Zıbıp

Blog'un daha fazla ilgi çekmesi için, başımdan geçmeyen, ama geçmiş olmasını istediğim/isteyeceğim hikayeler anlatmayı düşünüyorum. Böylece egomu da tatmin ederim, bloga da takipçi toplarım. Yorum yazan kızlara da sarkarım, her bi' boku yerim. Sıksam habire böyle, ulan bugün şu aksiyon geçti, 3 tane kıza aşık oldum, sonra geri döndüm, 2 "kanka"mla dalaştım, hepsi yalancıymış, hayatın allah belasını versin, herkes kötü, pis-kaka, ama keyfime de bakarım, veririm de alırım da, yüzüm hep güler, buna kimse karışamaz, istediğimi yaparım, özgür bir gencim ben, her boku yerim ama henüz kıçımı silemiyorum, seçimlerime kimse karışamaz, asiyim ben, düzen karşıtıyım, ama düzülüyorum farkında değilim, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim, kutuma gitmek istiyorum, kahvemde krema olmasın.

-3


2009'a girmemizin bir tek önemli yanı var. O da Marduk'un gelişine daha bir yaklaşmamız. Onun dışında bir ehemmiyet-ül lappap'ı bulunmamakta. Marduk'un yaklaşışı hepimize hayırlı olsun. Gelişi de öyle olacak zaten.

Naim Dilmener Filan


Türkiye'de sayısı az olan müzik eleştirmenlerinin en tanınanlarından, belki de evet, en tanınanı/en sözü geçeni olan Naim Dilmener, 2008'in en iyi ve en kötü 10 albümünü seçmiş. En iyiler arasında Sultana'nın Şöhret Yolu isimli albmü de var. "Bu işler zevk meselesi abi" dememek gerek burda işte. Biz aynı albümü Dibidik'i bir kenara ayırıp, kaldırıp atmıştık misal. Bu seçimini rap'e çok yakın olmamasına bağlayabiliriz belki de.
Ayrıca en iyi 10 listesinde Sakin'in Hayat isimli çıkış albümü yok, ki gerek biz, gerek birçok kişi tarafından çok çok beğenildi bu albüm. Her türlü harika bir iş çıkarmışlar. Büyük gelecek vaadediyorlar.
Yasemin Mori de yok, ki o da çok tutuldu. Garip yani. Atlıyorlar mı nedir, yoksa müzik zevki sanıldığı kadar yüksek değil mi abinin, bilinmez.

Müzik eleştirmenini de eleştirdik ya, yakında Marx'a filan da sallarız, hayırlısı.
Daha beteri, "lan olur mu, okurlar mı" diye bi' ton kişiye salladık, okundu, bu da adamın eline ulaşmasın. Lan!?

Kör Cerrah


Pesimist EP- Beş Parmak!

İlk yorum:
EP'nin en güzel şarkısı Ateşten Gömlek. Beat'i parlak olmasa da, hatta Sago nakaratta daha bir Müslüm olsa da, sözler açısından eski Sago tadı var. Fırtına ve Şimşek de sanki Fuat'a gider gibi. Şöyle ki:

Fuat- Mayınları Yolla:

"Geri gel lola, mayınları yolla, bin mil uzaktan çakar Fuat ona..."

Sago- Fırtına ve Şimşek:
"Atışları yap kovanları topla, var hedefe hepsi ıska,
Hey Dobiş, senin rapin sıska..."

Bir de şu hicri takvime göre yılbaşı olayı var, neyse oraya Salih girer.

Büyük Oyuncu

Kendisi karşılığında 3.5 milyon artı Neco ve M. Güven'in bonservisleri, bir de Aydın kiralık. Büyük ihtimal elde patlayacak olan, olabilecek en üst seviyesine çıkmış bir anadolu takımı forveti için verdiklerimize bak. Ve büyük ihtimal da olacak gibi görünüyor.
Sonumuz hayır ola.

Racırım Meysınım Allahına Gurbanım


Mvp of the year.

Roger Mason


Most Improved Player of the Year 2008/09.

Camiır Nelsın


Hüseyin'in posta cevap olsun bu, bir nevi:

Jameer Nelson, evet, son maçlarda çok iyi oynuyor. Hatta daha kapsamlı bakarsak, bu sezon iyi oynuyor. Ama nasıl "iyi"? İyi var-iyi var değil mi? 40 şutta 10 isabet bulmak da duruma göre iyidir. Biz burada, bahsi geçen oyuncunun, asli görevine bakmak, daha doğrusu, takımın ondan ne beklediğine deinmek zorundayız.
Nelson hangi mevkinin oyuncusudur? Oyun kurucu. Peki bu işi ne kadar kotarabiliyor kendisi? Yüzde elli civarı bile değil. Herhangi vasatın üstü bir 2 numara gibi oynuyor genelde eleman. Takımda oyun kurma işlerini ise, çoğunlukla Hedo üstleniyor. Bilenler vardır, şu Howard'ın kankası olmasa takımda kalmaz geyiğini. Hakikaten doğru gibi yani.

E şimdi diyeceksin ki, "adam takımı yönetemiyo diye laga luga yapıyosun da, takımı Doğu'da 3., tüm Nba'de dördüncü". Ama eşeğin ayağı öyle değil be dayı. Kaan Kural söylerdi bir ara sıkça, "şutla yaşayan şutla ölür" diye. Kim söylemiş bilmiyor veya hatırlamıyorum ama, ağzına sağlık. Bu sözün doğruluğunun son ve en büyük örneği de, aha işte Golden State. Gerçi onlar "sadece" şuta bakıyor ya, neyse. Bunlarınki (Orlando) daha farklı ama, aslında daha rezil. Güya ellerinde "Nba'in en dominant kuvveti" var, ama kullanamıyorlar. Nah! Ne o en dominant, ne de kullanılabilir durumda. Çok koptum, dönüyorum.

Dün geceki performansına ben de hayranlık duydum. 9/9 ile 22 sayı. Süper. Ama bu, takımı adam gibi yönettiği, görevini yaptığı anlamına geliyor mu yine de? Hayır. Ben Orlando'nun kesinlikle böyle gitmeyeceğini düşünüyorum. Üçlük sokmakla bir yere kadar gidebilirsin. Point-guard'sız da. Basketbol, futbol kadar şansa dayalı bir oyun değil.
Bazı durumlar insanların gözünü boyuyor işte. Kimi zaman zerre fundamentalı olmayan bir pivot size Shaq gözüküyor;kimi zaman da sadece şut sokan guard, "allah, tamam bu çocuk, bunlar final oynar" gibi izlenim verdirebiliyor takımına.

Magic ne tepeye oynar, ne de bi' s...m yapar. Ha, bu Detroit gelirse ilk turda karşılarına, geçen yıl 2. turda olduğu gibi, o zaman turu geçerler tabii, onda ne var. Şut sokacaksın alt tarafı.

Resme gelince;birkaç maçtır, omuz kısmından azıcık görebiliyorduk ama, tam ne yazdığını anlamamıştık. Sadece karakter hoşumuza gitmişti. Meğer yazan buymuş. "Ol ayz on mi" ha. Aferin.

Beşiktaş'lı Duruşu

"Oğuz Sarvan'a ilet, onun anasını sikeyim."
Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören
(Ya da Milangaz-Likidgaz Yönetim Kurulu Başkanı Tüpçü Yıldo.)

Jameer Nelson

Hiç sevmem aslında kendilerini bilen bilir. Ancak son üç maçta öyle performanslar gösterdi ki ağzımı açıp bakakaldım. İlk maç TNT'deydi, sağ olsunlar onlar da olmasa, Spurs'e karşı. 24 sayısının 19'unu ikinci çeyrekte atıp darbeyi vurdu Popo ve adamlarına. Peşinden Lakers maçı geldi, internet sağ olsun MK-KK olayıyla NTV'den izledik maçı, orada da döktürdü adeta, Kobe'yle kafa kafaya, galip de çıktı. Bu akşam ise Golden State'e karşı 22 sayı-7 asistle oynadı. E burası normal. Bunu 4/4 üç sayılık olmak üzere, 9/9 şut isabetiyle atınca işler değişiyor. Point gardları da böyle oynarsa Orlando da tepeye oynar, demedi demeyin. 22-6.

Emre Aydın Vs

Vatan'ın web sitesinde bakınırken gördüm, Emre Aydın Mari Kıleer dergisiyle bir röportaj gerçekleştirmiş, ilginç kısımlar gözüme çarptı.
Mesela soru-cevap şeklinde olmayan bölümde şöyle bir cümle var:"Üzerlerinde dize kadar inen siyah metalci tişörtleri, birkaç arkadaş birleşip bir stüdyo ve müzik aletleri kiralıyorlar."
Siyah kısmında sorun yok ama, "ben görmedim" demeyeceğim, hangi insan evladı "dize kadar inen" tişört giyen metalci bünye görmüştür? "Kesin yoktur" filan demem, elbet istisnası olabilir ama, az çok biliyoruz yani durumu. Gerçekse de, oldukça şaşırtıcı. Hatta kendi adıma hoşuma bile gitti.

Bir de metalcilerin (çoğunun diyelim) ne kadar katı olduğuna dair bir itirafımsısı var Emre Aydın'ın:

-Benim zaten metalci çevremden gizlediğim şeyler olurdu. Kartel çıkış yaptı mesela. İyiydiler ama söyleyemiyorsun ki...

Bu çok önemli. Sırf o yapay duruşu bozmamak adına birçok "herhangi bir türü seven" müziksever, gerçek görüşünü belirtemiyor. Çaktırmıyor. Diğer türden bir şarkıyı, sanatçıyı övemiyor.

Tamamını okumak isteyenler de, Vatan'ın net sitesinden veya, direkt olarak Mari Kıleer'den okuyabilir.

ForForTu

Kadro değişikliğinden sonra yokuş-aşağı giden Four-Four-Two hakkında bir şeyler yazmak istiyordum bu ayki sayıyı okuduktan sonra ama, az önce gördüklerim, beni bir ön-post yazmaya itti. Rezillik.
Sinan Kaloğlu ile röportaj var, iyi yapmışlar tabii, ona lafım yok, adam gitti orada fıstık gibi kariyer yapıyor, kalıcı da olacak gibi. Neyse. Soru şu:Orada Türk yemeklerini özlüyor musun?

...

Adam Yeni Zelanda'da değil, 5 milyona yakın Türk'ün bulunduğu Almanya'da. Sinan da ne desin, "bir sürü Türk lokantası vs. var, sıkıntı çekmiyorum" diyor. Yeni ekipleri harika anlayacağınız.

