Zikr



Yetkililere haber versek de buradan (da) pay çıkarsalar.


Unity


Bu tivitin başrolde olacağı -daha farklı- bir post atacaktım. Dönüşüme uğradı. Garibim Kendall.

1. Şu posttaki tahminimiz yanlış çıktı. Renkler aynı şekilde devam ediyor -en azından bir süre daha.

2. Suns taraftarları kusura bakmasın ama (memlekette kaç tane var acaba. Doru selam), WNBA takımlarından birinin formaları gibi olmuşlar.

3. Yukardaki tivitte bahsedilen 5 takımdan birinin Suns olduğu ortaya çıktı. Diğer "talihsiz" takımlar kimler acaba.

4. WNBA çağrışımı falan olsa da, takım isminin yamuk şekilde konumlanması ve altlarından geçen o (çapraz) şeritler, logo ile bütünlük sağlayarak orijinal/kulübe has bir görüntünün ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu nedenlerden, formanın sevilip-tutulacağını tahmin ederek, en az bir 10 sezon giyileceği öngörüsünde bulunuyorum.



Edit: Bu posttan birkaç gün sonra tanıtımı da yaptılar. Oradan da foto koyalım.



Cross



Birini (Sapara'nınki) biliyordum da, diğerini bugün gördüm. Herif bir sezon kaldı, ama bir sezona şu iki golü "sığdırmayı başardı". Kayıt düşmek lazım.

(İlki 2.05 civarı başlıyor, diğeri de 2.00 falan)



Besiktas 1 - 1 Trabzonspor Genis Özet ile  f100004304013099

Mamed


Sezon başı şu postta dikkatimizi çekmişti. Ne kadar planlı bilmem ama, adım adım dönüşüm gerçekleşiyor gibi. Geçen sezon takımın isminin yazıldığı fontun değişmesi ve parkeden mor rengin atılmasından sonra, bu yaz da logolarda revizyona gittiler. Klasik çapraz duran güneşli logodan da mor renk atıldı.

Toronto gibi yapacaklar sanırım gerçekten. Şahsen mor-turuncu-siyah uyumunu seviyordum. Turuncu-siyah ikilisi daha haşin falan durabilir.


Ayrıca; üşenmeyip şunu okuyun lütfen.

The Book of Basketball #3



~

Geriye sadece bir soru kalmıştı: Bird'ün hatırlanacak daha kaç yılı vardı? Zirvesine ulaştığı '86 ve '87 yıllarında, trash talk yapmayı arttırmıştı (ondan iyisi yoktu) 1 ve maçlarda rakiple dalga geçmeye başlamıştı (bir keresinde Portland'da bütün şutlarını sol elle atmaya karar vermişti), sıkılmış ve kendisine meydan okumak için çıtayı yükseltmeye çalışırmış gibi davranıyordu. All Star haftasonundaki ilk üç sayı yarışmasında soyunma odasına girip herkese ikincilik için mücadele edeceklerini söylediğine dair ünlü bir hikaye vardı. Veya Seattle oyuncusu Xavier McDaniel'a maç kazandıran şutu tam olarak nereden atacağını söylemesi ve sözünü tutup şutu tam da o noktadan sokması gibi. Bu anekdotlarla koskoca bir belgesel çekebilirsiniz, zaten NBA Entertainment da Larry Bird: Bir Basketbol Efsanesi'yle sonunda bunu yaptı.2 Maç kazandıran şutlar ve hikayeler biriktikçe, 33 numara Boston'ın Rushmore Dağı'na,  Orr, Williams ve Russell'ın yanına taşındı. Onun her şeyi yapabileceğini, bir süper kahraman olduğunu düşünüyorduk. Maçlardan önce ilk 5'leri anons ettiklerinde Bird her zaman son sırada olurdu ve anons her zaman Celtics taraftarlarının aralarında gizli bir kural varmışçasına şu sözleri duyduklarında akciğerleri patlarcasına bağırmasıyla yarım kalırdı: "Ve diğer forvette, Indiana Sta-"

Lenny Bias 1986 Draftı'ndan sonra aşırı doz aldığında, Bird skor yükünü ve dakikalarını azaltıp kariyerini uzatabilecek genç bir takım arkadaşını kaybetti. Bird'ün vücudu ona zayıflama yıllarında ihanet etti, alınan hücum faullerden, yapılan sert faullerden, boşta kalan toplara pervasızca atlamaktan vücudu yıpranmıştı. Kusurlu topukları ve mahvolmuş sırtı, zamanında Bird'ün ezdiği Kelly Tripuckas ve Kiki Vandeweghes'i 3 yavaşça demode hale getiren yeni atletik forvet dalgası yüzünden zavallı Bird sakat vücudunu sahada zorla taşıyabiliyordu. Yaptığı şey tamamen hafıza ve adrenalinle oynamaktı. Son iki sezonu '91 ve '92'de hastanede sırtını dinlendirmek için 3-4 hafta yatar ve daha sonra hiçbir şey olmamış gibi 4 yine hantal bir sırt desteğiyle geri dönerdi ve her zaman olduğu gibi ESPN Classic özgeçmişine bir maç daha eklerdi. '91 yılında Pacers'a karşı oynadığı 5. maçta kafasını yere vurması, daha sonra Willis Reed gibi geri dönmesi ve Celtics'e maçı kazandırması gibi. Veya ulusal kanalda, seyircinin o maçı uzatan üçlüğü sokmadan önce "Lar-ree! Lar-ree!" diye bağırdığı ve Portland'a 49 sayıyla patladığı maç gibi. Bu Bird'ün karaoke yapmasını izlemek gibiydi. Her şey '91 yılında Pistons'a karşı iç sahadaki bir playoff maçıyla zirveye çıktı. Bird hiçbir şutu sokamıyor ve gerçekten zorlanıyordu, tam o anda gerçek bir kuş içeri girdi ve sahanın ortasına konup oyunun durmasına sebep oldu. Taraftarlar durumun ironisini fark edip "Lar-ree! Lar-ree!" diye tezahürata başladı ve bu seride ilk kez sakat kahramanımız kendine geldi. Şutları girmeye başladı ve Celtics çok önemli bir galibiyet aldı. Garden'dan kendimizden geçmiş bir şekilde çıkarken babam "Bu gerçekten yaşandı mı?" diye sordu.

Evet. Sanırım.

Bird nihayet '92 yılında emekli olduğunda geçerli bir sebebi vardı: vücudu artık NBA fikstürünü kaldıramıyordu. Magic'in aksine geri dönmedi ve kendini düşük bir seviyede 5 göstermedi. Jordan'ın aksine prime'ı geçtikten sonra vasat bir takım için çabalayamazdı. Gitti ve bir daha dönmedi. Celtics bir daha düzelemedi, aslında bu yetersiz kalır. Bird bıraktığında Celtics öldü ve başka bir şeye dönüştü. Sonra Reggie Lewis bir anda öldü, McHale emekli oldu, Garden yıkıldı, M.L. Carr işleri batırdı, Duncan piyangosunu kaybettik, Rick Pitino işleri batırdı, Chris Wallace işleri batırdı ve Danny Ainge işleri batırdı. Bu işkence sürecinde bir yerde Celtics, Celtics olmayı bıraktı. Bird Converse Weapon'larını astıktan bir süre sonra babam saçma bir şekilde pahalı olan koltuklarından neredeyse vazgeçmeye karar verdi ama yapamadı. 2007'de utanç verici bir şekilde 61 maç kaybetmek için tank yapıp yine de Kevin Durant ve Greg Oden'ı seçemediğimizde takım babama 2007-8 sezonu için 175$'lık bir fatura gönderdi.  Evet, 1974'teki bir kombine parası, 2008'de bir maçı izlemek için vereceğiniz paranın yarısını bile karşılayamayacak bir para. Böyle berbat bir sezondan sonra kimse babamı ipleri koparacağı için suçlayamazdı, bunu yapmasına da sadece bir hafta kalmıştı. Ama en sonunda yapamadı. Eğer o biletleri satsa ve Celtics'in durumu tersine çevirmesini izleyemese kendini asla affetmezdi. Dolayısıyla babam biletini yeniledi ve üstüste 15. sene şanslı bir olayın (takas, bir draft hakkı veya Brian Scalabrine'nin nükleer bir reaksiyona maruz kaldıktan sonra insanüstü güçlere sahip olması) bizi şöhretli zamanlara geri döndürmesini umdu. Meşhur Bird-Dominique düellosu 6 gibi (Bird bunu daha önce o kadar çok kez yapmıştı ki onun tekrar gerçekleşeceğini önceden hissedebilirdiniz) bir maç daha izlemek istedi. Bu spor şaheserinden sonra (gerçekten, hayatınızda bir kez olacak bir şeydi) kafamız eve gidemeyecek kadar iyiydi, biz de Wellesley'de Bailey's denen bir dondurmacı bulup sundae söyledik. 20 dakika boyunca bir şey konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Sadece dondurmalarımızı yemeye ve kafamızı sallamaya devam ettik.  Ne diyebilirdiniz ki? Böyle bir şeyi kelimelere nasıl dökebilirdiniz? Dilimiz tutulmuştu, bitkin düşmüştük, gerçekten şanslıydık.

NBA'in böyle bir şeyin aynı anda 3-4 takımdan fazlası için gerçekleşmesi bahsine yüksek oranlar koymasına rağmen daha fazla Bailey's mucizesi yaşama fırsatından vazgeçemezsiniz. Lig 30 takıma genişlediğinde şans her zamankinden daha büyük bir faktör haline gelmişti. Lotaryada, genç oyuncularda, takaslarda, her şeyde şanslı olmalıydınız. Phoenix Amar'e Stoudemire'ı seçti çünkü 8 takım onu pas geçmişti. Portland ilk sıra için %5.3 hakkı varken Greg Oden'ı seçti. Dallas Dirk Nowitzki'yi seçebildi çünkü Milwaukee Bucks onun haklarını Robert Traylor için draft etmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü. New Orleans Chris Paul'ü seçebildi çünkü önceki 3 takım aptal bir şekilde onu pas geçti. Cidden, Auerbach bile Bird'ü şans sayesinde draft etti. 5  takım onu Boston'dan önce seçebilirdi ama hepsi başkasını tercih etti. İşte bu NBA. Akıllı ve şanslı olmalısınız. Lewis, Bias'ın trajik ölümünden 7 yıl sonra öldüğünde, Celtics şanslı ve akıllı olmayı bıraktı, ama bu babamın her yaz işlerin iyi gitmesini umarak o biletleri yenilemesini durduramadı.

