Neden


Bugün bir arkadaşım şöyle bir gruba üye olmuş Facebook'ta "I bet I can find 1.000.000 people who hate Barcelona". Dedim ne ayaksın. Neden Barcelona'dan nefret ediyorsun ? E ben Real Madrid'i destekliyorum dedi. Hadi ya dedim, ne güzel ben de... Bilmezdim senin İspanya maçlarını izlediğini dedim. Bu sene izliyorum, Real Madrid Ronaldo'yu aldıktan sonra dedi. Yani Ronaldo'yu aldığı için mi destekliyorsun Real Madrid'i ? dedim. Evet onun etkisi var dedi. E peki neden Barcelona'dan nefret ediyorsun dedim. Real Madrid'i destekliyorum dedi. Daha fazla uzatmadım ben de...

31--19

Önce bi' şuraya tıklayın abi.

Abi bunları kim yetiştiriyor ya. Yani aynı dünyada mı yaşıyoruz biz bu bünyelerle. Sorsan aşık oldum filan diyecek. E amına kodumun kızı (ölüye de sövdük ya, hayırlısı), 15 yaşında neye aşık oluyosun? Hadi sen yaptın bi' salaklık, yarrak peşinden gittin, ailen neci senin? Onu da bilemezsin ki, belki tamamen gizli-saklı iş yapıyor. Aile ne iş yapar diyorsun, ama bazen aile efendi gibi yetiştirince de yetmiyor herhalde. Sonra da böyle, bok yolu.

Geçen bi' tane daha vardı böyle, kız lisede, eleman evli, 2 çocuk babası. Bunların arası var filan. Yine bi' dayak/cinayet bi'şeyler oluyordu, hatırlamıyorum. Önemli de değil zaten.

Şimdi tabii ben bunu yazınca, gelip bazı abilerin "sana ne ulan milletin hayatından" deme ihtimali de var. Beni ilgilendirir usta. Hiç normal şeyler değil bunlar.

Pazartesi - Cuma


Neden bizden bi b.k olmaz diye bir liste yapmak lazım aslında. Bu henüz kağıda dökülmemiş listeye, Mustafa Denizli'nin verdiği bir demeçten yola çıkarak, bilinen bir madde daha ekliyorum. Bay futbol dehası demiş ki; "Biz Pazartesi maç yaptık Cuma neden bir maç daha yapıyoruz". Bunu bugünkü maçtan önce söyledi, yani maçın sonucu henüz belli değil iken. Ancak korktuğu başına geldi ve Beşiktaş önemli bir zamanda 2 puan kaybetti.


Şimdi klasik, her zaman verdiğimiz İngilizler örneğini vermeyeceğim. Bu sefer Almanlar'dan gideceğim. Wolfsburg geçen hafta Perşembe günü Rubin Kazan ile çok zor bir Avrupa Ligi mücadelesine çıktı. Hem de Kazan şehrine, deplasmana gittiler. Rusya'nın Avrupa kesimine pek de yakın olmayan, ortalarda yer alan bir şehir. En az 3-4 saatlik bir uçak yolculuğu, en az... Direkt uçuş konmuş mudur, onu bile bilmiyorum. Bu adamlar muhtemelen Cuma sabahı gibi Almanya'ya dönmüşlerdir. Aynı Wolfsburg, geçen hafta Cumartesi günü Lig maçına da çıktı. Maç ertelenmedi, itiraz olmadı. Perşembe gecesi Rusya'da maç yapan takım, 1 gün dinlenip ertesi günün akşamı lig maçına çıktılar (Ayın 11'i Avrupa Ligi, 13'ü Bundesliga maçı). Paşa paşa oynayıp, yine deplasmana gittikleri maçı 4-0 aldılar. Rusya'dan da 1-1'lik beraberlikle dönmüşlerdi. Geçtiğimiz Perşembe de Kazan'ı elediler, bu Pazar günü de yine Lig maçları var.

Şimdi çok bilgim yok, ancak Bundesliga'nın fikstürü taa sezon başından bellidir. Wolfsburg'un, sonradan belli olan Avrupa maçları tarihine bakmadan, fikstür çoktan hazırlanmıştır. Sonuçta da kalkıp kimse itiraz etmiyor. Kaldı ki bir maçı Avrupa Ligi'nde çeyrek finale kalma mücadelesi. Oldukça önemli yani, deplasmana Rusya'ya gidiyorlar (Tataristan'a). Dönüp de kimse, ya bize 2 gün sonra, hatta tek bir dinlenme gününden sonra maç vermişsiniz demiyor.