Mike Holmgren


Amerikan Futbolu'nun Red Auerbach'i. Seattle Seahawks'ın head coach'u Mike Holmgren az önce Qwest Field'daki son maçına çıktı. 3-12 giden takım da maçtan önce bir araya gelmiş, ne olursa olsun bu maçı kazanıp koçu öyle uğurlayalım, demişler. Hava karlı Seattle'da bir haftadır. Hücum çizgisindeki ilk günkü maçta başlayan beş oyuncunun hepsi, ilk Quarterback'leri Matt Hasselback, defans çizgisinin solu ve ligin en çok fumble'a zorlayan oyuncusu Patrick "Big Pat" Kerney, Leroy Hill ve Rocky Bernard sakat, rakip kendi bölümünün birinciliğine oynayan, lig tarihindeki en iyi quarterbacklerden biri olan Brett Favre'ı kadrosunda bulunduran New York Jets. Jets ilk çeyrekte bir serbest atışla 3-0 öne geçti. İkinci çeyrekte Seahawks'ın wide receiver'dan bozma yedek quarterback'i Seneca Wallace'ın pasında çaylak tight end John Carlson'ın touchdown'ı Hawks'a 7-3'lük üstünlüğü getirdi. Üçüncü çeyrekte Olyndo Mare 42 metreden 3 sayıyı yazdı 10-3 yaptı. Dördüncü çeyrekte, 2:32 kala dördüncü haklarında topu dikmek yerine pası tercih edip, on metre ileri gitme durumunda kalan Jets'in pasını Seattle savunma güvenliği Dion Grant kesince top Seattle'a geçti ve Olyndo Mare bu sefer 36 metreden üç puanlık şutunu iki direğin arasına gönderdi, 13-3. Bundan sonra New York için geri gelmek mümkün olmadı ve Seahawks Holmgren'in içerideki son maçını kazanıp derecelerini 4-12'ye getirdi.

Holmgren on senedir Seahawks'ta. Takımı tarihinde ilk kez Superbowl'a götürdü ve belki de en çok tartışılan hakem kararıyla Pittsburgh Steelers'a kaybetti. Lise ve üniversitelerden sonra 49ers quarterback koçu olarak başlamıştı kariyeri, NFL'in en başarılı franchise'ı Green Bay Packers'da hücum koordinatörü ve head coach olarak devam etti. 1996'da Superbowl'u kazandı, ardından da Seahawks'a geldi.

Holmgren'in Amerikan Futbolu'na kattıkları ölçülemez ancak birkaç tanesinden bahsedelim. Hücum tarafında adeta bir ordinaryus profesör olan Holmgren'in setlerini tartışmaya gerek yok ancak yaptığı en büyük iş Brett Favre'ı bu günlere getirmek. Favre eğer bugün Favre'sa bunun babası Holmgren'dir.

Uzatmayayım fazla, Seattle şehrinde en çok sevilen spor figürü. Unutma burayı Holmgren, burası seni unutmaz.

Kabze


Lig Tv hafta başından beri son 8 sezondaki Gs-Bjk maçlarını gösterip duruyor. 3-4 defa denk geldi, izledik her seferinde. Çünkü orada bir maç var ki, sence-bence'den öte, Gs tarihinin en büyük, en önemli maçlarından biridir. 05-06 sezonunun 2. devrede, İnönü'de oynanan Bjk-Gs maçı.

Bu maç öncesinde Gs ve Fb aynı puandadır ama, ikili averajda üstünlük Fb'nindir. Bitime 2 hafta kala da, Gs'nin oynayacağı maç, İnönü'de Bjk iledir. Yenmek şarttır. Az olan umudu son haftaya taşımak istiyorsa, kazanmak zorundadır Gs. Fb de o hafta sanırım evinde Erciyes ile oynuyordu. Maçı erken kopardı onlar, zaten 4-2 bitmişti herhalde.
Biz ise 51.dakikada Tümer'in attığı golle yenik duruma düştük. Sonrasında manyak gibi saldıran bir Galatasaray. Maçın gollerini izlerken bir daha dikkat ettim de, ilk golü atarken, görüntüde tam 7 sarı-kırmızı formalı oyuncu var. Doğal olarak sonradan giren Hasan Kabze, 64'te ilk golü buluyor. Ardından yine bastırıyoruz, klişe deyimle "tüm kozları sahaya sürüyoruz". Bu maçı çok yakın bir arkadaşımla bi' kahvede izlemiştik. Sadece biz varız Gs'li namına mekanda. Geri kalan hepsi, Fb'li. Hatta bizim maçın son dakikalarında elde bayraklar, tura çıkmak için bekliyorlardı, o derece.
3 dakika uzatma verdi hakem, gol gelmiyordu. Arkadaşım 90 artı 2 gibi "hadi abi yürü gidelim" dedi. Ben de her zaman savunduğum "bitene kadar bitmemiştir" felsefesi uyarınca "dur bekle az daha" dedim. Neler gördük çünkü böyle.
92.30 civarı top Cordoba'nın elindeydi. Normal şartlarda bütün umutlar, burda biter, öyle değil mi? Ama hayır işte. Cordoba'nın diktiği top, Sabri'nin ayaklarına düştü, o da hemen ortaladı. Kral indirdi, top sekti, Hasan vurdu.

...

Sonrasını bilmiyorum tam olarak. 2 kişiden çıkan binlerce kişilik ses, mekandaki Fb'lilerin dumuru, ve daha bir sürü şey. O golden sonra şampiyon olmasak bile olurdu, inanın. Üzülmezdik.
Ardından neler olduğunu herkes biliyor. Son hafta, Fb'nin sıçışı. Ve gelen 16. şampiyonluk.


İşte o maçtan beri ne zaman Gs-Bjk oynasa, aklıma sadece o maç geliyor, hatta "o gol". Bugünkü maç hakkında bir şey diyesim yok, o zaman takımda olanlar, o maçı anlatsalar takım arkadaşlarına, yeter de artar. Keşke Kabze de şimdi takımda olsa. Hatta bu maçta oynayabilseydi.

50 Cent @ Airport Night Club! (Yersen)

Airport diye bir mekan var İstanbul'da. Son zamanlarda Hip-Hop R&B temalı çalışmalar yapıyorlar. (Evet Türkiye'de. Bu aşağıdaki olayın nedeni de budur.)

Haberim yoktu aslında ama organizatörler (Birkaç para etmez adam, eski bir basketbolcu da var içlerinde- isim lazım değil) bu mekana 50'yi getireceğiz diye bilet satmışlar millete, 50'nin haberi yok. Bütün gece 50 ve menajerinin peşinden koşmuşlar içi para dolu çantayla, adam gelir mi amınakoyayım. Sonra haydaaa, G-Unit'ten elemanları toplamışlar, bi' zenciye de kapüşonlu giydirip sahneye salmışlar, iki şarkı pleybek yapıp inmiş. Millet de arıza çıkarmış tabii. Türkiye işte burası, olur böyle şeyler. 50 ne ki, hak ediyor muyuz diye sormak lazım önce.

Şunu da not edelim, bizimkiler de bakıp ağlasın, ibret alsınlar. 50 gibi bir adam, Eminem dünyanın en iyi rapper'ı diyor. Bizimkiler de dava açsın hala.

Okay Karacan ve Lig Tv

Habertürk'ten ayrılmasından sonra dört gözle bekliyorduk Okay Karacan nereye gidecek diye. Az önce çok güvenilirliği olmayan bir kaynaktan okuduğum habere göre Lig Tv'yle anlaşmak üzereymiş. Ulan Lig Tv Okay Karacan'ı getir, Galatasaray maçlarını anlattır, webtv'yi 29 değil 39 yapsan da hepsi helal sana...

50 Ve Ramiz


Biliyordum 50'nin programda kazanılan paranın saçma bir işe gideceğini, hislerim yanıltmamış beni. Yarın sanırım 2. kısmı yayınlanacakmış programın, o zaman öğrenilir miktar, ama ne kadar önemli ki, paranın eline geçeceği kişi Ramiz olduktan sonra?
Bir bilse 50, nasıl bir adam için "kutu açtırdığını", kılını kıpırdatmaz.

Ayrıca 50 abinin gelişi vesilesiyle, Türk Rap camiasının ne kadar kaliteli olduğunu da görmüş olduk. Sağolsun.

Türk insanı da yabancı ünlü görmeyegörsün, hemen bir "göt yalama" hadisesi. Ne kadar ezik milletiz yarabbim.

Hüseyin'den not: "In Da Club"ı ezberledim deyip de oraya çıkıp söyleme cesaretini -cesaretini siktiğim- kendinde bulan kızın da Allah belasını versin.

Hüseyin'den not 2: İsmail misin nesin. 50 cent yazdırıp fener forması getirmiş, kıroluk budur yani. Beden de siksen medium. Göte bez diye kullanır artık. (Höyt daha beteri çıktı, Yalovaspor atkısı...)

Alpaslan Abi'yi Özleyenler Parmak Kaldırsın!

Bugün Alpaslan Dikmen'in doğum günü. Ne olurdu abi biraz daha kalsaydın da Beşiktaş maçından önce, sonra, devre arası "Alpaslan Dikmen Sanki Süpermen..." diye inleseydi o stad. Zira istemezdin maç oynanırken şahıslara tezahürat yapılmasını, sevmezdin. Ruhun şâd olsun abi, sen cennetteki biz, biz tribündeki sen. Doğum günün kutlu olsun.

Çökçökçü Abiler

Bizde yok diyene kafa atarım. Konya-Fener maçını izliyorum, numaralı tarafta bir abi var. Her Konya geldiğinde insanlar doğal olarak ayağa kalkıyor, oturması kabahat, arkadan bu dayı "çöööööööööööööööeek, çöööööööööööööööööööğğkk!" Ulan git evinden izle o zaman zaten senede üç kere televizyona çıkıyorsunuz al çekirdeğini eline ooooh...

Satılmış Maltaş vol.2



Bizim arkadaşlardan birinin sınıf arkadaşı vardı, adı Satılmış Maltaş. Boyuna dalga geçip dururduk adamı tanımadan. Tanışmak nasip olmadı ama bu yukarıdaki figürü dinliyorum şu anda. Satılmış zaten o belli. Nasıl yorumlar onlar, şaşıp kalıyorum her Fenerbahçe maçı öncesinde. Emre çok büyük topçuymuş da, cemaatten arkadaşı ya toz kondurmaz, Fener'e ne demişler de ne olmuş birinciliğe geliyormuş bugün kazanırlarsa da bilmemne. Ayıp lan Boktay. Türkiye'de gazeteci, yayıncı bitti bunlar oturuyor işte o koltuklarda. İş ve İşçi bulma kurumu sanki...

Boooo-zer


15 maç kaçırdı bu sezon. Önümüzdeki hafta dönmesi bekleniyor, bugün MR'a girecek. Ancak bu postu girmeme sebep bu değil. C-Boo az önce ESPN'de John Hollinger'a yaptığı açıklamada sezon sonunda kontratının opsiyonunu kullanmayıp sınırsız free-agent olacağını söyledi. Böylece 375 (üçyüzyetmişbeş) senedir ortada dolaşan "Boozer South Beach'e mi?" tarzında haberler tekrar ortaya çıkacak ve gerçekleşecek de gibi...

Hdadjsdj

Aslında tek tek her paragrafını çözümleyip cevaplamak istiyordum ama, vallahi onu bile yapasım yok. Link vereceğim, okuyan okusun, anlasın ne demek istediğimi.

http://www.ntvspor.net/Pages/30666.asp

Yine bir İlker Acun döktürüşü.

Gökhan Emreciksin ve Fenerbahçe


Hiçbir zaman altyapıya önem veren bir kulüp olmadı Fenerbahçe. Kimler gelmedi ki Anadolu takımlarından. Selçuk Şahin, Kemal Aslan, Ali Bilgin, İlhan Parlak, Zafer Biryol, Deniz Barış, Serkan Balcı, Burak Yılmaz ve diğerleri... Şimdi de Ankaragücü'nün sağ açığı Gökhan Emreciksin'i almışlar. 2 milyon dolar bonservis.

Şöyle bir bakarsak o kadar adamın bonservisiyle Türkiye'deki en iyi altyapı kurulup oradan çatır çatır ekmek yenmez miydi? Bal gibi de yenirdi. Galatasaray örneğini ele alalım:

Derwall döneminde önem kazanıp ondan sonra gelen her hocanın dikkatini çeken genç oyuncular yetiştirdi Galatasaray altyapısı. Feldkamp ve Mustafa Denizli döneminde yetişen oyuncular Fatih Terim yönetimi altında nice başarılar yakaladı. Terim de Galatasaray'ın çocuğu. Türkiye'de altyapı yokken gelmiş Adana Demir'den. Şöyle bir adlarını anacak olursak en geriden başlayarak; Kaptan Bülent Korkmaz, Suat Kaya, Tugay Kerimoğlu, Emre't' Belözoğlu, Okan Buruk, Arif Erdem, Sabri Sarıoğlu, Aydın Yılmaz... Son yıllarda bir düşüş gözlense de Florya'da, yeni nesil de umut vermiyor değil. U-17 ve U-20 takımlarında yine sayısız Galatasaray oyuncusu var.

Bu yazdıklarım Emreciksin de kötü olacak diye bir yargı uyandırmasın ama parayla saadet olmaz.

51

İbrahim Kutluay bugün İTÜ-Beykoz maçında 8/12 3 sayı, 23/24 serbest atış isabetiyle 51 sayı atmış. Maşallah. Fener'e de kapak olsun.

Güven


Futbolda en önemli şeylerden bir tanesi, tuttuğunuz takımın, sahada yer alırken, maç esnasında, kötü durumlarda, kriz zamanlarında size güven vermesi. Bu husus yerine getirildi mi, istersen 10 puan geri düş, istersen 20. dakikada 3-0 geri düş( ki futbolda hiç de zor olmayan bir olasılık bu), takımın güven veriyorsa, telaşa mahal yoktur. Sakin olunabilir, olunmalıdır. Ve bu güveni, az sayıda takım yayabilir etrafa, taraftarlarına, sempatizanlarına ve izleyenlere. Bunların bir tanesi 2000 Galatasaray'dı mesela. Ben çok iyi hatırlıyorum, geri düşerdik, ama rahat olurduk. Nasılsa bir yolunu bulup (yolunu bulmaktan kastım, "balına goller" değildir, biline) yeneceğiz çünkü, bunu biliyoruz. Ve bu harika bir his. Eminsin kazanmaktan. Bu sebeple de o zamanlar birçok maçı izlemezdik, hata tabii ama, ne yapalım, "nasılsa kazanıyorduk". O devirler de geçti tabii, böyle bu işler. Neyse, uzatmayalım.

Bu takım da o güveni verme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bunu yapmak için birçok yolları var ve de yapabileceklerini birçok şekilde gösterdiler. Nasıl mı? Şöyle:
1. Takıma kötü oynansa bile, bir hareketiyle maç kazandıracak oyuncular eklendi. Futbol çok göt bir oyun. Her zaman istediğini yapamazsın.

2. Avrupa'da kötü gidilen birkaç yılın ardından, bu sezon deplasmanda maçlar kazanıldı. Hem de cidden iyi takımlara karşı, çok iyi oynayarak, maçı domine ederek, belki de en önemlisi, zekice oynayarak.

3. İşin "oyun" kısmında kalite artmaya başladı. Bu takım dün gece oynadığı maçta attığı 3 golü de fazlasıyla göze hoş gelen ve "organize" şekilde attı. Bu belki de en önemlisi. Çünkü bazı takımlar bir sezon boyunca bu kadar organize gol bulamıyor. Öyle bir de şampiyon oluyorlar, otur ağla, neyse.

Bu noktalar belirince, doğal olarak da taraftar, tabii futboldan anlayan taratar, rahatlıyor. Panik yapmıyor, maça giderken yolda kafası bozuk olmuyor. Ve de en mühimi, geri düşünce morali bozmuyor. Mesela -diğer futboldan anlamayan salakları bilemem ama- biz, yenen golden sonra çok rahattık. Ve o rahatlığın sebebi de zaten biraz sonra anlaşıldı. Çok güzel bir anlaşma sonucu, Linc ve Baros golü buldular. Ardından da yine 2 organize gol. Hele son gol... Muhteşem. Harika paslar, doğru yere koşular. Çok iyi bir ara pas ve, harikulade bir son vuruş. Kaleci çömelemedi bile.

Maçın az çok koptuğu ortaya çıkınca Gs çok kasmadı, Gençler de çok gelemedi zaten. Öyle bitti maç. Bir olumsuzluk, Skibbe'nin değişiklikleri geç yapmasıydı. Yani karşı tarafın herhangi bir tehdidi yoktu, rahatça yapabilirdi değişimleri. Böyle zamanlarda farklı şeyler deneyebilir. Kendi de farkındadır tabii ama, vardır bir sebebi yapmamasının.
Arda sistem gereği işin savunma kısmında daha çok göründü ve bunda çok da başarılıydı. Belki yön ters ama, biliyorsunuz, Arda bek oynamaya yabancı değil. O durumu görünce, maçı birlikte izlediğim arkadaşımla "Arda sol bek oynayabilir mi?" tartışması yaptık. Ki bence rahatça oynayabilir. Hele de böyle deli yüklenmek gerektiği zaman. Sağ beke Aydını bile koyarım ben gerekirse. Nedir yani.

Bu 3-5-2 benzeri sistemi lig maçlarında sık, hatta hep uygulamalıyız. Zorunluluk gereği yapılan bir hamle olarak kalmamalı. Çünkü "oluyor". Değerli skor yazarlarımız "neden çift forvet oynamıyor Gs" diyordu ya, bu sistem sayesinde o da yerine gelmiş oluyor. Gerçi Nonda Baros'un bir gerisinde gibiydi ama, neyse.

Mehmet Güven "güven verdi" esprisini yapmayacağım tabii ki ama, son fırsat bulduğu zamanlardan oldukça farklıydı vaziyeti. Bu harika, çünkü hem kadro yapısı açısından ona ihtiyacımız var, hem de bir altyapıdan gelen oyuncunun daha heba olmasını bu bünyeler kaldırmaz. Çok iyi oldu bu maç onun için.

Kewell sağ kasık fıtığı ameliyatı olacakmış. Ne zaman döner bilmiyorum, ama onsuz işleri iyi götürebiliriz. Bugün de bunun kanıtlarından biriydi. Son zamanlarda formsuz da olduğunu düşünürsek, ne bileyim dinlenmiş gibi filan sayabiliriz onun bu yokluğunu. Ama yine de çok uzun sürmez umarız.

Lincoln ve Baros hakkında bir şey söylemeyeceğim. Ne diyebilirim ki.

Cuttino Mobley

New York'un geçen hafta Clippers'tan takasla aldığı Cuttino Mobley bugün emekliliğini açıklayacakmış. Takastan sonraki sağlık kontrollerinde kalp büyümesi belirlenmiş ve oynarsa hayati tehlike yaratacağı, oynamaması gerektiği söylenmiş. Nedensiz sevdiğim oyunculardan biridir, şut stilini severim. Allah uzun ömürler versin.

Notlar Evet

Çok rağbet gören bir blog olduğumuzu biliyorum, bunun için de gururluyum. Kusura bakmayın canlarım ciğerlerim, bayram münasebeiyle pek boşladık bu ara. Ama söz, tatil bitimi yine "bomba gibi konularla" sizlerle birlikte olacağız. Bu da sizin çok sikinizdeydi.
Aklımda olan birkaç şeyi not halinde yazacağım şimdi. Anca bu kadar. Buna bile şükür.

-Suns ne salak işler yapıyor yine. Elindeki 5 pozisyonu birden yedekleyebilen bir oyuncunu ve doğru düzgün savunma yapabilen nadir adamlarından birini yolluyorsun, karşılığı J-Rich ve ne yapacağı belirsiz bir çaylak. "Denedik olmadı" ya mı getirecekler bilmiyorum ama, feci sıçtılar o kesin. Play-off yapsınlar, şükredip otursunlar.

-Hoffenheim yenilgisinin şokunu halen atlatabilmiş değilim, öyle ki, kurbanı keserken az kaldı benim bileği götürüyordum, o derece. Ama Hildebrand'ı almışlar, bu iyi haber. O da ne ballıymış ha, Valencia'dan kovul, kapağı Hoffenheim'a at. Ooh.

-Mangal yapmaya karar verdiyseniz, etin başında duran adam işten anlamalı. Yoksa bombok oluyor mesele.

-Haftasonu şenlik var hacı. Ben havai fişek filan hazırladım. Formamı giyip geçeceğim Tv karşısına, önce dk. 2'de bi' gol. Ardı gelir zaten. Kebap.

-Fb'nin elenmesine çok üzüldüm dayı. Daha final oynayacaktık Saracoğlu'nda...
O değil de, (yaparız demiyorum, o ayrı mesele, iddiada bulunamam) olur da, gerçekten finale çıkar, bir de kazanırsak, ülkede iç savaş çıkar. Çünkü bunu hazmedemeyecek yüzlerce fenerli tanıyorum ve milyonlarcasının da, memleket içerisinde olduğunu biliyorum.

-Hoffenheim'ın sağbekini almalıyız. Sabri'nin üstüne Messi gibi gelir şerefsizim.

-Karanlıktaki Adam, Paul Auster. Oku.

-Melo azıtmış. Gervin abinin bir periyodda en fazla sayı atma rekorunu kırmış:33 sayı. Yuh hayvan. Yuh. Totalde de 45 atmış. O periyod Gatorade'ine biri bir şey mi kattı, ne oldu artık bilinmez.

-Spurs işleri iyice düzeltiyor. Hele şu Mavs maçı harika oldu. Dabıl ovırtaym filan. Manu benchten gelsin. George veya Mason Jr da ilk 5'e iş yapar nasılsa. Aslanlarım benim.

-Hornets Paul'ün arkasına yedek guardı buldu, şimdi korkun dayılar. Daniels çok iş yapacak. Mike James de bi' sikim yiyemez Wiz'de. Dee'ye siktiri çekmişler, ona üzüldüm. Gelebilse keşke geri.

-Burgaz rakı içmeyin.

-Futbolun çok kolay -ve haksız ve aptalca- sonucun değişebildiği bir oyun olması çok sinirimi bozuyor. Pat diye futbolla alakamı kesebilirim diye korkuyorum. O kadar saçma şeyler olabiliyor ki, hak-hukuk, adalet, vırt-zırt diye düşünürken "eeh, sikerim lan"a geliyor mesele. Basketbol öyle değil mesela, ne bileyim.
Ha bir de, hocanın takıma ve takımın oyununa ne kadar etki ettiği. Hemen örnek:
A takımı hiçbir bok yemiyor sahada. Birden bir faul. Şişir içeri, bir kafa, gol. Maç da bitsin böyle. Hoca sevin, oyuncu, taraftar sevin. Hoca da göklere çıkarılsın. Ee? Hak ediyor mu peki? Veya hocanın söylediği "neyi" yapabildiler de, "kazandılar". Nedir yani? Çok salakça, bir açıdan bakınca. Çok "çirkin" geliyor. Bunun aklıma düşmesindeki en büyük pay sahibi de Fatih Terim. Dün Euro 2008 maçlarını izledik de yeniden.
...
İnanılmaz. Ne yapmış da "başarılı" olmuş kendisi. Ne katmış? Futbolcular onun söylediği "neyi" yapmış da, maçları kazanabimişiz, gazdan başka. Tiksinç.

-Hido "abarmış". Abart değil ha. Bu ara pek iyi değildi, hem moral olur bu iş.

-Tuncay gerçekten gider mi? Giderse ne kadar oynar? Oynarsa ne kadar iş yapar? İş yaparsa, Türk oyuncu piyasası hareketlenir mi? Bu olası transfer, Türk futboluna ne kadar olumlu/olumsuz yansır? Soru bitmez ki.

-Olabildiğince az insanla iletişim kurun. Abi tavsiyesi.

Takas Vaaaaaar! 2

Maşallah hızlı bir gün. Phoenix run-and-gun günlerinden kalma bir takasa imza attı. Raja Bell, Boris Diaw ve Sean Singletary'i paket yapıp Jason Richardson, Jared Dudley ve 2010 2. tur draft hakkı karşılığında Amerika'nın 19. en büyük şehri Charlotte'a yolladılar. Top 10'a aboneler yine. Maç sürerken açıklanmış takas, yeni yeni şeyler...

Takas Vaaaaaar!

3 takımlı bir takas haberi geldi az önce. Wizards Javaris Crittenton ve Mike James'i alırken, Antonio Daniels'ı Hornets'a, 2010 ikinci tur draft hakkını da Memphis'e yolladı.

Görüldüğü gibi, Wizards çabalıyor içinde bulunduğu durumdan çıkmak için. Daniels'ın devamlı "ah bileğim!?!" olayından sıkıldılar herhalde, Arenas gelene kadar James'i bir oynatıp, dönünce combo yaparız gibi bir düşüncesi olabilir. Crittenton ise lige geldikten beri ilgimi çekmiştir. Kolejde süper bir şutördü, bunu eninde sonunda NBA'de de yapabileceğini düşünüyorum.
Hornets'e bir back-up guard lazımdı ve James bunun için biraz lükstü. Onu yollayıp biraz daha çalışkan bir guard olan Daniels'ı aldılar. Memphis'e pek söyleyecek bir şey yok. Geleceğe yatırım.

Kenny George Hazretleri-2

Kenny George.

Hakkında yazmıştım tam on bir ay önce. Çok iyi bir potansiyeli var falan fişman. Ayağında bir milyon kişide bir görülen bir iltihapla olmuş yazın. Bir buçuk ay önce ayağının bir parçası kesildi, basket oynama ihtimali var dendi, yazmadım. Şimdi aldığım habere göre George bundan sonra ne basketbol oynayabilecek, ne koşabilecek. Ayağının bir parçası daha alınmış, enfeksiyonun ilerlemesini önlemek için. Büyük kayıp basketbol adına. İki sene sonra izleyebilirdik belki bu adamı NBA'de. Yazık oldu.

Teker Teker Geleceğiz Yanına


"Gittin gideli yüzümüz hiç gülmedi,
Neler çektik bir bilsen...
Her tarafta sen, her taraftar sen,
Çok özledik Alpaslan Dikmen"


Alpaslan Dikmen'siz ikinci bayram. Önce onun, sonra sizin bayramınızı mübarek eylerim efendim, ellerinizden öperim. Hayırlı kavurmalar!

GS- Ankaragücü


Yüzde 90.3 pas yüzdesi, deplasmanda 0-3'lük galibiyet, Lincoln, Baroş, Kewell, De Sanctis. Maçın özeti bu aslında.

İlk yarı pek bir hareket yoktu maçta, Emreciksin'in 25 metreden vurduğu füze hariç. O top gol olsa çok üzülmem abi, nasıl bir şut o öyle. Gökhan'ı Beşiktaş ve Fenerbahçe istiyormuş, Cemal Aydın da 3 milyon dolardan aşağı vermezmiş. Cemal Aydın'a sonra geleceğim.

İkinci yarıda da ilk yarı gibi başladık aslında. Bülent Tulun da batırdı yine devrede. Kewell kaldıramazmış da çıksınmış, Lincoln zemini beğenmemiş, iyi ki beğenmemiş, çabuk pas yapıyormuş, Baroş çok durgunmuş. 60'a geldik, Lincoln inanılmaz bıraktı Baroş'un önüne, sağlam da vurdu Çek. Bundan sonra dedim, hani gol sonrası sendrom vardır ya, değerlendirip bir tuvalete gideyim dedim. Kalktım ayağa kapıdan çıkarken Melih bağırdı "gooooooool" diye, döndüm baktım Kewell. Tekrarı izledim, yine Lincoln ve o kondisyonu yetmeyen, "kaldıramaz" olan Kewell'ın füzesi sağ üst köşeye. Yetmedi iki dakika sonra, Lincoln-Kewell ikiye birlerle geldi, sol dipten kesti yine Cassio de Souza Soares, Baroş yine doğru zamanda doğru yerdeydi, üç oldu.

Peşinden rölantiye aldık gibi oldu, yine pozisyonlar vardı, olmadı. Deplasmandaki "kağbus" (Bahri Havadır) biraz daha söndü; her Avrupa maçından sonra puan kaybetme alışkanlığı son buldu.

Ayhan çok iyiydi, hiç durmadı. Üçüncü dakikada gördü sarı kartı. Burada bir şey var. Mesaj mı verdi hakem ne yaptı, ikili mücadelede düştü, ellerini açıp hakeme baktı Ayhan. Zaaaart diye sarıyı gördü. Sanki düştün mü ya faul ya aldatma diye bir şey var, öyle gösterdiyse. Eğer itiraz diye gösterdiyse, adam ağzını açmıyor, sadece ellerini açıyor. Hakemlere çok fazla yetki veriliyor artık, kart dedin göster, el açtın göster, ah dedin göster. Olmamalı böyle.

Sağ bek- açık pozisyonu da beraberdi, malum Sabri yoktu. Barış başladı, Aydın bitirdi. Orası da çok iyi işledi, ikisi de çok çalıştı.

Son bir not Lig Tv'ye: kardeşim adam gibi yorumcu bulun, lütfen yahu. O kadar para alıyorsunuz milletten, adam gibi yorumcuyla izleyelim bari maçları. Başta, devrede, sonda çıkıyor yorumcular, maçta yok, eyvallah ama yine de sıçıyor be abi. Bas parayı getir Meleke'yi, Demirkol'u. Zor mu bu kadar. NTV diyoruz, oradalar filan, ama önümüzde Kaan Kural örneği var, senelerce götürmedi mi hem SKYTürk (ki Lig TV'yle aynı grubun kanalı) ve NTV'de. İmkansız değil yani.

Ankaragüçlü Şerefsizlere: Ünal Karaman gibi bir hocayı, ağlatma seviyesine getirip, istifa etmeye zorluyorsanız, bütün maç ne olursa olsun başkanının annesine küfür ediyorsan, sırf İstanbullu diye karşı takıma küfür ediyorsan, takımın büyük takımla kafa kafaya oynarken hiçbir şekilde destek olmuyor, köstek oluyorsan, onaltıncı dakikada Bursa- Ankara çektiğiniz diğer Allah'ın belası takımla beraber soyunuz kurusun, sürüm sürüm sürünün inşallah. Adam olun şerefsizler, adam. Ünal Karaman'a da helal olsun, böyle adamlara ihtiyacımız var.

Kral Mı, Çömez Mi?


Haftasonu zaten, gerek bizim lig, gerek büyük Avrupa ligleriyle, bünye futbola doyacak-kaliteden değil, maç sayısından bahsediyorum. Bu haftasonu özellikle beklediğim bir maç vardı, o da cuma günüymüş "meğersem", ve hem cuma akşamı da dolacak, hem de muhtemel bir maç sıkışıklığı engellenecek haftasonu açısından.
Maçın tarafları, başlıkta da çaktırdığımız gibi, Bayern ve Hoffenheim. Şimdi bu maç gerçekten çok önemli. Hoffenheim şu anda lider. München ise, 3 puan gerisinde ikinci. Eğer Hoffenheim, buradan da bir galibiyet çıkartırsa, iş ciddiye binecek. Çünkü, hani sonuçta ne kadar dikkat çekici sonuçlar alıp liderliğe yükselseler de, bu yıl Bundesliga'ya yükselen bir takım Hoffenheim. Tökezlerse -bu maç veya sonrasında- kimse şaşırmaz. Çok örnekleri oldu bunun, bizdeki Sivas örneği de bunun bir benzeri değil miydi?

Ama olur da, buradan galibiyetle ayrılırlarsa -ki bu cidden çok zor- ben o zaman bağıra bağıra Hoffenheim'ın şampiyonluğunu desteklemeye başlarım ve onlar da daha ciddiye alınmaya başlarlar. Yeni çıkan takım filan evet ama, öyle maçlar aldılar, öyle maçlar çevirdiler, o kadar çok gol attılar ki, hiç de çaylak görüntüsü vermiyorlar. Ve ben, en azından ilk 4 içinde bitirebileceklerine inanıyorum ligi. Bu bile büyük başarı olacak onlar için. Bakalım nefesleri yetecek mi?
Gerçi daha önce, lige yeni yükselen bir takımın şampiyon olmasına tanık olmuş Almanya, ama yine de büyük olay olur bu. Kaiserslautern, 97-98 sezonunda, yeni çıktığı Bundesliga'da şampiyon olmayı başarmıştı.

Hoffenheim'ın bu çıkışı ben dahil birçok futbolseverin desteğini toplamış durumda. Umarım olabildiğince yukarıda bitirirler bu sezonu.

Gs-Hertha



Böyle maçların ardından insanın hiçbir şey yazası gelmiyor. İstiyorum ki sadece düşünüp düşünüp keyfini çıkartayım galibiyetin.
Ama elbet bir şeyler yazmak lazım.

Maçın daha başından belli oldu ki, yeni bir "Benfica" örneği izleyeceğiz. Hakikaten de öyle oldu. İlk yarıda 3-4 fırsat bulduk. En önemlileri de Baros'un karşı karşıyası ve Lincoln'ün yay civarında habire vurduğu şutlar oldu. Hele bir de, 4-5 dk civarı, devre arasına doğru, sol kanatta üçlü-dörtlü paslaşmalar mest etti.
Maçın yıldızı kesinlikle Lincoln'dü. Yani bilemiyorum, izlerken zevkten geberiyoruz. Yükseldikçe yükseliyor. Geçen seneki yokluğunu şimdiden unutturdu neredeyse. Bir de kaptanlık gazını aldı ki, allaah.

Tek olumsuz nokta, son kısımlarda, durumu daha ciddiye alıp, ya da daha istekli olup 2. golü atamamız oldu. Çok yakaladık defansı az adamla ama, ya geri döndük, ya da topu ezdik, fırsat kaybettik. Bunun bedelini pahalı ödeyebilirdik, çünkü gördüğümüz gibi, Hertha son dakikalarda çok tehlikeli geldi. Keşke 2 gol bulunsa da, o kadar sıkışılmasaydı. Bu durum da, daha sonra böyle durumlara düşebilmemiz ihtimaline karşın tecrübe olur takıma umarım.

Ortada oynayan Barış-Topal ikilisinden çok umudum yoktu. Nedeni belli, ikisi de yeni kendine geliyor ve, bu sezon neredeyse hiç yanyana oynamadılar.Bu çok önemli. Hele de böyle bir maça çıkıyorsanız. Ama iyiydiler. Özellikle Barış, son 2 maçtır korkutuyordu. Düzeldiğini gösterdi bu maçla. Böylece artık Ayhan'ı dinlendirme şansımız da olabilecek.

Golün penaltıdan gelmesi aslında olumsuz gelişme. Çünkü basit düşünecek olursak, penaltı dışında pozisyonları gole çeviremedik, ha geri kalan 20 dakikada atabilirdik belki de, ama yine de bu kadar iyi oyun karşılığında 70 dakika içinde gol bulmalısınız. Her zaman son böyle olmaz.
Baros'u çok sıkı tuttular, kimi zaman ikili geldiler. Ona rağmen iyiydi. Son 2 maçta attığı 4 gol, eminim onu daha istekli yapacaktır.
Arda ve Kewell vasattı diyebiliriz. Kewell kaç maçtır böyle ama Arda beklenmedik şekilde etkisizdi. Birkaç estetik hareketi yine dikkat çekti ama, genele bakınca o kadar değildi. Dinlendirse mi Skibbe, ne yapsa.

Bir diğer dikkat çeken nokta, düzelen Emre Güngör'ün, zorunluluktan da olsa, bu maçta da oynamasıydı-ki kısa sürede de katkı yaptı. Meira ve Servet, sezon başından beri maç kaçırmadı. Bu durum bir yerde patlak verecek. Emre şans bulmalı, defans rotasyonu dengeli bir şekilde dağıtılmalı ama, bakalım Skibbe dayı becerebilecek mi bunu?

Kapıl

Şu "karı-kız" ayağına kılık, saç-baş değiştirenler gerçekten çok komik oluyor. Şu "modern görünmeye çalışan kıro"lar ayrı. Onlar ayrı rezillik. Ben biraz daha "normal" olanları söylüyorum.
Demin tanıdığım bir elemanın resimlerine bakınıyorum. Maksat sosyolojik analiz.
Şimdi bu genç, "gangsta" takılıyor, veya takılmaya çalışıyor. Gangsta'lıktan anladığı da, biraz bol giyinip, arkadaş arasında çektirdiği resimlerde işaret parmağıyla makineyi göstermek-o poz apayrı bir yazı konusu ya, neyse.
İlerliyorum resimlerde, bir de ne göreyim! Amanın! Olabildiğince dar bir kot var elemanın altında. "Davayı satmış" anlayacağınız. O anda da hani belli, kızlar filan var, dışarı çıkmışlar.

Şimdii, "bana ne" değil mi elemanın giydiği kottan, yaptığı şeyden. Değil amına koym. Sapına, köküne kadar da ilgilendirir beni. Çok kızdırırsanız da gider döverim. Öhm.
Burda mesele şu;bu benim etrafımda da oluyor bu tip dönüşler. Kimse kimsenin yaptığına karışamaz, ama bunu da sadece birtakım zevkler uğruna ve, yıllardır savunduğu, arkasında durduğu şeyleri saniyesinde geride bırakarak yapıyorsa, bir yerlerde sorun var demektir.
Ol abi, dönek ol, tiki ol, emo ol istersen, git kestir transseksüel ol. Ama iki günlük zevk için, bir kıçıkırık kız için salak salak işler yapma. Sevdiğin, istediğin şeyi yap. Etrafın zorlamasıyla saçını havaya dikme;arkadaşın giydiği için göt çatalının altında başlayan pantolon giyme;millet yapıyor diye, "anadolu çocuğu" diye geçinirken, birdenbire göğüs kıllarını kestirme;sana tamamen tersken, etrafta duyuyorsun diye rap dinleme. Yapma amına koym. Sonra gerisi de geliyor, kayıp gidiyorsun. Bu işler ufak şeylerle başlar, ne olduğunu anlamazsın bir bakmışsın hayatın kaymış.

Ha evet, ben bunlardan şikayetçiyim, ama maalesef ki bu tip manevralar hakim günümüz gençliğine. Yüzde beşi bile kendi zevkleri-istekleri-düşünceleri yönünde ilerletmiyor kendisini. Hep "dışarıdan". Sonra sen bunun "birey" olup ülkesine, çevresine, dünyaya" hayırlı" bir şeyler katmasını bekliyorsun değil mi? Yarrak katar.

Böyle şeyler de işte, anca benim gibi salakların kafasını meşgul eder. Ulan, yapan adam farkında değil, onun umrunda değil. Siktir et. Ama işte...

Huntelaar Da...


Barcelona taraftarı ve Ajax sempatizanı bir futbolsever olarak, bu Real'deki Hollandalı artışı çok sinirimi bozuyor- bu artış pek bir halta yaramıyor, o ayrı mesele. Nicelikten bahsediyorum ben. Bir zamanlar biz Hollanda milli takımı gibiydik, şimdi Real aynen öyle. Hollanda'nın hücum hattını, yedekleriyle birlikte aldılar, bünyeye eklediler.
Bizde ise hiç kalmadı Hollandalı. Hani sembolik olarak bir tane bile yok. Hoca vardı, o kurtarıyordu, o da gitti.

Hepsini bırak, hani halen başımızda Cruyff var. İnsan bekliyor, lan alırlar 1-2 tane yeni yükselenlerden diye. Fos çıktı.
En kötüsü de sanırım, daha önceleri çıkan Rafael ve Sneijder'in Barçalı oldukları hakkındaki haberlerdi. Büyük ihtimal doğrudur bunlar-doğdukları yıl vs göz önüne alınırsa. Ama bunları duyduktan sonra da, bu adamların Real'e gitmesi... Evlat acısı gibi hacı.
Hatta evet, evlat acısı! Bunlar bizim çocuklarımız ulan. Hepsi Cruyff'ün veletleri değil mi bunların? Cruyff'ün çocukları da bizim çocuklarımızdır. Önermeyi de yapıştırdım, hadi bana eyvallah.

Hertha-Gs Filan

Gariptir, bugün Gs-Hertha (veya tersi, onla uğraşamayacağım, saat 6 amk) maçı olduğunu az önce farkettim, o da Ekşi'de başlığı görünce. Onu görmesem herhalde, ya maç saatine yakın, ya da gündüz kardeşimin "abi maçı nerde seyredicez"diye aramasından öğrenecektim. Öyle olunca da maçlar daha farklı izleniyor. Sanki haftasonu kanallarda gezinirken, karşına Dortmund-Hamburg maçı çıkmış gibi. Bir maçı, kafada hazırlanıp izlemekle, zart diye denk gelmek çok farklı şeyler. Evet, ben çıkıp oynamıyorum belki ama, taraftarlıktan mı, takımı çok sevip kendinle bir tutmandan mı bilmem, insan onlar kadar yoğun tutuyor kafasında maçı. Belki de samimi taraftarlık bu. Bir pas hatası yapınca, az önce gol atan adamın eşine-çocuğuna saydırmak gibi değil.
Bunun sebebi maçın alışılanın dışında çarşamba günü oynanması değildir tabii ki. Belki de son zamanlardaki sallantılı gidişatla alakası vardır. Durum çok kötü olmasa bile, hani tam olarak "güven" sağlanmış değil. Hep bir "kriz ortamı". Veya önceden tarihlere bakmadığımdandır sadece, ama bu kadar yakın olan maç tarihinin kafamda yer etmemesi ilginç gerçekten. Çünkü normalde -hele de önemli maçsa- aylar öncesinden düşünmeye başlarsın.

Doğal olarak maçta "evsahibi avantajı" bizde.Bu da tam komedi aslında ha, evinden bilmemkaçyüz km uzakta maçın var, ama Asy'den daha olumlu ortam neredeyse. Akla hemen 03'deki Westfalen'de oynanan Juve maçı geliyor. Çok feci maçtı. Özellikle de, Gs'nin ligde kötü olduğu zamanda bile, Avrupa maçlarına nasıl konsantre olabildiğini tekrar görmek açısından.

Çok salak bir vaziyet var, 6 puandayız. Grup lideriyiz, ama tedirginiz. Ulan geriden gelmenin avantajı bu işte. Sadece kazanmaya odaklanıyorsun, sorun kalmıyor. Böyle ileride olunca da, ayrı dert. Bok mu var, Benfica'yı dışarıda yeniyorsun(Bkz. Türk insanının tatminsizliği). Bu durumda insan "keşke o maçı kazanmasaydık" diyor. Zira o zaman, içerdeki Metalist maçına ve bu son maça ayrı motive çıkacaktık. Ve Türk insanı ve takımlarının "yumurta kapıya gelince" felsefesi uyarınca da, işi halledip, bir sonraki turu bekleyecektik. Şimdi daha beter! Ama allahtan maç "içeride".

İşin "taktiksel" ve "kadro" analizine hiiiç bulaşmayacağım. Hani hal ve gidişat çok kötü değil ama, yine de kazanmalı ki, liderlik garanti olmasa bile (ki sanırım alırsak garantiye yakın olacak) olasılık artar, tur da kesinleşir.

Bir de, yav ne zamandır şöyle "ağız dolusu" bir Avrupa golüne sevindiğimi hatırlayamıyorum. Nedense hep yarım-yamalak oluyor. Hani bir L'Pool-Gs maçı(2-3)(Bu maçta 3. gol gelseydi, yemin ediyorum televizyonu filan duvara çarpacaktım, olmadı kendimi aşağı salacaktım, ama...), bir Sociedad-Gs(03-04 gruplar son maç, 1-1), bir Gs-Bilbao(2-1, son dk, Hagi...) maçındaki gibi. Olympiakos maçında bekledim, olmadı pek o. 2. Steaua maçında beklemiştim, maçın başında Kewell'ın vole girmeyince, hiç olmadı sonra. Şöyle karşındaki adama yumruk atarcasına sevineceğimiz bir gol olsa yarın. Hele de son dakikalara doğru. İyice sıkışmışken.
Bu sefer "romantik" bir yazı oldu ama, saattendir be hacı.

Yalan

Blog var bir tane. Komedi diyesim var, diyemiyorum. Öyle bir hayat yaşıyor ki blog sahibi, "hayatım roman" klişesi az kalır, sıfır kalır. Habire "ağır" olaylar, tantana, gitme-gelme, büyük şeyler yaşama. Ulan bir günün de, sabah (bu öğlen tabii) kalkıp, evde salak salak tv izleyip, sonra gidip arkadaşlarınla "takılıp", ardından büyük gençlik rutini "2 bira patlatıp" eve gidip zıbararak geçmez mi ya? Ha diyeceksin o zaman o blog niye orda. Öyle yaşasa/yaşamak istese niye blog yazsın. Yalan Rüzgarı takip eder gibi her gün girip, okuyup gülüyorum. Kesinlikle inanmıyorum orda yazanların gerçek olduğuna. Şuraya yatırıp ziksen, gene ikna olmam. Daha önce bu "bugün ne bok yedim" blogları hakkında söverken, "onlar yaşamak istedikleri hayatları yazıyorlar" demiştim. Pek de güzel demişim. Linkini sağ tarafa koyacağım, ama isim vermiyorum. Farkeden eder zaten. Girin, siz de eğlenin. Onun muadillerini de zaten orada yorumlardan isimlerden bulabilirsiniz. Ulan ne kadar çok kişi var böyle "yalan hayat" yaşayan.

Hadsizler



Fark 6

Messi'den 2 tane; Getafe de sağolsun geçen seneden Real'in tadı damağında kalmış. 3-1 oradan da.
El Clasico öncesi fark 6-2.yle 4. Kaldı 2 hafta. Büyük eğlence olacak büyük...

Ronaldinho Ve Frikik


Hepimiz biliyoruz ki, aktif futbolcular arasında en iyi frikik kullananlardan biri Ronaldinho. Ama gerek bir süredir pek ortalarda görünmemesi, gerek göründüğü zamanlarda kullandığı frikikleri heba etmesi sebebiyle biraz gözden düşmüştü. Yeni geldiği Milan'da da bu işin ustalarından biri, yani Pirlo olunca, doğal olarak "Ronaldinho frikikleri kullanacak mı acaba?" gibisinden bir soru işareti oluştu. Hatta birkaç yerde kullanmamasını isteyen yorumları okuduğumu hatırlıyorum-çok haksız da değiller, Pirlo gibi biri varken.
Kendisi de bunun farkında sanırım az çok ki, son 2 maçında çok çok iyi 2 frikik golüne imza attı. Bu 2 gol de galibiyet getirmedi, 2 maç da berabere bitti belki ama, herkes onun ne kadar iyi frikik kullandığını bir kez daha ve sağlam şekilde hatırlamış oldu. Tabii bu, Milan'da artık bütün frikikleri Ronaldinho'nun kullanacağı manasına gelmiyor ama, hiç olmazsa insanlar yeniden onu bir "duran top tehlikesi" olarak akıllarında taşıyacaklar. Bu işlerde hafıza zayıf oluyor çünkü, yakın zamanda kendini hatırlatmazsan, bir bakmışsın adın anılmıyor.

Sir Charles vs. LBJ

Charles Barkley: Bence LeBron çenesini kapatıp otursun, 2010'la alakalı konuşması Cleveland halkına ve takıma zarar veriyor.

LBJ: Bence o bir salak, sanırım bu kadarını söylemem yeter.

xxx

Hiç'ten ekleme:Şu Taco meselesi acaba Charles'ın başına gelseydi, o neler düşünürdü ve/veya söylerdi taraftar hakkında, hiç düşündü mü acep...

Estafurullah

Önce bir burnumuzu çekelim-Hırfk! Sonra gerinelim iyice bir. Sonra da kafayı sağa-sola kır. Kütürt! Parmakları çıtlat. Biraz nefes almadan dur.
...
Geçen gün bir şeyler karalamıştım, bu Batug.com'daki Pavır Renkings'lerden biri hakkında. Sonuna da, "Batug'dan birileri okuyacak değil ya, benimki de iş olsun" filan demiştim. Garip, bir şekilde oralara ulaşmış bizim yazı. Nasıl olduğunu da biliyoruz ya, hadi neyse.
Bu bizim yazı, arkadaşlara eğlence olmuş. Kimisi demiş "takım sahibinden beter", kimisi demiş "yeni tuncaboylu hayırlı olsun", kimi "Popovich'in ülkede bıraktığı tohumlar", kimi de "sabahtan beri gülüyorum".
Ne güzel, arkadaşları eğlendirmişiz. Eminim hayatları pek bir monoton geçiyordur çünkü.

Sanırım bende salaklık, yarı şaka-yarı ciddi kınama adında, karşı-eleştiri yazıyoruz. Sana ne amına koyym! Sen nasıl Batug.com üstadlarından daha doğru düşünebilirsin ki? Adamın içinde bulunduğu ortam yeter!
Bundan sonra blog'umda, tuttuğum takımları objektif şekilde ele almamaya karar verdim hacı. Artık holiganlık var. Gelişine yazacağım.

Da, madem buraya ulaşabiliyorlar, kendilerinden bir ricam var, götü yiyen veya yapabilen varsa, daşak geçmek yerine, benim o yazımın ciddi bir eleştirisini yapabilirler mi? Hani madem karşısın katılmıyorsun, efendi gibi belirt derdini. Ha ama pardon, sen forum yazarıydın...

En İyi 100


1-10: Cristiano Ronaldo, Lionel Messi, Fernando Torres, Iker Casillas, Kaka, David Villa, Zlatan Ibrahimovic, Sergio Aguero, Rio Ferdinand, Steven Gerrard.

11-20: Xavi Hernandez, Cesc Fabregas, Frank Lampard, Ruud Van Nistelrooy, Emmanuel Adebayor, Didier Drogba, Frank Ribery, Michael Ballack, Guianlugi Buffon, Sergio Ramos.

21-30: Wesley Sneijder, Michael Essien, Daniel Alves, Wayne Rooney, Ricardo Carvalho, Maicon, Andres Iniesta, Andrei Arshavin, Deco, Marcos Senna

31-40: Luis Fabiano, John Terry, Daniele De Rossi, Nemanja Vidic, Javier Mascherano, Samuel Eto’o, Dimitar Berbatov, David Silva, Nihat Kahveci, Patrice Evra

41-50: Anatoily Tymoshchuk, Robinho, Esteban Cambiasso, Ashley Cole, Alessandro Del Piero, Seydou Keita, Jose Bosingwa, Carlos Tevez, Joe Cole, Yuri Zhirkov

51-60: Arjen Robben, Artur Boruc, Petr Cech, Francesco Totti, Luca Toni, Raul, Thierry Henry, Christian Chivu, Alessandro Nesta, Rafael van der Vaart

61-70: Pepe, Luca Modric, Karim Benzema, Roque Santa Cruz, Mahamadou Diarra, Philipp Lahm, Andrea Pirlo, Diego Forlan, Santi Cazorta, Ronaldinho

71-80: Darijo Srna, Fabio Cannavaro, Juninho Pernambucano, Mauro Camoranesi, David Trezeguet, Miroslav Klose, Gael Clichy, Fredi Kanoute, Antonio Di Natale, Javier Zanetti

81-90: Robert Pires, Christian Poulsen, Diego, Mancini, Giorgo Chiellini, Gonzalo Higuain, Gianluca Zambrotta, Bacary Sagna, Danny, John Obi Mikel

91-100: Goran Pandev, Igor Akinfeev, Simao Sabrosa, Amauri, Paul Scholes, Lassana Diarra, Diego Capel, Antonio Cassano, Bastian Schweinsteiger, Klaas-Jan Hunterlaar

Bu yukarıda gördüğünüz, Four-Four-Two'nun (Türk edisyonu değil) Dünya'nın en iyi 100 futbolcusu listesiymiş efem. Ben yorum yapmak istemiyorum, çünkü çok fazla saçmalık var. Ki bu listelerin kaderi bu.
Ayrıca Aceto'nun ödüller hakkında bir eleştirisi vardır hep, "niye oyuncuların geneli Avrupa'dan" diye. Ben de aynı eleştiriyi bu listeye yönelik olarak yapmak istiyorum. Şurda kaç oyuncu var Avrupa-dışı. Olmuyor işte.
Ha bu arada, listedeki tek Türk, Nihat. Arda nerde?
Son olarak da Cr7'ye "Ara ara, belki de bulursun" diyerek postu sonlandırıyoruz.

Güzel Formalar 36

Roma'nın o sezon, yani 04-05 sezonunda giydiği formaların hepiciği bu tasarıma sahipti, ama renk tonları filan sayesinde hepsi de göze hoş gelen formalardı. Ben çok severdim. En ilginci de bu versiyonuydu. Malumunuz, "Roma sarısı" bu oluyor. Nasıl "Gs sarısı" daha koyu bir sarı ise.

İlker Acun...

Ntvspor.net'e sık girenler bilir. Bu sitenin veyahut spor servisinin çok güzide bir elemanı var. İsmi İlker Acun. Kendisi çok muhterem bir zat. Neden derseniz, bu arkadaş bize, herhangi bir yeteneği olmaksızın medyada nasıl yer bulunur, onu gösteriyor. Ne bileyim, spor bilgisi filan da gerekmiyor sanırım. Torpil ihtimaline hiç bakmıyorum, çünkü eğer öyleyse, tüm bu söylediklerim havada kalır.

Bu arkadaş sanırım Nba haberlerini hazırlayan tayfaya mensup. Ve bir de, haftada bir filan ufak yazılar yazıyor. Şöyle mesela, "Pierce uçuşa geçti". Ve bu yazı, tamamen istatistiki verilerden oluşuyor. Bir oyuncunun 10 maçta yaptığı bütün istatistikleri yaz, azıcık da öv, al sana harika br Nba yazısı. Birçok değerli Nba uzmanını içinde barındıran Ntvspor, Kaan Kural'a, sadece 10 dakikasını alacak bir yazı yazdıramıyor mu? Kala kala İlker Acun'a mı kalındı?

Dün yine "harika" bir yazı parçalamış, Morrow hakkında. Ama gel gör ki, daha 2. paragrafta sıçış başlıyor:Morrow, ilk Nba maçında 37 sayı atmış. Ah be annem, madem istatistik delisisin, az daha dikkatli ol. Adam ondan önce 5 maçta daha oynadı. Sen ilk o maçta duydun diye mi, ilk maç ibaresini yapıştırdın.
Aşağıya da bir tane draft edilmeyen oyuncular listesi, tamamdır.

Bu adamı okudukça çıldırıyoruz, hiçbir beceri yok, yorum kabiliyeti yok. Bir de üstüne üstlük sırıtık bir resim, daha da gıcık olalım diye, pişmiş kelle gibi.
Ha, dersen ki, "bilader, sen bloga yazıyorsun beleşe, o adam Ntvspor'da, bunu naapıcaz" diye, ben de sikerim böyle düzeni derim. Türk medyasındaki köşe yazarlarının yüzde 95'ini toplasan, bir Tardini, bir Flying Dutchman, bir Aceto etmez. Onu nasıl yapacağız?

Batug.Com'a Kınama

Geçen hafta filan da böyle bir kınama yazısı yazmıştım ama, bu sefer yine lazım oldu.
Şimdi efenim biliyorsunuz, forum temelliler dışında, bu ülkenin en iyi basketbol sitesi Batug.com dur. Geri dönmese bile bu böyle kalacaktı.
Bu sitede yazan Nba bilen arkadaşlar, her hafta biri olmak üzere Power Rankings yapıyorlar. Ve şöyle bir rezillik var, Spurs bu listelerde 2 haftadır 25 ve 22'de yer alıyor. Emin olun, bu kırık-dökük halinde bile, üstünde kalan en az 10 takımdan daha sağlam durumdadır Spurs. Her zamanki halim-selim görünüşümüzden mi bilmiyorum ama, bu kez de "hesaba katılmamış" Spurs. Hatta bu haftaki P.Rankings'te Spurs için şunu yazmış o arkadaş son satırlar olarak:"Her sene contender, her sene contender olunmaz, biraz da San Antonio nehri kenarında cızbız.."

Allah allah, ne oldu, sıkıldın mı Spurs'ü görmekten? Demek ki neymiş, bu adamların hepsi de "o kadar" anlamıyormuş bu işten. Veya "yanlı"larmış.
Şimdi diyeceksin "Sadece Spurs konusunda mı sıçış var?" Bilemiyorum, ben Spurs taraftarıyım, ve benim gözüme doğal olarak bizim takımla ilgili saçmalıklar çarptı.

Ve en kötüsü ne biliyor musunuz, Spurs 2 haftadır yükselişte, ama bu adamların listelerinde düşüşte! Biz düzeldikçe, adamlar daha da batırıyor bizi. Kardeşim, bu takım Nba'de ismi anılmayan/bilinmeyen birkaç oyuncu artı Tim Duncan ile neler yapıyor görmüyor musun, yoksa görmek istemiyor musun?

Sanki bu yazıyı da bütün Batug ahalisi okuyacak ya. Maksat içim rahatlasın amk. Salak salak işler.

Manu Döndü!


Ve Manu Ginobili döndü. Geçen cuma yayınlanan Nba Stüdyo'da daha en az 1 ay filan süre olduğu söyleniyordu ama, o programdan 2 gün geçtikten sonra, Memphis deplasmanında oynadı!
Manu maçta 11 dakika oynayıp,12 sayı 4 ribaund yapmış. Ve de erken kopan maçın(kazandık söylemesi ayıp), "garbage time"ında oyuna girerek değil. Kafadan rotasyona dahil olarak yapmış bunu. Bu da işin en sevindirici kısmı. Çünkü sakatlıktan yeni çıkan bir oyuncuyu maç garantilendikten sonra da oyuna alabilirsiniz, onu zorlamak istemezsiniz.
Zaten işleri hale yola koymuştuk, şimdi bir de Manu döndü, daha iyi olacağız. Batı'da işler karışıkken, ne kadar yükselirsek kardır bizim için.

Kaptan


17 yaşından beri en üst düzey futbolda kendine yer bulmuş olan, halihazırda Dünya'nın en iyi orta saha oyuncularından biri olan, insanüstü pasör Cesc Fabregas, artık takımının kaptanı. Ben bu işin altından kalkabileceğini düşünüyorum. Ayrıca bu gelişme, bir açıdan bakınca, Barça'ya gelmesinin zora girişi olarak algılanabilir. Bakalım.
Bu resim, kendisinin Arsenal'e geldiği ilk sezon çekilmiş olup, daha 16 yaşındadır-Arsenal'in ortalığın bilmemnesine bilmemnaaptığı dönem. O sezon daha tam A takıma dahil değildi. Formasına dikkat ederseniz, 57 numara giyiyor.

Oscar Robertson

Big O, 70 yaşında.

Çatlak


Şu gördüğünüz resimde yapılan eylem, hem bir "alley-oop", hem de "buzzer-beater". Nasıl oluyor demeyin de, Nba.com'a girip izleyin videoyu, dünün Top 10'unda da var, bir numarada. Bunu yapacak 2-3 oyuncu var işte. Tabii pası veren adamın da payı büyük (ki bu kişi gariptir, Bobby Simmons),kaçıran savunmacının da ama, ne olursa olsun bu az iş değil. Smaca ters kalkıyorsun, kaçırsan ne olacak? Cesaret işi yani.
Bu ara Nba'de böyle hararetli maç sonları çok oluyor. Portland-Houston maçında olanları yazmıştım sanırım geçenlerde, bu da ikinci büyük örneği oldu. Arka arkaya 2-3 buzzer atılıyor, "kazandım" sanan göt üstü oturuyor vs.

Bu alley-oop'un öncesinde bir rezillik var, onu anlatacağım, hem konuyu ayrıntılı işlemiş de oluruz.
4.6 saniye var, Toronto topu, skor da 127-124. Üçlük lazım. Peki kenardan başlatan kim biliyor musunuz? Kapono. Yani bu ligin en iyi 5 üçlükçüsünden biri, ben gene iyimser söyledim, belki de en iyisi. Verdiği adam Anthony Parker olabilir, oyunu başlatıp topu geri alacak da olabilir, ama bu tercihin kesinlikle yanlış olduğunu düşünüyorum. Neyse ki Parker şutu soktu da, bunun pek üstünde durulmayacak.
Bunun ardından, kaldı 2.1. Kenardan Simmons başlatıyor topu, o arada Calderon bir an kaçırınca Vinsanity'yi, Simmons'a da helal olsun, kendisinden beklenmeyecek bir kurnazlık, hemen topu fırlatıyor, ve maç Nets'in.
Smaçtan sonra kasılması tabi apayrı Carter'ın. Artis pezevenk.

Heat ve Comeback-ler


Son iki maçtır Heat 15-19 sayı arası geri düşüp geri geliyor. Çarşamba günü Toronto'ya karşı 19 sayıdan gelip iki sayı öne geçip maçı kaybetmiştik, Wade 40 sayı-10 asist filan... Bu gece yine geri geldik 15 sayıdan, karşıdaki Indiana. İki gündür grip yüzünden idman yapamamasına rağmen Wade yine 38-4-8. Marion da yavaş yavaş kendini buluyor, hayırlısı.

Dubai

Maç başlarken oha dedim, Gül gelecekmiş ya maça yandaşları da takmışlar sarıkları gelmişler. Yok efendim Dubai'li menajerlermiş Ümit Karan'ı izlemeye gelen. Hakan dediler olmadı, şimdi sıra Ümit'te. Anlamadıkları şey Hakan'la Ümit'in aynı karakterde oyuncular olmadıkları. Dubai'de Ümit vur patlasın çal oynasın yapar, Burj Al Arab'ta gününü gün eder. Onu değil de Nonda'yı alsalar aynı paraya...

Ankara- GS

Oyun yok, gol yok, pozisyon iki tane. İzlediğim en sıkıcı Galatasaray maçlarındandı. Olimpiyat stadında rüzgardan şikayet edenlere maçı kaydedip göstermek lazım.

İpini Koparan...



Bu resimler bugün Nba.com'da yayınlananlardan sadece üçü. Siz kim oluyorsunuz da...

Ny Ve Takaslar


Efenim Abd muhabirimize teşekkür ediyoruz ama, bilmeli ki, o haberdar olmadan biz kafamızda takası yorumlamıştık bile. Anlayacağınız, daha hızlı olmalı. Bunu patrona ileteceğim.

Şimdi tabii, Ny'nin bu takası kadroyu ve salary'yi boşaltmak için yaptığı ortada. Herhalde bu 1.5 sene içinde maçları filan boşverip, kontratı 2010'da biten kimi bulsalar dolduracaklar. İlk hamleler bunlar oldu, gerisini beklliyoruz.
Amaçları Lebron. Anasını satayım, Rus basket takımları bile bu adamı bekliyor neredeyse, gidip akıllarına girip Fb'ye de mi gaz versek, "bastırın parayı alın" diye anlamıyorum ki. Ki ben sanmıyorum Knicks'e gideceğini, illa bir yere gidecekse adres belli gibi:Nets. Daha doğrusu Brooklyn Nets. Geçen yazdığımız "Salak Taraftar" isimli yazıda taraftarın bi' kıçı kırık Taco için adama yaptığı muameleyi göstermiştik. Bunun üstüne sikseler kalmaması lazım ama bakalım. Herifin memleketi sonuçta. Zart diye olmaz bu işler.

Şimdi azıcık da takımlar açısında bakalım takaslara, aşağıda nasılsa yazılmış, kim nerede, tekrara gerek yok.
Ben şahsen AL-jamAL (oov, kelime oyunu da yaparmış...) takasına çok sevindim. Şimdi sonuçta Al pezevengi ayrılmak istiyor, onu hesaplara dahil etmiyoruz-Gs açısından. Bu durumda hemen hemen ne gelse kar, hele de Hüso'nun dediği gibi ligin en "underrated" skorerlerinden biri olan Jamal Crawford gelirse, aman aman. Harika. Sayı ortalamaları 5 filan artabilir. Nasılsa elemanlarda sistem yok, maç başına 15 top da Jamal sallar. Sorun yok. Tabii Jamal'ın da gelmesiyle daha korkunç 5 denemeleri görebiliriz Mad Professor'dan. Ama şöyle bir şey var ki, Al 3-4-5 oynayabildiği için esneklik sağlayabiliyordu, o elden gitti. Ligde çok oyuncu yok böyle. 4-5 tane. Sonuç olarak, yararlı hamle.

Diğer takasa bakıyürük. Orada da tabii "2010 kontratı verin laan, ölüyorum" durumu var. Giden-gelen kimsenin sikinde değil. Camby ve Kaman'ı bir arada henüz oynatamayan takım, gitti Zach'i getirtti. Danlevi düşünsün. Mardy Collins'ten hiç bahsetmiyorum.
Ny açısından, şimdi bunlara atacak adam lazım ya, Mobley ve Tim iyi oldu. Zaten Tim Thomas D'Antoni'nin eski öğrencisi, tanıdık. Koyar 3-4'e. Sisteme uygun yani. Zach'in gitmesi (eğer buradan bakıyorsa tabii) sistem açısından uygun, o adamı koşturamazsın, koşsa bile bir yere kadar, malum. Burda da neticeye bakıyoruz, her türlü karlı Ny, hem eline kısa vadeli kontrat, hem de sisteme uyabilecek elemanlar geçti.

Resme gelince, uygun bir şey bulamadım, bunu koyayım, bakıp bakıp iç çekeyim dedim. Çok iyi parça. Hüseyin, hadi be hacı.

