Başlamadan:
~
Russell ve Bradley, farklı sözlerle aynı noktada buluşuyordu: Oyuncular, yeteneklerini takım arkadaşlarınınkiyle birleştirmelerine göre değerlendirilmeliler, istatistiklere göre değil. Herhangi bir oyuncu sadece bir sezonluğuna bu birleştirmeyi yapabilir. Ancak bu bağlantıyı bulmak, geliştirmek ve üstüne koymak, şampiyonluğu kazanmak, bir aradalığı sürdürmek, kaçınılmaz engellerden kurtulmayı başarmak, daha aç düşmanlarınızı defetmek ve daha çok başarı için geri dönmek... İşte bu bir şampiyonun işi. Russell'ın açıkladığı gibi, "Şampiyonluğu korumak, kazanmaktan daha zordur. Bir kere kazandıktan sonra, bazı kilit isimler muhtemelen oynadıkları rol hakkında hoşnutsuzluğa başlarlar, bu da kazanmak için gerekli olan takım konsantrasyonunu korumayı zorlaştırır. Aynı zamanda bir kez kazanmışsınızdır, bir dağı ilk kez tırmanacak olan insanlarla kıyaslandığınızda onlar kadar inançlı olamazsınız, kazanmak artık sizin için yeni bir şey değildir. Bir de, son şampiyonluğun otomatik olarak yenisini de getireceğine dair kötü bir inanca kapılırsınız. Halbuki oraya çıkıp bunu maçtan maça, sırayla gerçekleştirmelisiniz. Üstelik, artık yaşlanmışsınızdır ve vücut şiddete ve acıya daha az dayanıklıdır. 30-35 yaşları arasında, artan baskı ve acılara dayanabilen motivasyona sahip olan birini bulmuşsanız, bir şampiyon buldunuz demektir."(29)
Ben yukarıda "istatistikler" veya "sayılar" diye bir kelime görmedim. Bunlar tamamen kazanmakla alakalı paragraflar. Şimdi bana hangi takımın playofflar başlamadan önce Sır'ı keşfettiğini söyleyebilirsiniz. Celtics 2007-2008 pre-season'u göze çarpar nitelikte dar ve birbirine bağlı, Garnett/Allen takaslarıyla yenilenmiş, İtalya'ya cep telefonlarını evlerinde bırakarak -ki bu gelenek dışı bir şekilde onları birbirine bağlamanın etkin bir yoluydu- giden bir grupla bitirdi.(30) Kendilerine "Ubuntu" denilen, Bantu* dilinden türetilmiş ve kabaca birliktelik anlamına gelen bir slogan buldular. Birleşik Devletler'e döndüklerinde bile birlikte takılıyorlardı; mesela maç sonrası yemeğine veya sinemaya üç oyuncu gitmek yerine her seferinde en az dokuz veya on kişi oluyorlardı. Her hava atışından önce Eddie House ve James Posey masa hakeminin orada ayakta durup maça başlayacak beşi tek tek karşılıyordu.(31) Eddie ayrıntılı bir şekilde her biriyle farklı tokalaşıyor, Posey ise gelenleri ayı gibi kavrayıp sarılıyor ve kulaklarına motive edici şeyler fısıldıyordu. Bench oyuncuları, ilk beş için sanki onlar okul öncesi takımındaki beyaz ve aptal onuncu sınıflarmış gibi kenara çekiliyor, ilk beş bench'teyken mola alındığındaysa roller değişiyordu. Ve sezon aynen bu şekilde gitti. Bu ortak fedakarlıktan en çok sorumlu olan oyuncu Garnett, sezonu MVP oylamasında üçüncü sırada bitirdi çünkü önceki sezonlara göre rakamlarında bir düşüş vardı. Öte yandan Celtics ise 2007'de en kötü dereceden, 2008'de en iyi dereceye sıçramıştı. Bunun için bir istatistik var mı? (Kahretsin, unuttum: Buna kazanmak deniyor.) İşte bu basketbolu bu kadar mükemmel yapan şey. Maçları izlemelisiniz. Dikkatinizi vererek izlemelisiniz. Rakamlar ve istatistikler sizi baştan çıkartmamalı. Bu kitabı bir şekilde bitirdiğimde, size hala Lebron'un '09 Cavaliers'ının Ubuntu'ya benzer kimyayı nasıl geliştirdiğini, sürekli nasıl üzerine koyduğunu — oyuncuların birbirlerini ne kadar çok sevdiğini, herhangi bir oyuncunun (istediğinizi seçin) kariyerinin daha önceki bir döneminde basketbol oynamaktan hiç bu kadar keyif almadığını ve buna benzer şeyleri anlatamamış olacağım. Bu tıpkı kankanızın sevgilisiyle yaptığı harika seksten bahsederken bütün oyuncuların olaya aynı şekilde bakması gibiydi: İnanılmazdı. Ben daha önce böyle bir şeyle rastlaşmadım. "Böyle bir şeyi nerede okumuş olabilirim?" diye düşünürken, hatırladım. Bu alıntı Sports Illustrated'ın Aralık 1974 sayısından, Warriors'la ilgili:
"Bu takımda mükemmel grup oyuncuları var. Takımı kendisinden öne koyan adamlar. Bence basketbol her şekilde takım oyunlarının timsalidir ve bizim de takımın başarısı için birbirlerine tamamlayıcılık görevi yapan oyuncularımız var. Herkesin peşinde koştuğu tek şey takım başarısı. Takım kazandığı sürece kötü oynadığı için kendine üzülen bir oyuncu görmedim. Herhangi bir oyuncumuz geçmişte belki kötü şut performansı için daha çok endişelenmiş olabilir ama şimdi, maçı kazandığımız sürece berbat da oynamış olsa en az hepimiz kadar mutlu olur."
Bunu kim söylemiş biliyor musunuz? Rick Barry. Kendi döneminin en büyük yavşağı. Bir şey onu o Warriors takımı hakkında tetikledi: hissediyordu, bunu dile getirmek konusunda rahattı... ve evet, altı ay sonra Finaller MVP'si ödülünü kazanmıştı. Ne zaman takımın yıldız oyuncusu, Barry'nin yaptığı gibi takımını yere göğe sığdıramayan açıklamalar yapsa, o takımın başına güzel şeylerin geleceğini anlarsınız. Sadece bilirsiniz. Tabii ki herhangi bir takım bir seneliğine bu ortak fedakarlığa sahip olabilir. Peki şampiyonluk kazandıktan sonra bunu korumayı ve daha da üstüne koymayı nasıl başarırsınız? Eski Montreal Canadiens kalecisi Ken Dryden açıklıyor:
"Kazanmak bir devlet meselesi haline gelir, bir zorunluluktur, beklentidir, sonunda, sizin konumunuz, tutum ve davranışlarınızdır. Mükemmelliktir. En iyi olmak için, en iyilerle oynama şansı nadirdir. Bunu yakaladığınızda, asla vazgeçmek istemezsiniz. Çok kolay değildir ve çok eğlenceli de değildir... Bizim gibi çok sık kazandığınızda, kaybetme hakkını elde edersiniz. Bu hak, kazanmanın nasıl olduğunu hissetmeniz için gereklidir. Fakat bu bir tavuk oyununa benzer. Eğer ipin ucunu fazla salarsanız, geri dönüşü olmayabilir. Bu sene bunun olacağını hissediyorum. Eğer kazanırsak, seneye daha kötü olacak."(32)
Russell o baskıyla yaşıyordu, kendini ve diğer herkesi baskıya nasıl cevap verdikleriyle ilgili şöyle tanımlıyor:
"Bütün bu yeteneğe, mental keskinliğe, eğlenceye, özgüvene ve kazanmaya odaklanmaya rağmen tüm "hatta"ların sona erdiği bir seviye vardır. Sonra baskı artar, üzerinize inşa edilir ve bir şampiyon için bu, yüreğinin test edilmesi anlamına gelir. Yürekli şampiyonlar, motivasyonun derinliğine ve beynin ve vücudun baskıyı kaldırabilme potansiyeline göre bununla başa çıkar. Bu, konsantrasyondur — bu, maksimum acı ve stres ile nasıl başa çıkabileceğinizdir."(33)
Yani cidden, şampiyonluk tekrarlamak (ya da üçüncü, dördüncü defa kazanmak) bir takımın sabit panik havasıyla (panikten kurtulmaya çalışmak değil, ne gerekiyorsa yapmak) ve baskıyla (sadece üst üste gelecek olan değil fakat geleceğine kesin inanılacak olan) nasıl baş edeceğine dair bir dayanak noktasıdır. Bu fenomenlerle ancak ve ancak düzgün bir çatınız varsa ve süper yıldızınız ve yardımcıları o çatıya kendini adamayı sürekli hale getirmişse baş edebilirsiniz. Wilt sadece bir şampiyonluk kazandı ('67) ve ondört ay içinde takaslandı. Çünkü o sadece bir tane kazanmayı umursuyordu; onu korumaya çalışmak yeteri kadar ilgisini çekmiyordu ve başka bir meydan okumanın çekimine kapıldı (ligin asist kategorisinde başını çekmek). Bu arada Russell onüçüncü sezonunda hala rutin olarak büyük maçlardan önce kusuyordu. İki elini de dolduracak kadar yeterli yüzüğe sahipti ama bu önemli değildi. Bundan başka şey bilmiyordu. Kazanmak onu ele geçirmişti. Sadece Russell'ın çevresinde olmak ve onun uçsuz bucaksız rekabetçiliğinden beslenmek, takım arkadaşlarını da en az kendisi kadar önemsemeye itmişti. Bu ortak hisler silsilesi hakkında yanılamazdınız, gerçekleştiğinde -ki çok sık gerçekleşmez- bunu korumak için her şeyi yaparsınız. İşte bu da mükemmel takımları mükemmel yapan şeydir.
Ve işte bu yüzden Jordan-Pippen takımlarını aşırı severek hatırlıyoruz. Onların efsaneleşmesini sağlamlaştıran şey ilk beş şampiyonluklarından ziyade altıncısıydı. Harap ve bitap düştükleri, sadece gururlarını korumayı düşündükleri ve Jordan'ın boyun eğmez tavrıyla bunu başardıkları şampiyonluk. O sezonun Doğu finalleri yedinci maçında favori anlarımdan biri yaşandı; altı dakika kala üç sayı gerideyken aşırı bitkin gözüken Bulls, kendilerini yere sermeye hazır görünen Pacers'a karşı maçı çeviremeyecek durumdaydı. Sonra Jordan'ın 2.24'lük Rik Smits'in üzerinden hava atışını kazandığını, veya Pippen'ın son birkaç dakikada Reggie Miller'a karşı ortada kalan kritik bir topta hustle'da üstünlük kurduğunu hatırlayın. Bulls'un hücum ribauntlarını parçaladığını(34) ve o gece galip gelmek için ne gerekiyorsa yaptıklarını hatırlayın. Jordan'ın ölmüş bacaklarıyla nasıl uğraştığını, şutunun ne kadar yavan olduğunu ve bu yüzden sürekli potaya drive etmeye başlayıp sanki zincirleriyle zor hareket ediyormuş bir running back** gibi sadece faul çizgisine gelmeye oynadığını hatırlayın. Son saniyelerde Jordan ve Pippen'ın sahanın ortasında elleri dizlerinde ayakta durmaya çalıştıklarını, tamamen bitmiş bir halde kutlamalar için yeterli enerji toplayamadıklarını hatırlayın. Bulls'un o maçı kaybetmesine izin veremezlerdi. Harika takım ve harika oyuncular hakkında gerçekler onlar kazanırken ortaya çıkmaz; zorlanırken ve tepede kalmak için son çabalarını sarfederken ortaya çıkar. Kıyaslarsak, Shaq/Kobe Lakers'ı rakamın sekize yakın bir şey olması gerekirken sadece üç şampiyonluk kazandı. En kibar ifadeyi kullanacak olursam onları böyle şaşırtıcı bir şekilde içe doğru patlarken görmeseydik, sonraki nesiller için nasıl gözükeceklerini hayal bile edemiyorum.
Bekleyin, aynı anda basketboldaki en yüksek seviye üç oyuncunun ikisi onlardayken o etkisi azalmış ligde sadece üç şampiyonluk mu kazandılar? Bu nasıl mümkün olabilir?
Bir sebeple, '89 Pistons'ın kağıt üzerinde seviyesini düşüren Aguirre takası onları daha iyi yaptı. Aynı sebeple, 80'lerde oynayan her oyuncu Bird veya Magic'le aynı takımda olmak için cinayet işlerdi. Aynı sebeple, Russell dönemindeki oyuncular onu şiddet ve hararetle savunuyor. Yine aynı sebeplerle, bir düzine yıldır bütün oyuncular herhangi birine göre Duncan'la oynamayı tercih ediyor. Takım arkadaşlarını daha yukarı seviyeye çekmek ve takımı kendinin önüne koymak istatistik ve yetenekle alakalı bir şey değil. Gerçekten.(35) Yetenekli oyunculardan kurulu bir takım bunu başardığında, bir sezonluğuna durdurulamaz oluyor. Ama bunu devam ettirmek istediklerinde ve nihai başarı için egolarını süblimleştirdiklerinde, işte o zaman tarihsel bağlamda büyüleyici bir hale geliyorlar.
Bu kitabın amaçlarına göre -niçin bazı oyunculara ve takımlara diğerlerinden daha fazla değer biçildiği kabaca tanımlanarak(36)- ben cevabı sadece istatistiklere bakarak bulamadım. Kendimi oyunun tarihine gömme ihtiyacı hissettim, okuyabildiğim kadar okudum ve izleyebildiğim kadar izledim. Beş farklı tipte oyuncu ortaya çıktı: kendilerini ve başka herkesi daha iyi gösteren elit oyuncular, kendileri için oynayan elit oyuncular, iki düşünce arasında kararsız kalan ve kendilerine uygun olana bağlı kalarak hareket eden elit oyuncular(37), doğru takımda değerleri iki veya üç kat artan rol oyuncuları, ve tamamen önemsiz olan oyuncular. Son grubu önemsemiyoruz. Orta üçlüdeki grubu kesinlikle önemsiyoruz ve ilk grubu kesin, kesin, kesin önemsiyoruz. Benim umrumda olanlar kritik maçlardan önce midesi kalkan ve basit bir tekrar maçını izledikten sonra bile yıllar öncesine gidip o acıları hissedip canlı yayında ağlayan oyuncular. Benim umrumda olanlar garanti şampiyonluktan (veya daha fazlasından) vazgeçip kendi yolu ve kendi tarzıyla kazanmaya çalışan oyuncular. Benim umrumda olanlar takımı için dakikalarının veya rakamlarının yüzde 20'sini feda eden oyuncular. Benim umrumda olanlar sararmış gazetelerdeki parlak alıntılar ve nesli tükenmekte olan takım oyuncularının tutkulu başarıları. Ben kendi tanık olduğum şeyleri ve onların benim üzerimde yarattığı etkileri umursuyorum. Ve eninde sonunda şuna karar verdim: tarihsel bağlamda takımları veya oyuncuları birbirleri ardına kıyasladığımızda, Sır her şeyden önemli hale geliyor.
Son bir anekdot her şeyi açıklıyor. 1969'da Russell son şampiyonluğunu kazandıktan hemen sonra, bir grup arkadaşı, çalışan personeller, sahipler ve basın mensupları Boston soyunma odasındaki rutin şampanya püskürtme ve kutlama-sarılma törenlerine karışma amacıyla içeri girmek istediler. Russell bütün outsiderlar'a ve takımdan olmayanlara birkaç dakikalığına soyunma odasından çıkmalarını söyledi. Oyuncular o dakikanın tadını birbirleriyle çıkarmak istiyorlardı diye açıkladı ve özellikle başka kimseyi eklemeyerek "Biz birbirimizin arkadaşıyız" dedi. Oda boşaltıldı ve o kıymetli zaman dilimini birbirleriyle kutlayarak harcadılar. Tanrı bilir orada ne konuşuldu ve o an onlar için ne kadar değerliydi. Isiah'ın Dan Patrick'e söylediği gibi, anlayamayız. Anlayamadık da. Odayı tekrar açtıklarında Russell, ABC'den Jack Twyman'la kısa bir röportaj yapmayı kabul etti ve Jack'in tipik boktan, soru bile olmayan cümleleri bizi beklediğimiz bu anla buluşturdu: "Bill, bu senin için harika bir galibiyet olmalı."
Russell cümlesine keyifle başladı: "Jack..."
Kalan kelimeler gelmedi. O hissi açıklamak için bir yol aradı. Konuşamadı. Sağ elini ovuşturdu ve kafasına götürdü. Son olarak birkaç saniyeliğine tutuldu — ağlama yoktu, sadece anın altında ezilen bir adam vardı. Neye benziyordu biliyor musunuz? The Shawshank Redemption'un son mısır tarlası sahnesindeki Ellis "Red" Boyd'a. Red'in, Andy'nin duygusal "umut iyi bir şeydir" içerikli mektubunu bitirdiğindeki o anı hatırlıyor musunuz? Boğazındaki yumruyla baş etmesini, donuk gözlerle etrafa bakınmasını ve az önce yaşanan süreci anlamaya çalışmasını? Zaman onu ele geçirmişti. Aynısını Russell için de söyleyebilirdiniz. Herhangi birinin sporda elde edebildiği en yüksek seviyeye ulaşmış bir adam: kan, ter, acı ve şampanyanın mükemmel karışımı, yaşanan her şeye karşı yıpranmış bir minnettarlık duygusu, sonsuza kadar onun için değerli kalacak takım arkadaşlarıyla unique bağlantısı. Russell o '69 takımının harap bitap düştüğünü biliyordu, eşleşme problemleri yaşadıklarını, muhtemelen galip gelemeyeceklerini düşünüyordu. Galip geldiler. Ve bunun sebeplerinin kesinlikle basketbol ile alakası yok.(38)
Bill Russell bir daha profesyonel basketbol maçına çıkmadı. Her bir zerresine kadar değerli Sır'ı yalayıp yutmuştu, onbir yüzük kazanmış ve spor tarihindeki en büyük winner olarak emekli olmuştu. Acı sona kadar Sır'a sarılmıştı. Yolculuğu sona erdiğinde, gözlerini ovuşturdu, gözyaşlarıyla savaştı ve asla gelmeyecek kelimeleri aradı. Hiçbir şey söylemeyerek her şeyi söylemiş oldu.
Yaklaşık üç on yıl sonra, NBA Entertainment'tan bir ekip Wilt Chamberlain ile kariyeri hakkında röportaj yaptılar. 1969 Finalleri'nin öznesi çıkageldi.
"Boston'a kaybetmemizin herhangi bir yolu yoktu, imkansızdı." diye homurdandı Big Dipper inanamayarak. "Sadece imkansızdı, yani... Ben hala nasıl kaybettiğimizi bilmiyorum."
Kendi kendine güldü, sonra ekledi, "Bu benim için hala bir gizem."
Tabii ki öyle.
(29) O bölüm şöyle bitiyor: "Kariyeri boyunca 5-10 kilo almadan bitirebilen bir sporcu çok nadir görürsünüz. Daha nadir göreceğiniz ise aynı miktarda mental şişmanlıktan etkilenmiyor olanlar. Bu yaşlanan şampiyonlar için en öldürücü etkendir çünkü gerçekleşirse zaferin mimarları sayılan konsantrasyon ve mental dayanıklılığınıza etki eder, azalan fiziksel yeteneklerinizi aklınızla telafi etmenize engel olur." Ben "mental şişmanlık" konseptini beğendim. Acaba bu otuz-beş yaşındaki Eddy Curry'nin hem gerçek hem de mental şişman olduğu anlamına mı geliyor? Cidden bu tam olarak neye benziyor?
(30) Doc Rivers'a gezi esnasındaki bütün mobil ürünleri yasakladığı için tebrik ve teşekkür. Yine de ben oyuncuların otel odalarında porno sipariş etmelerine izin verildiğini düşünüyorum.
(31) Posey'nin sarılmalarını bayat, homoerotik ve cidden rahatsız edici (özellikle ilk iki sırada oturanlar için) bulsanız bile bunlar takım içi yakınlığı sembolize ediyor. Hornets 25 milyon dolara Posey'i kaptıktan sonra, onun kederli bir şekilde Chris Paul ve David West'e sarılmalarını izledim. Şunu söyleyebilirim ki diğer adamlarla sarılmasını görünce hissettiğim duygu özlemdi. Bu sanki bir striptizcinin size üç mükemmel dans yapması, ardından sanki onunla bir bağ kurmuş gibi hissetmeniz ve sonra onu 150 kiloluk hırpani bir adamın kucağında 45 dakika boyunca dans ederken görmeniz gibiydi. NBA: cinselliğinizin sorgulandığı yer!
(32) Bu, The Game kitabından. NHL diye bir ligde Montreal Canadiens diye bir takımda*** son sezonunu mükemmel bir şekilde anlatıyor Dryden.
(33) Ben de bu kitabı çılgınca bitirmeye çalışırken ve teslim tarihi boynuma ilmik gibi asılmışken aynı şeyi hissettim. Acaba sizce Russell da 11 yüzüklük serüveni esnasında stresle baş edebilmek için sigara, içki, uyuşturucu, kahve, pilates ve 2000 dolarlık masaj sandalyesi kullanmış mıdır? Yoksa bu sadece ben miyim? Bu kitabı bitirmem o kadar çok süre aldı ki yeniden sigaraya başladım (sadece günde iki veya üç kez, o da yazarken ve nikotini için) ve sonra bıraktım. Ve bu iki olay arasında on yıl geçmiş gibi geliyor.
(34) O maçtan tuhaf istatistikler: MJ/Pippen 15/43 şut attı; Chicago 41 serbest atışın 17'sini kaçırdı; Rodman hiçbir şey yapmadı (22 dakika, 6 ribaunt); ve Indy %48'le şut attı (Chicago %38). Peki Bulls bunu nasıl kazandı? 22 hücum ribaundu aldılar, 26 ikinci şans sayısı buldular, ve topu süreyi eritmeye çalışan hokey takımı gibi — 7:13'ten 0:31'e (maçı garantileyene) kadar kontrol ettiler. Atılan basketlerden sonra geçen toplamda 20-25 saniyelik ölü süreyi de içine katarsak top muhtemel 402 saniyenin 270'inde onlardaydı. Akıl almaz derecede yeniden izlenebilecek bir maç.
(35) Tuhaf çağrışım: En iyi güreşçiler de dereceleri için bu standartları korumak zorundadırlar. Misal, Ric Flair ile Shawn Michaels kendi saygın jenerasyonlarının en değerli isimleri olarak görülür. Niçin? Çünkü rakiplerine nal toplatırlar. Herhangi birine karşı harika bir maç çıkarabilirler, bu aynı anda dört şey yapabilen Hulk Hogan veya Undertaker'a karşı da olabilir. Sadece üç spor branşı bu şekilde işler: basketbol, hokey ve güreş. Bu doğru, az önce profesyonel güreşe spor dedim. Bir problem mi var? Ha?
(36) Bu herhangi bir radyo maratonunda veya talk-show'da dile getirilmeli. Mesela ben yalan atıyormuşum ve kitapta "Jordan kumar oynamaktan ceza aldı mı?", "1985 lotaryası şaibeli miydi?", "Tim Donaghy mazlum rolü mü oynuyordu?", "Kobe gerçekten onu yaptı mı?", "Wilt Chamberlain gay olduğu gerçeğini saklamak için 20.000 kez şekilden şekile mi girdi?" gibi soruları kesinlikle cevapladığım bir bölüm varmış gibi yapıyormuşum. Daha fazla bilgi istediklerinde de "Bakın, kitabın tamamını okumalısınız." derim. Sonra kalan bölümü de 1976 Playofflar'ında Barry'nin giydiği peruğu anlatarak öldürürüm. Bu anlattıklarım imkanı yok Stephen Colbert'in şüphesini çekmesin.
(37) Kobe alert! Kobe alert!
(38) Isiah gibi tıpkı o da Seattle ve Sacramento'da koçluk yaparken oyunculuk günlerinde algıladığı Sır'ı pas geçmeyi denedi. Aynı efsanelerin geçmişlerinde Sır'ı kucakladığı veya en azından anlayabildiği (Russell, MJ, Bird, Magic, Cousy, Baylor ve McHale yedilisi) ama takım çalıştırdıklarında bunu uygulayamamaları asla açıklanamaz bir şey.****
~
*Bantu, Afrika'nın orta ve güney bölümünde halkın kullandığı dillerin bağlı olduğu bir üst oluşummuş. Kelime olarak da "Halk" anlamına geliyormuş.
**Amerikan futbolunda hücum takımında koşucuya verilen isim. Bunlar topu oyun kurucudan alır, ama pasla değil elden ele, ve önündeki takım arkadaşları rakip oyuncularla boğuşurken aralardan sıvışıp koşabildiği kadar ileri koşmaya çalışır. Bazen bunları açıklarken kendimi aşırı derecede küstah hissediyorum.
***"NHL diye bir ligde Montreal Canadiens diye bir takımda" derken sarkazm yapmış Bill Simmons. Sanki ligle de takımla da alakası yokmuş gibi söylemiş, sanki ilk defa duyuyormuş gibi. Halbuki alakası yok. Sadece Montreal, Bill'in takımı Boston Bruins'in ezeli rakibi olduğu için böyle açıklamış. Küstah hissettiğim anlardan bir diğeri.
****En sonda "It's like the opposite of VD — you can't pass it along." diye bir cümle de vardı ama VD'nin anlamını bulamadığımdan eklemedim. Bilen varsa yorum lütfen.