İşin komik yanı; Güntekin Onay ve Rıdvan Dilmen Mustafa Denizli'yi haklı buluyor, "Federasyon böyle şeylere dikkat etmeli" diyor. Wolfsburg ve Bundesliga örneğinden de anlıyoruz ki, bizden bir b.k olmaz...

Güzel İkili 6

Sopalık


Hayır ligde zaten bitmişsin. Şampiyonlar Ligi'ne 4. olup katılmak bile bu performansın ile mümkün gözükmüyor (şansı var mı var). Sen kalkıp 3-1 yendiğin takıma, git 4-1 ile ver maçı. Fulham çok oturaklı bir takım. Her maça aynı kadro ile çıkmaya özen gösteren ve kimin ne yapacağı maç içinde belli olan, orta düzey disiplinli bir takım. İbrahim Altınsay kadar olmasa da severiz. Haddini bilen ve yeri geldiğinde flaş sonuçlar alabilen bir takım. Juventus'un maçtan önce yenilebileceğini düşünüyordum. Ancak 4 tane yiyip eleneceğini kim düşünebilirdi ki. Alacaksın Juventus'u Liverpool'la birlikle, bir güzel ıslak sopayla döveceksin. Utanç verici olsa gerek.

Keyifli


Şampiyonlar Ligi kuraları çekilmeden önce herkes kimin kiminle eşleşeceği yönünde tahminler yapar. Ben de severim bu tahminleri yapmayı. Ancak bu sefer, eşleşmeler öncesinde hiçbir tahmin yapmadım ve tek bir şeye odaklandım. Futbolu seven bir adam olarak, Barcelona ile Arsenal'in, ama çeyrek-ama yarı-ama finalde, mutlaka bu 2 takımın maç yapmasını istiyordum. Hakikaten de ilk defa herhangi bir blogda tahmin yapmayıp buna odaklandım. Çekilen kuralar sonucunda da bu 2 takım eşleşti. Keşke başka şey isteseymişim demiyorum, gayet memnunum halimden.

Arsenal de tıpkı Barcelona gibi pek haz etmediğim kulüplerden biridir (gerçi daha ılımanım). Fakat şu aralar dünyada futbolu farklı oynayan 2 takımdan biri, yine tıpkı Barcelona gibi, Arsenal. Oyun karakterleri (sistemi, ya da düzeni değil) birbirine bu kadar çok benzeyen başka 2 kulüp yok. Sürekli kısa paslar, yer değiştirmeler ve ara paslar üzerine kurulmuş, gol çizgisi üzerinde bile pas yapan 2 takımdan bahsediyoruz. Bu 2 müthiş pozitif futbol oynayan takımın birbirlerine karşı nasıl oynayacaklarını çok iyi biliyorum. İki takımda kendi oyununu oynayacak. İşte bu sebepten dolayı müthiş keyifli 2 maç izleyeceğiz. Başka şeyler düşünmeyen, sadece kendi oyununu oynayan ve bu işi görsel anlamda en iyi yapan 2 kulübün karşılaşmasından daha iyi ne olabilir ki ? Arsenal, Barcelona'nın konsept takımı gibi. Ya da Türkiye Ligi'ne benzetirsek, A2 takımı gibi. Futbol karakteri aynı olsa da Barcelona'nın siklet farkı var. Benim tahminim Nou Camp'ta Barcelona'nın yine tecavüze kalkışacağıdır. O sebeple de İngiltere'deki maçın skoru pek önemli olmayacak. Yine tahminime göre İngiltere'de süper bir maç olur ve Arsenal tek farklı ve gollü bir galibiyet alabilir. Ancak dediğim gibi Nou Camp'ta tecavüz kaçınılmaz, bu sebeple biz futbol severler 2 maçta büyük keyif almaya bakacağız.

Tabi Arsenal imkansızı zorlayıp 2006 CL finalinin rövanşını almak isteyecektir. Ayrıca Henry'nin eski taraftarının karşısına çıkacağını da hatırlatmak lazım. Bir Beckham karşılaması olur mu ? Tabi diğer tarafta Fabregas'ın yuvaya, rakibin en büyük kozu olarak döneceğini de söyleyelim. Arsenal'in sakatları da iyileşirse bu arada, keyfin üstüne kat çıkarız.

