk yazar var. Hem de kendi yazdığı türde (o pek kabul etmiyor ama) dünya çapında. Eminim dışarda yayınlansa yer yerinden oynar-dil farkı sebebiyle aynı etkiyi verememe ihtimali tabii ki var. İnsan korkuyor bunu da genele yayacaklar, sonra boku çıkacak diye. Zaten halihazırda yüzlerce özenti adam var onu okuyan. Bir de bu gereksiz/aşırı popülerleşme işi, tuz-biber ekiyor. Olmasın abi.

Bir de bu abla, fotoğraflarda acayip şirin, pozitif çıkıyor;fakat bir kere televizyonda gördüm. Görmez olaydım. "Allah canım al" diye sunuyordu Skyturk'teki programı. Hele bir kapatışı vardı, üf. Kasıyor olabilir Tv ortamları.

-İkamet ettiğim yerde, şu anda Migros-Karfurları saymazsak eğer, resmi kitapçı yok. Hepsi, korsancılar. Tanesi 5'ten. Bana da ya netten sipariş vermek, ya da yarım saat git-yarım saat gel yok çekip, kısıtlı bir kitapçıdan kitap almak düşüyor. Netten her zaman alamıyorum, çünkü büyük, toplu para olması gerek;o dediğim yeri alalım, orası da elden kitap almak konusunda güzel oluyor, ama kısıtlı. Yani yakın olsa, getirtirim bi'şeyler, ama ona izin vermeyecek kadar uzak bana. O da olmuyor. Artık idare ediyoruz.
Oturduğum yerde işte, "son kale de düştükten sonra" ortam korsancılara kaldı. Ama bir tanesi var ki, of. Bu abiler, artık eski dükkandan mı ellerinde kalma, yoksa başka yerden mi geliyor nedir, tükenin arka kısmına, böyle bir köşeye, korsan olmayan kitapları diziyorlar. Ve de bunları 2-3 milyondan satıyorlar. Oradan neler neler buldum, hala inanamıyorum-bulmaya da devam ediyorum. Bugün uğradığımda dayı bana "abi geçen 600 tane geldi, çoğu satıldı valla" filan dedi ben sormadan. İçim gitti tabii ama, abiye "olsun abi, kısmet napalım" dedim. Orası çok işime yarayacak daha. Korsandan yakınırken, korsan olgusunun bu şekilde okur kısmına yardımcı olması, çok garip.

0 yorum: