Nerden Nereye "Sneijder Özel" 3


 



Salyangoz


                
Dün akşam biraz kardeşimin gazı biraz da Ergin hocamın “taraftar gelsin” sözü sayesinde biletleri alıp maça gitme kararı aldık. Aslında kararımı etkileyen faktörlerden biri de Eskişehirspor taraftarının üstlerinde formalarla Efes’i desteklemeleriydi, o ortamı bir kez de kendi gözlerimle görmek istedim.

                Maçla ilgili teknik taktik konulardan en sonda bahsetmek istiyorum, zira gerek twitter’da gerekse de başka bloglarda benden daha iyi gözlemci olan arkadaşlarımız pek çok güzel değerlendirmelerde bulundular. Benim değinmek istediğim konu Eskişehirspor ve Anadolu takımlarının taraftarlık olgusu.
                
Ben geçmişte de bu konu hakkında blog yazısı yazdım, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız!!!” taraftarlığından nefret ettiğimi belirttim ama yine yazmasam olmayacak zira bu sefer konu bambaşka. Eskişehirspor taraftarı özelinde konuşuyorum cidden aidiyat olarak olsun, tribün baskısı olarak olsun güzel taraftarlardır. Şehrin yarısı da –bilenler bilir- şehrin takımını tutar ama sıkıntılı konu İstanbul takımlarına kafayı o derece takmışlardır ki yolda forma-atkı taktığın anda kim olduğuna ne olduğuna bakmadan sana karışma hatta daha da ileri gitme konusunda kendilerini haklı görürler.
               
  Şöyle bir anım var hatta 2008 senesiyle ilgili. Son Gençlerbirliği Oftaş maçını arkadaşlarımla dışarıda bir kafede izlemiştik ve maçın bitimiyle kafenin içinde Galatasaray marşları çalmaya başladı. Kafe de öyle dışarıda sandalyeler olan dışarıya ses giden bir ortam da değil, tamamen kapalı dışarı ses gitmesi imkansız özellikle kulak verip dinlemediğin sürece. Tam o anda ne olduğu belli olmayan insanlar kafeyi basarak müzik sesini durdurdular ve taşlamakla tehdit ettiler bizleri, garsonlar daha önce de bu tip olaylar yaşandığı için mika korumalıklarla kapladılar camın dışını. Dışarı zor attık kendimizi kısacası, yolda yürürken de korna çalan birkaç arabaya kaldırımdan arabalara uçarak tekme atmak suretiyle saldırdılar. Bu da böyle bir bağlılık işte.
            
    Tüm bu bağlılığa, kendi şehirlerinde başka takım tutturmamaya yemin etmiş bu insanlar önce iki gün önce, sonra da dün üstlerinde kırmızı siyah formalar ellerinde Banvit bayraklarıyla Banvit adına 40 dakika aralıksız destek verdiler. Şunu anlamıyorum, ben sarı kırmızı formayı giymişim dolaşıyorum; sen gelip formayı istiyorsun çıkarttırıyorsun ama kendin gidip banvit forması giyerek 40 dakika susmuyorsun. Nasıl bir egodur, nasıl bir İstanbul düşmanlığıdır anlamıyorum. Sivas’ı hatırlıyorum televizyondan görüldüğü kadarıyla 2008’de o 5-3 lük maç öncesi –Sivas’ın da şampiyonluk şansı vardı o hafta- iki takım taraftarları beraber yürüyor vs. Yani illa öyle olsun demiyoruz da bir tutarlılık olsun, sen eğer bize forma giydirmezsen kendin de efendi gibi oturur basketbol maçını izlersin. Elinde Eskişehirspor atkısı, üstünde Banvit forması ile sesin kısılana kadar bağırmazsın. O düşmanı olduğunuz takımları yenmenin, onların üstüne geçmenizin yolu kesinlikle kaba kuvvet ya da aşırı bağnazlıkla karşılarındaki takımı tutmak değildir. 
            
    Maça geçecek olursak da bu sene bence Galatasaray olarak özellikle Hawkins olayı- Domercant sakatlığından sonra savunmamızı birazcık yukarda tutmamız gerekiyor. Jamont ve Arroyo bugün takımı birebir oyunlarıyla sürükleseler de hala hücumda düzgün bir set hücumu yapamıyoruz, kişisel refleks sayıları ve hücum ribauntlarına kalıyoruz. Savunmayı üst düzey tuttuğumuz 3. çeyrekte gelen fark da bunu gösteriyor. Hocam da su kaynattı o rezalet son çeyrekte, fark erirken mola almadı ve maçın 3 adamından biri olan Furkan’ı da kenarda unuttu. Elimde veri yok ama Furkan’ın oyunda olduğu- olmadığı dakikalardaki +/- durumunu merak ediyorum. Sonuç olarak bu maçtaki ribaunt performansımız ve finaldeki rakip Fenerbahçe’nin bu konudaki defoları düşünülünce asıl darbeyi oradan vurmamız gerekiyor. Ha bir de N’Dong o bacaklarla nasıl spor yapıyor o.O

Klotz





4 farklı dönemden, 4 farklı Hollanda-Brezilya maçı fotoğrafı. Sizce hangisi (daha) doğru?

Donut




Öyle böyle araklamamışlar ya. Niang'ın Beşiktaş'a transferinden sonra haberlerde gösterilen videolarda fark ettim. İlk ikiyi videolarda görmüştüm, az önce bakınırken de diğerine rastladım. Bu kadar göz önünde olup da bu işi yapmak...

Retro 258


Komi




E çok zor değil ya. Adam yapıyor bak, yapmış.


Nerden Nereye "Sneijder Özel" 2



El-Kol 9


Bu sefer el ve kola dahil olarak surat, ağız ve omuz da var.

Greuther


Yanlış hatırlamıyorsam bu sene üçüncü kez bir cumartesi gününü evimde televizyondan yayınlanan üç kuşak (14.45, 17.00, 19.30) PL maçını izleyerek geçiriyorum ve önceki ikisini de burada kaleme almıştım.

"I felt if we had scored the penalty, we would have gone on and won the game."

Harry Redknapp, insan vücudunda iki kol, iki bacak, bir de kafa bulunur demiş. 0-0 giden bir maçta penaltı kazanıp gole çeviren takım maçı da kazanır diye bir şey yok tabii, hele de bu penaltı 55. dakikada kazanılmışsa. Ancak QPR-Norwich maçı, en başından itibaren iki takımın da sahaya öncelikli olarak rakipten gol yememeyi ve bir puanı korumayı düşündükleri bir mantaliteyle çıktıkları ve maç içinde de zaman zaman QPR'ın bu mantaliteyi biraz esneterek golü düşündüğü bir oyun oldu. Ya da Taarabt'ın. Faslı, özellikle ilk 15 dakikayı domine etti ama sonra son bölüme kadar onu sahada göremedik dersek yanlış olmaz. Sadece o değil, iki takımın da savunmayı ön planda tutup hücumda beceriksiz ve dezorganize oynaması, belli bir ismin öne çıkmasına engel oldu. Bu bakımdan Redknapp haklı çünkü böyle "ugly game" diye adlandırılan maçlarda penaltı büyük nimet oluyor. Ancak bu sefer de Norwich'in yedek kalecisi Bunn hatasını telafi ederek penaltıyı kurtardı ve iki takım da sahadan birer puanla ayrılmış oldu.

Tabloya baktığımızda son 5 maçında kaybetmemiş bir QPR görüyoruz. Daha ilgi çeken bölüm ise son 5 maçında sadece 1 gol (West Ham United deplasmanında Joe Cole'dan) yemeleri. Bu seride oynadıkları takımların sırasıyla at Chelsea, vs. Tottenham, at West Ham, vs. Manchester City ve vs. Norwich olduklarını söylersek tablo daha da inanılması güç bir hal alıyor. Bulutların üzerinden dünyaya indiren istatistik ise QPR'ın bu 5 maçta sadece 2 gol atması. Yani maçların 3'ü 0-0 bitmiş ve 4 beraberlik, 1 galibiyet almışlar. Harry Redknapp geldiğinden beri bu takımın kimyasını ve karakterini toparlamayı başardı. Bugün de yeni transferlerle çok daha komplike ve efektif olabilecek (en azından bu potansiyeli gösterebildiler) bir QPR gördük. Samba çok önemli bir savunma oyuncusu, belki de ligin en kaliteli birkaç stoperinden biri. Tottenham'da bir türlü forma şansı bulamayan ve üç yılda onlarca alt lig takımını gezen Andros Townsend sonunda kendini gösterebileceği bir takımda ve oyun sistemi içerisinde. Bir de Loic Remy var. Bu hafta kesinlikle üç puan almalılardı çünkü her ne kadar kaybetmeseler de rakipleri de puan veya puanlar aldığı için 0-0'ın bir anlamı olmadı. Zaten Harry'nin bundan sonraki süreçte en büyük düşmanı rakiplerden çok haftalar olacak gibi çünkü toparlanmak için epey geç kaldılar. Yine de kümede kalma şansları yok değil, ama başaramazlarsa harcanan milyonlarca pound'a ve canım kadroya yazık olacak.


"We suffered two unbelievable hits, but Sissoko has made a huge difference. We've suffered, but it's worth it now."

St. James' Park'ta 90 dakika başlamadan önce muhtemelen maçın hikayesinin Demba Ba ekseninde yazılması bekleniyordu. Ba'nın atacağı ya da attıracağı gollerle Chelsea'nin Newcastle'ı yıkması veya Ba'nın kaçırdığı pozisyonlar sonrası Newcastle'da beraber oynarlarken küçük bir dönem haricinde hep onun gölgesinde kalan Cisse'nin attığı bir golle Chelsea'nin kaybetmesi. Oyun bu senaryoyu bozmayacak düzende ilerlerken 36. dakikada Lampard'ın uzun topunda Coloccini'yi de sırtına alıp kaleciyle karşı karşıya kalan ve kaleciden dönen şutunu kafasıyla tamamlamak isterken yine aynı Coloccini'den burnuna sert bir tekme yiyen Ba, uzun süre kenarda tedavi gördükten sonra sahaya geri dönse de oyunda pek fazla kalamayıp 42. dakikada yerini Torres'e bırakmak zorunda kaldı.

Biraz geri saralım. Alan Pardew'ın Newcastle United'ı bu sene bir türlü geçen sene yakaladığı kimyayı yakalayamamış, özellikle etkili isimlerinden sürekli sakatlıklar sonucu yararlanamamış ve her maça neredeyse farklı 11'lerle çıkıp belli bir istikrar sağlayamamıştı. Bu yüzden kendilerini ummadığı bir pozisyonda bulup devre arasında rotayı Fransa'ya çevirdiler ve transfere abandılar. Transfer edilen 5'i Fransız (Debuchy, Yanga-Mbiwa, Haidara, Sissoko, Gouffran) 6 futbolcuyla beraber kadrolarındaki toplam Fransız pasaportlu oyuncu sayısı 11'e (Diğerleri: Cabaye, Ben Arfa, Amalfitano, Marveaux, Obertan, Cisse) çıktı. Alan Pardew da kaleci Tim Krul'a bütün bu Fransızlar'a İngilizce öğretmesi için bir ay süre vermiş zaten, eheh.

Geyiği bir kenara bırakıp maça dönelim. Chelsea'nin oyunda afalladığı dakikalarda (Ba-Torres değişikliği, Ramires'in de sakatlanması, birkaç dakikayı 9 kişi oynadılar) Santon'un ortasına Gutierrez kafayla dokundu ve Newcastle'ı 1-0 öne geçirdi. İkinci yarıya ilk yarıdan tamamen bağımsız bir şekilde ikinci ve üçüncü bölgelerde seri verkaçlarla domine başlayan Chelsea, Lampard ve Mata'yla iki harika gol bulup skor avantajını ve oyunun kontrolünü eline geçirdi ve hatta bu dakikadan sonra 3'ü bulup zaten mental olarak da dağılmış Newcastle'ın fişini çekebilirlerdi. İşte tam da o dakikalarda Sissoko ortaya çıktı. Önce Cisse'nin nefis pasıyla karşı karşıya kalan Gouffran'ın kaleciden dönen şutuna dokunarak eşitliği sağlayan, son dakikada da ceza sahası dışından çok düzgün bir şutla mavileri yıkan isim sadece günü kurtarmakla kalmadı, sezonun geri kalan bölümünde de takımının saha içi lideri olacağını ve daha iyiye gidebileceklerinin sinyalini verdi. Alan Pardew "Sissoko has made a huge difference" sözünü sezon sonunda devre arasından sonraki maçların geneli için tekrar kullanacak gibi gözüküyor.


"Rooney, Rooney, Rooney, Rooney gidiyooooooor, Roooooneeey, pasını verdi Valenciaaaa, Valenciaaaa, ortasını açıyooooooooor, kalecide kalıyooor."

Günün son maçında Melih Gümüşbıçak, anlattığı bütün maçlarda olduğu gibi oyunun önüne geçmeyi yine bir şekilde başardı. Bu adama kim maç anlatma görevi veriyor, bu adam neden maç anlatıyor, senelerdir bir kişi bile bu adamın maçı anlatmadığını, oyuncu isimlerini uzatarak olaya bir heyecan katılamayacağını, aksine yersiz tonlamaları ve bunun gibi saçma sapan betimlemeleriyle spiker olunamayacağını görmüyor mu? Cidden tiksiniyorum artık. Ya bırakın abi, cidden bırakın bu adam maç anlatmamalı ya. Televole sunsun, ne bileyim Show Tv'de 6pas mıdır nedir onu yönetsin ama maç anlatmasın. Diyeceksiniz ki İngilizce dil seçeneği var. Evet de ben maçı Türkçe dinlemek istiyorum ve Melih Gümüşbıçak'ı istemiyorum. Buradan yetkili arkadaşlara sesleniy-

Neyse. Manchester United çok önemli bir virajı yine üç puanla döndü ve yarın evinde Liverpool'u ağırlayacak Manchester City'nin kucağına 10 puanlık farkı ve baskıyı bıraktı. Kahraman, bu sene birçok maçta olduğu gibi Van Persie değil, hafta arasında Southampton'a attığı golle hem Old Trafford'da 100. golünü atan, hem de United adına toplamda 138. golünü atarak 137 gollü efsane George Best'i geride bırakan Wayne Rooney.

Bayağı ilginç bir maçtı. İlk 25 dakikasında Reading-Manchester United'da olduğu gibi bi' 5-6 gol çıkabilirdi. İkinci yarı golü bulanın kazanacağı maça döndü. Fulham iki kornerde kaleciyi geçse de direk dibinde bulunan Rafael ve Van Persie'ye takıldı. Üst paragrafta değindiğimiz gibi Rooney takımını kurtarmayı başardı. Bir de sene sonunda sezonun enstantanelerinde başrolü süsleyecek 42. dakika var. Buradan izleyelim.

Premier League'de günün diğer sonuçları:

Reading 2-1 Sunderland
Arsenal 1-0 Stoke City
West Ham 1-0 Swansea
Everton 3-3 Aston Villa
Wigan 2-2 Southampton

Yarının fikstürü:

15.30 West Bromwich Albion-Tottenham
18.00 Manchester City-Liverpool

İki maçta da deplasman ekiplerinin kaybetmeyeceğini düşündüğümü belirterek yazıyı noktalıyorum. Esen kalın.

Obstage #2: Memeli Ve Haklı


Obstage bu hafta da doludizgin(Evet, artık haftalık. Tembelleğim tutmadığı sürece). Sosyal Medya alanına pandik atacağımız bu postta hanım takipçilerimize özel ''Twitter'da nasıl davranılmalı?'' konusunu işlemeyi münasib-i taaşuk-i talat ve fitnat görmüş bulunmaktayız. Hemen başlayalım...


''Önceliğimiz kullanıcı adımız'' demeyi çok isterdim ama diyemem. Öhöm, neyse.


  • Önceliğimiz tabii ki profayl pikçırımız. Profayl pikçırı olarak hafif nü bir fotoğrafınızı kullanmalısınız. Çok açık seçik olmasın ki profayl pikçırınızı gören ''lan acaba daha açık seçik bir pozu var mıdır?'' düşüncesiyle profaylınızda daha fazla vakit geçirebilsin.

  • Profayl pikçırımızı seçtikten sonra kullanıcı adı kısmına gelelim. Kullanıcı adı konusunda yaratıcı olmaya çalışın. Bakın ''yaratıcı olun'' demiyorum, ''yaratıcı olmaya çalışın'' diyorum. İçinizdeki küçük kız çocuğunun bastırılmış ergenliğinin ortaya çıkmasına izin verin. ''Aaa onu nasıl yapıcaz ki'' diyenleri duyar gibiyim. Spontane şekilde ortaya çıkacaktır o, merak etmeyin.

  • Bu iki adımı atlattıktan sonra bio kısmını doldurmayı unutmayın. Twitter'da kadınların kullandığı biolar komikli ve duygusallı olmak üzere ikiye ayrılır. Genelde komikli sınıfına alabileceğimiz biolar duygusallıdır. Bu tip biolar ''Allaam bu nasıl bir mizah anlayışı'' türünden tepkilere sebep olmakla beraber karşı tarafta acımaya da yol açabilir. Duygusallı sınıfına aldığımız biolar ise komiklidir. İkinci sınıf bir yeşilçam melodramından alıntılanmış gibi orada sırıtır bu biolar. Bu sırıtma hali takipçi kitlenizi de sırıtmaya iter doğal olaraktan... Karar sizin ikisinden birini seçin.

  • Politik mevzulardan uzak durun. Resmi bayramlar ve birlik beraberliğe ihtiyaç duyduğum bazı zorlu günlerde ''ATATÜRK <3'' yazıp bırakmanız yeterli olacaktır. Daha fazlasını kasmayın.

  • Profayl piçkırınız takipçi sayınızda belirli bir artışa sebebiyet verebilir. Ama bu artış sürekli olmaz... Bu yüzden fotoğraf paylaşımını en üst seviyeye taşıyın. Clublarda, cafelerde ve discolarda çektirdiğiniz fotoğrafları twitter'daki özerk abhazya bölgesi insanlarından esirgemeyin :(

  • FENOMENLERİ TAKİP EDİN, FAVLAYIN, RTLEYİN. Twitter fenomenleri üçe ayrılırlar, sonra aralarında futbol turnuvası düzenlerler keh keh. Öhöm, ciddiyetten ödün vermeyelim... Ne diyorduk? Heh. Twitter fenomenleri üçe ayrılır. Bunlar: Troller, Adonisliler ve Komik Tespitçilerdir. Trolleri siktir edin. Siz Adonisliler ve Komik Tespitçilere dalın. ''Onlar candır :)))''. Biraz ön bilgi verelim şimdi de şu iki grup hakkında.

  • Adonisliler: Genelde eşofman takımlarını giymeden önce üzerlerinden çıkardıkları t-shirtü bir kenara fırlattıktan sonra, yarı çıplaklığın ve florasan lambanın verdiği öz güvenle fotoğraf çekinen tiplerdir. Yakışıklıdırlar(en azından kendi bakış açıları) egoları takipçi sayısına bağlı olarak artar ve liboşturlar. Camel soft, araba anahtarı, cüzdan ve ayfonlarını cafedeki masaların üzerine koymaktan çekinmezler. İki aylık body çalışmasının meyvelerini Twitter'da toplamaya çalışırlar. Sürekli takipçileriyle flört halindedirler. Eğer uslu bir kız olursanız siz de onların radarına girebilir ve yavşanılabilirsiniz.

  • Komik Tespitçiler: Mizahi açıdan özürlü olmalarına rağmen bu adamların atacağı tweetlere güleceksiniz. Çünkü siz de bir mizah özürlüsünüz. Aldırış etmeyin... Bu tipler kendilerinin komik olduğunu düşünür; gerçek yaşamlarında değil bir baltaya sap, bir sapa ham madde olacak kütük bile olamamıştır bu tipler. Adonislilerin sahip olduğu yakışıklılıktan bu arkadaşlarda eser yoktur. Ama sempatiktirler ya da öyle olduklarını düşünürler. Bu kişilerin tweetlerini mümkün olduğunca taymlaynınızda kullanın. RT edin, Fav'layın. Kısacası activity'nin ırzına geçin. Bu sizi de sempatik gösterecektir takipçilerinize.

  • Tuttuğunuz futbol takımının adını sadece derbi maçlarda zikredin. Onun dışında futbola bulaşmayın. Zaten bulaşasınız da gelmeyecek emin olun. Profaylınızda mutlaka tuttuğunuz takımın formasıyla çekindiğiniz bir fotoğrafınız olsun.

  • Whatsapp ve BBM konuşmalarınızın capslerini alıp paylaşın. ''Havalıyım'' mesajını verin takipçilerinize.

  • Arada sırada yarı çıplak, six packli ''adam'' fotoğrafları paylaşmayı unutmayın. Bakın ''arada sırada'' diyorum. Bokunu çıkarmayın.

  • Erkeklerde sevdiğiniz veya sevmediğiniz bir özellik bulacaksınız Twitter'a girdikten sonra. Heh işte o özelliği obsesyon haline getirin. Örn: ''Erkek adam küpe takarmııııı yaaaaa'' veya ''Bıyıklı erkekler;)''

  • Beğeninizi ortaya koymak istediğiniz bir tweetinizde sondaki sesli harfleri mutlaka ama mutlaka uzatın. Yazım kurallarını boş verin. Elinizden geldiğince ''da'', ''ki'' bağlaçlarını ve soru eklerini bitişik yazın.

  • Feysbuk'ta sizinle tanışmak isteyip mesaj atarak egonuzun şişmesine yardımcı olan süzükleri Twitter'da deşifre edin. Gerekirse aranızda geçen diyaloğun capsini alıp paylaşın.

  • Gördüğünüz her heştege katkıda bulunun. Belki RT ederler :)

  • En önemlisi de regl günlerinizi takipçilerinize mutlaka haber edin. Hayır, regl olduğunuzu belirtin ki regl olduğunuzu anlasınlar.(bu nasıl bir cümle oldu amk ya)
Lappappa blog olarak tavsiyelerimiz bunlar. Tavsiyeden ziyade bir de uyarıda bulunayım. Çoğu erkek sizleri güzel olduğunuz için takip ediyor. Bundan sebep siz de güzelliğinizi satın, yazdıklarınızı değil. Malum erkeğin beyni köprücük kemiğinde. XOXO

Bahattin


Blogun ilk zamanları sayılır. Goal, Barcelona ile ilgili yazı ve haberlerde hep eski logoyu kullanıyordu. Ben de, çok giren-çıkan olmamasına rağmen, sıkça lafını ediyordum. "Bu nasıl rezillik, "koca dergi bla bla" falan. En azından kendimce isyan ediyordum. Küçük fakat önemli mesele. Özensizliği gösterir. Hani Barcelona olmasıyla da alakası yok. Başka takım da olabilirdi. Bunu belirtmemem gerek aslında ya, neyse...

Bu kırmızı forma meselesi de o Barça logosu isyanı gibi olacak. Herifler kırmızı formayı giydikçe ben burada "ne yapıyorsunuz amına koyim?" temalı şeyler paylaşacağım. Bunu yanlış anlayan Beşiktaşlı varsa da aklını sikeyim. Saçma sapan işler dönüyor, kaç taneniz farkında acaba? Hatta "sana ne bizim takımımızın yediği halttan" diyen varsa, onun da sülalesini sikeyim.


Dime #13


-Amerika'da spor gündemlerinin küçük bir bölümünü NBA'in kapladığı günlere girdik. Ocak sonu, Şubat başı, kısaca All-Star öncesi dönem. Bir başka deyişle fırtına öncesi sessizlik. Hele bu sene NHL'in de lokavtının bitmesinin bu döneme denk gelmesiyle gündem iyice yavanlaştı. NFL'de de bu hafta sonu Super Bowl XLVII oynanacak, dolayısıyla insanların çok büyük bir çoğunluğunun üzerine kafa yorduğu ilk şeylerden bazıları Rudy Gay takası, Rondo'nun sakatlığı, Kobe'nin ve Lakers'ın değişen oyunu ya da Beasley'in saçları değil. Ama bizim öyle.

-Memphis Grizzlies'in geçtiğimiz haftalarda yaptığı takası biliyoruz. Lüks vergisi ödememek uğruna Ellington, Speights ve Selby'i korumalı draft hakkı ile Cavs'e göndermişlerdi. Sene başından beri takas olacağı kesin gözüyle bakılan Rudy Gay'i de nihayet gönderdiler. Hollinger'ın başrolde olduğu üç takımlı takas kabaca şöyle:

Grizzlies: Tayshaun Prince, Austin Daye, Pistons'tan gelen ikinci tur draft hakkı, Ed Davis
Raptors: Rudy Gay, Hamed Haddadi
Pistons: Jose Calderon

Ben yine yerim kısıtlı olduğu için ayrıntılı değinmeyeceğim ama şöyle bir baktığımda Pistons'ın doğru iş yaptığını görmemek için kör olmak lazım. Pek katılan yok ama Raptors da kendi çapında fena bir iş yapmamış olabilir ama Hollinger biraz daha bekleyebilir miydi? Eeeh. Küçük pazar olduklarını biliyoruz ve ne Gay ile, ne de onsuz şampiyonluk kalibresinde takım olamayacaklardı. Öyleyse kendilerine doğru gelen şeyi yaparak saha içini ikinci plana atıp fiyattan kıstılar diyebilirsiniz. Ben de hak veririm. Fakat biraz daha bekleyip daha iyi bir hamle yapamayacaklarını iddia edemezsiniz. Onlara Gay'in yerine oyun akışını bozmayacak, takım savunmasında sırıtmayacak, boş üçlük atabilecek ve kesinlikle boş üçlük atabilecek bir şutör kısa forvet lazımdı. Ne buldular? 33 yaşında, Gay'den daha yüzdeli atsa da kesinlikle şutör olmayan, savunması belki Gay'den daha iyi (atletik olmasa da sezgisel, hiç yoktan daha konsantre) Tayshaun Prince. Belki rollerin görece daha belli olduğu bir takımda daha iyi performans gösterip "henüz ölmedik" çekebilir ama... Tayshaun Prince. Austin Daye'den bir cacık olacağı yok ama Ed Davis eklemesini göz ardı etmeyelim.

Öte yandan Raptors'ın artık şöyle bir beşi var: Lowry-DeRozan-Gay-Amir-Valanciunas. En azından ben böyle olmasını umuyorum. Yapmaları gereken birkaç hamle kaldı ve öncelik Bargnani-Fields ikilisinin kontratlarından kurtulmak olmalı. Bu sene tren kaçmış olabilir (kaçmamış da olabilir) ama seneye bu çekirdeğin Doğu'da playoff yapamayacağını söyleyemezsiniz. Evet böyle yeniden yapılanma olmaz ama her takımın da sıfırdan yapılanmaya ihtiyacı yok. Kanada halkının ihtiyacı olan yegane şey artık yeniden playoff görmek. Bu kadro da bu arzı karşılayacak talepte.

Takasın asıl kazananı Detroit Pistons. İşte karşınızda sıfırdan yapılanan bir takım ve Prince'in önümüzdeki iki yıl 15 milyon dolarlık kontratını göndererek ve Calderon'un 10 milyon dolarlık biten kontratını alarak büyük iş başardılar. Brandon Knight, Andre Drummond, Greg Monroe zeminin üstüne önümüzdeki yaz FA piyasasından bir-iki güzel eklemeyle şahane takım olabilme fırsatı yarattılar. Artık Pistons taraftarının yapacağı tek şey sırtını güzel bir yere yaslayıp Joe Dumars'ın bu çuvaldaki incirleri de bok etmemesi için dua etmek.

-Pierce'ın şu tepkisinin sebebi ne olabilir? A) Bill Simmons'ın teorisi gerçek olmuş ve Garnett ile Carmelo, All-Star haftasonu için Honey Nut Cheerios konseptli reklam filmi çekecektir, B) Gilbert Arenas'ın Çin'de yeniden oynamaya başladığı ve dönüş maçında 37 sayı attığı söylenmiştir, C) Spencer Hawes'ın idmanlara segway'i ile geldiği haberini almıştır, D) Doris Burke iPad'inden Westbrook'un Lakers maçı öncesi giydiği kıyafeti göstermiştir — bütün kıyafetlerden özür dileyerek, E) Hiçbiri. Maalesef, maalesef Rondo ön çapraz bağlarını kopardığı için sezonu kapadı. Bunu daha da ilginç kılan, Rondo, takımının önceki akşam Hawks deplasmanında oynadığı maçta son periyotta dizinden şöyle sakatlanıyor. Sakatlıktan sonra (ki bahsedilen sakatlığın çapraz bağ sakatlığı olduğunu unutmayarak) uzatmaya giden maçta 13 dakika daha sahada kalıyor. Ertesi maç öncesi salona maça çıkmak için geliyor ancak ısınırken yaşadığı sorun sonrası hastaneye götürülüyor ve çapraz bağlarını kopardığı ancak o zaman tespit edilebiliyor. Rondo hastaneden çıkıp Miami maçının dördüncü çeyreğine yetişecek şekilde salona geri döndüğünde "I'm coming back to play in two weeks." demiş ama böyle olmayacağını o da biliyordu. Hem Rondo için, hem de Celtics için üzücü. Özellikle maçtan sonra şu tabloyu görünce. All-Star arasından sonra Boston'un yükselişe geçeceğini düşünüyordum ama bu sakatlık her şeyi alt üst edebilir. Bynum'ın da Philly'e dönüşünün yakın olduğunu düşünürsek. Yine de Celtics bir şekilde yarıştan kopmayıp playoff yapacaktır.


-Beasley'nin yeni model saçlarını birine benzeteceğim ama saatlerdir bulamadım. Hugo Lloris? Değil. Kyrgiakos? Haaa-yııır. Taribo West? KLİŞEEE! Zaten bu benzetme konularında çok iyi değilimdir, ya da insanlar olaya benim baktığım pencereden bakmıyor diyelim. En son Kenneth Faried'i Can Bonomo'ya benzetmiştim ve Fritz de bunu doğrulayan bir caps atmıştı. KASJDAKSDJAKSDJ. Onu unutalım da U.S. Airways Center'ın yeni parkelerinde Suns'ın Lakers maçında giydiği şu siyah retro jerseyler'i enfes olmuş enfes! Normalde iç sahada deplasman forması giymeye — ve rakibin de kendi iç saha formasını giymesine, pek hoş gözle bakmam. Bu benim kendi gelenekçi, belki biraz kontrol manyağı yapımdan kaynaklanıyor. Ama imkanım olsaydı Suns'ın bu senenin geri kalanında iç saha maçlarında bu retroyu giymesi için elimden geleni yapardım. Parke içini sınırlayan çizgilerin ötesindeki siyah kısım ile formadaki siyahın uyumu MU-AZ-ZAM.

-All-Star yedekleri açıklandı ve bilin bakalım hemen ardından ne başladı? Evet, kimlerin kesin katılması gerekirken kimlerin dışarıda kaldığı, kimlerin kimlerden daha fazla hak ettiği ve kimlerin kimlerle kimi kimi, kimi kimi kimi zamaaan ile ilgili münakaşalar. Önce seçilenleri yazalım;

Batı ilk beş: Paul, Kobe, Durant, Griffin, Howard.
Batı yedekler: Parker, Duncan, Westbrook, Harden, Zachary, Lee, Aldridge.

Doğu ilk beş: Rondo, Wade, Lebron, Melo, Garnett.
Doğu yedekler: Chandler, Bosh, George, Jrue, Kyrie, Noah, Deng.

Olmayanlardan göze batan üç isim var. Stephen Curry, Marc Gasol, Brook Lopez. Bu üç isim aynı zamanda piyasanın genelinde adı sıkça zikredilen isimler. Fazlalıklardan göze batan yegane isimse Chris Bosh. Bosh'un yerine Brook'un seçilmemesinin açıklamasını kimse yapamaz. Rondo'nun sakatlığıyla Brook Lopez sonradan davet edildi ve All-Star oldu ama önemli olan bu değil ki. Veya Memphis'ten bir oyuncu alınacaksa bunun nasıl Gasol olmayıp da Zach (cevap istatistiklerde gizli ama...) olduğu, Curry'nin ne olursa olsun şu performansıyla dışarıda kalmaması gerektiği vesaire. Ben biraz daha ileri gidip Deng yerine Josh Smith diyeceğim ama Bulls'lu çok arkadaşım var onlardan korkuyorum. Ya hepsini geçelim aaabi. Heat'ten hali hazırda iki adam seçilmişken, Doğu'nun görece diğerlerinden ayrılan sayılı takımlarından Brooklyn Nets'in yek öne çıkan uzunu, hatta oyuncusu Brook Lopez'i es geçmek nedir ya? Hani tamam bunun şu takımdan bu kadar oyuncu alıp, diğerinden hiç almamakla pek alakası yok ama Bosh'la Brook'un verdiği katkıyı karşılaştırırken, istatistiklerde de Brook Lopez öndeyken (Bosh 34 dakikada 17.2 sayı, 7.4 ribaunt, 1.3 blok; Lopez 29 dakikada 18.6 sayı, 7.3 ribaunt, 2.2 blok) nasıl Bosh'un katkısının daha iyi olduğu iddia edilebilir aklım, sadece, almıyor.

-Lakers'la ilgili haberler birikti. Kobe önceki günlerde NBA TV'de yayınlanan 81 attığı Raptors maçı esnasında live-tweet olayına girdi, attığı tweetler'i LA Times derledi. Bill Simmons ile Zach Lowe Grantland'de Lakers'ı tartıştılar, alay ettiler, aşağıladılar. OKC maçından sonra Kobe "It feels good to finally beat a team that's worth a shit." dedi. Hornets maçından sonra Pau son çeyrekte bench'te oturmaktan dolayı mutlu olmadığını beyan etti. Suns maçından sonra Howard'ın omzu yeniden sakatlandı ve kötü haber, bu sefer ciddi gözüküyor. Son olarak Kareem Abdul-Jabbar Huffington Post'a Girls dizisiyle alakalı bir şeyler yazdı — ilginizi çekerse diye. Hepsini unutun. Kobe Bryant'ın son dört maçtaki asist rakamları sırasıyla: 14, 14, 11, 9. Suns'a karşı 9'da kalmasına bakmayın, en az 9 asistini de takım arkadaşları yedi. Ondan çok sık görmediğimiz şu hareketleri görebiliyoruz artık. Yüzlerce nickname kendisine yetmiyormuş gibi onlara bir yenisi daha eklendi: Magic Mamba! Ancak benim de böyle düşündüğüm ama kelimelere dökemediğim şu tweet'i gördüm bu sabah, kesinlikle katılıyorum. Kim bilir kiminle bahse girdi veya kime ne ispatlamaya çalışıyor da dört maçtır böyle bilmiyorum. Emin olduğum şey bu oyuna takım başarısı için dönmediği. Ancak takımın başarılı olduğunu gördü ve böyle devam edebilir. Ben kaybedilen Phoenix maçı sonrası attığı bu tweet'inden böyle çıkardım en azından.


-Son şampiyon Miami Heat, White House'ı ve Obama'yı ziyaret etti. Buradan izleyebilirsiniz. Videonun sonuna doğru James küçük bir konuşma yapıyor ve Wade de başkana Heat forması hediye ediyor. Lebron James belki de hayatının en heyecanlı anını yaşarken, heyecandan konuşamazken ve "Mama, I made it!" derken Dwayne Wade'in başkanla takındığı enseye şaplak göte parmak tavrı garip geldi. Gerçi onun bazen saha içinde de dünya sikime minare götüme (bütün argo deyimlere değineceğim bu paragrafta) takıldığını bildiğimizden, heh heh.

-Kyrie'de bu hafta: Q Arena'da Boston'a 40, Q Arena'da Bucks'a 35, Kanada'da Raptors'a 32 artı game-winning shot. Cavs'e üç maç üst üste kazandırdıktan sonra Warriors'a karşı 5/17 ile 14 sayıda kaldı ama orasını kurcalamayalım şimdi.

-Videolar ve makaleler. Jim Boylan'la beraber Ersan kendine geldi ve geride bıraktığımız hafta ondan 27-14, 27-16, 30 sayılık performanslar falan gördük. Gery Woelfel şurada koç değişikliğinin Ersan üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmiş. Harrison Barnes da burada pek etkilenmediğinden. Rondo'nun sakatlığı sonrası Celtics'in büyük bir takasa girişmemesi gerektiğini nedenleriyle burada anlatmış twitter'dan da tanıdığım semioticus. Miami Heat taraftarı amca 75.000 dolarlık şu atışı yapmakla kalmıyor, Lebron James'in kendisine sarılarak kutlamasıyla kutsanıyor. Bill Simmons yeni bir şey denemiş. JaVale McGee'den yine sansasyonel bir video, bu sefer Shaqtin' a Fool değil. Çok sevdiğimiz Holly MacKenzie, çok sevdiğimiz Arron Afflalo ile çok klas bir röportaj yapmış. Özellikle Kendrick Lamar hayranları kaçırmasın. Haftanın buzzer-beater'ları: Jordan Crawford, DeMar DeRozan, Lamarcus Aldridge.

-"A happy wife is a happy life. I have a general rule that if I have an off-day during the season that I owe it to her to do what she wants unless it’s harmful to my well-being. Her and her friends wanted to go." J.J. Redick geçtiğimiz hafta Orlando'daki Justin Bieber konserine niye gittiğini açıklıyor. Açıklaması gereken bir şey daha var sanırım, o da eşinin neden Justin Bieber konserine gitmek istediği. Neyse, Justin Bieber... 2 Mayıs 2013'te... Türkiye'de!!!

Retro 257


Nerden Nereye "Sneijder Özel" 1


Sneijder'in gelişini böyle kutlayacağız biz de. Malzeme de çok. Devamı gelecek.


Malt


Bu herifler kırmızı formayı giydikleri 11 maçta 6 galibiyet-5 beraberlik almış. Ve diretiyorlar. Bu abukluk bugün bizim maça da sirayet edecek belli ki. O amına koduğum hakemi de tutup bize beyaz giydirecek, onların serisi de devam edecek, bakın görün. Tiksiniyorum.

Nerden Nereye 106



...



...




Çaktılar falan ama bu açıdan verimli maçtı. Çakallık yapıp ayrı ayrı kullanmak istemedim. Elmander-Isaksson anca öyle...

Retro 256


Altın-1-



Sıcak bir yaz gecesi, dışarıdan gelen hafif bir rüzgar; televizyonda o zamanlar Ntvspor da yok. Meclis Tv’den fırsat buldukça gelen Trt 3 ve arada sportif şeyler yayınlayan Ntv var. NBA’in yayın hakları Kanal D’de. Ülkede spor yayıncılığı felaket durumda yani. Bu felaket içinden yükselen de bir Golden League var; Kenan Onuk’un anlattığı, Cüneyt Koryürek’in yorumladığı (nur içinde yatsın rahmetliler).

                Herkesin izlerken sıkılmadığı bir-iki tane spor dalı elbette ki vardır. Ben kendimi hatırladığım zamanlardan beri sportif olarak karşıma çıkan her şeyi izlerim ama halter ve atletizmin yeri hep başkadır. Naim Süleymanoğlu Atlanta 96'da beni haltere bağlamıştı misal, rahmetli dedem sayesinde güreş izleyen biri oldum. Sydney 2000'deki bayan okçuluk takımımız sayesinde okçuluğa merak sardım. İstanpool 99 sayesinde yüzme-atlama ile tanıştım ve sevdim -o da ayrı efsane şampiyonaydı yazmak gerek bir ara-. Yani hep bir olayla oldu bir spora merak sarmam. Atletizm’de ise o kıvılcımı Golden League yaktı. O sıcak yaz gecelerinde arada bir yapılan o 7 yarış beni gördüğüm anda ekrana çiviliyor, hipnotize şekilde izlememi anlamaya çalışmamı sağlıyordu. Hep dert yakınırız ya çok iyi-bilgili spiker yorumcu yok diye, işte Kenan Onuk-Cüneyt Koryürek ikilisi o denli iyilerdi ki bu alanlarda verdikleri anektotlar, anlattıkları eski olaylar-anılarla insanı o yayına öyle bir bağlıyorlardı ki, sanki bir peri masalı izler gibi hissediyordu insan kendini flkşdjhs (Daha sonraları Kenan Onuk yerine Murat Kosova geçti mikrofona).

                Son yıllarda (ki en son 2010 da yapılmış ama o külçe verilmesinin bırakılma tarihi olan 2003’den beridir farklı gözle bakarım) yine çok değerli insanlar –özellikle Caner Eler- anlatsa da ne yazık ki eski tadı yok benim için. Eski yıllarda yapılan 7 yarıştan (Paris-Brüksel-Roma-Berlin-Oslo-Zürih-Monaco) 5 ini kazanmak yeterliyken, daha sonra Monaco’nun takvimden çıkmasıyla 6’da 6 yapanların kazandığı bir mücadele halini almıştı. Bu belirtilen yarışmaları kazananların sahiplerine son yapılan müsabakanın ardından stadyumda baya kanlı canlı külçe altınlar verildi. Daha sonra para ödülü olarak verilse de o külçe altınları öyle görmek bile insanı ayrı heyecanlandırıyordu.  Şu an Diamond League adıyla tüm dünyada yapılsa da eskiden böyle çok müsabaka yapılmadığı için daha kaliteli atletler daha çok bir arada yarışır, çok iyi dereceler çıkartıp efsanevi mücadeleler yaparlardı.


                Bu uzuuunca girizgahtan sonra geçelim asıl anlatmak istediğim kısımlara. Çok da güzel hikayelere sahne olurdu bu Golden League mücadeleleri. E ucunda altın var sonuç olarak ki sponsor dışında pek de gelir getirmeyen bir spor olan atletizmde böyle miktarlar önemlidir. İşte ilk kahramanımız Bernard Barmasai de bu ödülün cazibesine takılan isimlerden biri. Ödülü kazanmak için sadece iki yarış daha kazanması gereken Bernard ödül uğruna vatandaşı olan Christopher Koskei’ye rüşvet öneriyor ve daha sonrasında bu ortaya çıkınca da ödül yarışından diskalifiye ediliyordu.[ http://www.outsideonline.com/outdoor-adventure/running/Hitting-the-Wall-2001.html] Dile kolay zamanının dünya rekoru kırmış önemli atletlerinden birinden bahsediyoruz, düşünün bi Kennenisa Bekele birisine ödül için rüşvet teklif ediyor "kırışırız hacı" diyor, büyük olay yani. Daha sonraları Maraton'a falan geçse de çok çok büyük başarılar kazanamadı sonraları Bernard.


                Herkesin kendince bir idolü vardır atletizmde. Bizden bir önceki nesil Carl Lewis’i sever mesela, Emil Zatopek hayranları vardır, Jesse Owens, Ed Moses... bu sırayla gider. Kişisel olarak böyle “heh işte bu” diyebileceğim tek isim copy paste yapmadan adını yazmakta zorlansam da Hicham El Guerrouj (a-ha valla yazdım bu kez) benim için bu tanıma en uyacak isimdir uzak ara. Gerek yenilmezliği, gerek centilmen-neşeli tavırlarıyla çok çok büyük sporcuydu. Olimpiyat şanssızı idi o da, Olimpiyat harici katıldığı her yerde birinci olsa da o arenada hep bir şanssızlık çalıyordu kapısını. Hiç unutmam Noah Ngeny Sydney’de onu geçtiğinde okula gitmek için hazırlanıyordum. Epey üzülmüştüm Hicham’ın şanssızlığına okulda da epey kafa şişirmiştim olayı anlata anlata, son düzlükte tam kazandım derken traktör gibi gelmiş geçmişti Noah. Genç bir atletken de Atlanta’da finalde düşmüştü. Neyse ki Atina’da çifte zafer(1500-5000) yaşadı da bir nebze de olsa kariyeri güzel bir şekilde sona ermiş oldu. Çünkü Golden League dediğinde aklıma hep Hicham ve onun koşarken sallanan zinciri geliyor aklıma-tam 4 kez jack pot yaparak bu alanda da rekorun sahibi olduğunu belirteyim. Jack pot = bu belirlenen yarışlar sonucunda ödülü almaya hak kazanmak- kırdığı rekorları da canlı olarak izlemiş olmak cidden ayrı gurur veriyor kişisel olarak. Büyük adamdın be Hicham, neşeliydin espriliydin ama tüm stada soytarılık da yapmazdın.



                Wilson Kipketer… Küçükken dünya rekortmeni olan atletlerin her yarışı kazanacaklarına inanırdım ve kazanamadıklarında da çok sinirlenirdim garip şekilde. Bu gariban abimiz de 800 metrede eski dünya rekortmeni ve bu 800 metre de kadın-erkek demeden en nefret ettiğim mesafe galiba. Bu gariban adamcağız eski ülkesi olan Kenya’da sıtmaya yakalanmış ve bir daha asla eskisi gibi olamamıştır-eskisi dediğim de 3 yıl boyunca tüm müsabakalara ambargo koymuş, dünya rekorları kırmış, 3 kez dünya şampiyonu olmuş vs bir adam- tabi 8 yaşındaki ben bunu nereden bileceğim. Sayıp sövüyorum ekran karşısında nasıl alamaz diye, İsviçreli Andre Bucher ile olan mücadeleleri görülmeye değerdi, Andre o formu 3 sene koruyabilmiş olsa da o sıkıcı yaz günlerinde bu ikilinin yaptıkları mücadeleleri izlemek gerçekten insana çoook büyük keyif veriyordu. Ha sonra Rudisha geldi dediğimi -rekortmen yarışları kazanır- kanıtladı ama olsun, büyük bir hastalığı yenip yine iddaalı konuma gelmek ancak büyük şampiyonlara yakışan bir olaydır ve Wilson Kipketer’de olimpiyat altını olmamasına rağmen benim için büyük bir şampiyondur.

                Şimdilik yazıyı burada keselim, serinin diğer bölümünde de Maria Muttola-Tattiana Lebedeva gibi ciddi anlamda altın atletler sizinle birlikte olacak.
                

Dime #12


-Indiana Pacers hakkında cevaplanmayı bekleyen sorularım var. Böylesine elit bir savunmayla ve berbat bir hücumla nereye kadar gidebilirler? Bu çekirdek NBA'de şampiyonluğu zorlamaya yeter mi? Paul George bir süper yıldız adayı mıdır, veya franchise player olabilir mi? Son sorudan başlayalım. Paul George bir süper yıldız adayı değildir. Üzerine takım kurulabilecek bir oyuncu olduğunu, veya olabileceğini hiç sanmıyorum. Ancak şu kesin, bu takıma Danny Granger'dan daha iyi liderlik yapabilecek kapasitesi fazlasıyla mevcut. Her şeyden önce Granger'dan daha çok sorumluluk alıyor ve potansiyeli de ondan çok daha fazla. Şöyle diyeyim, Ocak ayında Indiana Pacers'ta Paul George yerine Lebron James oynasa takım sahada bundan daha iyi gözükmezdi. Emin olun. Yalnız şöyle bir sıkıntısı var, içeride ve dışarıda oyunu değişkenlik gösterebiliyor. Pacers ligin iç sahada en iyi takımlarından biri. Paul George da 21.5 sayı, 8.1 ribaunt, %49.6 üçlükle oynuyor Bankers Life Fieldhouse'ta. Ancak şehir dışına çıktıkları zaman bu istatistik 13.2 sayı, 7.6 ribaunt ve %27 üçlüğe kadar düşüyor. Çaylak senesinde iyi bir dış savunmacı olarak göze çarpmıştı. Geçen sene çoğu maçta parlasa da inanılmaz düşüş yaşadığı ve saha dışı sorunlarıyla anıldığı dönemler olmuştu. Bu sene oyunu inanılmaz bir boyuta yükseldi ve MIP'nin en büyük adaylarından biri. Ancak süper yıldız? Önce dış saha maçlarında, sonra playoff'ta, sonra da önümüzdeki 3 senede görmek lazım. Bu iş bu kadar kolay olmamalı. Diğer iki soruya yerim kalmadı, kabaca üzerinden geçeyim. Pacers geçen sene 100 pozisyona vurduğumuzda ligin en iyi 7. hücumuydu, bu sene 29. sıradalar. Ancak ligin en iyi savunması onlara ait. Maç başına 98.8 sayı yiyorlar 100 pozisyonda. Bu inanılmaz bir rakam. Bu savunmayla ligdeki her takımı devirebilirler. Bu öyle bir savunma ki bu sene $13.66 milyon alan (en değerli Pacer) Roy Hibbert, takımının deplasmanda Bobcats'i 70'lerde tutması halinde bench oyuncularına 100'er dolar vereceğini söyleyebiliyor, ki maçı 103-76 kazandılar. Playoff'ta tur atlayabilirler. Miami Heat'i sonuna kadar zorlayabilirler. Ancak bu hücumla finale çıkmaları veya şampiyon olmaları çoook zor.

-Şimdilerde Detroit'te yeni bir hotel-casino satın alan Cleveland Cavaliers'ın sahibi Dan Gilbert zamanında Lebron James'ten önce şampiyon olacaklarını iddia ederken ne düşünüyordu bilmiyorum ama (belki Lebron'un bir daha basketbol oynayamayacak derecede sakatlık yaşaması, veya hayatını kaybetmesi, veya Miami'deki aşının tutmaması ve Lebron'un Ohio'ya geri dönüp Cleveland'la şampiyonluk yaşaması) Cleveland Cavaliers üst üste ikinci sene draft'ın ilk sırasından seçim yapmaya çok yakın. Charlotte Bobcats yeniden her dört maçından birini kazanmaya başladı, Washington Wizards Wall'ın (WWW) dönüşüyle kötü takımdan, vasat takıma dikey geçiş yaptı ve şu an ligin en kötü basketbolunu oynayan takım Cavs. Bir kötü haber de geride bıraktığımız hafta Varejao'dan geldi, sezonu kapıyor. Zach Lowe şöyle bir yazı yazmış, okuyunuz. Kyrie, Uncle Drew gibi oynayınca bu takımı izlemesi pek keyifli ancak hepsi bu. Ön alan Tristan Thompson ve Tyler Zeller'a emanet ve onları yedekleyen isimler ne yazık ki Luke Walton, Kevin Jones (gerçi bugün Grizzlies'la yaptıkları takasa göre Speights de takıma katılıyor) falan. Byron Scott'ın Waiters'ı Syracuse'daki rolü gibi kenardan getirmesi önemli bir takım içi hamle oldu. İniş çıkışları sürse de Sacramento karşısında 33 sayı bulabilecek potansiyeli var. Topla inanılmaz hızlanabiliyor ve içeri penetreleri çok etkili. Monta Ellis mi yoksa Dwayne Wade mi olacağını dış şut istikrarı belirleyecek, ve savrukluğunu minimuma indirmesi lazım ama çaylak diye göz yumuyoruz. Bir de yine Kyrie var, Blazers deplasmanında muazzam bir Irving vs. Lillard düellosu izledik ve kazanan Kyrie oldu, özellikle şu post move'lar çaylak oyun kurucuya ders niteliğindeydi. Ancak hepsi bu...

-Houston'da düzenlenecek All-Star maçının beşleri açıklandı, sürpriz yok. Doğu: Rondo-Wade-Lebron-Melo-Garnett, Batı: Paul-Kobe-Durant-Griffin-Howard beşiyle sahada olacak. Bir de formalar açıklandı, ki teğmenim blogda daha önce değinmişti — ondan kaçar mı mevzu forma olunca. Şurada da eski All-Star'lardan forma pasajları var. Öncelikle çoğu kesimin beğendiği gibi ben All-Star'ın takım formalarıyla oynanmasını beğenen ve destekleyenlerden değildim, görünce söyleyeyim dedim. Bu özel bir organizasyon ve özel formalar dikilmesi hoşuma gidiyor. Ancak son senelerde modern dizaynlar üretme adına iyice göz yoran formalar gördük. Hele 2008'deki şu cümbüşten sonra düzenli olarak psikolojik destek almaya başladığım yalan değil. 2010-2011-2012 ve en son 2013'te de Batı'yı kırmızı, Doğu'yu mavi çıkartarak bir standarda oturttular forma işini. Ben yine de bu standardın, eskiden birçok örnekte gördüğümüz gibi ve son örneğinin de 2009'da olduğu gibi iki taraftan birinin (ev sahibi) beyaz, diğerinin kırmızı/mavi giymesi gerektiğini düşünüyorum. Dikkat: All-Star yedekleri bu perşembe TNT maçlarından önce açıklanıyor.


-Sezon öncesi NBA Europe Live kapsamında Avrupa'da NBA takımlarının kendi aralarında veya Avrupa takımlarıyla hazırlık maçı yapması güzel bir fikirdi. Bunu normal sezona taşımak ise... sanmıyorum. Geçtiğimiz günlerde Detroit Pistons ile New York Knicks Londra'da O2 Arena'da karşı karşıya geldi ve Knicks deplasmanda (!) rakibini 102-87 mağlup etti. Konuya girmeden önce flashback parantezi açıyorum — Sezonun çok önceki bölümünde TNT'nin yayınlayacağı maçta Popovich, yıldızları Duncan, Parker ve Manu'yu (hayır Danny Green sen bir yıldız değilsin ve ben senin adını bu üç oyuncuyla "Spurs'ün Yıldızları" konseptli aynı cümle içinde anmayacağım) dinlendirdiği için komisyoner David Stern tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Bu cezanın sebeplerinden biri de Miami taraftarının Spurs'ün yıldızlarını çıplak gözle izleme şansının sezonda bir kez olması ve bunun da gerçekleşememesiydi. Flashback'ten sonra konuya girelim. Evet, Stern Bey, siz bir şeyler düşünüyorsunuz. Muhtemelen Pistons yönetiminin de bunda niyetini aldığınız için benim tezim çürüyor ama yine de soracağım, Pistons taraftarının elinden Carmelo'yu izleme imkanını (ç)almış olmuyor musunuz? Belki bir Knicks-Pistons maçı daha var The Palace'ta ama Melo o maç öncesi sakatlanıp oynayamasa ne olacak? Keza Spurs de finale çıkıp Heat'le karşılaşabilir, bunlar olasılık. Bakın bütün NBA takımlarının sahasında 41 maç oynayıp, Pistons'ın 40 maç oynaması ve birini Londra'da oynaması adaletsizliğine girmiyorum bile. Beyimiz ekliyor: "I think multiple NBA international teams. Twenty years from now? For sure. In Europe." çok ağır konuşmamak için kendimi zor tutuyorum.

-Suns koçu Alvin Gentry, tıpkı eski Bucks koçu Scott Skiles gibi yönetimle anlaşmalı bir şekilde takımdan gönderildi/ayrıldı. Phoenix Suns'ın ne onunla, ne bir başkasıyla, ne de Phil Jackson'la, bulunduğu konumdan daha iyi bir yere çıkması imkansız ancak bu ne onun gönderilme/ayrılma sebebi, ne de bu paragrafın konusu. İlginç olan, Zach Lowe'ın Gentry ile yaptığı Suns'ın sorunlarına ve geleceğine değindikleri şu röportajdan sonra bu ayrılığın gelmesi ve ligde gönderilen son üç koçun Bucks ve yenilgi kelimeleri yanyana geldikten sonra olması. Brooklyn Nets, Bucks'a yenildikten sonra Avery Johnson, Indiana Pacers'a kaybettikten sonra Bucks koçu Scott Skiles ve son olarak yine bir Bucks yenilgisi sonrası Phoenix Suns koçu Alvin Gentry. Kendisiyle dört sene çalışan Steve Nash'e mikrofon uzatıldığında bu olayın eski koçunun yararına olabileceğini söylüyor: "Obviously, I’m sad for Alvin (Gentry), but in some ways maybe this is a good thing for him. He’s a great coach, a really good coach and any club would be lucky to have him as a coach, that’s for sure. He’ll land on his feet for sure because he can really do a good job.” Hatırlatma, Suns'ın yeni koçu Lindsey Hunter olacak ve bu ilk koçluk deneyimi.

-Öncelikle Kobe Bryant'la alakalı Nike'ın şu reklamını bir izleyin. Şimdi bir daha izleyin. Bir daha. Kendinize geldiniz mi? Heh. Miami Heat ile Los Angeles Lakers'ın Staples Center'da oynayacağı maçın hikayesini, Lebron ile Kobe'nin atışmalarını falan anlatmaya en başından başlıyorum. Staples Center'a gelmeden önce Heat son 11 maçında 6 yenilgi (Pistons, Bucks, Bulls, Pacers, Blazers, Jazz), 2 OT galibiyeti (Magic, Mavericks), 3 normal galibiyet (Wizards, Kings, Curry'siz Warriors) almıştı. Önce James ve Wade konuştu: "No one will ever be able to compare what we went through. Even though they’re not winning and they’re losing a lot of games, it’s still nowhere near what we went through." ve kimsenin kendilerinin yüzleştikleri kadar büyük bir baskıyla yüzleşmediklerini ve asla yüzleşemeyeceklerini söylediler. Kobe şöyle cevapladı: "What does it matter? What does he want, a cookie for that?" gazı alıp ESPN'le şöyle bir röportaj yaptı. En çok Jordan'la birebir oynamak istediğini, Lebron'u birebirde yenebileceğini, hatta zorlanmayacağını, kendisini en çok zorlayabilecek ismin Durant olacağını ama onu da yeneceğini söyledi ama kritik quote şu: "I played T-Mac. I cooked him. Roasted him. Wasn’t even close. Ask him, he’ll tell you. When I was about 20, we were in Germany doing some promotional stuff for that other sneaker company and we played basketball everyday. We were in the gym all the time. We played three games of one-on-one to 11. I won all three games. One game I won 11-2. After the third game he said he had back spasms and couldn’t play anymore." daha sonra T-Mac şu tweet'te böyle bir şeyin asla yaşanmadığını söyleyerek Kobe'yi yalanlıyor ama kime inanacağınız size kalmış. Neyse Heat-Lakers maçı 2 James, 2 Wade smacıyla acayip başladı, Kobe üç çeyrek boyunca devreye giremedi, son çeyrek üçlükleriyle takımını oyuna ortak etti ama sahada çok acayip bir Lebron James vardı ve 17/25'le 39 sayı, 8 asist, 7 ribaunt, 3 top çalmayla takımına maçı kazandırdı. Maçtan sonra Kobe, Lebron hakkında: "He does that consistently, though. He's just a phenomenal player. He's one of the best that we've ever seen." demek zorunda kaldı. Yıllardır ikilinin NBA Finalleri'nde karşılaşmasını bekliyoruz. Son 6 senede ikisi de finaldeydi (2007: Lebron vs. Spurs, 2008: Kobe vs. Celtics, 2009: Kobe vs. Magic, 2010: Kobe vs. Celtics, 2011: Lebron vs. Mavericks, 2012: Lebron vs. Thunder) ama hiç karşı karşıya gelemediler. Gelemeyecekler gibi de gözüküyor. Bu üzücü. ESPN LA'den Dave McMenamin ve Arash Markazi bu olasılığı şurada tartışmışlar diyerek bu uzun paragrafı da noktalıyorum.


-Bu bölümümüzde ben yine bir denemeye gidiyorum ve adını "Sayılarla NBA'de bu hafta" koyuyorum.

20.000: Lebron James, Golden State deplasmanında kariyerinin 20.000. sayısına ulaştı ve buna ulaşan en genç oyuncu oldu. Bu milestone olaylarında Kobe'nin rekorlarını birer birer kırarak ilerliyor, korkutucu. Aynı maçta kariyerinin 5.000. asist rakamını da geride bıraktı, hala korkmadıysanız...

58: Atlanta Hawks'ın Chicago Bulls deplasmanında maç boyunca attığı toplam sayı. Çift haneye çıkan tek oyuncu var, Mike Scott. İşin boyutunu dramatikleştiren şeyse, Hawks'ın her saha içi isabetini 3.5 sayı olarak kabul edersek kazanan yine Bulls oluyor 97-92 ile. Hawks önceki senelerdeki Mike Woodson'ın Hawks'ına dönmeye başladı ve normal sezonun görece en sıkıcı, umursamaz, zevk vermeyen maçlarını oynuyorlar — evet Wizards dahil. Bir kötü haber de Lou Williams'tan; diz sakatlığıyla sezonu kapadı.

52: Kevin Durant uzatmada kazandıkları Mavericks maçında NBA genelinde sezonun en yüksek rakamına ulaştı. Bunu 13/31 gibi iyi olmayan bir şut yüzdesiyle yaptı ama 21/21 serbest atışı inanılmaz. İnanılmaz olan başka şey, bir sonraki maçta Denver karşılaşmasında yine 21 kez serbest atış çizgisindeydi ve bu sefer bir tane kaçırdı. Bu hafta 21 serbest atış atan oyunculardan bir diğeri de James Harden. Dün MLK Day'de Bobcats karşısında 100-94 kazandılar ve Harden 29 sayısının 19'unu (19/21) serbest atış çizgisinden buldu. Şaşırmadık.

25: Russell Westbrook iç sahada oynanan Denver Nuggets maçında maçın ilk 20 dakikasında 9/12 ile ,ki bunların 7 ya da 8 tanesi 15-17 ft'den atılan mid-range şutlar, 25 sayı buldu. Maçı 12/20 ile 37 sayı atarak bitirdi ama ilk yarıdan orta mesafeleriyle Nuggets'ın fişini çekti. Bu performans akıllara geçen sene Lakers'la oynadıkları serinin 4. maçını (15/26 ile 37 sayı) ve Miami final serisinin 4. maçını (20/32 ile 43 sayı) getirdi. Bunlar Westbrook'un iyi şut yüzdesiyle 35 üzeri attığı ilk maçlar değil. Üçünün ortak özelliği, Westbrook'un bu sayılara, kullandığı şutların yarısından fazlasında orta mesafe isabeti kaydedip ulaşması. Alakalı videolar: Denver maçından sonraki Dallas maçında şu, ondan sonraki -yine- Denver maçında bu oldu. Bu çocuğu çok seviyorum ya.

6: Los Angeles Lakers son 6 deplasmanını, Portland Trail Blazers son 6 maçını kaybediyor. Blazers 15-15'ten sonra W5, L6 serileriyle 20-21'e geldi. Playoff savaşı veriyorlar ama kalabileceklerini sanmıyorum. Çok iyi niyetli kadroları var ve ilk beşleri bu savaş için yeterli seviyede ama ligdeki en kötü bench de onlarda, bu yüzden de ilk beşin üzerine çok yük biniyor ve sezonun kalan bölümünde yorgunluktan canları çıkacak. Onlardan daha çok L6 görebiliriz W5'in yanında. Bu çirkinliği yapmazsam olmaz.

-Brandon Roy, Blazers'taki sakatlık lanetini Timberwolves'a taşımış olabilir mi? Sezona Rubio'nun geçen seneden kalma sakatlığıyla girdikleri yetmezmiş gibi Love da elinden sakatlanmış ve ilk ayı kaçırmıştı. Sonra Roy herkesin beklediği üzere dizini yine eline aldı, Budinger keza diz sakatlığı yaşadı ve muhtemelen sezon bitene kadar dönemeyecek, Lee de aynı şekilde, Kirilenko ufak bir sakatlık yaşayıp döndü, geçenlerde Love yüzük parmağından sakatlandı ve ameliyat olduğu için bir 2 ay daha kaçırması bekleniyor, üzerine Pekovic'i de kaybettiler ve son olarak Alexey Shved. Neyse ki Pek ve Shved'in sakatlıkları çok ciddi değil ama bu nedir abicim böyle? Yokluktan normalde süre alamayacak adamlara (Amundson, Stiemsma) ciddi süre vermeye başladılar. En son Mickael Gelabale ve Chris Johnson'la imzaladılar ve bu adamlar da ciddi süreler alıyor, öyle veya böyle katkı da veriyor. Güzelim Playoff kadrosu Batı'da kurda (heh heh) kuşa yem oluyor sakatlıklar yüzünden. Yazık.

-"How's your ankle?" Stephen Curry. "Most annoying question reporters ask you?" sorusuna bu cevabı veriyor. Aynı sorudan bıkmış olabilir, ama onun bilekleri Warriors'un geleceği için büyük önem taşıyor. Denver maçında yeniden burkulduktan sonra Miami ve Spurs maçlarını kaçırmak zorunda kaldı. Warriors, Heat karşısında bozguna uğradı, Spurs'ü de beklendiği gibi yenemediler. Hornets maçında döndü, iyi oynamasa da kazandılar ve dün MLK Day'de Clippers karşısında 4'ü son çeyrekte olmak üzere 6/8 üçlükle 28 atarak takımına maçı kazandırdı. Bu sene All-Star olmayı herkesten fazla (sanırım abartıyorum) hak ediyor. Yürüyedursun!

Panik


2 hafta önceki Real-Celta kupa maçını izlerken, birkaç dakika geçtikten sonra "Ya bu Celta Adidas giymiyordu sanki..." dedim içimden. Hemen koşup kontrol ettim. Yanlış hatırlamıyordum, sezon başında yeni formalarını görmüştüm, ve mallar Li-Ning markaydı. Sonra "ne ayak" diye bakındım. Resmi sitelerine girdim, her yerde hala Li-Ning formalı fotolar. "Allah allah" falan. Forma sitelerine bakınca anlaşıldı. Detaylar burada. Herhalde önden ahaliyi ısındırmak için Copa Del Rey'de Adidas giyildi. Gerçi elendiler ama, sonuçta gördü herkes. Her türlü Li-Ning'den iyidir Adidas tabii. Şu kalıbın kullanılması da, reklamla birleşince şık bir görüntü ortaya sunmuş. Belki de gelmiş geçmiş en iyi forma-reklam uyumlarından biri. O simetri...


Retro 255


"Geldi"





20 Ocak 2013.