Bu kulağa ne kadar garip gelirse gelsin, bir basketbol fanı olarak başarılı bir takımı destekleyip onun kaybolduğunu görmek, takımının hiçbir zaman başarılı olamamasından daha zor bir durum. Basketbolu bir uçak gibi düşünün, eğer hiç first class'ta uçmamışsanız kendinizi koltuğa sıkıştırmaya çalıştığınız her seferinde neler kaçırdığınızı bilmezsiniz. Ama ya birkaç yıl first class olup koltuğunuzu kaldırıp indirmiş, ayaklarınızı uzatabilmenin ferahlığını yaşamış, lüks içecekleri yudumlayıp biftek yemiş, ünlülerle ve yaşlı zenginlerle evlenmiş genç kadınlarla beraber oturmuş ve bir prens gibi hissetmişseniz? Bunlardan sonra ekonomi sınıfına gidip "Of, bu berbat." diye düşünürsünüz. Eh, bu da babama 1973 yılında bir vergi iadesinin sağladığı şeydi: 20 yıllık muhteşem bir basketbol süreci, mutlu anılar, yılda 40-50 harika gece ve daha iyisi olamaz diye düşünürken tüm zamanların en iyi oyuncularından birinin kariyerini baştan sona takip etmek... ve her şey yavaşladıktan ve Celtics first class'tan ekonomi sınıfına düştükten sonra tek umudumuz bunun geçici bir aksama olması ve her şeyin eski haline gelmesiydi. Bu her yıl babama first-class fiyatlarına mal olsa bile o önemsemedi. Uçağın ön kısmına davet edilmeye hazırdı, her zaman hazır olacaktı.
Karar verildi, her baharda o faturayı ödemeye devam edecekti.

Ne olursa olsun.

*

Bird'ü, Magic'i, Jordan'ı prime zamanlarında, '70 Knicks'i, '01 Lakers'ı, veya insanlar arasında yankı uyandıran herhangi büyüleyici bir oyuncu veya takımı izlememiş biri için önceki üç paragrafı anlamak zor olabilir, çünkü o anları yaşamış olmanız gerekir. Bird'ün etkisi, her büyük sporcuda olduğu gibi, emekli olduktan sonra azaldı. 7 Hikayeler ve anekdotlar, YouTube klipleri ve ESPN Classic maçları hala varlar, ama yine de bu yeterli değil. 2007 baharında, bir pazar sabahı NBA TV'de (muhtemelen sadece ben ve ailesi izliyorduk) tesadüfen Havlicek'in veda maçına denk geldim. Bu maçta iki şey dikkatimi çekti. Birincisi, maçın başlangıcı 8.5 dakika gecikmişti çünkü Celtics fanları Hondo anons edildikten sonra tezahürat etmeyi bırakmıyordu. Bu 2009 yılında biri için gerçekleşebilir mi? 8 Ve ikincisi, CBS'in çok eski ilk yarı istatistiklerine göre, Havlicek'in 9 Nisan 1978'de istatiksel özgeçmişi şu şekildeydi:

En çok maç oynayan oyuncu (1269)
En çok playoff maçında oynayan oyuncu (172)
Üst üste 16 sezon boyunca 1000 sayıyı geçen tek oyuncu
Kariyer sayı sıralamasında üçüncü (26895)
Kariyer dakika toplamında ikinci (46407)

Bu sayıları 30 yıl sonra gördüğümde bile dilim tutulmuştu. Evet, Hondo'nun bizi '76 şampiyonluğuna taşıdığını, onun tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu ve fiziksel olarak insanüstü olduğunu, yorulmadan her gece 42-44 dakika oynadığını hatırlıyordum. Son sezonunda rakip takımların onu her fırsatta hediyeye boğduğunu anımsıyorum. 9 Ama sayıda üçüncü, dakikada ikinci, maç sayısında birinci olması? John Havlicek? Biraz araştırma yaptım ve Hondo'nun 13 kez üst üste All-Star, 4 kez All-NBA First Team ve 7 kez All-NBA Second Team olduğunu, 8 şampiyonluk ve 1974 Finaller MVP'sini kazandığını ve NBA'in 1980'de 35. yıl takımındaki 11 kişiden biri olduğunu öğrendim. Bugün bile sayıda 10, dakikada 8, playoff sayılarında 7. durumda. Yani her ölçüde gelmiş geçmiş en iyi 20 oyuncudan biri. Ama ölümüne NBA fanı 30 yaş altında kaç kişi onlara gelmiş geçmiş en iyi 20 oyuncuyu sorduğunuzda Havlicek'in ismini söyler? Üç? Beş? Cidden, sizce en fazla kaç tanesi "Havlicek"'in nasıl yazıldığını bilir?

Bu da şu soruyu akla getiriyor, büyüklüğün bir raf ömrü var mıdır?

Bu Havlicek maçından birkaç hafta sonra genç LeBron James Detroit'e 48 sayı atarak '07 playofflarının ve Cavs-Pistons serisinin ömrünü uzattı. Açıkça muhteşem bir şey gerçekleşmişti:  olay sadece Marv Albert'in bu performansı gelmiş geçmiş en iyi playoff performanslarından biri olarak yüceltmesi değildi, bu LeBron'un kendisini bir başka seviyeye geçirdiği önemli bir dönüm noktasıydı. Köşe yazarları, bloggerlar, taraftarlar o geceyi yorumlamak için yarışa geçtiğinde bütün bu abartı yerinde gözüküyordu. Hatırı sayılır miktarda insan "MJ büyüktü, ama asla böyle bir maç oynamadı" kartını ileri sürdü, sanki Jordan'ın muhteşem kariyeri LeBron'un başardığı şeyin değerinin anlaşılması için küçültülmeliymiş gibi. Ertesi gün ESPN.com'daki köşemde Jordan'ın hiçbir rakibini LeBron'un dökük Pistons'a yaptığı gibi fiziksel olarak ezmediğini yazdım ve o Cavs-Pistons maçındaki LeBron'u, Bo Jackson'ın prime'ında ortalığı kasıp kavurmasına benzettim.

Haftasonu geldiğinde herkes "Özel 48" konusunda biraz daha sakinleşmişti, ben de kendimi Jordan'ın öldürücü anlarını hatırlarken buldum - Drexler'ı '92 finallerinde nasıl soğukkanlılıkla mahvettiğini, Riley'in Knicks'inin rugby taktiklerini nasıl yendiğini, '98'de 7. maçı Pacers'tan sürekli çizgiye gelerek nasıl aldığını, Chicago kariyerini Utah karşısında inanılmaz 'turnike-top çalma-şut' sekansıyla sonlandırdığını- ve herkes gibi "yenisini taçlandırmak için eskisini düşürelim" tuzağına düştüğüme pişman oldum. Bunu yapmayacağıma her zaman yemin etmiştim. Favori kitaplarımdan biri bir spor yazarı (Mike Lupica) ve bir Hollywood senaristinin (William Goldman) New York için çılgın bir spor yılına dair yazdığı Till Next Year'dır. Bir taraftarın perspektifinden yazan Goldman, Wilt Chamberlain'in mirası olarak anılan, favorilerimden biri olan ve bu kitapta büyük bir etkisi olan "To the Death"'e dair tutkulu bir savunma yapmıştı. Goldman'a göre büyük sporcular hafızalardan başkaları onlardan daha iyi olduğu için değil, onların kariyeriyle alakası olmayan şeylerden dolayı (Russell'ın kötü bir yorumcu veya O.J.'in kötü bir eş olması gibi) hafızalarımızın zedelenmesinden dolayı unutulurdu. Çok önemli bir alıntı: "Bir sporcunun yaşadığı en önemli zorluklardan biri hafızalarımız için savaşmasıdır. Bu yavaş yavaş olur. Siz farkına varmadan başlar ve gözden düşmeyle biter. Gerçekten ölümüne bir savaştır."

Bu kısım 1988'de yayınlandı, Bird ve Magic'in süper güçlerinin zirvesinde olduğu, Jordan'ın LeBron'un Detroit'e karşı yaşadığını yaşamasına yaklaştığı dönemlerde. Zaten daha sonra onları eleştireceğimize üzülmüş olan Goldman şu tahminde bulundu: "Bird ve Magic'in zamanı yaklaşıyor. Onları şimdi sevmek kolay, ama bekleyin. Sadece 10 yıl bekleyin." Sonra da taraftarların 2000 yılında söyleyeceği şeylere dair dalga geçen, Magic'in kimseyi savunamadığını ve Bird'ün çok yavaş olduğunu ifade eden bir paragraf yazdı. Bu dalga geçtiği paragrafı şu alıntıyla bitirdi: "Bird tabii ki iyiydi, Magic de öyle, ama ikisi bugün oynayamazdı." Belki bu olay henüz onların oyunlarının eşsizliğinden, kariyerlerinin simetrisinden ve bütün "Magic ve Bird NBA'i kurtardı" mitinden dolayı (ona da geleceğiz) yaşanmadı. Ama Jordan? Şimdiden yaşanıyor. 1998 yılında herkes Jordan'ın gelmiş geçmiş ve gelecek en iyi oyuncu olduğunda hemfikirdi. Bu bizi onun yerine Grant Hill'i (olmadı), Kobe Bryant'ı (olmadı), LeBron James'i (oluyor) ve tekrar Kobe'yi (2008 civarında bir süre oldu, ama yine de olmadı)  koymaktan alıkoymadı. Herkesin 2007'de Jordan'dan LeBron için vazgeçmesi şaşırtıcıydı. Evet, "Özel 48" olağanüstü bir spor olayıydı ama 20 yaşındaki Magic'in sakatlanmış olan Kareem yerine maça pivot pozisyonunda başlaması, 1'den 5'e kadar her pozisyonu oynaması, 42-15-7 yapması ve Lakers'ı 1980 şampiyonluğuna kavuşturması kadar etkileyici değildi. Eğer o bugün yaşansaydı, Skip Bayless'ın kafasının parçaları bütün Bristol'a saçılırdı. 10

Peki bizim sürekli olarak geçmişi yerip ânı yüceltmemiz neden? Goldman her çağın "çok küstah ve çok kibirli" olduğuna inanıyordu. Haklıydı, ama yine de bu küstahlık ve kibirlilik hali tamamen bilinçli değildi. O anki yıldızlarımızın eskiden izlediklerimizden daha iyi olduğuna inanmak istiyoruz. Neden? Çünkü sporla ilgili en iyi şey bilinmezliktir. Neler olabileceği ile ilgili düşünmek zaten gerçekleşmiş şeyleri düşünmekten daha eğlencelidir. Başka Magic ve başka Bird göremeyeceğimizi biliyoruz; aramayı çoktan bıraktık. Onlar fazla eşsizlerdi. Ama Jordan ... bu düşünülebilir. Yaşamımız boyunca bir tane daha inanılmaz derecede rekabetçi ve sırrı anlaşılamaz bir şekilde yetenekli şutör guard izleyebiliriz. Belki. Yani aslında durum LeBron'un Jordan kadar iyi olmasını istememiz değil, onun Jordan'dan daha iyi olmasına olan ihtiyacımız. MJ serüvenini zaten yaşadık. Kim aynı filmi tekrar kiralamak ister ki? Biz LeBron'un bizi daha önce gitmediğimiz yerlere götürmesini istiyoruz. Bu, kendimizi Shaq'ın Wilt'ten ve Nash'in Cousy'den daha iyi olduğuna inandırmamızla aynı sebepten ileri geliyor. Bunların doğru olup olmadığını bilmiyorduk, ama sadece öyle olmalarını istedik.
Geçmişe yeterince minnet duyamamızın daha basit bir sebebi de var. Havlicek yayınının bana kanıtladığı üzere, eğer üzerinde düşünmeyi yeterince uzun bir süre bırakırsanız beyninizde her zaman yer etmiş olan "Tuttuğum basketbol takımı ben çocukken gelmiş geçmiş en iyi 20 oyuncudan birine sahipti ve ben çocukluğum boyunca onu izledim." düşüncesini bile unutabiliyorsunuz. Zamanın birinde, Boston Garden tam 510 saniye boyunca Hondo diye tezahürat yaptı. Ve ben ordaydım. O binadaydım. O 510 saniyenin her biri boyunca ben de bağırdım ve o anlar kötü bir sezonun tek mutlu hatırasıydı. İşte bu da o gürültü hakkında komik bir şey: önünde sonunda duruyor.

Bu kitap da tamamen bununla ilgili: o gürültüyü, sesi yakalamak, birçok boktan şey arasından yaşaması gereken hikayeleri, oyuncuları ve takımları seçebilmek. Aynı zamanda NBA ile ilgili, bu zamana nasıl geldik ve nereye gidiyoruz. Bu amacım belki fazla hırslı ve muhtemelen belli bir plana ve şemaya sadık kalmam gerekirdi, ama siktir edin - kitap bittiğinde her şeyin bir anlam ifade edeceğinden eminim. Gerçekten. Sadece şunu bilin ki ben yaşlandıkça spor anılarımın azalması beni tahmin edebileceğimden çok daha fazla rahatsız ediyor, özellikle basketbol gibi sadece istatistiklerle anlaşılamayacak bir sporun anıları. Anılarımı, düşüncelerimi ve fikirlerimi onları unutmadan veya bir Clippers maçında t-shirt bombasıyla ölmeden önce yazmak istedim, hangisi daha önce gerçekleşirse artık.

Örnek olarak Bird'ü düşünün. Büyük planda, 33 numara işini sıradışı bir şekilde iyi yapan oldukça uzun ve iyi koordinasyona sahip bir adamdı, hepsi bu. Onu bir süper kahraman olarak nitelendiremezsiniz çünkü hayat kurtarmıyor veya dünyayı daha iyi bir yer haline getirmiyordu. Aynı zamanda, kahramansı özelliklere sahipti çünkü New England'daki herkes onun yenilmezliğine inanmıştı. Bizim için çok fazla kez kazanmıştı, bir süre sonra bizim için yine başarmasını bekledik, ve o hala kazanmaya, bizi hayal kırıklığına uğratmamaya devam edince ona tamamen bağımlı olduk. Bunu biliyorum çünkü onun prime'ını yaşadım - bir basketbol düşünürü olarak gözünüzde yeterince kredi sahibi olup olmadığım size bağlı 11 - ama size söylüyorum, Boston taraftarları 1987 baharında tam olarak bunları hissediyordu. Ne yazık ki, Official NBA Register'da Bird'ün kariyer istatistiklerine göz gezdirip "taraftarları tarafından en çok kez kazanması, başarması istenen ve bunu başaran oyuncu" istatistiğini bulamazsınız. O yüzden size onun en hatırlanası maç kazandıran şutu hakkında bir hikaye anlatayım, aslında girmeyen bir şutun hikayesini.

Üstüste 3 MVP ödülü kazandıktan sonra, Efsane kariyerinin en muhteşem bölümünü '87 baharında geçiriyor, yaşlanan bir takımı McHale'in kırık ayağına (cesur bir şekilde oynamaya devam etmişti), oynamayan Bill Walton ve Scott Wedman'a, aynı zamanda bileklerinde sakatlık bulunan Parish ve Ainge'e (ikisi de sakat sakat oynadı) rağmen tek başına üç tur boyunca taşıdı. Evet, bunlar takımdaki en iyi 7 oyuncunun sadece 5 tanesiydi. Doğu Finalleri 5. maçının son saniyeleri geçerken, Bird Isiah'tan çaldığı meşhur topla sezonu kurtardı ve o an hala Garden'ı hayatım boyunca duyduğum en gürültülü an. Üst kısmın gerçekten sallandığını hatırlıyorum, çünkü bütün herkes katıksız bir mutlulukla zıplayıp duruyordu. İşte bu spor hakkındaki muhteşem bir şey, imkansız bir şeyin olmasını istediğinizde 5000'de 4999 kez bu gerçekleşmez, ama o 5000. sefer vardır ki Tanrı aşkına, o şey gerçek olur. O şey Bird'ün çaldığı toptu. İki maç sonra Detroit'in işini son anlarda soktuğu çeşitli yıpratıcı şutlarla bitirdi, buna inanmanız için görmeniz gereken gülünç 15 foot'luk sol elle attığı potalı giren şut da dahil. 12 İşte o anda Bird'ün durdurulamayacağına inanmıştık. Oyununu sürekli yüksek seviyelere taşıyordu, daha ne kadar yükseğe çıkartabilirdi? Mutlaka kazanmaları gereken bir 4. maçta 30 saniye kala 1 sayı gerideyken Celtics, Bird için bir set uygulamaya çalıştı ama James Worthy onu kontrol altına alıp kendisine yakın tutmak için formasını çekti. 13 Bir şekilde top dönüp dolaşıp Bird'ün olduğu tarafa ulaştı, Worthy Dennis Johnson'ı savunmak gibi bir aptallık yapıp Legend'ın boş bir köşe üçlüğü bulmasını sağladı.

(On beş bin insanın nefesini tuttuğunu gözlerinizin önüne getirin.)
DJ topu ayağını kurmuş olan Bird'e iletti, o da tam olarak Lakers benchinin önünde topu kaldırıp şutunu attı.
(Yine on beş bin insanın "Threeeeeeeee..." diye bağırdığını düşünün). Swish.
(Bu sefer de on beş bin insanın “Hrrrrrrrrrrr-aaaaaaaaaaahhhhhhhhhhh!” diye çığlık attığını hayal edin.)

Eğer maçı tam o anda durdurup Bird'ün Charles Nehri'ni yürüyeceğini söyleseler sadece oraya giden ilk çocuk olmaz, aynı zamanda kameramı da götürürdüm. Mola boyunca ayakta durduk, bağırmaya, tezahürat  yapmaya devam ettik, o an tanıklık ettiğimiz şeyden sonra maçı kaybedeceğimizi bir an bile olsun düşünmedik. Lakers her zamanki "topu Kareem'e verelim, nasıl olsa hakemler bir şekilde olayı halleder" oyununu oynadı ve faul almayı başardı. Kareem ilkini attı, ikincisini kaçırdı, hakem Earl Strom Mychal Thompson'ın Mchale ve Parish'i itip onların topu dışarı düşürmesine neden olan faulü çalmadı. Top Lakers'ta. Bu çalınmamış faul, eğer kırık bir ayakla (kusura bakmayın, bu konuda hala üzgünüm) oynuyor olmasa Mchale'in bloklayabileceği Magic'in tüyler ürperten baby sky hook şutuna yol açtı. Sadece iki saniye kalmıştı ve  Lakers oyuncuları etrafta hoplayıp zıplıyor, kutlama yapıyorlardı.  Ama bizim hala 33 numaramız vardı. Binadaki herkes topu Larry'nin alacağını biliyordu. Binadaki bütün herkes hala işimizin bitmediğini biliyordu.

Peki ne oldu? Lakers Bird'e iki adam verdi, bir şekilde o sahanın orta kısmında serbest kalmayı başardı (cidden, bunu nasıl yapabildi), çizgiye yaklaştı ve pası yakaladı, momentumunu kontrol edip çok kısa bir sürede ayağını Riley'in önünde yere bastı, vücudunun üst kısmını bir nanosaniyede dikleştirdi ve Lakers benchinin önünde bomboş bir üçlük attı. Tam olarak o anda, sahanın orta kısmındaki koltuğumun önünde muhtemelen paçamdan damlayan çişle ayakta duruyorken o şutun gireceğine dair her şey üzerine bahse girebilirdim. Beybzol kartı koleksiyonumu, Intellivision'ımı, bekaretimi,14 hayatımı verebilirdim. Muhtemelen Lakerslılar bile o şutun gireceğini düşündü. Maçı izleyin ve Lakers yedeği Wes Matthews'un Bird'ün arkasında parkeye kapaklandığını, Bird'ün arkasında sanki bir korku filminde bir cinayete tanıklık edecekmişçesine dehşet içinde çığlık attığını göreceksiniz. Taraftarların "Hasiktir, basketbol tarihinin en büyük şutuna tanıklık edeceğiz" anlamına gelen tuhaf bir ses çıkardığını duyacaksınız. Topun tam olarak çembere çarpmadan önceki anında maçı durdurabilirsiniz. Şut girecek gibi gözüküyor olmalı. O şut girmeliydi.

Ama girmedi.

(5:35'e sarın)

Bird şutu attığında vücudu tam olarak benim ve potanın arasında hareket ediyordu; topun eğiminin üst noktasından düz bir çizgi çekip Bird'ün kafasından geçerek tam olarak bana ulaşabilirdiniz. 20 yıl sonra o şutun havada ilerlemesini hala hatırlıyorum, girme şansı olduğunu hemen anlamıştım, ama bir an sonra top çembere çarptığında sanki Mike Tyson beni bir yumrukla yere sermiş gibi hissediyordum. Bird o şutu ufacık bir farkla kaçırdı, belki de bir tırnak uzunluğundaki bir farkla. Daha yakın olamazdı, bir şutu aslında sokmadan o topun baskte olmasına o kadar yaklaşamazdınız. 15

En çok hatırladığım şeyi söyleyeyim. Garden'ın sesi değil (iniliyle sonlanan topluca bir beklenti anı ve hayal edilebilecek en sağır edici sessizlik) 16, kendinden geçmiş Lakers oyuncularının Powerball'u kazanmışçasına sahadan koşarak çıkmaları değil (ne kadar şanslı olduklarını biliyorlardı), yanımdaki insanların ne kadar şok olduklarını yansıtan yüzleri değil (herkes ayakta ağızları açık bir şekilde, inanamaz şekilde potaya bakıyor). Hayır, hatırladığım şey Larry. Şut çemberden sektiğinde bir an donakaldı ve Lakers arkasında sevinirken bile çembere inanamaz  bir halde baktı. Tıpkı bizim gibi o da inanamıyordu.

O şut girmeliydi.

O an sona erdi ve Bird sahayı terk eden koçlar ve oyuncuların arasına katıldı. Koridora giderken babamla benim yanımdan geçtiğinde o da herkes kadar şaşırmış gözüküyordu. 17 Geri kalan hepimiz koltuklarımızda kaldık, şok olmuş bir halde ve Celtics'in kaybettiği gerçeğiyle yüzleşemeyerek dışarıda toplu bir yürüyüş için kendimize gelmeye çalıştık. Er Ryan'ı Kurtarmak'ı sinemada izlediyseniz, jenerik akmaya başladığında herkesin nasıl da paralize olduğunu ve hareket edemediğini hatırlıyor musunuz? İşte Garden da tam olarak öyleydi. İnsanlar hareket edemiyordu, koltuklarına külçe gibi çökmüşlerdi. Az önce suikaste uğramışçasına koltuğuna düşmüş babam da dahil olmak üzere kederin yedi aşamasını iki dakikada yaşamıştık. Ona "Hadi baba, çıkalım artık" dediğimde bile hareket edememişti.

Birkaç saniye daha geçti ve babam sonunda bana baktı.

"Bu şutun girmesi gerekiyordu." diye homurdandı. "Nasıl olur da girmez?"

O geceden bu yana 22 yıl geçti ve ona bu konuda hala bir cevabım yok. Geri kalan her şeye cevap verebilirim.

Sanırım.

________________________________

1-Kişisel favorim: Bird bir keresinde Indiana'lı Chuck Person'a maçtan önce onun için bir Noel hediyesi olduğunu söylemişti. Maç esnasında Pacers benchinin önünde bir üçlük attı, Person'a döndü ve "Merry fucking Christmas" dedi.
2-IMDb.com'da bu aynı zamanda İsa'nın Tutkusu olarak listeleniyor.
3- Bird'ün prime'ının Scottie Pippen'ı ucu ucuna kaçırması çok kötü bir şey, gelmiş geçmiş en iyi defansif forvet ve Bird'e fantastik set çekebilecek biri. Pippen olgunlaştığında Bird'ün kariyeri sona ermek üzereydi. Bizim kaybımız.
4-Bird'ün sırt desteği onu şişman, çirkin ve bir bakıma Karate Kid 3'teki Ralph Macchio gibi gösteriyordu. '92 yılında Cavs karşısındaki ölüm kalım maçı olan 6. maçta hareket edemiyordu ama yine de oyunu pas yeteneğiyle domine etti (16 sayı ve 14 asist). Daha sonra Cavs 7. maçtan önce fark etti ve muhtemelen "Bir dakika, top süremiyor, tek yapmamız gereken top ondayken onu kovalamamız ve hücumda onun üzerine yüklenmemiz!" dedi. Maçı 18 sayı farkla kazandılar ve %59 ile hücum ettiler. Efsane için üzücü bir son.
5-Hatta Magic'in durumunda daha da kötüsü, All Star haftasonunda 3'e 3 Efsaneler/Ünlüler maçı.
6-'88 yılı Doğu Yarı Finalleri 7. maçı: 'Nique 47 sayı atıyor fakat Bird son çeyrekte 20 sayı üretiyor. Öyle bir sekans vardı ki ikisi karşılıklı olarak beş hücum basket buldu, Brent Musberger'den "Büyüklüğün ne olduğunu izliyorsunuz" övgüsünü aldılar.
7-Bird'ün 1986 yılındaki kehanetimsi sözü: "Tek bildiğim insanların eski oyuncuların ne kadar iyi olduğunu unuttukları. Bunun benim için de aynı şekilde olacağını biliyorum."
8-8 dakika 30 saniye. Bu Stairway to Heaven'dan, Hulk Hogan'ın MSG'de WWF finalinde Iron Sheik'i devirmesinden, Pats'in 35. Super Bowl'da son hücumundan (duraklamalar dahil); Temel İçgüdü'deki tüm seks sahnelerinin toplamından, Stevie Wonder'ın en uzun Grammy ödülü kabulü konuşmasından; Ricky Martin'in gay olmadığına inandığımız saniyelerin toplamından, Rocky'deki efsanevi dövüş sahnesinden, David Beckham'ın Amerika'da futbolu tekrar popüler yaptığı süreden daha uzun bir süre.
9-Emekli olacak yıldızlar için veda turu 70'lerdeki aptal bir gelenekti, 80'lerde Julies Erving'le zirveye ulaştı ve Kareem 89'da emekli olduktan sonra sona erdi. Aynı anda çok sayıda duygu vardı - Erving'i özleyeceğimiz duygusu veya Kareem'in bıraktığından dolayı duyduğumuz memnuniyet gibi.
10-
https://twitter.com/RealSkipBayless
11-
Bu Kareem ve Vince hakkındaki iğnelemeler hariç tamamen önyargısız bir kitap. Kobe gibi işbirlikçi, yapmacık, sevimsiz biri bile son derece saygılı bir şekilde ele alınacak. Söz veriyorum.
12-Bunu kaçırdım çünkü lise mezuniyetim Connecticut'ta bir önceki geceye ayarlanmıştı ve uyumayacağımı biliyordum. Amcam Bob benim koltuğumda oturdu ve birkaç kez CBS'te göründü. Ayrıca, bu mezuniyet balosunda biriyle takılamadım, biriyle takılmaya yaklaşamadım bile. O pazar sabahı erken kalkıp 150 dakikalık yolu arabayla gelmediğime pişman olduğum zamanların sayısı: 280975.
13-Hakemler neredeydi? Yakın zamanda bu maçı tekrar izledim ve maç sonlarındaki 20 berbat kararlarından birine sinirlenip bağırırken duygusuz karım mutfaktan "Maçta zaten ne olduğunu bilmiyor musun?" diye seslendi. Evet, ama yine de...
14-Tekrar söylüyorum, mezuniyet gecesinden iş çıkmadı.
15-NBA'in son 10 yıl içinde yaptığı belgesellerin birinde Worthy o şutun girmesiyle ilgili hala kabus gördüğünü itiraf ediyor. Ve o seriyi Worthy kazandırmıştı.
16-Bu şutu NBA tarihinde seyircilerin çıkardığı herhangi bir hrrraaaaaa-ohhhhh sesinin karşısına koyarım.
17-Bunun sonunda beni görebilirsiniz, tam olarak James Brown Magic ile röportaj yapmadan önce. Mavi polo bir gömlek giyiyordum ve biraz Growing Pains'in ikinci sezonundaki Kirk Cameron'a benziyordum. Aynı zamanda bir doktorun bana cinsel yolla bulaşan bir hastalığa sahip yakalandığımı söylemiş gibi duruyor da olabilirim.