New York Lappaps

Knickerbockers birkaç saat önce iki ayrı takasla iki yıldızını Batı yakasına doğru yolladı. İlk takasta Jamal Crawford, ki bence ligin en underrated skoreri, Al Harrington karşılığında Golden State'e gitti, ikincisinde Zach Randolph yanına Mardy Collins'i alarak Clippers yolunu tutarken Tim Thomas ve Cuttino Mobley New York'a geldi. New York'un aldığı bütün elemanların kontratları bu sene ya da önümüzdeki sene bitiyor, 2010'dakilere asılacaklar, başta LBJ, sonra Wade (nah!).
Sorum şu olacak:
Clippers bu kadar kalburüstü uzunu varken hangisini benchte başlatacak?

Yarın detaylı analizlerle görüşmek üzere!

Peder Ze Vs İmam Hakan


Ze Roberto:Futbolu bıraktıktan sonra papaz olmayı hayal ediyorum.

Şimdi bunda pek bir sorun yok. Brezilyalı futbolcu milleti, genelde dindar oluyor. Kaka örneği en yakında, Cl'yi kazanınca 07'de, formanın altındaki tişörtü herkes görmüştür. Onu da bırak, adam evlenene kadar bakirdi. Neyse, anlayacağınız bunlar dinine bağlı elemanlar. Bu adamın da futbolu bıraktıktan sonra, salak salak antrenörlükle uğraşacağına, papaz olmayı istemesi anormal değil.
Fekat...
Bunu bir de ülkemize uyarlasanıza. En yakın örneğe gidiyorum:Hakan Şükür. Adam çıkıp da, ben imam olacağım dese ya. Allaaah. Kıyamet kopar ülkede, iç savaş. Cemaati de hazır zaten. Sabri müezzin olur filan. Aman allahım.

Abov


Daha önce deseni yamulmuş formayla çıkanı filan gördük de, bu da fazla artık. Resim Milliyet'in web sitesinden, bir arkadaş verdi linki sağolsun. İşte diyor ki haberde, rezillik, hakem göremedi filan. Desenler arasında aşırı fark yok, hadi hakem farketmedi tamam. Ulan takımdan kimse veya malzemeci de mi farkında değil!? Nasıl bir dikkatsizlik bu? Benim bildiğim "umarsız türk", bu duruma şunu der, "amaan nolacaaadı, ikisi de beyaz nasılsa". İşte bizi batıran/batıracak olan, bu zihniyettir. Şeytan diyor, ara Uefa'yı, maçı filan iptal ettir, çıngar çıkar, çadırı karıştır.

Haykolik-Dergi

Az önce Feysbuk'ta bakınırken gördüm, haykolik.net "Haykolik Dergi" adında bir sanal dergi çıkarmış. Güzel olmuş, yanlız, sayfalardan birine, Hayko resminin üstüne Yalnız Kalsın'ın brütal kısmında söylendiği sanılan sözleri yazmışlar. Onun aslı öyle değil, daha önce Hayko üstüne yazdığım postların birinde değinmiştim. O biraz kötü durmuş ama, bilmiyorlar sanırım. Neyse.
Haykoseverlere duyurulur. Bu e-dergi'ye www.haykolik.net'ten ulaşabilirler. Grup elemanlarıyla röportajlar var filan, başka konular da var. Bünyeye yararlı olur.

Salak Taraftar


Ekşi'den alıntılıyorum:

"basketbol tarihine "taco vakası" olarak geçecek ( yani bence geçse iyi olur) bir olay nedeniyle cavs taraftarına fena halde bozulmuş nba'in en dominant oyuncusu. cleveland cavaliers organizasyonu takımın 100 sayıyı bulduğu her maçta taraftarlara "taco" adı verilen yiyecekten dağıtıyormuş. denver maçında takımın son hücuma 98 sayı ile girmesi ve topun pek tabi lebron james'in güvenli ellerinde olması sebebiyle cavs taraftarı beleş taco heyecanıyla 2 sayı daha beklemeye koyulmuş. fakat takım zaten galibiyeti garantilediğinden lebron james, topu potaya atmak yerine rakibine saygı göstermiş ve sürenin bitmesini beklemiş. bunun üzerine beleş "taco" şansını yitirmenin öfkesi ile cavs tribünlerinden kendilerini birkaç yılda tek kelime ile abad eden ve tüm şehrin sevgilisi olan lebron james'i hedef alan "yuh !" sesleri yükselmiş. bunun üzerine lebron james maçtan sonra zehir zemberek bir açıklama yapmış ve 1 dolarlık taco için kendisini yuhlayanlara fena halde çıkışmış.

zaten kontratının bitmesi ile nba'in en büyük pazarlarından new york'un hedefi olacağı kesin olan lebron'un, bu olaya fazlaca içerlediği ve para-kontrat şartları kendisini kalmakla gitmek arasında yüzde elli yüzde elli bir durumda bırakırsa bu kalp kırıklığının etkisiyle gitmeyi tercih edebileceği, yani sikindirik "taco" ların gelmesi kuvvetle muhtemel birkaç nba şampiyonluğunu riske atabileceği dahi an itibariyle cavs forumlarında konuşulmaktadır."

Birincisi, Cavs taraftarının kafasına sıçayım. İki, bu durumda siz kalır mıydınız bu takımda? Bir de kendi mekanınız, memleketiniz burası-ben kalmazdım. Üç, bu blogun Abd muhabiri var, o ne bok yiyor. Dört, insanoğlu nankör.

Kınama


Dün neşredilen Batug.com-Power Rankings'te Spurs'u 25. sıraya koyan İsmail Şenol isimli Nba'den anladığını zanneden kişiyi Lappappa Blog olarak... değil şahsım adına kınıyorum. Neden, çünkü bu blogun diğer yazarı olan şerefsiz de, azılı bir Spurs düşmanı. Ama takımım, dün gece o kırık-dökük halinde Clippers'ı yenerek vaziyeti 5-5'e getirdi. Roger Mason'ın şutları bi' tarafınıza...

Okur


Kısa günün kar(lar)ı:

Köken-Sinan Meydan>İnkılap
Apokrifal-Aydoğan Vatandaş>Timaş
Karanlıktaki Adam-Paul Auster>Can Yayınları
Zar Adam-Luke Rhinehart>Pegasus
Destina-Mine G. Kırıkkanat>Literatür
Sinestezya-Jeffrey Moore>April
Sevgili Arsız Ölüm-Latife Tekin>Everest

Bazı yayınevleri, kitaplarının içinde, o kitaba özel ayraçlar yapıp koyuyorlar. Bu çok şık bir uygulama. Keşke her yayınevi yapsa. Bu kitaplar içerisinden, Destina ve Köken'de kendi ayraçları var. Böylece o kitabı okumak, az da olsa daha zevkli oluyor.

"Jose'ye Bi' Demli Çek"


Bu Bayram Tutumlu kadar futbol dünyasında çevresi olan adam görmedim. Tanımadığı yok.
Zaman 90'ların başı. Yer Türkiye. "Buraya da gelmedi" demeyiz artık "Adanalı" için. Resim için Okan'a teşekkürler.

Yarabbi Şükür


Şunun güzelliğine bakın... Evet sevgili seyirciler, sonunda parçalı formamıza kavuştuk. Birazcık geç oldu ama, biliyorsunuz, geç olması, "hiç olmamasından" iyidir. Oldu da. Düşünün ki, Real Madrid ligin 11. haftasına kadar lig, kupa ve Avrupa'da mavi ve siyah giyiyor sadece. Ulan başkanı sopayla kovalarlar.
Bundan sonra dileğimiz, en azından Asy'de, olması gerektiği gibi, parçalı formanın giyilmesi-tercihen beyaz şortla.

Çaylaklar Hakkında

Bu draft meseleleri karışıktır. Erken teşhis yapmaya gelmez. Mesela benim az sonra öveceğim elemanlar 2 sene sonra sıçabilir. Garantisi yok. Zamana ihtiyaç var.
Aslında bu yazı kafamda yoktu ama, dün gece draftta seçilmemiş Anthony Morrow'un G.State-Clips maçında ilk 5 çıkıp 42 dakikada 15/20 ile (ohaa) 37 sayı atması harekete geçirdi. Ayrıca birçok eleman da dikkati çekiyor bu sene draft olanlardan, tahmin edilenin çok üstünde sayıda kişi hem de.

İlk önce ilk 5 sırada draft edilenlere bakalım. Bunların arasından sadece Rose'u izleyebildim. Westbrook'u mesela sezon boyunca izleyebileceğimi tahmin etmiyorum, çünkü adam Thunder'da oynuyor... Box Score'lara dikkatli bakmak ve yorumları okumak düşüyor bize.
Rose çok çabuk ve delici bir oyun stiline sahip. İstikrar kavuşması gerek ve şöyle bir dezavantajı var ki, "bu sezonun" Bulls'unda oynuyor. Tam bir kaos. Maçtan maça ilk 5 full değişebiliyor. Korkunç kadro derinliği var ama, bir sike yaramıyor ki. Yapacaktınız geçen sene takas... Rose'dan umutluyum.
Beasley zaten süre sorunu filan yaşamıyor ve ona güveniliyor. Ama bir tek Marion'la rol çakışması var diye duydum, o yüzden Marion gönderilebilirmiş falan. Alışsın bakalım bi' lige, ortama.

Mayo sanki daha önceden ligdeymiş gibi alışmış görünüyor, iyi skor buluyor. Memphis'in arka alanı kaliteli olacak gibi.
Kevin Love'u Ntvspor'da yayınlanan Gunnin' For That'de izlemiştim ve dikkatimi çekmişti, şimdiye kadar yaptığı istatistikleri de dikkat çekici. Onu da bayağı bir izleyemeyeceğiz sanırım.
Lopez ikizlerde de iş var gibi. Hele de Nets'dekinde. Böyle kardeşlerin, ikizlerin filan ligde yer alması her zaman hoş rekabetlr yaratır.
Bayless çok övüldü bana ama, şu ana kadar pek şans bulamadı. Zaten takımın hepsi genco. Ama bu, ondan ümidi kestiğimiz manasına da gelmemeli. Zaman.

Spurs'teki Hill bu ara iyi işler yapıyor. Farmer da ara ara öyle. Tolliver da görünüşe bakılırsa yeni Sheed.
Miami Chalmers'ı ilk 5 başlatıyor. Suns normalde olmadığı kadar, çaylaklara şans veriyor.
Pacers'da Hibbert ve Rush takımın bu halinde sık süre bulacak, kendilerini gösterebileceklerdir.
Kings'te Jason Thompson'ın ilk 5 çıktığını görüyoruz bu ara. Grizz'de Darell Arthur, ribaund katkısıyla dikkat çekiyor.
Ve son olarak da, Bucks'ta Luc Mbah A Moute. O da potaaltında yaptıklarıyla dikkt çekiyor diyebiliriz. Geçenlerde bir maçta 10'u hücum, 17 ribaund aldı. Bu bir çaylak için çok fazla. Ve o maçın ardından ilk 5 çıkmaya başladı eleman. Gerisini getirecek mi bakalım.

9.5


Kariyerinin son maçından bir kare. Baggio vs. Nesta.