(Orijinali için şuradan. İyi okumalar.)
İngiltere Premier Ligi'nin tarihindeki en büyük günün üzerinden 6 yılı aşkın bir zaman geçti. 13 Mayıs 2012'de, ezeli rakipler Manchester City ve Manchester United, sezonun son maç gününe aynı puanla girdiler, ama City'nin 8 gollük bir avantajı bulunuyordu. Hiçbir Manchesterlı futbolseverin unutamayacağı bir gündü -- ve de bir ay önce, yani bitime altı hafta kala, City'nin Arsenal'e yenilip de United'ın 8 puan arkasına düşmesinin ardından, kimsenin tahayyül edemeyeceği bir gündü.
Vincent Kompany (City stoperi, kaptan): Her şey, şampiyonluk umutlarının sonu gibi görünen Arsenal yenilgisi ile başlamıştı. Fakat artık kaybedecek bir şeyimizin kalmadığına karar vermiştik. Omuzlarımızdan bu yükü atmıştık, goller bulup rakipleri yok etmeye başladık. United bir sürü hata yapıp puan kaybedince de, biz de yarışa geri dönmüş olduk.
Ian Darke (ESPN yorumcusu): United ve Alex Ferguson'la ilgili algı şu yöndeydi: Böyle bir durumdayken hiç hata yapmamışlardı. City, 44 yıldır ilk kez şampiyon olmaya çalışıyordu. United sürpriz bir biçimde Wigan'a kaybetmiş, fark da beşe inmişti. Everton'a karşı 4-2 öndelerdi, ama 83. ve 85. dakikalarda gol yiyip berabere kaldılar. İki takım henüz karşılaşmamıştı. Kompany'nin golüyle City 1-0 kazandı ve o noktada işler City lehine döndü. Son maçlara girilirken, her şey onların elindeydi.
Pablo Zabaleta (City beki): Uzun yılların ardından, taraftarlar o ânı bekliyordu. United'a karşı oynadığımız maç çok mühimdi.
Danny Jackson (Etihad Stadı'nda maç öncesi programı sunucusu): Babam ömrü boyunca City maçlarına gelmiş birisi. Benim 6 yaşımdan beri kombinem var. Kulüp için çalışsam ve istediğim yerde oturabilsem de, arkadaşlarımla beraber maçları izliyor ve mümkün olduğunca çok deplasman maçına gidiyordum. Epey fanatiğim denebilir. Ama tarihsel olarak, biz hiçbir şey kazanmamış bir kulübüz. İyi durumdayken bile çuvallardık. O sezon, sondan bir önceki maç, deplasmanda Newcastle'a karşıydı ve iyi oynayıp 2-0 kazanmıştık. İşte o zaman Şampiyon olacağız tezahüratını ilk olarak söylemiştik.
Ama yine de hâlâ bir maç vardı; olası tüm avantajları ortadan kaldırmak için, son haftada bütün maçlar aynı anda oynanacaktı. Herhangi bir puan kaybı yaşamayıp da, küme düşmemek için çırpınan Queens Park Rangers'a karşı alınacak bir galibiyet, 1968'den bu yana City'nin ilk lig şampiyonluğu --ve ezeli rakip United'ı da alt etmek-- anlamına gelecekti. Ancak kulübün Abu Dabi'li yeni sahipleri, 2008'den bu yana kadroyu geliştirmek için milyonlar harcasa da City, tıkanma konusundaki imajını henüz değiştirememişti.
Martin Tyler (Sky Sports spikeri): Futbolseverler arasında şu gibi bir ifade vardı: Klasik City. Şöyle derlerdi: Ah, evet, klasik City. Umutlarımızı yeşerttik ama onların dibine darı ekildi.
Henry Winter (o zamanın Daily Telegraph yazarı, şimdi The Times of London'da): City taraftarlarıyla konuşursunuz ve size daima şunu söylerler: Eğer 'İçine Etme Kupası' diye bir şey olsaydı, City onu her yıl kazanırdı.
Matt Dickinson (Times yazarı): 90'lı yıllarda United dünyanın en büyük kulüplerinden biriyken, City hakkında yazardım. Ve City, daima işleri bok etmenin farklı yollarını keşfediyordu. Çok sempatik ama dağınıklardı, aynı şehirdeki o dev tarafından fena halde gölgede bırakılıyorlardı. Eğer 2012'de de sıçıp batırsalardı, bol para ve yıldız oyuncularla da aynı işe imza atmış olarak görüleceklerdi: Ah, tanrım, hâlâ aynı hastalıktan muzdaripler...
Lee Jackson (City saha görevlisi): Kazanırsanız, kupayı size ufak bir sahnede verirler. Biz de, son maç gününden önce bir prova yaptık. Korkum, City'nin 'City'lik' yapacak olmasıydı, bunu maçtan önceki gün görürüz, ama maç günü değil. 30 yıldan beri City taraftarıyım, sürekli bir şeyleri başarmanın kıyısında olduk -- ve sonra birileri altımızdan halıyı çekti.
Henry Winter: Gazeteciler olarak, haliyle nötr olduğumuz varsayılıyor, ama başka bir öykünün ortaya çıkması açısından City'nin kazanmasını istedim. Bu aynı zamanda, sosyoekonomik açıdan bakarsanız, işçi sınıfının da bir zaferi olacaktı. City'nin sahasının yer aldığı Doğu Manchester'ın etrafındaki bölgelerde çok fazla yoksulluk var. Bu harika yeni stadın (2002'de) gelmesiyle durum biraz değişti, ama en fazla eski bir evi boyamak gibisinden. Yine de Premier Lig kupasının ışıltısına ihtiyaç duyuluyordu.
Les Chapman (City ekipman sorumlusu): Arkasında 'Champions '12' yazan formalar yaptırmıştık. Ama her ihtimale karşın onları saklıyordum.
Vincent Kompany: Newcastle maçından önce Yaya bana "Vinny, siz çocuklar savunma yapıyor ve topu kaleden uzakta tutuyorsunuz. Çok iyi iş çıkarıyorsunuz, minnettarız. Ama bugün olay bende" dedi. Normalde birisi bunu söylediğinde "İyi, tamam" falan dersiniz. Sonra gitti o maçta iki gol attı. İşin komiği, Agüero da aynı şeyi QPR maçından önce söyledi: "Vinny, bugün benim günüm. Göreceksin."
İngiltere ve Galler'de 10 karşılaşma aynı anda başlarken, ilk devreler beklentileri karşılamıştı. Wayne Rooney, Sunderland'e karşı 20. dakikada golü bulmuştu ve United o andan itibaren oyunu rölantiye almıştı. Manchester'da ise Zabaleta'nın ilk yarının sonlarına doğru attığı golle takımını öne geçirmesinin ardından, ikinci yarıda maç çığrından çıktı. Djibril Cisse 48. dakikada maça beraberliği getirdi. 7 dakika sonra Joey Barton, Carlos Tevez'e dirsek attığı için kırmızı kart gördü. Sonra 10 kişilik QPR, 66. dakikada Jamie Mackie'nin bulduğu golle 2-1 öne geçti. United'ın da 1-0 önde olmasıyla, City'nin iki gol bulması gerekiyordu.
Matt Dickinson: Geriye bakıp düşünüyorum; Ah, tanrım, ligin en kötü deplasman derecesine sahip takımı QPR ile oynuyorlardı. Barton atılmıştı, başka bir gün olsa, bu ses getiren bir hikaye olabilirdi -- çünkü yalnızca kırmızı kart görmemişti, o anda bir kargaşa da başlatacak gibiydi. Şayet onun kitabını okuduysanız, orada, o anda gayet sakin olduğundan, mantıklı bir şekilde düşünüp "Hmm, madem kırmızı kart göreceğim, o halde birilerini de benimle birlikte sürükleyeceğim" dediğinden bahsediyor.
Vincent Kompany: Genellikle Mackie'nin attığı gibi gollerin ardından hemen toparlanamazsınız. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Umarım şu dizinin üstüne çöküp ağlamaya başlayan adamlardan olmayız. O adam olmayacaktım. Eğer şampiyon olamazsak dünyam başıma yıkılacaktı, ama bunu dışarı yansıtmayacaktım. Önümüzdeki yılın bizim yılımız olacağını gösteren o savaşçı ruhu ortaya koyacaktım.
Sergio Agüero: Bütün sezon böyleydi. İyi oynadığımız zamanlar olmuştu -- ve şampiyonluk yarışının bitmiş gibi göründüğü zamanlar da vardı. O noktaya gelmek için çok çalışmıştık, ve bitime birkaç dakika kala, ilk şampiyonluk şansımız elden kaçmış gibiydi.
Ian Darke: Sonsuza kadar ruhunuzda iz bırakan türden bir şey bu. Sizi lanetleyen cinsten.
Danny Jackson: Stat sessizliğe bürünmüştü. 'Klasik City' dedirten türden bir hava vardı. Klasik komik City. Ligi kazanamayacaktık. Ve bunu, en aşağılayıcı koşullarda, en büyük rakibimize karşı kaybetmiş olacaktık.
Matt Dickinson: City basın tribünü, tam olarak taraftarların ortasındaydı. Ön tarafta sanki bir terasta oturuyor gibi hissederdiniz; inanılmaz derecede tetikte olur ve gerginliği sezerdiniz. Basın tribününün tam önünde, hamileliğinin son aylarında gibi görünen bir kadın vardı, karnını tutuyordu ve şöyle dedi: "Buna daha fazla dayanamayacağım." Hamilelikten bahsetmiyordu. Bir gazeteci olarak, hikaye hoşunuza gidiyor, ama aynı zamanda yardım edemeyeceğinizi de görüp, "Zavallı insanlar" diyorsunuz.
Henry Winter: Skor 2-1'ken stadı terk eden bir baba-oğul gördüm, çünkü çocuk olan biteni kaldıramayacaktı. Babanın yüzünde şöyle bir ifade vardı: Çocuğuna kattığın her iyi şey, belki biraz para ve mobilyalar, ama özellikle bir takıma bağlılığı ona vermen. Çocuğun yüzünde ise şöyle: Okuldaki arkadaşlarım United'ı tutuyor, ben ise babam yüzünden City'yi. Bu, hayatımın en kötü ânı. Baba şaşkındı: Ne yaptım ben? Yetkililer beni çocuğuma işkenceden içeri atacak. Maça konsantre olmam gerekiyordu, ama ben "Hayatlarının geri kalanında, bu ikilinin arası nasıl olacak?" diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Üniversitede, veya düğün konuşmasında, hayatının herhangi bir yerinde aklında belirecekti: Ah, teşekkürler baba. Bana hayatımın en kötü ânını hediye ettin.
Edin Dzeko (dönemin City santrforu, şimdi Roma'da): 1-2 geri düştüğümüzde, Mancini beni oyuna aldı. Birkaç şans yakaladık, ama gol bulamadık. 90 dakikanın sonuna gelirken, bütün stadyum sessizdi. Herkesin aklı başka bir yerde gibiydi. Kazanacağıma dair güvenimiz gittikçe azalıyordu... ama bir parçam hâlâ inanıyordu.
Bu arada United, 1-0'lık skoru elde etmişti ve duraklama dakikalarında City iki gol bulamazsa, bir rekor olan 20. şampiyonluğuna ulaşacağını biliyordu.
Stuart Brennan (Manchester Evening News): Maçtan sonra Gareth Barry'ye, duraklama dakikalarına gidilirken nasıl hissettiğini sordum. O anda oyundan alınmıştı ve kenardaydı. Arkasına yaslanıp oturduğunu, gökyüzüne bakıp umutsuzluk içinde hissettiğini söyledi. Yukarı bakarken bir helikopterin geçtiğini görmüş ve aklında hemen, helikopterin Premier Lig kupasını United'a vermek üzere Sunderland'e götürdüğü belirmiş. Kupanın tam anlamıyla onların elinden uçup gittiğini düşünmüş.
Rory Smith (Times of London yazarı, şimdi New York Times'ta): Sunderland'deki podyumu gördüğümü hatırlıyorum. 75. dakikada, tünelde onu birleştirmeye başlamışlardı. O güne City'nin kazanacağını düşünerek ve United'ın kupaya yaklaşıp ulaşamamasını bekleyerek başlamıştım; ve şimdi, podyumu kurduklarını görüyordum. İki tarafında polisler vardı; United'a kupayı vermek için hazırlıklar yapılıyordu -- ki aynı anda Manchester'da da bir kupa vardı.
Martin Tyler: Ayrıca o anlarda, Stoke'dan gelen sonuca bağlı olarak QPR'lı oyunculara ligde kaldıkları söylenmişti -- Bolton'ın Stoke'u geçmek için galibiyete ihtiyacı vardı ama maç 2-2 berabere bitmişti. Bunun daha sonra olan bitene etkisi olduğunu sanmıyorum, ama olayların gelişimi bu şekildeydi.
Edin Dzeko: 91. dakikada bir korner kullanmıştık. Onuoha beni tutuyordu ve bana her seferinde çok yakındı, ondan kurtulamıyordum. Ama o sefer bir şekilde ondan kurtulmayı başardım ve herkesten yükseğe sıçradım. Gol! Millet uyanmış ve kendine gelmişti. İnanmaya başlamışlardı.
Danny Jackson: Beraberlik golü çok tuhaftı. O anda duraklama dakikalarına girmiştik, ahali şimdiden huzursuzdu. Sizi öldüren şey, umuttur. Demek istediğim: Kazanmaya bu kadar yaklaşmak, hepsinden daha sinir bozucu. 3-0 yeniliyor olmak, şampiyonluğa bir gol uzak olmaya yeğdir. Kimse Dzeko'nun golünü gerçekten kutlamamıştı.
Rory Smith: United maçı 3-4 dakika daha erken bitmişti. Tribündeki kutlama sahnelerinin çok çabuk değiştiği bir ortam vardı. Son düdük çaldı, o anda City 1-2 gerideydi. United kazandı; şampiyon United'dı. United taraftarları çıldırmıştı... Sonra City beraberliği yakaladı ve daha zaman vardı. United taraftarlarının şöyle düşündüğünü görebilirdiniz: Pekala, böyle devam etmeli -- ama belki de etmez...
Danny Jackson: Bütün okul hayatım boyunca gördüğüm iki City taraftarından biriydim. Ben kavgamı vermek zorundaydım, City de küme düşüp veya çıkıp duruyordu. Bok gibiydik. Bence bu kişiliğimin --esneklik ve mizah duygusu anlamında-- bir parçası, çünkü erken yaşlardan itibaren kendimi savunmak zorunda kaldım. Babam ve dedem City taraftarıydı; City benim her şeyimdi??? Durum 2-2'yken ertesi gün işe gideceğimi ve yine kavgamı verip duruşumu korumak zorunda olduğumu fark ettim. Daha şimdiden Twitter ve Facebook'taki United taraftarlarını siliyordum, çünkü bizimle çok alay edeceklerdi. Dzeko golü attığında ben gerçekten hâlâ daha insanları silmekle meşguldüm, çünkü büyük bir hayal kırıklığının üstesinden gelemezdim.
Dzeko'nun golü 92. dakikada gelmişti, dördüncü hakem ise 5 dakika daha oynanacağını göstermişti. Saat işliyordu.
Sergio Agüero: Dzeko golü attığında, topu hemen alıp santraya götürmek için bir karmaşa oluşmuştu. 93. dakikada De Jong'un topu ileri doğru sürdüğünü hatırlıyorum, Mümkün olduğunca kaleye yaklaşmamıza yardım etmeliyim diye düşünüyordum. Ondan pası aldım, Mario'ya aktardım. Ceza sahasında olmam gerektiğini biliyordum, böylece koşmaya devam ettim ve Mario'nun beni bulmasını ümit ettim.
Martin Tyler: Ekranı ikiye ayırmıştık: Sunderland'de United oyuncuları maçı izliyordu, diğer tarafta ise top Balotelli'deydi.
Danny Jackson: Eski toprak City taraftarları, karakteri sebebiyle Mario'yu sevmezdi (başka şeylerin yanı sıra, evinin bir kısmını havai fişeklerin patlamasıyla yakmış ve genç takım oyuncularının kafasına dart attığı için cezalandırılmıştı). Ama taraftarın büyük çoğunluğu da ona karakteri sebebiyle bayılırdı. Tam bir çatlaktı. Bir gün hayatında hiç topa vurmamış gibi görünürdü, öbür gün ise oyunu değiştiren işler yapardı.
Edin Dzeko: Herkes Mario'nun kendisine pas verdiğini düşünmüştü, ama çimin üzerinde kaydı ve topu Kun'a verdi.
Ian Drake: Zaman donmuş gibiydi.
Sergio Agüero: Topu bana aktarmayı başardı, ben de kaleyi görebiliyordum. Rakip oyunculardan birisi öne doğru atıldı ve benim sabit ayağıma bastı, ama ben golü atmaya öyle odaklanmıştım ki, ucu ucuna hissettim. Sadece golü istiyordum.
Vincent Kompany: Yoldan güzel çekilmiştim. (Gülüyor.) Başta, oyunun o anında penaltı noktasına doğru gitmenin doğru hamle olduğunu düşünmüştüm. Sonra topun yakınlarda olduğunu gördüm ve dedim ki, Ayak altından çekilmeliyim. Öyle de yaptım: Savunmacımı Kun'un olduğu yerden uzağa götürdüm ve o da koşusunu tamamladı.
Sergio Agüero: Vurabildiğim kadar sert vurdum ve topu kalenin içinde gördüğümde... inanılmazdı. Stadyum infilak etmişti. Formamı elimde sallayarak, koşarak uzaklaştığımı hatırlıyorum. Ardından takım arkadaşlarım üstüme atlamaya başladılar.
Vincent Kompany: Her şey bulanıklaşmıştı. Hepimizin üst üste yığıldığını hatırlıyorum. Millet bağırıp çağırıyor ve ağlıyordu; onları göremiyordunuz, fakat orada, aşağıdalardı. Tam bir delilikti, tasvir etmesi çok zor. Böyle bir şeyi hayatta bir kere yaşarsınız.
Martin Tyler: Benim tek 'katkım', Agüero'nun, topa dokunduğunda golü atacağını düşünmemdi. Bu sonradan kurulmuş bir anı değil. O anda golü atacağını biliyordum. Tek yaptığım ciğerlerime biraz hava çekmekti, gerisi geldi zaten.
Bitime 2 dakikadan az süre kalmışken, mikrofondaki Tyler'dı: "Manchester City hâlâ hayatta... Balotelli... Agüer-OOOOOOOOOOO! Bir daha böyle bir şey göremeyeceğinize yemin ederim! O yüzden izleyin! Ve için! Işık Stadı'ndan gelen haberleri duydular! Manchester City'den, duraklama dakikalarında, United'dan kupayı kapmak için gelen iki gol! Muazzam!"
Martin Tyler: Akılımda en çok yer eden şeylerden biri, Joe Hart'ın tamamen şaşkınlık içerisinde, bunun gerçekleşmiş olduğunu anlayamamış halde, hatta kabul edemez bir şekilde koştuğu anlardı. Yemin ederim, "Bir daha asla böyle bir şey görmeyecek"tik, bu kadar sene geçti, sözlerimin arkasındayım.
Danny Jackson: Agüero'nun golü; çocuğunuzun doğumu, veya evlendiğiniz gün gibi. Şömine rafında duran ikimizin fotoğrafını, Agüero'nun golü attıktan sonra formasını çıkarıp salladığı ânın fotoğrafıyla değiştirdik. Şaka yaptığımı mı sanıyorsunuz? Eşime sorun. Eğer orada bulunmadıysanız, bunun ne anlama geldiğini bilemezsiniz. İlk yaptığım şey, babamı aramak oldu. Ağlıyordum. O da ağlıyordu. Yıllarca hiçbir şey kazanmamanın, her yönden tokatlanmanın getirdiği aşağılanmanın ardından gelen saf duygulardı. Her şey bu golle değişmişti.
Rory Smith: Haberler ulaştıkça, United taraftarının --bir spor etkinliğinde şahit olunması çok ilginç gelen-- büründüğü o sessizliği hâlâ hatırlıyorum: Radyo dinlemeye çalışan insanlar, gelen mesajlar. Cümlenin başlangıcını duyabiliyordunuz: "City atmış, City atmış..." Normalde çok gürültülü olan deplasman tribünü, tamamen sessizleşmişti. Aynı anda oyuncular sahadaydı ve yüzlerinin düştüğünü görebiliyordunuz. Bir takımın 120 saniyelik şampiyonluğuna tanık olmak çok garipti.
Henry Winter: Maç hakkında değil de, daha çok oradaki insanlar üzerine yazmam gereken bir gündü. Eğer bana maç boyunca ne oldu diye sorarsanız, size Barton'ın atıldığını, Balotelli'nin Agüero'ya pasını ve Agüero'nun bitirişini anlatırdım; ama o arada saha Marslılar tarafından da işgal edilebilirdi ve ben bunu ciddiye almazdım. Her şey son saniyeler üstüneydi.
Mario Balotelli: İnanılmazdı! Euro 2012'de Almanya ile oynadığımız yarı final maçının ardından, futbolda yaşadığım en iyi duyguydu. Adeta bir rüya gibiydi.
O öğleden sonrası, bunu tecrübe eden kişilerin zihninde hâlâ çok berrak.
Henry Winter: Kupa, City tarihinin bir başka büyük takımı olan 70'lerdeki ekipte yer alan Joe Corrigan ve Mike Summerbee tarafından getirilmişti. Geçmişle kurulan bağ açısından harika bir andı. Belli bir dönemin insanları --45 ya da 50 yaşından büyük olan herkes-- bu oyuncuları izleyerek büyümüştü. Statta ağlamayan kimse yoktu. Sonra o şahane Oasis şarkısı, Wonderwall çalındı.
Vincent Kompany: Kazanmamız durumunda, belli oranda içileceğini göz önüne alarak, takım için bir otel ayarlamıştım. Ve işe yaradı; maçtan sonra tüm takım otelde kaldı. Kazananlar olarak otelden içeri girdiğimiz; eşimiz ve ailelerimiz yanımızdayken, boynumuzda madalyalarla birbirimize baktığımız ve bir grup kazanana benzediğimiz o an -- harika bir andı. İşte orada olayın farkına varmıştık.
Ian Darke: Beş yıl önce, bırakın İngiliz futbolunu, futbolun genel olarak SportsCenter'da ne kadar az yer bulduğunu hatırlıyorum. Maç bittikten sonra mikrofonu bıraktığımı ve anında şu talebin geldiğini hatırlıyorum: SportsCenter'da manşetsiniz, ve beş dakikalık haber istiyorlar. Olay, anında ABD'deki insanların ilgisini çekmişti. Neredeyse Donovan'ın 2010 Dünya Kupası'nda Cezayir'e attığı gol gibiydi -- bu oyunu sevmeyen milyonlarca kişi için kırılma anlarından birisi. "Vay be, şimdi çözdüm!" diyorlardı.
Danny Jackson: Manchester şehri, United ve City arasında bölünmüş durumdadır. Bunu özel kılan şey şu: Düşünün ki, en büyük rakibiniz şampiyon olduğunu düşünüyor, sonra siz saniyeler kala onu ellerinden alıyorsunuz. United'ın bizim golümüzü gördükten sonraki çaresizliğine tanık olduktan sonra ne yaptım, biliyor musun? O Twitter ve Facebook'tan sildiğim tüm arkadaşlarıma tekrar ulaştım. Onları yeniden ekledim. Ama sadece haftasonu için!
Lee Jackson: Kendisi de bir United taraftarı olan United'ın saha görevlisi Tony Sinclair ile aramızda bir rekabet vardır. Maçtan bir saat sonra beni aradı ve "Tebrikler" dedi. Bu çılgınca bir şeydi, çünkü bunu yapmak zorunda değildi. Gerçekten hoş bir hareketti.
Martin Tyler: Maçtan sonra bi lokantadaydım ve kariyerimde büyük etkisi olan birisiyle buluştum: Paul Doherty, ne yazık ki artık aramızda değil. Babası, Peter Doherty, 1937'de City ile ligi kazanmıştı. Paul babasının madalyasını getirip bana gösterdi. Benim için çok özel anlardı...
Pablo Zabaleta: Bu, City taraftarları ve futbolu seven herkes için unutulmayacak ve Premier Lig'i de özetleyen bir dersti: Son âna dek çaba göstermelisiniz, çünkü ne olacağını asla bilemezsiniz...
Matt Dickinson: City'nin sezonu böyle harika bir maceraydı. En mükemmel öykü temalarını bir araya getirseniz, bunu aşması zor olur. 10 aylık bir sezonun kaderinin gelip de tek bir vuruşa bağlı olacağını düşünür müydünüz?
David Herman (Manchester United ABD Taraftarlar Derneği): Müsriflik yapmıştık. Eğer iki hafta önce City'e karşı az-çok düzgün oynasak, son hafta herhangi bir şampiyonluk yarışının esamesi olmazdı. Tamamen bizim ellerimizdeydi. Bu tip Arsenalvari bir rota çizmemiz ender görülür. En çok yaralayan buydu. Daha evvel de şampiyonluk kaybettiğimiz oldu, ama bu şekilde değil.
Martin Tyler: Sporun bizi eğlendirdiğini ve şaşırttığını biliyoruz, ama nadiren bizi hayretler içinde bırakır -- ve bu maç hakikaten hayretler içinde bırakmıştı.
Sergio Agüero: Şampiyon olmak inanılmaz derecede özeldi, nasıl kazanırsanız kazanın. Ama bunu bu şekilde gerçekleştirmek, ve son dakikalarda maçı kazandıran golü atmak? İşte bu asla unutamayacağım bir şey.
Henry Winter: Premier League artık paraya çok bağlı. Ama bu maçın son 5 dakikası şöhret veya arabalarla değil, zafere olan açlıkla ilgiliydi. Spor tarihindeki en büyük anlardan biriydi.
(Yazıya ek videolar: Birisi kulübün, şampiyonluğun 5. yıldönümünde kendi yaptıkları bir belgesel serisi. Kalabalık yapmamak adına link veriyorum. Diğeri ise, SB Nation'ın 'rewinder' serisinden bu golün hikayesi, aşağıda. En aşağıda da, onuncu yıldönümünde yine kulübün çektiği ve oyuncuların çoğunun, hocanın da yer aldığı, iyi işlenmiş bir belgesel.)