Didi

Youtube'da dolaşırken NBA 2K13'le ilgili komik 1-2 videoya denk geldim, paylaşayım dedim. Adamın teki oyuncuların boyuyla, kafalarıyla falan oynamış ve oldukça eğlenceli videolar ortaya çıkmış.


Retro 287



H.C.U

Güzel edit: Sevgili Ufuk'a ulaşmış Göztepe Kulübü ve olayı tatlıya bağlamışlar. Göztepe'nin geç de olsa yaptığı güzel gerçekten. 


Bizim yan sanayi Galatasaray Formaları Blogu'nun, forma muhabbetlerini yaygınlaştırmak ve amatör tasarımcıların yaptıkları muazzam işleri herkese gösterebilmek adına açtığı bir forum var, bilir misiniz bilmem. 2 senedir sadece Galatasaray değil, yerli yabancı bütün takımlar hakkında, bu konuya ilgisi olan, yine her takımdan taraftarın yazıştığı bir forum. Ancak bana kazandırdığı en büyük olayı, ülkedeki amatör diye adlandırdığımız fakat profesyonellerin ellerine su dökecek pek çok tasarımcının varlığını farketmem... Bunu sadece ben değil kulüpler de farketmiş olacak ki, tatsız bir durum meydana geldi geçen hafta. Epey taraftar potansiyeline sahip, ülkenin büyük takımlarından olan Göztepe Kulübü'nin tasarımcı bir dostumuzun tasarımını aşırdığını öğrendik.

Forumda da ilgiyle takip ettiğim ve çok orijinal fikirleri ile ön plana çıkan tasarımcı dostum Ufukcan Doğanbaş geçtiğimiz sene Eylül 2012'de Göztepe Kulübü'ne öneri şeklinde kendi tasarladığı formasını mail ile göndermiş. Zaten bu tasarımı yine geçen sene forumda paylaşmıştı fakat ben mailin de görüntüsünü rica ettim kendisinden. Herhangi bir maddi beklentisi olmadan, Göztepe taraftarının beğenebileceğini düşündüğü bir tasarımı kulüp faydalansın diye kendilerine iletmiş. Yukarıdaki mail görüntüsünün altında zaten kendisi de belirtmiş bu durumu.


Geçtiğimiz hafta Göztepe yeni sezon formalarını tanıttı. Bu formalardan bir tanesi H.C.U nikiyle tasarımlarını paylaşan dostumuz Ufuk'un Göztepe'ye hiçbir karşılık beklemeden geçen sene yolladığı tasarımındaki forması ile tamamen birebir. Göztepeli taraftarların yorumlarını okuduğumda epey beğenilen bir forma olduğunu da görüyorum. Büyük ihtimalle bu forma takıma Ufuk'un da mailde belirttiği gibi epey maddi fayda sağlayacaktır.

Ufuk ile konuştuğumda bana mail ile de olsa bir teşekkür etmeleri benim için yeterliydi dedi. Koskoca diyebileceğimiz Göztepe Kulübü'nün yine koskoca egoları varsa demek ki, amatör bir tasarımcının vaktini ayırıp kulübe hibe ettiği tasarımı için -mail ile de olsa- bir teşekkürü çok görmüş. Bu işin her türlü yasal takipçisi olamayacağız tabi ki, gücümüz yetmez. Kendisi adına tescilli bir tasarım da değil, keşke olsaydı... Kulüp ne alakası var, denk gelmiş de diyebilir işin sonunda. Ben sadece yazmak istedim. Belki taraftarları bu olaya dikkat çeker. (beklenti bizdeki de)

At


Fark olur da, bu kadar da olmasa. Rakip taraftarı bile üzüleceği kadar var hani.