Tabi bu güzel eşleşmenin aksine keyifsiz bir eşleşme de var ne yazık ki. Lyon-Bordeaux... Ne şanssızlıktır ki 2 Fransız takımı birbiri ile eşleşti. İspanyol-İtalyan ve özellikle İngiliz takımlarının bu tip eşleşmelerine alışığız. Ancak ben Fransızların bu kadar iyi giderken çeyrek finalde eşleşmelerini istemiyordum. Ne yazık ki biri bu turda elenecek. Fransa'daki favori kulübüm Lyon'un ne yazık ki Bordeaux karşısında tutunamayacağını düşünüyorum. Bordeaux'un son 2 senedir ve özellikle bu senenin Şampiyonlar Ligi performansına baktığımda, Lyon'u geçeceğini düşünüyorum. Lyon'un da Real Madrid'i zırt pırt yenmesi nasıl gelenek haline geldiyse, bu kupada bir türlü yarı finale çıkamaması da bir gelenek haline gelmiş durumda. Gönül Lyon'dan yana olsa da Bordeaux turu geçer sanki.

İnter hiç beklemediğim Chelsea galibiyetleri sonucunda, kuranın en şanslı takımı oldu. CSKA'nın buralara kadar gelmesi bile büyük başarı, ancak Inter işi bitirir gibi. Benim kura öncesi dileğim Bordeaux'nun İnter'e çıkmasıydı. Fransızlar harcardı İnter'i bana göre. Mourinho'yu affetmezlerdi...


Bayern Münih'in 99 Şampiyonlar ligi finalinden kalma hesabı kesmesi lazım. Ben de, Lappap Hoca da Bayern Münih'i her nedense daha önde görüyoruz. Aslına bakılırsa bu kupanın Barcelona'dan sonraki en büyük favorisi Manchester United. Ancak sanki Ribery Robben ikilisi üzecek İngilizleri. Bu maçlar da oldukça keyifli geçecek. Kazananı ve kaybedeni çok önemsemediğim, ancak seyir zevki açısından kaçırmayacağım 2 maç olacak.

Inter'in şanslı eşleşmesi dışında futbol anlamında güzel bir kura oldu. Hiç bir şey olmasaydı, sadece Barcelona ve Arsenal maçları bile yeterdi zaten. Fransız eşleşmesi kötü olsa da futbol ve çekişme açısından çok güzel olacağı kesin.

Höst

Küçük Muhammed


Beşiktaş'ın süper yeteneği Muhammed, Mart ayının başından beri BJK A2 takımı ile antrenmanlara çıkmaya başlamış. 15 yaşındaki bir çocuk için A2 takımı bence güzel bir seviye. Yaşıtları minikler takımı, Under bilmemne takımlarında oynarken, Muhammed A takımla arasıra aynı mekanda antrenman yapan ve ciddi bir ligi olan A2 takımının bir üyesi olmuş. Gerçi Batuhan, Messi ! 16 yaşlarında A takımda arasıra oynarlardı. Belki gelecek sene Muhammed de o seviyeye gelir.

2006 yılında Muhammed'i pek çok takımın istediği haberleri yayılınca, o zamanlar pek çok video paylaşım sitesinde, haberlerde vs... Muhammedin minik takımlarda herkesi ipe dizdiği çok video yayınlanmıştı. Yani her yetenekli çocuğun böyle videosu olur, Ronaldinho'dan biliyoruz. Ancak bu videolardan çok, Avrupa'nın önde gelen kulüplerinin alt yapılarına katma çabaları benim bu çocuğa olan ilgimi arttırdı. İngiltere'den, İtalya'dan pek çok takımın ilgilendiği söylendi (abartmış da olabilirler). Kuşkusuz en büyük olay Barcelona'nın Muhammedi denemek üzere İspanya'ya çağırması oldu. Bu olay abartı değildi, adam harbiden gitti oraya ve denendi. Sonra da döndü ülkeye. Bekledik sonuç ne olacak. Bir şey olmadı, kaldı Beşiktaş'ta. Daha sonra bir takım haberler çıktı, Barcelona röportaj yasağı koydurtmuş, Muhammed onu çiğnemiş bunun sonucunda vazgeçmişler diye. Barcelona gibi dediğim dedik bir kulübün böyle bir sebebi olabilir, şaşırmam. Ancak esas konunun bu olmadığı sonradan ortaya çıktı. Barcelona Muhammed'i beğenmiş ve alt yapıya kazandırmak istemiş. Ancak Muhammed'i tek başına istemişler. Yani ailesini çağırmamışlar, gelecekse tek gelecek demişler. Ailesi bunu kabul etmemiş ve Muhammed'i tek göndermemişler Barcelona'ya. Sonucunda da bu yetenekli çocuk Beşiktaş'ta kalmış.

Çocuğun adının Muhammed olması edepsiz laflar etmemi engelliyor, açık konuşayım. Bu herif şu anda dünyanın en gelişmiş alt yapı düzeninin kurulu olduğu takımda, dünyanın en iyi futbol oynayan takımının ilk 11'inin 8 'ini alt yapısından çıkartmış olan bir takımın okulunda yoğruluyor olacaktı. Saçma sapan bir sebep yüzünden Barcelona'ya gidemedi.

Yetenek çok başka bir şey. Ben Barcelona alt yapısında, annem idman yaparken Cruyff'un eline doğsam, 18 sene boyunca yemesem içmesem bir Messi olamam. Bu adam yetenekli, doğuştan Allah vergisi. Ancak Muhammed de yetenekli, bu adamın Barcelona alt yapısında yoğrulması başka, Beşiktaş alt yapısında yoğrulması başka. Arda Türkiye'nin çıkarttığı en yetenekli oyuncu, ancak aynı adamın bir de Barcelona alt yapısında klonu olduğunu düşünsenize. Nasıl bir fark olurdu.

Ben Arda'nın yurtdışına gidip orada oynamasını ve hakkını vererek oynamasını çok istiyorum. Karadağ'ın bile Jovetic'i varken Türkiye'den gerçek anlamda bir yıldızın çıkmaması, en tanınmış ismin Hakan Şükür olmasını yediremiyorum. Arda Avrupa'ya gittiği takdirde inş bir ilk olacak. Muhammed belki Arda'dan da yetenekli ve Barcelona gibi bir takımın alt yapısında yetişmesi gibi bir durum söz konusuydu. Yani bu takımın bu konudaki başarısını görünce Muhammed'in 4-5 sonrasının Messi'si olma ihtimali hiçte uzak değildi. Ancak belki ailesinin, belki de başka dış etkenlerin sonucunda, Türkiye'nin Barcelona'da oynayan bir süper yıldızı olma hayalleri de suya düşmüş oldu. Ben şimdi sormak istiyorum. Messi'yi Old Boys'un alt yapısından Barcelona'ya getirdiklerinde ailesini de çağırmışlar mıydı ? Ailesi karşı çıkmış mıydı tek gitmesine ? Her zaman ki gibi çok büyük bir fırsat kaçtı.

Bir şeyimiz düzgün olsun be yeter yani... Son olarak Sinan Vardar'ın Muhammed için söylediği söz ile noktayı koyuyorum. "Barcelona nasıl Messi'yi yetiştirdiyse, biz de aynı modelle Muhammed'i yetiştireceğiz" (Küfür etmeyin).

Alt

Dün saat 1 gibi, bizim A2 takımının maçı vardı. Benim baştan haberim yoktu da, peder bey söyleyince, dedim izleyeyim bari. Florya'daydı maç, 1-0 aldı bizimkiler. Puan farkı 4 mü oldu ne, ya da 5. Bir de son dakikada penaltı kaçırdık. Ulan 0-0'ken atsaydık, nasıl olacaktı?

Bu maçın hakkında yorum yapacak değilim tabii. Zaten bazı blogger arkadaşlar bu konuda yeterince doyurucu şeyler yazıyorlar. Benim dürtmek istediğim 2 kişi var.

1. Emre Çolak:

Çok bariz görülüyor ki, Emre artık o seviyeyi aşmış. Yani bunu yeni bi'şey söylüyormuş gibi anlamayın da, ben A2 maçlarını pek izlemediğim için, ilk izleyişin ardından bunları söylemem garip kaçmaz sanırm, çünkü kıyas imkanı buluyorsun ister-istemez. Ordaki 21 futbolcudan başka bir seviyede oynuyor. Çok rahat, spektaküler hareketleri, çalımları filan çok kolay yapıyor. Oyunu yönlendiriyor hiçbir sıkıntı çekmeden. Bu çok sevindirici bizim için, çünkü bu görüntü, Emre'nin A takımda kendine yer bulmasının daha kolay olacağını gösteriyor. Ki öyle de olacaktır. Hocanın da ona güvendiğini biliyoruz.

2. Batuhan Garadeniz:

Maçı açtım, lan Beşiktaş'ta forvette biri var, sırık gibi böyle. Acaba Batuhan mıdır ki, dememe kalmadı, spiker adını söyledi. O imiş.
Abi ben acayip üzüldüm açıkçası, Bjk taraftarı ne yapsın. Bu adam ligin en genç forma giyen oyuncusu. Bu adam (daha adam diyemeyiz aslında, 20 bile olmadı ya neyse) ligin en genç gol atan oyuncusu. Harika bi' çıkış yapmışsın, altyapı konusunda çok da verimli olmayan bir kulüpte hem de. Sonra...
Sonrasını biliyoruz hepimiz.
Bu bütün olanlara rağmen, Batuhan henüz 19 yaşında. Çoğu futbolcu bu yaşta patlayamıyor bile. Hala önünde büyük fırsat var. Ama o bir şekilde A2'lerde (tabiri mazur görürsünüz artık) sürünüyor. İnşallah kurtarır kariyeri.

Düzen

Zaten Barcelona ve sistem üstüne bir şeyler yazacaktım, Hüseyin de arapası vermişken, hepten zorunlu oldu. Gece Selocan'a dedim, abi böyle böyle, bunun hakkında yazacağım diye. "Ne yazacaksın abi, her şey yazılmadı mı bu konuda" dedi de, var daha yazılmayanlar elbet. Ayrıca maç içi rotasyon hakkında da yazmamı istedi. Toptan aradan çıkartalım.

Öncelikle bütün aklı ve gözü başında yeryüzü futbolseverleri gibi, ben de bir domalayım Messi'nin önünde. Bu adam daha 23 yaşında. Minimum 10 sene daha izleyeceğiz. Ben onu düşünüp keyfini çıkarıyorum, şimdiki zaman ne ki?
Sadece bir Worldkap lazım.

Efenim, vakti zamanında hatırı sayılır blogger abilerimizden birinin mekanında, yorum kısmında bir soru sormuştum, bir Barça postunun ardından. "Abi sence Xavi-Iniesta mı bu sistemi yaratanlar, yoksa sistemi yürütenler mi bunlar?" diye. "Ben sorunun cevabını biliyorum" demeyeceğim, sorunun cevabı belli zaten, bir de onun tarafından nasıl görünüyor, onu görmek istedim. Çünkü bu minvalde bir şeyler yazmıştı. Cevabı "onlar yaratıyor sistemi" oldu. Ben de başka itiraz veya bir şey yazmadım.
Bu büyük bir yanılgı.
Eğer böyle derseniz, sanki Barcelona yıllardır başka bir futbol oynuyordu da, onlar geldi olayı değiştirdi gibi bir şey olur. Veya daha şümullu bakarsak, "Guardiola geldi, kadroda da böyle 2 oyuncu vardı, sonra böyle bi'şey çıktı" olur. Böyle değil-tabii ki.
Çok klasik bir cümle artık ama, bu böyle. Cruyff döneminden beri, bu adamların bir futbol geleneği var. Maalesef eşşek gibi ayağa düşen, Ercan Taner gibi adamların, bir forvetin kafasına esip bir pozisyonda geriye gelip adam kovalamasını "işte bu, Total futbol" diye değerlendirdiği Total Futbol denen nane bu. Daha da doğrusu, Total Futbol'un bir versiyonu. Bu konuda Ali Ece abimizin harika bir yazısı vardır ForForTu'nun Temmuz-Ağustos 2009 sayısında. Hatta o sayı altın değerindedir. Bir Messi röportajı, bir Simon Kuper'den Cruyff yazısı, Ali Ece abi'den de Barcelona yazısı. Şiddetle tavsiye edilir o sayı.

Taa 90'ların başından gelen, az daha uzatırsanız, Cruyff ve Neeskens'in oynadığı, Michels'in hocalık yaptığı döneme kadar dayanan bir gelenek bu. Ve oyuncular ikinci plandadır bu sistemde. Eğer sizin sisteme yerleştirdiğiniz bir oyuncu, iyi bir oyuncuysa, ve de düzeni anladıysa, tabii ki ortaya çıkan sonuç iyi olur. Ama Oleguer'i koyarsan, ortalama katkı alırsın tabii, o başka.

Dünkü maç, önemli olanın sistem olduğunu (veya düzen, her neyse) gösterdi bir kez daha. Neden, çünkü bu düzenin temel taşı denen adam yoktu, ve işler yürüyebildi. Evet, belki Xavi olsa, daha feci bir sonuç, daha üst seviye bir futbol olabilirdi ama, gördüğüm kadarıyla insanlar yine de memnun ortaya çıan sonuçtan. Demek ki büyükbaşlar olmadan da, işler, yetecek kadar ilerleyebiliyormuş.
Bu sezon bu şekilde bir örnek daha vardı. İçerdeki Inter maçı o da. Messi ve Ibra yoktu, tabii bu durumda millet ufak da olsa, "lan aceba Inter bir sürpriz yapar mı" çekiyordu içinden ama, maçı hatırlayanlar, sonucun ne olduğunu biliyordur. Korkunç bir dominasyon. Hep giderli olmasına alıştığımız Jose dayı, nefes bile almıyordu doğru-düzgün. Skor mülayim olsa da (2-0), oyun harikaydı, ve de bu maç, "bu sezon tökezliyor biraz" denen Barça'nın en iyi 3 maçından biriydi. Biri de dünkü maç denebilir. Bu sezonun en iyi maçlarında bazı esasoğlanların olmaması da, değeri arttırıyor. Zaten herkes yerinde ve formda, hatta iyi gününde olduğunda da, neler gerçekleştiğini biliyoruz.

xxx

Yazının 3. bölümünde de, bir siparişe yer vermek istiyorum. O da Barça'nın dünkü dizilişi ve maç içindeki diziliş değişiklikleri. Bunun hakkında hep yazmak istiyordum, ki enine boyuna da yazacağım bir tane ama, bu kez dünkü maç ekseninde değinelim biraz.

Barcelona maça başladığında, klasik dizilişinden farklı bi görüntü ile sahadaydı. 4lü defans, önlerinde Busquets-Yaya, onların önünde Messi, ilerde de 3lü bir hat:solda Iniesta "aka Londra Yasta" (Ah İlker Yasin ah), ortada Henry ve sağda Pedro (bu oğlanın ters kanat oynayamaması büyük sorun, ona da değinmeli).
Bu dizilişle oynamanın kritik yanı, Iniesta. Henry zaten forvetin her yerinde oynar, keza Pedro da öyle. Ama Iniesta'nın hem (fm/cm diliyle söyleyelim) mc-amc, hem de forvetin kenarlarında oynayabilmesi, bu dizilişe imkan sağlıyor. Böylece maç içinde klasik 4-3-3'lerine dönme imkanları oluyor. Messi sağa, Pedro sola, Henry ortada kalıyor. Veya Pedro ortaya, Henry sola da olabilir. O da var.
Bunu ara sıra yapıyorlar maç içinde ama, maç başlangıcında bu düzende olmaları pek nadir görülüyor. Ve pek kimsenin de dikkatini çekmiyor sanırım.
Bu düzende Messi serbest oynuyor. 3lünün arkasında, ve de bu tercih çok iyi sonuç verebiliyor.

Bizde olsa, orta üçlünün önünde böyle bir oyuncu oynatsanız, kıyamet kopar, "Nasıl olur" diye. Ama Barcelona gibi bir düzen ve sisteme sahipseniz, tou genelde ayağınızda tutyorsanız, olur pek ala. Galatasaray'ın da buna benzer bir ana düzene sahip olduğun da belirtelim, bilen biliyor.

Son olarak da, Barça'nın başka bir alternatif dizilişi olarak, geçen sezonki Cl finalinde yaptıklarını anlatayım, bitirelim. O maçta da, 5. dk dan filan sonra, ilk 2 hat aynı kalmış, ama ön tarafta, Henry ve Eto'o önde ikili forvet gibi olmuş, Messi arkalarına çekilmişti, yine serbest gibi. Bir nevi amc yine. Bu da sonuç vermişti. 4-3-1-2 gibi bir diziliş oluyor böyle olunca da.

Yani son satırlara bakarsak, neymiş, Barcelona'nın "B planı" varmış. Bolca hem de.

En son da, değişiklikler sonrası dizilişin nasıl olduğunu ekleyeyim. İlk önce Busquets çıktı, zorunlu değişiklikti. Yerine Ibra girdi. Öyle olunca, Iniesta orta sahaya çekildi, önlerinde yine Messi kaldı. Ön üçlüde de değişerek oynadılar. Pedro sağda kaldı ama, Henry ve Ibra değişmeli oynadı. Ki zaten Barcelona'da ön üçlünün değimeli oynamasının, neredeyse geleneksel olduğunu biliyoruz, o yüzden şaşırtmamalı bu.
2. değişiklik, Henry-Milito idi. Düz bakınca, çok garip geliyor. Ama öyle değil. Bu değişiklik, hep izlerken "lan bu adam ortada bile oynar" dediğimiz Pique'nin, ortaya kayması demek oluyor. Milito stopere geçiyor. Ortada Toure-Pique-Iniesta üçlüsü olurken, ilerde Pedro-Messi-Ibra üçlüsü kalıyor. Son değişiklikte de, Iniesta çıkıp Bojan giriyor. Bundan sonra da, ilk düzene dönüyoruz, Messi yeniden orta üçlünün ofansif kısmına geçiyor.

Total futbol denen nanede, her oyuncunun her mevkiide oynaması, oynayabilmesi esastır. İşte Barcelona'nın bu yukarda yazdığımız hamlelerle yaptığı da, az çok o.

Çıkartma 18


Serimizi Henke'yle bitirelim. Saygılar üstad...

Hemen Abi...

Ben mi? Domaldım gel abi. Messi beni düzerken ben topu Cübbeli'ye atayım. Aratop ve lappappo.

Çıkartma 17

Pis


Ne taraftar, ne de futbolcu... Diyarbakırspor'un tek pisliği başkanıdır. Matthias Chevalier 'in Footballove'a gönderdiği foto; Diyarbakırspor Başkanı'nın kendi takımını kullanarak, futbolu başka yerlere çekme amacının fotosudur. Diyarbakırspor'u başlı başına bir provakasyon aleti olarak kullanıp, futbolun içine zaten işlemiş olan siyaseti karıştırma, buna bağlı olarak da ülkeyi karıştırma çabasının fotosudur bu.

Alt resimde başkanın arkasında duran herif -artık herkimse (şoförü müdür, koruması mıdır)-, 88.dk'da aldığı muhtemel telefondan sonra ortalığı karıştıran kıvılcımı çakmış ve zaten 1 gram aklı olan koyun sürüsünü de harekete geçirmiş. Sonucunda da Diyarbakırspor'u futbol dışındaki her konuda konuşulur hale getirmiştir. Tabi bu arada olan, 3 kuruşa top oynayan futbolculara ve gerçek taraftarlara olmuştur.

Şimdi size olacağı söyleyeyim. Diyarbakırspor küme düşürülmeyecek, sıkıysa düşürsünler konumuna getirdiler çünkü işi. Belediye, maçı 1-0, yani o zamanki skora göre, kazanmış sayılacak. Yani hükmen mağlubiyet olmayacak. Bu sebeple de 2 kez namağlup sayılmadığı için küme düşürülmeyecek. Ancak bu pis herif kulübün başında olduğu sürece, kalan maçların hepsinde olay çıkartıp, elbet 1 maçı daha hükmen mağlup saydırabilir ve düşen Diyarbakırspor yeni olayların önünü açar.

Aceto hep der ya, futbol sadece futboldur diye. Türkiye'de öyle değil, orası kesin.

Karı-Kız

Aktüel'in son sayısından. Farid Farjad röportajı.


-Farid Farjad nasıl bir siyasi düzen istiyor?

+Ben demokratım ve cumhuriyet rejimi istiyorum. Dünyanın, demokrasiden başka bir seçeneği de kalmadı. Siz bizim duygularımızı hissedemiyorsunuz.;çünkü yıllar önce çok aydın, entelektüel ve emek veren bir savaşçı çıkardınız:Atatürk. Halk da yanında oldu ve kazandı. Ama aynı dönemde bizim şahımız İsviçre'de karı-kız peşindeydi (burda koltuktan düştüm). Okula gitti, doktora aldı;ama bomboş geri geldi. Çünkü hiçbir savaşa katılmadı, halkla ilişki kurmadı. Bizim bir Atatürk'ümüz yoktu. Eğer Atatürk olmasaydı, sizin de benzer bir ülkeniz olabilirdi.

-Türkiye'yi bugünkü haliyle nasıl görüyorsunuz?

+Buna eminim ki, Türkiye'nin anayasası muhteşem.

-Var olan anayasanın, 1980'de darbeyle iktidara gelen askerlerin eliyle yapıldığını biliyor musunuz?

+Evet biliyorum. Ama o dönemde darbe de lazımdı.

-Darbeyi savunuyorsunuz yani...

+Evet. Eğer o darbe olmasaydı, Türkiye, İran gibi olabilirdi.

xxx

Dışardan öyle gözüküyor olabilir, ki evet, kabaca doğru da denebilir. Fakat 80 sonrası tam aksine İslamizasyon yolunda gidildiği görülmekte ve şimdi gelinen sonuç da ortada.

Atatürk ve halkın yardımı konusunda da 2 kelam etmek istiyordum ama, cümle başına edilen küfür ortalaması blogger kıstaslarına fazla gelebileceği içün vazgeçtim.

Çıkartma 16

Portolyon

Çok salak şeyler abi. Böyle başkan adayları filan çıkıyor, yok efendim biz gelince Şampiyonlar Ligi'ni alıcüük, yok finallerden final beğeneceğiz. 06-07'de vardı, "Road To Athens" filan. Gruptan çıktık da, Athens kaldı, amına kodumun yerinde.

Şimdi abi, bu takımın bir derecesi vardı. 2004'e kadar biz, Porto, Mançester falan ile birlikte, Şampiyonlar Ligi'ne en çok katılan birkaç takımdan biriydik. Yani biz eşleşsin eşleşmesin, bizi yensin yenmesin, Cl civarı gezen bir takım, Galatasaray ile karşılaşabileceğini, onların buralarda olduğunu biliyordu. Biz Uefa'ya gidince, "aa niye yoklar la" diyebiliyordu. Böyle bi' vaziyet vardı.
2004 sonrasında biz, sadece 06-07 sezonunda Ş. Ligi'ne gidebildik. Bir de ön-elemede kaybedip, Uefa'ya düştük. Hatta bir de hiç Avrupa'ya gidemediğimiz sezon var da, neyse şimdi. 6 senedir filan, uluslararası bazda işler iyi gitmiyor. Ama gidebileceği konusunda fazlasıyla ümitlenebiliriz. Çünkü bu aralar Florya turuncu renkte.

Durum buyken, başkan olsun, başkan adayı olsun, hep yüksek atmakta. Herkes Aziz Yıldırım anasını satıyım. Önce yapmamız gereken bizim, bu her sene Cl'ye katılma serisini yeniden başlatmak. Yeniden oralarda olmak. Yeniden oralardakilerin gözünün bize aşina olması. Akıllarda yer etmemiz. Bunun için de gereken nedir, her sezon ilk 2'de olmak. Rijkkard ve Neeskens başımızdayken, bunun çok sorun olacağını zannetmiyorum açıkçası. 2. aşama da, takımın oturması tabii.

Zart diye finalden falan bahsetmek yerine, önce bir Allahın kulu da, "hacı bizim hedef her sene Cl'de olmak, olay bu yani, kupa filan zikimde değil" dese, gider üye olup oy veririm, sonra da... Öhm, neyse.

Bu konuda önümüzde -sanırım- 2 örnek var. Porto ve Lyon. İstisnası vardır, o ayrı ama, bu 2 takım da, her sezon en az 2. tur yapar. Bu sezonu ele alalım, -al oğlum- Porto gidip o kadar salak takım arasında kurada Arsenal'ı çekince, 2. turda el salladı. Lyon ise... Neyse biliyorsunuz. Girmeyeyim o kısma. Onlar bir üst kademeye çıkabildi.
Lyon daha fazlasını istedi, 76 senedir üstüste ligi kazanan bir takım olarak ama, olmadı biliyorsunuz. En yukarı çeyrek final oldu hep. Bu konuya o kadar taktılar ki, Cl başarısı için hoca değiştirdiler hep. O arada seri bozuldu gerçi. Çeyrek finalden ileri gidemediler. Bu sene gitsinle isterim ama, o arada da ligi Bordo'ya verebilirler.
Maalesef bu 2 takımın son yıllarda Cl dereceleri hakkında kapsamlı bir araştırma yapamadum. Üşengeçlik sağolsun. Ama rakamdan öte, bu takımların yukarda da yazdığımız gibi, her sezon bu platformda olduğunu, ve de genellikle gruptan çıktığını biliyoruz. Önemli olan bu.

Sanırım anlatmaya çalıştığım şeyi anlattım. Postumuzu, Limp Bizkit isimli güzide grubun, Break Stuff isimli şarkısından harika bir beyitle bitiriyoruz:

It's all about the he said she said bullshit.

Ufak


Bu tip resimler genelde hep bi' blog tarafından yayınlanmış oluyor ama, inşallah bu öyle değildir.

Çıkartma 15

Heritage


Böyle hediyeden filan bahsetmek hoş değil aslında ama, ilgilendiğimiz, hep yazdığımız bir konuyla alakalı olduğu için, bahsedeceğim.

Bir yakın akrabamız, tekstil sektöründe çalışıyor. Bir ara Özhan Canaydın'ın bir şirketinde çalıştığını biliyordum, şimdi başka yerde sanırım. Onun anne ve babası, yani dedemin kardeşi ve eşi bize geldi geçen. Bi' hediye muhabbeti filan vardı da, kesin bilgi yok. Geldi bunlar. Anneme verdiler malları, teşekkür etmeler vs. Ben uzaktan bakıyorum, nedir, forma mı, tişört mü, Kaşıkçı elması mı. İlk görünen siyah-beyaz bi'şey olduğuydu, ama Bjk forması olması olanaksız, biliyor hangi takımla teşrik-i mesaim olduğunu. Lan dedim, ne bu. Sonra bir baktım, şöyle eski model bir yaka. İçimden "hasss..." ile başlayan bi'şeyler söyledim. Anladım Retro bi'şeyler geliyor. Tamamı çıktığında anladım ki, Juventus'un 76-77 yılı formasının yeniden üretimi.


Çok şık bi' parça. Sonradan baktık, başka takımların da var. Güncel bi' seri mi, onu bilmiyorum. Bu hediye gelmese mesela, bu tip bir formayı ben hayatta alamam. Daha moru alamadık ulan, geçen seneki beyaz filan da var. Nasıl bu gibilere para ayırasın.
Anlayacağınız, naçizane forma koleksiyonum, hiç ummadık bir parçayla değerlendi. Giymem bile lan ben bunu. Gerçi tam olarak forma sayılır mı, ondan da emin değilim ya, neyse.

Nerden Nereye 13


Çıkartma 14